Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler 1024 721 Hz. Mevlâna Dergâhı

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

672/1273 yılında Mevlânâ’nın Konya’da vefatını müteakip, adına oğlu Sultan Veled (v. 712/1312) tarafından kurulan Mevlevîlik, Selçuklular devrinden başlayarak, beylikler dönemi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen süre içerisinde geniş kitleleri derinden etkileyen tarîkatların başında gelmiştir.

Mevlânâ, Şems’le tanışması neticesinde ortaya koyacağı coşkun ve cezbeli tasavvufî tavrına ait temelleri Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’nin tasavvuf eğitiminden almış, fakat Şems’le konuşup görüşünceye kadar temkinli bir sûfî olarak yaşamıştır. Şems-i Tebrizî vasıtasıyla Melamîlik ve Kalenderîliğe sempati duymuş, fakat babası ve onun halifesi Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’den aldığı zühdî tasavvuf anlayışını da bütün hayatı boyunca sürdürmüştür. Mevlânâ, o dönemde Anadolu’da hakim olan İbn Arabî etkisi, Kübrevîlik, Melamîlik ve Kalenderîlik gibi tasavvufî anlayışları kendisinde toplayıp mezcetmiştir.

Şems-i Tebrizî ile karşılaşması ve beraber geçirdiği günlerden sonra aşk ve cezbeye dayanan, musikî, sema’ ve şiir ile yoğrulmuş bir tasavvuf anlayışı sergileyen Mevlânâ, ortaya koyduğu bu anlayış çerçevesinde özel meclisler tertip etmiş, dinî sohbetler, zikir ve sema toplantıları yapmıştır. Her ne kadar yaşadığı dönem içinde ortaya koymuş olduğu tasavvufî bu anlayış ve yaşantısını, bir tarîkat tesisi maksadıyla yapmamışsa da, vefatından sonra kendisine tâbi olanların gayretiyle, oğlu Sultan Veled tarafından Mevlana’nın yolu bir sistem dahilinde yaşatılmaya çalışılmış, onun ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde yapılanmış, adab ve erkânıyla bir tarîkat halini almıştır.

Böylece ortaya çıkan Mevlevîlik, Konya’da bulunan Mevlânâ Dergâhı merkez olmak üzere, kısa sürede Anadolu, Balkanlar ve diğer İslâm beldelerinde yaygınlık kazanmış ve buralarda Mevlana’nın aşkını, cezbesini ve tasavvuf anlayışını yaşatmaya çalışan, her biri aşkın merkezinde musiki konservatuarı ve güzel sanatlar akademisi olan mevlevîhâneler tesis edilmiştir.

Tesis edilen bu mevlevîhâneler fonksiyonları bakımından Âsitâneler ve Zâviyeler diye iki gruba ayrılmıştır.

Mevlevîlikte âsitânenin diğer tarîkatlarda bulunmayan farklı bir anlamı vardır. Bu tarîkat erkânına göre âsitâneler; içerisinde 1001 günlük çile çıkartılan ve dervîşlerin eğitim ihtiyaçlarına göre mîmarî özellikler taşıyan dergâhlardır. Bir Mevlevî âsitânesi umûmiyetle geniş bir bahçe içerisinde bulunur ve semahâne, türbe, çilehâne, hücreler, selamlık, harem dairesi, mutfak, kiler ve meşkhâneden müteşekkil kısımlardan oluşan bir müessesedir.

Âsitânelerde, “matbah terbiyesi” denilen bir usûl takip edilmiştir. Toplumun her kesiminden yirmi beş yaşını geçmemiş, askerlik vazifesini ifâ etmiş, bekâr, müzmin yahut sirâyet edici bir hastalığı olmayan, sar’a veya akıl hastalıklarından biri ile malûl bulunmayan, “matbah-ı şerif” denilen, içinde yemekten ziyâde çiğ kimselerin piştiği mahalde yatıp kalkan ve “can” tabir edilen dervîş adayları yetiştirilmiştir.

