GALATA MEVLEVİHANESİ HAZİRESİ

GALATA MEVLEVİHANESİ HAZİRESİ

GALATA MEVLEVİHANESİ HAZİRESİ 800 600 Hz. Mevlâna Dergâhı

Galata Mevlevihanesi postnişinleri, bunların aile bireyleri ve bazı ileri gelen mensupları Türbe kısmında gömülüdür. Dervişlerin ve muhiplerin kabirlerini barından yer ise “hamuşan” (susanlar) olarakta anılan hazire birimleridir. Mevlevihane’de şeyhlik yapmış olanlarla, eşleri, kudümzedeler, neyzenler, divan sahibi şairlerin mezarları hazirede  bulunmaktadır. Humbaracı Ahmed Paşa, ilk Türk matbaacı İbrahim Müteferrika, bestekar Vardakosta Seyyid Ahmet Ağa,  Nayi Osman Dede, burada sonsuz uykularına çekilmiş önemli isimler arasındadır. Galata Mevlevihanesi haziresi Mevlevihane’nin doğu kısmında yer almaktadır. Levantenlerin zamanla Galata surlarının dışına taşarak, Tünel-Taksim ekseninde gelişen, elçilik yapılarının da yer aldığı Pera semtini oluşturması sonucunda Galata Mevlevihanesi, temsil ettiği zihniyete ve değerlere de oldukça yabancı bir doku içinde sıkışıp kalmıştır. Mevlevihanenin geniş arazisi bu dönüşümün yarattığı “ baskı” sonucunda küçülmüş, 1899 tarihinde arsanın güney yönünde kalan bir parçası Alman Lisesi’ne tahsis edilmiş, Cumhuriyet döneminde de (1945-1947)  mezarlığın bir kısmı kaldırılarak yerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi (halen Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi) inşa edilmiştir. Bununla birlikte mezar taşları zarar görmüş ve gelişigüzel atılmış olup bahçe duvarları ve arka kapı ile birlikte 1947 yılında TTOK tarafından düzenlenmiştir. Ayrıca Halet Efendi Türbesi ile Şeyh Galip Türbesi arasında Hadikat-ül Ervah (Ruhlar Bahçesi) adı verilen mezarlık alanı bulunmaktadır. Mezarların geneli başlangıcından itibaren orada yer almakla birlikte, sonradan taşınmış mezarlarda bulunmaktadır. Beşiktaş Mevlevihanesi’nin yıkılması ile Çırağan Sarayı’na taşınan pek çok Mevlevi mezarı Çırağan Sarayı’nın otel inşaatı sırasında Galata Mevlevihanesi’ne taşınmıştır. Bir kısmı kırılmış olan taşlar, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi duvarına yaslanmak sureti ile muhafaza edilmektedir.

Hazirede yatan önemli şahsiyetler;

Mehmed Sadık Dede

Selim Dede’nin oğlu olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi’nden naklen atanmıştır. Ölüm tarihi 1778’dir. Divan sahibi bir şairdir.

Bakkalzade Ali Dede

Konyalıdır. 1782-1786 yılları arasında şeyhlik görevinde bulunmuştur.

Vardakosta Seyid Ahmed Aga

Türk bestekarı(1724-1794) olup Sultan II.Selim’in musahibi, hanende ve sazendedir. Halen elde otuz bir parça eseri vardır. Peşrev saz semaisi, hicaz ve nihavent ayinleri ünlüdür.

Musahib Ahmed Ağa müziğe karşı doğuştan yeteneklidir. Mevlevi olduktan sonra bütün hünerini Mevlevi makamlarına ayırmıştır. Muhasip Ahmed Ağa 1794 yılında vefat etmiş, Kulekapısı Mevlevihanesi Hz. Şarih türbesinin sağ tarafında, Şeyh Galip’in babası Mustafa Reşid Efendi ve Derviş Ganem’le yayana gömülüdür.  Vefatına Şeyh Galip Dede şu tarihi söylemiştir:

Musahib Seyid Ahmed ol hinermend
Ki olmuştu bu devre pir o Faraab
Vefatında dedim Tarih, Galip
Musahib oldu hamuşana ahbab

Derviş Sunullah

Sunni’dir, Ereğli kasabasındandır. Tahsilini yaptıktan sonra Kulekapısı Mevlevihanesinde Sırrı Abdi Dede’nin hizmetinde bulunmuştur. Bir süre gezilerden sonra yine buraya dönmüş ve 1591 de vefat etmiştir. Hamuşanda Hz. Şarih Türbesinin hemen arkasında bir ağacın dibindedir. Yazıtında: “Ola cennet makamı merhumun” yazmaktadır.

