Monthly Archives :

Nisan 2020

İzmir Mevlevihanesi’nin Hikayesi
İzmir Mevlevihanesi’nin Hikayesi Hz. Mevlâna Dergâhı

İzmir Mevlevihanesi’nin Hikayesi

İzmir Mevlevihanesi kitabının yazarı Mustafa Üzel ile kitap üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Üzel, “İzmir Mevlevihanesi o dönem İzmir’e kültür-sanat alanında çağ atlattığını söylemekte yarar var” diye konuştu

YUSUF ÇAĞIRTEKİN

Tamamen sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir müessese olarak bilinen Mevlevilik,  Hazreti Mevlâna’nın,  “Yaratana gönül veren, bütün dünyadaki yaratıkları yaratandan ötürü sevmeyi” öğütleyen bir inanış biçimidir. Tarih boyunca hemen hemen tüm ülkelerde, inanışlarda kabul gören Mevlevilik üzerine yazılan tüm eserler de hiç şüphesiz dikkatle okunur. Bu eserlerden bazıları ise, herkes tarafından kabul görür ve ilgiyle okunur. Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz nisan ayında, Araştırmacı Yazar Mustafa Üzel’in çıkardığı İzmir Mevlevihanesi kitabıdır. İzmir’de pek bilinmeyen Mevlevihane’yi yaklaşık bir buçuk yıllık araştırmanın ardından oluşturduğu kitapla herkese tanıtan Mustafa Üzel ile kitabı üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Üzel, “İzmir Mevlevihanesi’nin o dönem İzmir’e kültür-sanat alanında çağ atlattığını söylemekte yarar var” diye konuştu.

ZAMANLA YAYILDI
İlk olarak Mevlevilik ile ilgili görüşlerini aktaran Mustafa Üzel, bu inanışın gerçekten tüm dünyada kabul görmüş bir inanış olduğuna dikkat çekti. Mustafa Üzel, “Hz. Mevlana artık bütün dünyanın bildiği, tanıdığı en büyük mutasavvıflardan bir tanesidir. Onun Mesnevi’sinin dünyada kaç dile çevrildiğini ailesi bile bilmiyordur. Bütün dünyada Mevlevihaneler, sema yapılan yerler artık oldukça yaygın. Bugün İngiltere’de bile bir Mevlevihane var. Mevlana’yı bir dünya görüşü olarak kabul edenlerin kurduğu Mevlevihaneler var. Mevlevilik 13.yy’da başladı. Daha sonraki yıllarda Hz. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled tarafından da bir tarikat haline getiriliyor. Zamanla bu tarikatın da dalları Mevlevihane adı altında şehirlere, kasabalara, köylere kadar yayılmaya başlıyor” dedi.

KURULUŞU ZOR OLDU
İzmir’de bir Mevlevihane kurulması ise 1800’lü yıllarda gerçekleşiyor. Mevlevihane’nin kuruluşu ise epey sıkıntılı bir sürecin ardından gerçekleşiyor. Üzel, İzmir Mevlevihanesi’nin kuruluş hikayesini ise şu sözlerle anlattı: “İzmir Mevlevihanesi Kadifekale’nin eteklerinde, Dibektaşı’nda Sultan Abdülmecid’in hibe ettiği bir arazide Halil Efendi tarafından kuruldu. Halil Efendi İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’nde yetişiyor. Orada bin bir günlük ‘çilesini’ tamamladıktan sonra ‘Dede’ olup, bir dergahın başına hoca olarak geçmeye hak kazandı. Daha sonra İzmir’de Dibektaşı’nda beğendiği bir yeri Sultan Abdülmecid’ in hibesiyle Mevlevihane’yi kuruyor. Hafız Halil Dede Mevlevihane’nin tüm masraflarını kendi üstlendi fakat her ne kadar böyle bir söz vermiş olsa da maliyeti oldukça yüksek bir iş olduğu için maddi durumu yeterli olmuyor. O dönem İzmir’de görevli Yunanlı General Carcuni Osmanlı’dan 10 kuruş gibi ciddi bir maaş alıyor. O general tam da Mevlevihane’nin kuruluş yıllarında ölüyor. Öldükten sonra da son hak ettiği maaş ortada kalıyor. Mirasçısı da olmayınca, Carcuni’den kalan 10 bin kuruşluk maaşın 750 kuruşu da Mevlevihane’nin yapımında kullanılıyor. Fakat bu da yeterli olmuyor. Halil Dede Sultan Abdülmecid’e bir mektup yazarak yardım talep ediyor. Abdülmecid de ona bir 5 bin kuruşluk yardım daha gönderiyor. Bu şekilde İzmir Mevlevihanesi kurulmuş oluyor.”