Mevlevî Tarîkatı’nın merkezi sayılan Konya’da, “Âsitâne-i Aliyye” de denilen Mevlânâ Dergâhı’ndan başka, bu özel anlamda âsitâne olan mevlevîhâneler şunlardır:

1-İstanbul Galata Mevlevîhânesi

2- İstanbul Yenikapı Mevlevîhânesi

3- İstanbul Beşiktaş/Bahâriye Mevlevîhânesi

4- İstanbul Kasımpaşa Mevlevîhânesi

5-Afyonkarahisar Mevlevîhânesi

6-Manisa Mevlevîhânesi

7-Halep Mevlevîhânesi

8-Bursa Mevlevîhânesi

9-Eskişehir Mevlevîhânesi

10-Kâhire Mevlevîhânesi

11-Gelibolu Mevlevîhânesi

Küçük Mevlevî tekkelerine de zâviye tâbir olunmuştur. Mevlevîler açısından zâviye; içlerinde çile çıkarılmayan fakat sema’ meşk edip ayrıca ney üfleyen, kudüm çalan, ayin okuyan Mevlevî dervişlerinin bulunduğu mekânlardır. Âsitâneler zâviyelerden büyük kabul edilmiş, zâviye şeyhleri mevkî bakımından âsitâne şeyhlerinden aşağı tutulmuştur. Çile âsitânelerde çıkarılmış, dervîşler bu tekkelerde yetiştirilmiş ve zâviyelerde hizmet etmek çile çıkarmak sayılmamıştır.

Mevlevî zâviyelerin bazıları; Konya’da Şems Tebrizî, Ateşbâz Velî, İzmir’de Bahri Baba, Kayseri’de Burhaneddin Muhakkık Tirmizî, Halep’te Şeyh Ebu Bekir Vefai gibi bir Mevlevî büyüğünün türbesi yanına kurulmuştur.

Mevlânâ’dan sonra yerine geçen Hüsameddin Çelebi ile başlayıp, Veled Çelebi ve Ulu Arif Çelebi zamanında ve daha sonraki ilk devirlerde, bizzat Mevlevî halîfeleri tarafından Mevlevî tekkeleri –ki bunların çoğu zâviyedir- kurulmuştur. Bu zâviyeler, Amasya’da, Kırşehir’de, Erzincan’da, Niğde’de, Tokat’ta, Kütahya’da açılmıştır.

XIV. asırdan itibaren Anadolu’da ve Anadolu dışında Osmanlı Devleti’nin egemen olduğu ülkelerde bu Mevlevî tekkelerine ilaveten daha sonraki dönemlerde de bir çok Mevlevî zâviyesi açılmıştır.

XVI. asırda Lazkiye, Mısır (Kahire), Cezayir, Sakız, Eğridir, Sandıklı, Midilli, Muğla, Burdur ve İstanbul’daki Galata (Kulekapısı) Mevlevîhâneleri, rivâyetlere göre Fars ülkesindeki mevlevîhâne ve Halep Mevlevîhânesi tesis edilmiştir. Bu asrın ortalarında vefat eden Gülşen-i Esrâr müellifi Şâhidî’nin naklettiğine göre; bu asırda Mevlevîlik köylere kadar yayılmış ve Anadolu’nun birçok yerinde halkı tamamen mevlevîlerden oluşan Mevlevî köyleri kurulmuştur.

Köylere kadar birçok yerleşim yerinde tesis edilen mevlevîhâneler, XVI. asrın başlarından itibaren Mevlevîliğin köyden kasabaya, kasabadan şehirlere çekilmeye başlamasıyla, daha çok beyler, paşalar ve vezirler gibi devlet erkanı tarafından tesis edilmiştir. Mesela; Kilis Mevlevîhânesi 931/1525’da eşraftan Ali Ağa tarafından, Selanik ve Üsküb Mevlevîhânesi 1024/1615 tarihinde Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından, Peçoy (Peçu, Peç) (Macaristan) Mevlevîhânesi 1076/1665’te Gazi Hasan Paşa tarafından, Kayseri Mevlevîhânesi 1086/1675’te Bayram Paşa tarafından, Yenişehir Mevlevîhânesi yine eşraftan Hacı Ahmed tarafından tesis edilmiştir ki bunların çoğu Mevlevî zâviyesi statüsünde kalmıştır.

Bunlardan başka Bursa Mevlevîhânesi Ahmed Cunûnî Dede tarafından, Tavşanlı Mevlevîhânesi Esif Mehmed Dede tarafından, Gelibolu Mevlevîhânesi Ağazâde Mehmed Hakîkî Dede tarafından bina edilmiştir.

Kurulan bu Mevlevî zâviyelerine, ilk yıllarda dergâhı açmak veya açılan dergâha şeyhlik yapmak üzere gönderilen Mevlevî dedeleri postnişin olmuş, bunların vefatından sonra varsa oğulları, yoksa aileden ehil bir kişi olan Mevlevî dervişi o tekkede postnişinlik yapmıştır. Ancak zamanla Mevlevîlik yayılıp geliştikten ve dergâhlara zengin vakıflar bağlandıktan sonra bu uygulama değişmiş, mevlevîhânelere şeyh ataması Konya’da bulunan ve tarîkatın aynı zamanda idari lideri olan “çelebi efendi”nin rızası ve işaretiyle, belirli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

İstanbul’a Mevlevilik Fatih’in İstanbul’u fethinden hemen sonra girmiş, önce zaviye olarak vazife yapmış, daha sonra da Galata Mevlevihanesi’nin tesisiyle asitane olmuştur.

İstanbul Mevlevîhâneleri (Galata-Yenikapı-Kasımpaşa-Beşiktaş-Üsküdar), İstanbul merkezli Osmanlı tarîkat kültüründe tarih boyunca çok önemli bir mevkiye sahip olmasına rağmen, İstanbul’daki diğer tarîkatların çoğundan daha az sayıda tekkeye sahip olmuştur. Bunun başlıca sebebi, diğer tarîkatlardan farklı olarak Mevlevîliğin bazı araştırmacıların “popüler sûfism” diye adlandırdıkları, geniş tabanlı tasavvuf hayatı yerine, başından beri tasavvuf kültürünün klasik boyutunu temsil etmesi, düşüncesi, edebiyatı, musikisi, irfanı, âdâb ve erkânı ile daha seçkin bir düzeye hitap etmesi olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da yerleşmesiyle birlikte, bu toprakların İslamlaştırılması için buralarda, çeşitli tarihi, kültürel ve sosyal yapılar inşa ettikleri gibi, tekke, dergâh ve bunların çevrelerinde sayıları bilinmeyen türbeler inşa etmişlerdir. Fakat çeşitli sebeplerle buralardaki tekkeler daha Osmanlı döneminden başlayarak varlıklarını sürdürmekte, Anadolu’da olduğu gibi fazla başarılı olamamışlar ve özellikle Osmanlı’nın 1912 senesinde Rumeli’den çekilmesinden sonra bu tekkelerin ortadan yok olması daha da hızlanmıştır. Başta eski Yugoslavya topraklarında olmak üzere olmak üzere bir çok Balkan ülkesinde bazı tekkeler faaliyetlerine devam etseler de, içinde Mevlevî tekkeleri de dahil olmak üzere, tekkelerin büyük bir kısmı müritsiz kalmış ve yıkılmıştır.

XV. asrın sonlarına doğru, Bosna-Hersek’teki Osmanlı iktidarının güçlendiği bir dönemde Mevlevîler buralara da gitmiş ve dergah açmışlardır. Tarihi kaynaklar, Mevlevî tekkelerinin eski Yugoslavya’da çoğunlukla büyük kentlerde (Saraybosna, Belgrad, Üsküb, Mostar, Konjic ve Niş) kurulduklarını bildirmektedir. Bunlardan en meşhuru Saraybosna (Sarayova)’da, Osmanlı’nın yükselme döneminde 866/1462’de kurulan ve asırlar boyunca Mevlevî kültürünün balkanlarda yayılmasına aracı olan Saraybosna Mevlevîhânesi veya diğer adıyla İsa Bey Mevlevîhânesidir.

Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde var olan Mevlevî zâviyeleri, İmparatorluk küçüldükçe Belgrad, Bosna, Filibe, Peçoy, Vodine, Yenişehir gibi devlet sınırları dışında kalan yerlerdeki mevlevîhânelerin mühim bir kısmı kapanıp tarihe gömülmüş, Mevlevîliğin yüksek zümreye mal olması ve köylerden kasabalardan şehirlere çekilmesiyle ve buna bağlı olarak vakıflarının azalmasıyla, Demirci, Marmaris, Niğde, Tavşanlı gibi küçük yerlerdeki mevlevîhânelerden geriye bir zâviye, bir şeyh ve birkaç dervişten başka bir şey kalmamıştır. Öyle ki, muhibsizlikten, neyzensizlikten zâviyelerde icra edilen mukabeleler yapılamaz olmuştur.

Balkanlarda faaliyet gösteren Mevlevî dergâhlarından biri de, bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan ve 1024/1615 senesinde bina edilen Selânik Mevlevîhânesi’dir. Balkanlarda XIX. asır içinde inşa edilmiş olan Hanya (Girit) Mevlevîhânesi 1297/1880 yılında Süleyman Şemsi Dede tarafından kurulmuştur.

Balkanlarda varlığı bilinen diğer Mevlevî dergâhlarından biri de Üsküb (Makedonya) Mevlevîhânesidir.