SADECE HAZİRE KALDI
Mevlevihane’nin yapısıyla ilgili bilgiler aktaran Mustafa Üzel, “İzmir Mevlevihanesi oldukça büyük bir alanda kuruluyor. Girişte sağ tarafta semazenlerin döndüğü ‘semahane’ ve ‘türbe’ bölümleri var. Sol tarafta ise Halil Dede’nin ailesinin yaşadığı harem bölümü var, onun da hemen karşısında ufak bir mescit, onun arkasında ise Mevlevihane’ye bir hazire var. Bugün bir tek o hazire yerinde duruyor. Patlıcancı Yokuşu denilen, 806 sokak ile 803 sokağın kesiştiği köşede, boş bir arsa var. İşte o arsa İzmir Mevlevihane’sinin haziresidir. Mevleviler ona ‘hamuşan’ derler yani ‘sessizlerin yeri’ anlamına gelir. Hamuşan’ı geçtikten sonra sokağın sonuna kadar olan bölüm de Mevlevihane’nin oturduğu yerler. Fakat şimdi Mevlevihane’den hiçbir şey kalmadı” diye konuştu.

KÜLTÜR-SANAT FAALİYETLERİ ARTTI
Mevlevihane İzmir’e kurulduktan sonra adeta dönemin en önemli kültür ve sanat merkezi haline gelmiş, birçok önemli şairin, müzisyenin yolu bu Mevlevihane’den geçmiştir. Mevlevihane’nin bu özelliği ile daha dikkat çekici bir hale geldiğini vurgulayan Mustafa Üzel, “Biz de zaten Mevlevilik sadece bir tarikat, inanış olmamıştır. Mevlevilik aynı zamanda sanatsal bir şey olduğunu söylemek gerekir. Mevlevilerin çoğunluğu ney çalar, beste yapar, güfte yapar, içlerinden çok değerli müzisyenler çıkar. Ya ebrucu olurlar. Sanatla iç içedirler. Mevlana’dan dolayı hepsi şairdir. Dolayısıyla kurulan bu Mevlevihane bir müddet sonra İzmir’in bir kültür merkezi olmaya başladı. Halil Dede 1888 yılında vefat ettikten sonra dergahın başına geçen oğlu Nurettin Dede ile Mevlevihane İzmir’in tam anlamıyla bir sanat ve kültür merkezi haline geliyor. Öyle ki o dönem bilinen bütün şairler; Tevfik Nevzat, Neyzen Tevfik, Rakım Erkutlu ve birçok önemli şair buraya geliyor. Türk şiirine damga vuran Neyzen Tevfik ilk eğitimini İzmir Mevlevihanesi’nde almıştır” ifadelerini kullandı.

İSTİBDAT DÖNEMİNDE MEVLEVİHANE
2. Abdülhamit’in devleti baskı ile yönettiği, her yerde saraya bilgi ulaştıran jurnalcilerin bulunması, o dönem herkesin dilinde ‘Özgürlük Şehri İzmir’ de bulunan Mevlevihane de bu durumdan nasibini aldı. Mevlevihane’nin en önemli öğrencilerinden ve İzmir’in en önemli şairlerinden bir tanesi olan Tevfik Nevzat’ın başından geçen hikayeyi anlatarak dönemin zorlu koşullarına örnek veren Mustafa Üzel, “Bir gün Mustafa Efendi isimli bir zat Şeyh Nurettin Efendi’yi, Şair Eşref’i ve diğer önemli kişileri evinde yemeğe davet ediyor. Bu yemekte de iki Yahudi vatandaşı dolaba saklıyor. Sofrada hükümet aleyhtarı şeyler söyleyerek,onları gaza getiriyor. Onlar da konuşunca saklanan Yahudiler bunları kayda alıyor. Ertesi gün bunları ihbar ediyorlar. Saraydan hemen emirler geliyor. Şeyh Nurettin ile birlikte 6-7 kişi Bitlis’e sürgün ediliyor. Tevfik Nevzat sürgüne giderlerken başından geçenleri Paris’teki kardeşine mektuplar yazarak anlatıyor. Kitapta bu mektuplardan kesitler de sundum. Gerçekten oldukça zorlu koşullarda Bitlis’e gitmişler, yolda insan gibi bir muamele görmemişler.Tuvalet ihtiyaçlarını bile karşılamaya izin vermediklerini yazmış. Sürgünden bir zaman sonra geri dönüyorlar ama artık halkın gözünde mimlenmiş oluyorlar. Halk bunlara selam vermeye bile korkar oluyor. Bu olay ile İzmir’in kültür ve sanat hayatı tamamen durmuş oluyor. Aşağı yukarı 10 sene hiçbir etkinlik olmuyor. Meşrutiyetin ilanından ve 2. Abdülhamit’in görevden alınmasının ardından Nurettin Efendi tekrar sahneye çıkıyor” şeklinde konuştu.

İzmir Mevlevihanesi’nin İzmir’e oldukça fazla şey kattığını söyleyen Mustafa Üzel, Mevleviliğin 75 yıllık tarihindeki önemini şu sözlerle aktardı: “Şeyh Nurettin Efendi’den sonra başa oğlu Celaleddin Efendi geçiyor. 1925 senesinde ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ çıkınca İzmir Mevlevihanesi de kapanıyor. İzmir Mevlevihanesi’nin yaklaşık 75 yıllık bir tarihi var. Bu 75 yıllık zaman dilimi İzmir’in kültür ve sanat tarihinde bir altın çağ olarak nitelendirebiliriz. Çok önemli bir sanat merkezi. Bu 75 yıllık zaman dilimi aynı zamanda Osmanlı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük acılarının yaşandığı yıllar. Balkan Savaşları, Rus İşgalleri, ekonomik sorunlar, İzmir yangınları vs. Bu dönem gerçekten çok zorlu koşullarda geçiyor. 2. Mahmut’a kadar devletin gözde tarikatı Bektaşilik iken, 2. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından gözden düşen Bektaşiliğin yerini Mevlevilik alıyor ve bu kadar zorlu koşullara rağmen Mevlevilik Osmanlı Devleti yönetim kademesinden aldığı destekle ayakta kalmayı başarıyor.”

YERİ BELLİ DEĞİLDİ
Kitabı yazma fikrinin Mevleviliğe olan merakından geldiğini ifade eden Mustafa Üzel, İzmir Mevlevihanesi kitabını yazma gerekçesini şu sözlerle aktardı: “Mevlana’nın dünya görüşünü birçok insan gibi bende çok seviyorum. Bu kitabı yazmaya beni iten sebep ise, İzmir Mevlevihanesi’nin bulunduğu alana bir arkadaşımla gitmem sonrasında verdiğim bir karardı. Arapça bir yazı gördüm. Tercümesi ‘Şehitler Mekanı’ anlamına geliyordu. Onu merak ettim. ‘Nedir bu, kimdir burada yatan şehitler’ diyerek araştırmaya başladım. Zaten Osmanlı arşivlerinde çok fazla araştırmalar yapan bir insanım. O arşivlerden araştırdım ve orada geçmişte bir Mevlevihane’nin olduğunu gördüm. Bunun üzerine araştırmalarımı sürdürdüm. Bugüne kadar İzmir Mevlevihanesi ile ilgili bölük pörçük yazılar vardı ama net bir bilgi yoktu. En başta yeri belli değildi. Orada bulunan boş arsaya konumlandırılıyordu ama bu yanlıştı. Bunu bulup ortaya çıkardık. Dönemin haritalarını tespit edip, günümüz haritalarıyla topografik olarak üst üste koyunca tam olarak yerine oturdu. Arşivlerde bu konuda yeterli bilgiyi bulunca, kitabı oluşturdum” diye konuştu.

EPEY ZORLADI
Kitabı oluştururken yaptığı araştırmalara da değinen Mustafa Üzel, İzmir Mevlevihanesi eserini yaklaşık 1 buçuk senelik araştırmalarının ardından oluşturdu. Mevlevihane ile ilgili araştırma yaparken, belgelerde 3 buçuk takvim kullanıldığına dikkat çeken Üzel, “Osmanlı’nın hep geçiş dönemlerinde var olmuş bu Mevlevihane. 1840’lı yıllarda Osmanlı Hicri Takvim’den Rumi Takvim’e geçiş yapıyor ama bunun uygulanışı 1870’li yıllardan itibaren olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hangi belge Hicri, hangi Rumi bazen birbirine karışıyor. Rumi Takvim ile Miladi Takvim arasında 584 gün ile 13 günlük bir fark olur normalde ama 1914’ten sonra 13 günlük fark da atılıyor. Bir de bugün kullandığımız miladi takvimli evraklar var. Yani evrakın tarihini en az 50 defa çevirmişimdir.  Bu benim için en büyük zorluk oldu. Diğer bir zorluk ise, şunu açıkça söyleyebilirim, bugüne kadar keşke Mevlevihane ile ilgili hiçbir şey yazılmasaydı. Yazılmış olan eserlerin çoğunluğu anılara, gazete haberlerine göre yazılmış. Bir belgede güvenilirlik sıralaması yaptığınız zaman en güvenilir belgeler yazılı olan devlet belgeleri, askeri belgeler gelir ondan sonra hatıralar, gazete haberleri gibi şeyler gelir. Hatıralar genellikle taraflı yazılan şeylerdir. Bu konu ile ilgili yazılmış belgelerin neredeyse tamamı hatıralara göre yazılmış. Bu sebeple beni çok uğraştırdı” ifadelerini kullandı.