Yukarıda isimleri geçen mevlevîhânelerden başka Balkanlar’da, tarih sahnesinde faaliyet göstermiş bazı mevlevîhânelerin de ismi geçmektedir. Bu mevlevîhânelerden bazıları Türkiye’de tekkelerin kapandığı 1925 senesine kadar Konya’daki merkez dergâha bağlı olarak vazifelerine devam etmişlerdir. Balkanlar’da neredeyse Osmanlı’nın gittiği her bölgeye ulaşmaya çalışan Mevlevîler, bu toprakların Türkleşmesi için diğer tarîkatlerle (Bayramî-Melamiler, Bektaşiler, Nakşî, Rufâî, Sâdî, Kâdirî) birlikte Macaristan’da mevlevîhâneler/dergâhlar tesis ettikleri gibi, etkinlikleri Polonya’nın içlerine kadar uzanmıştır.

Balkanlarda tesis edilen diğer Mevlevî dergâhları da şunlardır:

Rumeli Yenişehir (Larissa) Mevlevîhânesi (Yunanistan), Vidin (Vodine) Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Serez Mevlevîhânesi (Yunanistan), Niş Mevlevîhânesi (Sırbistan), Sakız Mevlevîhânesi (Yunanistan), Midilli Mevlevîhânesi (Yunanistan), İlbasan Mevlevîhânesi (Arnavutluk), Filibe Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Peçoy (Peç) Mevlevîhânesi (Macaristan), İpek Mevlevîhânesi (Kosova), Belgrad Mevlevîhânesi (Sırbistan).

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da mevlevihaneler faaliyet göstermiştir. Arap aleminde Suriye’de; Halep, Şam, Hama, Humus, Lazkiye ve Musul, Lübnan’da; Trablusşam, Mısır’da; Kahire, Suudi Arabistan’da; Medine ve Mekke, Irak’da; Bağdat, Kerkük ve Şehrizor mevlevîhâneleri sayesinde, Mevlana’nın tasavvuf anlayışı, Osmanlının örf ve adetleri, kültür ve sanatı bu bölgelerde yayılma imkanı bulmuş, hangi milletten olursa olsun, mevlevîliğe intisabla veya intisab etmeksizin muhib kalmakla birçok mutasavvıf, musikişinas ve sanat erbabının yetişmesine katkıda bulunmuştur.

Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız, Türk topraklarında neş’et etmiş bir tarîkat olma özelliğine sahip olan Mevlevîliğin aşk mekânları olan mevlevîhaneler, ortaya çıkışlarından 1925 yılında kapatılmalarına kadar geçen süre içerisinde, gerek Türk kültür muhitlerinde gerekse Osmanlı toprakları dahilindeki diğer kültür çevrelerinde, Türk kültür, sanat ve musikisinin tasavvufî zeminde temsilciliğini yapan merkezler olmuşlardır. Itrî’ler, Şeyh Galib’ler, İsmail Dede Efendi’ler; devirlerinin en meşhur şairleri, hattatları, musikişinasları ve özellikle mürşid-i kâmilleri bu mekânlarda yetişmişler, Mevlana ile yanan aşk ateşinin yüzyıllar boyunca her yerde yanmasını ve her milletten aşk meftunu Mevlevîlerin bu ateşlerin şem’inden faydalanmasını temin etmişlerdir.

Sezai Küçük

TÜRKİYE’DEKİ MEVLEVİHANELER

KONYA

Konya Mevlana Dergahı: 1274 yılında baldaken olarak inşa edilerek 19. Yüzyıla kadar genişletilmiştir. 1926 yılında müze olarak açılmıştır.

Şems-i Tebrizi Zaviyesi: 15. Yüzyıl Karaman devrine tarihlendirilmektedir. Şuanda camii olarak kullanılmaktadır.

Piri Mehmed Paşa Zaviyesi: Camii 1523 yılında yaptırılmıştır. Camiinin kuzeyinde bulunan zaviye bugün baharatçı olarak kullanılmaktadır.

Cemel Ali Dede Zaviyesi: Konya’nın Meram ilçesinde bulunmaktadır. Cemel Ali Dede Hz. Mevlana’nın lalası olarak bilinmektedir. 13. Yüzyıla tarihlenmektedir. Mescid Semahane ve türbeden oluşmaktadır. Camii olarak kullanılmaktadır.

Ateşbaz-ı Veli Zaviyesi: Konya’nın Meram ilçesinde bulunmaktadır. Hz Mevlana’nın aşçısı İzzetoğlu Şemseddin Yusuf’a aittir.

Fahrunnisa Zaviyesi:  Karatay İlçesinde bulunmaktadır. Günümüze kadar bir hamuşan ve mescid-semahane gelebilmiştir. Fahrunnisa Hanım’ın 14-15. Yüzyılda yaşamış Mevlevi hatun olduğu bilinmektedir.

Ermenek Mevlevihanesi: 17. Yüzyılda var olduğu düşünülen Mevlevihane 1990 yılında geride kalan mescidi de yıkılarak yerine büyük kubbeli bir camii yapılmıştır.

Afyon Mevlevihanesi: 13. Yüzyılda yapılmıştır. İlk Mevlevihanelerdendir. Günümüze camii, matbah, derviş hücreleri ve hamuşanın bir kısmı gelebilmiştir.

Ankara Mevlevihanesi: ilk Mevlevihane camii ile birlikte 1566 da inşa edilmiştir.  Mimar Sinan’a atfedilen Cenabı Ahmet Paşa Camii halen kullanılmaktadır.

Antalya Mevlevihanesi:  tekke yapısı 1215 yılında Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmış 14. Yy da tekke beylerinden Zincirkıran Mehmed Bey tarafından mevlevihaneye dönüştürülmüştür. Bugün sanat galerisi olarak kullanılmaktadır.

Bursa Mevlevihanesi: 1615 te Ahmed Cununi Dede tarafından yaptırılmıştır. Pınarbaşı Mahallesi’nde yer almakta idi. 1953’te yıkılmış, semahanenin bulunduğu yere su deposu yapılmıştır.

Çanakkale Gelibolu Mevlevihanesi: 1621 yılından önce Ağazade Mehmed Hakiki Dede tarafından kurulmuştur. Hamzaköy’de eskiden askeri alan içindeyken günümüzde aslına uygun olarak restore edilmiştir.

Çankırı Mevlevihanesi: XIII. Yüzyıl Selçuklu dönemi yapısını içine alan Mevlevihaneden günümüze şifahane/mescid bölümü gelmiştir.

Çorum Mevlevihanesi: Kent merkezinde Azap Ahmed Mahallesinde yer almaktadır. 1878 yılında Mehmed İzzet Dede tarafından kurulmuştur. Günümüzde özel şahıslar tarafından restore edilen Mevlevihane kapalıdır.

Edirne Mevlevihanesi: Sultan II. Murat tarafından Muradiye Camii ile birlikte 1435 yılında kurulmuştur. 1938 de yıktırılmıştır.

Eskişehir Mevlevihanesi: Gazi Melek Mustafa Paşa tarafından 1571 tarihinde yaptırılmıştır.

Gaziantep Mevlevihanesi: 1638 yılında sancak beyi Türkmen Mustafa bin Yusuf tarafından yaptırılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılan Mevlevi tekkesi vakıf eserlerinin sergilendiği ve Mevlevilik kültürünün yansıtıldığı bir müze olarak ziyarete açılmıştır.

İSTANBUL

Galata Mevlevihanesi: II. Beyazıt devrinde İskender Paşa’nın av çiftliğinde 1491 yılında kurulmuştur. Şuanda müze olarak kullanılmaktadır.

Üsküdar Mevlevihanesi: bugünkü şeklini II. Mahmut zamanında 1834-35 yılında almıştır. Mevlevihane hem camii hem de dernek olarak kullanılmaktadır.

Yenikapı Mevlevihanesi: 1597 yılında Yeniçeri katibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından kurulmuştur. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yürütülen “Kültür Vadisi Projesi” kapsamında restore edilmiştir.

Beşiktaş Bahariye Mevlevihanesi: 1622’de Ohrili Hüseyin Paşa tarafından kuruldu. Şuanda yıkılmış ve fabrika arsası olmuştur.

Kasımpaşa Mevlevihanesi: 1631 Sururi Abdi Dede Efendi tarafından kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde mülkiyeti vakıflara geçmiş 1946 da Sururi İlkokulu inşa edilmiş 1979 da çıkan yangınla yok olmuştur.

DİĞERLERİ

İzmir-Tire Mevlevihanesi: Mevlevihane’nin Yeşil İmaret Camii çevresinde 1333 yılında kurulduğu bilinmektedir.

Kayseri Mevlevihanesi: tekkelerin kapatılması kanunundan sonra arsa haline gelmiş ve yerine vakıflarca Bayrampaşa İş Hanı yapılmıştır

Karaman Mevlevihanesi: Karaman il merkezindedir. Ak Tekke Camii içindeki türbe semahane bölümüyle bir Mevlevihane olarak kullanılmıştır. Şu anda camii olarak kullanılmaktadır.

Kastamonu Mevlevihanesi: Mevlevihanenin banisi Çandarlı Süleyman Paşadır. Mevlevihaneden geriye hamam ve hamama bitişik eski bir bina kalmıştır. Bu eski bina içerisinde temsili bir mezar da bulunmaktadır.

Kilis Mevlevihanesi: Mevlevihanenin kesin kuruluş tarihi belli değildir. Günümüze yalnızca semahanesi ulaşabilmiştir. Mescit olarak kullanılmaktadır.