ÇOK BEĞENİLDİ
Son olarak kitabın beklediğinden daha fazla ilgi topladığını belirten Mustafa Üzel, “Kitap gerçekten çok beğenildi. Benim elimde 100 tane kaldı. Yaptığım araştırmalara değdiğini gördüm. Mevlevilik zaten her zaman önemsenen, dikkat çeken bir konu olagelmiştir. Bence bu kitabın önem görmesinin bir sebebi ise kitabı mümkün olduğunca belgeler üzerine inşa etmemden kaynaklandığını da düşünüyorum. Güvenilir olmayan bilgilerle hareket etmemeye gayret gösterdim. Hemen hemen tamamının belgesini koydum. Tamamen belgelerle hareket edince güvenilirlik de oldukça arttı. Okuyucularımız İzmir’de kurulan Mevlevihane’nin tarihine oldukça ilgililer” şeklinde konuştu.

https://ilksesgazetesi.com/haberler/guncel/izmir-mevlevihanesinin-hikayesi-56693

İzmir Mevlevîhânesi
İzmir Mevlevîhânesi Hz. Mevlâna Dergâhı

Zekeriya Şimşek

Bir şehrin tarihsel ve kültürel birikimini popülist söylemlere kurban etmeden ortaya çıkarmak ve değerlendirmek o şehrin geleceği açısından son derece önemlidir. İşte İzmir için üstü örtülü bir örnek: Mevlevîlik, M. Celâleddîn (1207-1273)’in “hamdım, piştim, yandım” öğretisi üzerine ölümünden sonra 13. yüzyılda büyük oğlu Sultan Veled tarafından Konya’da kurulmuş bir aydınlanma yoludur. Torunu Ulu Ârif Çelebi ile Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde önemli gelişmeler göstererek zaman içinde tüm dünyaya yayılmıştır. Mevlevîlik düşüncesinin temeli aşk, mârifet ve hizmettir.

Mevlevîlik, tarih boyunca halk tabakalarından devlet adamlarına kadar toplumun her kesiminden insanın manevi hayatı üzerinde etkili olmuş; birer güzel sanatlar akademisi gibi çalışan mevlevîhâneler, Türk kültür ve sanatının birçok önemli temsilcisinin ve Klasik Türk mûsikisinin büyük bestekârlarından birçoğunun yetiştirmesinde pay sahibi olmuştur. Geniş avlu içinde, semâhâne, türbe, hazîre/mezarlık, mescit, matbah-ı şerif/mutfak, meydân-ı şerif, dede hücreleri, selâmlık ve harem dairesi olmak üzere muhtelif yapılardan meydana gelen birer kampüs/külliye olarak mevlevîhâneler, özellikle Osmanlı döneminde üç kıtada sayıca 200’e yaklaşmıştır. İzmir Mevlevîhânesi, bunlar içinde adı en az bilinenlerdendir. Konunun tuhaf bir diğer yönü şudur: TDV İslam Ansiklopedisi’nin “mevleviyye” maddesinde şöyle der; “İzmir, …………………. ünlü mevlevîhâneler arasındadır.” (www.islamansiklopedisi.org.tr) Ünlü?

Yüz İzmirli’ye “İzmir Mevlevîhânesi hakkında ne biliyorsunuz?” diye sorsak, doksan dokuzu “Saçmalama!” diyecektir. İzmirli konudan bi’haberdir, İzmir tarihçileri ise konuyu görmezden gelmeyi tercih etmektedirler. İzmir Mevlevîhânesi hakkında elimizdeki tek kaynak kitap, araştırmacı Mustafa Üzel’e (İzmir Mevlevîhânesi, Ankara, 2018) aittir.