Kütahya Mevlevihanesi: Beylikler bölgesinde kurulan ilk mevlevihanedir.

Muğla Mevlevihanesi: 1453-57 yıllarında kurulmuştur. Mevcut semahane 1848 yılında yaptırılmıştır. Günümüzde orijinal hali ile muhafaza edilmektedir.

Muğla-Marmaris Mevlevihanesi: Mevlevihanenin kesin yapım tarihi bilinmiyor. 16. Yüzyılda kurulup II. Mahmud zamanında (1835) son şeklini aldığı kabul edilir. Mevlevihaneye ait su kuyusu ve hazirenin bir kısmı halen mevcuttur.

Manisa Mevlevihanesi: 1368 yılında İshak Bey tarafından yaptırılmıştır. Manisa Mevlevihanesi aynı zamanda bir asitanedir. Mevlevihane 1995 yılında Celal Bayar Üniversitesi’ne (CBÜ) verildi. Restorasyonu tamamlanarak son şeklini aldı. Halen CBÜ Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde, Mevlevi kültürünün tanıtıldığı bir etnografya müzesidir. Ayrıca Rektörlüğün desteğiyle, bilimsel ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir mekan olarak hizmet vermektedir.

Niğde Mevlevihanesi: Ulu Arif Çelebi zamanında 14. Yüzyılda kurulmuştur. Zaviyenin ana binasının bir kısmı kaybolmuş; mezarlık, Kemal-i Ümmi türbesi vakıflarca restore edilmiştir. Ana bina kız Kur’an kursu yapılmıştır.

Niğde- Bor Mevlevihanesi: Bor Mevlevihanesi tamamen ortadan kalkmış yalnızca kitabesi günümüze ulaşmıştır.

Şanlıurfa Mevlevihanesi: ilk kuruluşu Hacı İbrahim Ağa tarafından, ikinci kuruluşu ise 1716 yılında Rakka Valisi Rıdvan Ahmed paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Halen mescit olarak kullanılmaktadır.

Tokat Mevlevihanesi: 1638 yılında Muslu Ağa tarafından kurulmuştur. Onarım sonrası, Mevlevihane Vakıf Müzesi kapsamında, Osmanlı konak müzesi şeklinde döşenmiş ve misafirlerin ziyaretine açılmıştır.

“MEVLEVÎHÂNELER”

Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled tarafından, muhterem babasının günlük yaşantısına, evrâd u ezkârına, gelenek ve göreneğine ait âdet, alışkanlık ve hatıraların kaybolmaması için ortaya konulan prensipler, ” Mevlevilik ” gibi yüce bir yaşama sevincini ve eğitim müessesesini insanlığa armağan etmiştir. Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar zamanında devletin geniş topraklarında şubeler açarak, misyonunu yerine getirmek üzere teşkilatlanmıştır. Tarihi boyunca ulaştığı her yerde hemen hemen bütün devlet yöneticileri ve halk tarafından alâka, yakınlık ve himaye görmüştür. 700 yıldan beri dünyanın çeşitli ülke, coğrafya ve kültüründe; dili, dini, ırkı, cinsi, mezhebi, meşrebi, mektebi, zamanı farklı milyonlarca insanın gönüllerini uyandırmıştır. Kuruluşunu tamamlayarak faaliyete geçtiği her sosyal ve kültürel ortamda Türk kültür ve tefekkürünü, fahrî ateşesi gibi hizmetlerde bulunmuşlardır. Girdiği her gönülü, sevgi, saygı, birlik, beraberlik, hoşgörü, düzen, âhenk ve huzur ortamını tesis yolunda eğitip olgunlaştırmışlardır.

Kaynağını Kur’an- Kerim ve Sünnet-i Şerif’ten alan Mevlâna’nın yüksek ve çağları aşan mesajları, İslam Dini’nin gerçek, gülen yüzüyle ve berrak mahiyetiyle tanınıp, benimsenmesini temin etmiştir. Günümüzde ileri ülkelerde Mevlâna ve Mevlevilik ile ilgili eserlerin satış rekorları kırmasındaki sır, işte bu ulvî, lâhûtî ve derûnî mesajlardadır.

Mevlevîhâneler bir ruh terbiye mimarisidir. Bir ahlak, fazilet, meziyeti edep mektebidir. Buralara noksan gelen tamam olur. Selçuklu, Beylik ve Osmanlı dönemlerinin hemen bütün sultanları Mevlevîliğe olan saygı ve bağlılıklarından dolayı; siyasi, sosyal gücü de arkalarında bulundurmak için Mevlevîliğe son derece önem ve değer vermişlerdir. Hemen hepsi de, Mevlevîhânelere önemli hizmet ve katkılarda bulunmaya özen göstermişlerdir. Dergâhların imar ve onarımı üstlenen nice beyler, paşalar, hatunlar, vezirler bu hizmeti kendileri için bir onur ve şans saymışlardır.

Bu müesseselere yapılan bağışlarla muazzam bir teşekkül olan “Celâliye Evkâfı” nın tesis edildiğini belirtmiştik. Arazi, dükkan, bağ, bahçe, değirmen gibi bol gelir sağlayan emlâkı ile son derece zengin imkânlarla donatılmışlardır. Dolayısıyla maddi yönden sıkıntı söz konusu olmadığı için vakıf gelirlerinin muntazam işlediği dönemler boyunca amacı doğrultusunda büyük hizmetler ifa etmişlerdir.

En büyük ve en önemli yatırımın ‘insan’ a yapılması gereken yatırım olduğu prensibiyle, kişi ve toplumlar üzerinde son derecede yapıcı etkiler meydana getiren Mevlevîhaneler, yüzyıllar boyunca kişi ve kitlelere yön vermiştir. Bütün bunlardan dolayıdır ki,”Dû cihanda eger altun ola dirsen nâmın / Sikkesi altına gir Hazreti Mevlâna’nın” tenbih, tavsiye ve tercihi, büyük alâka ve intisap görmüştür.

Mevlevîhaneler, kişinin iç dünyası ve kişiliği ile baş başa kalıp nefs, murakabe ve muhasebe imkanı sağlayan eğitim terbiye ekolleridir. Hücrede kalan kişi her işini kendisi yapardı. Başkasından bir şey istememek ve kimseye yük olmamak ana kuraklardan idi. Hücrede bekârlar kalırlardı. Evlenen dışarıya çıkarak eve yerleşirdi. Sabah gelir akşama doğru evine dönerdi. Mevlevîhânelerin kapıları Ramazan ayı dışında sabah namazı açılır, akşam ezanı ile seddedilirdi.

Günde iki öğün yemek çıkardı. Kalori derecesi yüksek olmayanlar yenirdi. Bazı mübarek gece ve günlerde hafif tatlı çıkarılırdı. Böylece “az yemek, az konuşmak, aza uyumak” prensibi ile bedene hafiflik, ruha incelik kazandırılırdı. Nefse sukûnet temin edilirdi. “Mide tehî ten dürüst; kese tehî can dürüst” prensibine göre hareket edilirdi.

Hücreler bir tefekkür, tezekkür ve teemmül mekanı olduğu gibi, sanat atölyesi gibi de hizmet yapardı. Güzel sanatlara vakıf bulunan dedeler bu sanatını burada icra ederek, eserler verirlerdi.Yapılan bu eserleri “Pazarcı” adındaki görevli dede çarşıya, pazara götürerek satar, bedelini sahibi olan dedeye teslim ederdi.Dede de özel ihtiyaçlarını bununla karşılardı.

Uygun gün ve saatlerde kendisine başvuranlara hücrede sanat öğretilirdi. Sanat tarihimizde Mevlevîhânelerden yetişmiş çok değerli, ünlü sanatkârlar biliyoruz. Bunlar arasında eserleriyle haklı şöhrete kavuşmuş nice mûsiki-şinas, hattat, ressam, mücellit, müzehhib, nakkaş, sedefkâr, oyma, katı’, ebrû, âhâr, ustası bulunmaktadır. Bu kıymetli sanatkârlar isimlerinin sonuna ekledikleri “el- Mevlevi” ünvânı ile, bu büyük kapıya mensup ve müntesip olduklarını bildirmekten her zaman şeref ve kıvanç duymuşlardır. Mevlevîhâneler, liyâkatli, dirayetli,yöneticilerin elinde amacına uygun, kendisinden beklenilen kalite ve evsafta, büyük hizmetler yapmışlardır.

Mevlevîlik, Konya dışına taşmaya Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin yönetiminde başlamıştır. XIV. yüzyıl Anadolu’sunun böyle bir ulvî sese ihtiyaca vardır. Çelebi, Anadolu’nun bir çok yerlerine giderek şubeler açılmasını sağlar. Lârende (Karaman), Beyşehir, Akşehir, afyon, Denizli, Birgi, Alanya, Niğde, Aksaray, Sivas, Tokat, Amasya, Erzurum, Bayburt Mevlevîhâneleri birbiri ardınca hizmete girer. Tebriz’e, Merend’e, Sultaniyye’ye kadar gidilir.

Daha sonra Afyon Mevlevîhânesi Şeyhi Dîvânî Mehmet Çelebi, yeni bir yayılma programı uygular. Kerbelâ ve Necef ziyaret edilir. Bağdat’ta Mevlevî Tekkesi kurulur; Şam ve Kahire Mevlevîhâneleri faaliyete geçirilir.