İzmir Mevlevîhânesi’nin kuruluşu 19.yüzyıl ortalarına tarihlenmektedir. Hâlil Âkif Efendi (namıdiğer Hâcı Hafız Hâlil Dede)’nin 19 Haziran 1850 tarihli Evkâf Müdürlüğü makamına yer tahsis talepli dilekçesi Mevlevîhâne’nin doğum tarihidir. İnşaat masraflarının büyük bir kısmını kendi olanaklarıyla karşılayan Hâlil Âkif Efendi, 1953 yılının ikinci yarısı itibariyle Mevlevîhâne’yi faaliyete geçirmiş; 03 Eylül 1888’de 87 yaşında vefat edinceye kadar ömrünü mevlevîhâne faaliyetlerine adamıştır. Cenazesi Mevlevîhâne’ye defnedilmiştir. İzmir Mevlevîhânesi, Altay Mahallesi (Kadifekale, Yapıcıoğlu’nun devamı) civarında bulunan Patlıcanlı Yokuşu’ndan Balandur Hacı Mehmet Ağa Camii’ne dönülünce (806 sokak ile 803 sokağın kesiştiği köşede) eskiden mezarlık sonra Topaltı İlkokulu bugün ise boş arazi konumundaki bölgeye en hâkim yerde inşa edilmiştir.

Oldukça büyük bir alanda kurulmuş olan İzmir Mevlevîhânesi’nin başlıca bölümleri semâhâne, türbe, harem, mescit ve hazîre/mezarlıktır. Hâlil Âkif Efendi sonrası tarihinde neler yoktur ki Mevlevîhâne’nin… Postnişinler görmüştür, yangınlar görmüştür, vatanın kaynayan kazan halini görmüştür, 1910-1912 Balkan Savaşı’nda hastane hizmeti görmüştür, âlimler ve sanatkârlar görmüştür, binbir sıkıntı görmüştür, İzmir’in işgalini görmüştür, vatan savunmasını ve vatanın kurtuluşunu görmüştür…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrası, meclisin çıkardığı bir kanun ile perde kapanmıştır. Vakıf tüzel kişiliği olmadığından zaman içinde mirasçılar eliyle satılan Mevlevîhâne, tarihiyle ve binalarıyla yok olup gitmiştir. 1850-1925 arası yetmiş beş yıllık ömründe, İzmir için bir kültür ocağı olan Mevlevîhâne; Râkım Elkutlu (1871-1948) ve Neyzen Tevfik (1879-1953) başta olmak üzere çok değerli edebiyat ve musiki insanlarının yetişmesinde önemli rol oynamıştır.

Neyzen Tevfik, Urla’da memur babası tarafından tahsil için İzmir’e gönderilir. Mûsikî merakı sebebiyle Mevlevîhâne’ye devam etmeye başlar ve burada Neyzenbaşı Cemal Bey’den ve Halil Dede’den ney dersleri alır. Mevlevîhâne müdavimleri arasında Şâir Eşref, Tokadîzâde Şekib Bey, Tevfik Nevzad, Abdülhalim Mahmud, Bıçakçızâde Hakkı gibi çoğu sürgün olarak İzmir’de bulunan dönemin önemli edebiyat ve mûsikî şahsiyetleriyle tanışır. Ney üflemekteki şöhreti, 1898’de İstanbul’a gidinceye kadar burada kaldığı 4 yıl içinde yayılır.

Râkım Elkutlu, aynı zamanda Hisar Câmii İmam-Hatîbi’dir. Bekir Sıtkı Sezgin’in naklettiğine göre, yedi yaşlarında iken amcası Emin Dede’den ney meşk eder. On yedi yaşında Mevlevîhâne’de na’than, yirmi sekiz yaşında kudümzenbaşı olur. Otuz beş yaşında Karcığar Mevlevî Âyini’ni besteleyen ve bunu Türkiye çapında icrâ eden Râkım Elkutlu, Şeyh Nûreddin Efendi’nin vefatına müteakip bir süre Mevlevîhâne’ye postnişinlikte eder.

İzmir Mevlevîhânesi, İzmir’in bi’haber olduğumuz ya da pek az bildiğimiz nice değerlerinden biridir. En az sokak lezzetlerimiz kadar değerlidir.

http://www.izmirlife.com.tr/yazi/Zekeriya%20%C5%9Eim%C5%9Fek/4400/izmir-mevlev%C3%AEh%C3%A2nesi-