Diğer yıllar ve asırlarda yeni şubelerin açılışı birbirini takip etmiştir. Başlıca Mevlevîhâneler şunlardır;

Adana, Afyon, Akçahisar, Akşehir, Aksaray, Amasya, Ankara, Antakya, Antalya, Aydın, Ayntab (Gaziantep), Bağdat, Bahariyye, Bahriye, Belgrat, Beyşehir, Bilecik, Bingazi, Bosna-Saray, Bozkır, Burdur, Bursa, Çorum, Demirci, Denizli, Şam, Diyarbakır, Edirne, Eğirdir, Elbasan, Ermenek, Ertuğrul, Erzincan, Eskişehir, Filibe, Girit, Gelibolu, Galata, Halep, Hama, Humus, Isparta, İpek, İzmir, İzmit, Kahire, Çankırı, Karaman, Kasımpaşa, Kastamonu, Kayseri, Kerkük, Kırşehir, Kilis, Kriva-palanko, Kudüs, Kütahya, Lazkiye, Lefkoşe, Manisa, Maraş, Marmaris, Mavşil, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme, Midilli, Mostar, Muğla, Musul, Niğde, Niş, Peç, Peşte, Piriştina, Sakız, Samsun, Sandıklı, Serizâr, Selanik, Siroz, Sivas, Tatar, Tavşanlı, Tebriz, Tekirdağ, Tirana (Albania), Tire, Tokat, Trablusşam, Ulukışla, Urfa, Üsküdar, Üsküp, Vadina, Vidin, Yenikapı, Yenişehir (Larizsa), Yozgat.

Birçok yerde Mevlevî Zâviyeleri de bulunmakta idi. Bazı yerlerde birden fazla Mevlevîhânenin faaliyette bulunduğunu biliyoruz. Mesela İstanbul’da altı tane şube vardı. Mevlevîliğin henüz ele alınmamış belgeleri incelendikçe bunlara başkaları da katılacaktır.

Hepsi de Konya Mevlevî Âsitânesine bağlı olarak hizmet görmüşlerdir. Bulundukları yöre halkına , Mevlâna’nın çağlar üstü mesajlarını ulaştırarak jeneratörlük yapmışlardır.

Bu şubelerin yöneticileri ve bazı görevlileri genellikle Konya Âsitânesi’nde yetiştirilip hazır edilerek gönderilmişlerdir. Bulundukları bölge halkından liyakatli, fedakâr, hizmet ehli şahsiyetleri yetiştirerek bazı işlerle görevlendirmişlerdir. Bu şubelerin büyük kısmı ayaktadır. Bir kısmı ise zamanla ilâve ve değişiklikler gördüğü için özel plânını büyük ölçüde kaybetmiştir. Yıkılarak kaybolanlar da vardır. Başka amaçlarla kullanılanları da bilinmektedir.

Tarihi belgelerde adı geçen bütün bu şubelerin yanı sıra dünyanın çok çeşitli ve farklı ülkelerinde “Çağdaş Mevlevîhâne” diyebileceğimiz toplantı mekânları süratle çoğalmaktadır. Japonya’dan Amerika’ya kadar uzanan coğrafyada bu yeni sohbet ve fikir yerlerinde çağın getirdiği, yüksek düşünce ve yaklaşımların, müspet ilmin ortaya koyduğu derin bilgi, bulguların ışığında Mevlâna ve Mevlevîliğin son derece önemli tetkik, tahlil ve tatbikleri yapılmaktadır. Müspet ilimlerin henüz yeni ulaşabildiği derin bilgilere Hz. Mevlâna’nın yedi yüz yıl önce ışık tutup tohum atmış olması büyük bir hayranlık ve teslimiyet uyandırmaktadır. Bu yakın ve sıcak alaka ve yöneliş, Mevlâna’nın eserlerine büyük rağbet meydana getirmektedir.

Mevlevîhaneler, Mevlâna’nın yüksek fikir, duygu ve düşüncelerinin yayılma noktası olan Konya Mevlâna Âsitânesi ve onun etrafındaki yörüngelerde yer alan şubeleri fert ve toplumlara yön veren eğitim müesseseleri olarak tarihe geçmişlerdir. Halihazırda ve istikbalde bu alanlarda araştırmalar yaparak yeni sonuçlar elde etmek isteyecek tetkikçilere bu tarihi mekanların sağlam, bakımlı ve mevcut orjinalitesi ile korunarak intikal ettirilmesi bize düşen ilmî ve insanî bir görevdir.