Derviş Osman Sineçak

İstanbullu zengin bir kişinin oğlu ve sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın kardeşidir. Babasından gördüğü zengin ve musrif yaşamı terk ederek sakin düşünce köşesine çekilmiş, yalnızlığı tercih etmiştir. Bir süre Abdülkerim Dede  ve Ağazade Mehmet dedelerin hizmetinde bulunduktan sonra Galta Dergahında Şarih Rusuhi Dede’nin hizmetine giriştir. Sineçak deyimi yaz ve kış göğsü açık gezen tasavvufta ise tanrı aşkı ile gönlü yaralı anlamında  da kullanılmıştır. Derviş Osman Sineçak, yalnızlıktan inzivadan hoşlanır, hücresinin kapısını daima kapalı bulundururmuş. Sadrazam kardeşi görüşmek üzere geldiğinde görüşmezmiş. Bir süre sonra bir gece öğütler ve tasavvuf konularını bulunduran Gülşen-i İrfan adlı on cüzlük kitabını yazarak kardeşine göndermiştir. Hamuşanda gömülür.

Derviş Uzleti

İstanbulludur. Asıl adı Mehmet’tir. Bir süre Yeniçeri ocağında bulunduktan sonra Kulekapısı Mevlevihanesi Şehi Arzi Dede’nin bilim halkasına katılmış, feyz almış ve mevleviliğin gerçek ve mert bir eri olmuştur. Ünü Değirmencizade olarak yayılmıştır. Güçlü bir Mevlevi şairidir. 1668 yılında vefat etmiştir. Hamuşanda gömülür

Uzleti’den bir kıta:

Görüp Peyki baharı çend Gülşen
Dediler Nergise hep dederüşen
Dikildi tuğu şahi sahnı bağa
Çeküp tığın düzepüş oldu süsen

Derviş Ganem

Şarih Rûsuhi İsmail Dede’nin şeyhliği zamanında, bir gün mukabeleden sonra Mevlevihanenin Bacılar bölümünde bir harmaniye sarılı olarak bulunup Hz. Şarih’e gösterildiğinde, sevgi ve şefkatle “ Hay kuzu, hoş geldin” demesi üzerine bebeğin adı kuzu kalmıştır. Bir sütanne sağlanmış, dergahta büyütülmüştür. Terbiye ve tahsiline özel dikkat gösterilmiştir. Olgunluk çağında bir gün Şarih tarafından bir iş için kuzu diye çağrıldığını duyan meclistekilerden bir “Bundan sonra koç olurlar”  diyerek nükte ile incelik gösterince Hz.Şarih’in “Hoş dediniz, bundan sonra Ganem olsun, himmeti merdan ile mesüldür ki kebşi İsmail olurlar” demesi üzerine hazır bulunanlar ve tüm dostlarca Ganem diye çağrılmıştır. Bir süre sonra Hz. Şarih Rusuhi İsmail Dede şiddetli bir hastalığa tutularak ümitsiz bir hale geldiğinde dergah mensupları hem şeyhin vefatına, hem de yazdığı Mesnevi şerhinin bitmeden kalacağına büyük acı içinde birbirleriyle görüşürlerken Derviş Ganem ortaya atılarak “ Ben kurbanlıktan başka neye yararım” diye Şeyh İsmail Ankaravi’ye feda olunmasını o mecliste hazır bulunan ve kalpleri aşk ve sevgi ile yanan dedelerden rica etmiş, Mevlevi usulûnce Gülbank çekilmiş ve hemen sonra Derviş Ganem ruhunu teslim etmiştir. Bu öykü Mevlevilerin karışıklı besledikleri saygı bağlarını, ruhani içtenliği derin bir anlamla yansıtır. Hamuşanda yapılan defin merasimi sırasında Rusuhi İsmail Dede’nin sağlık durumu düzelmiştir.

Şehla-Meyyal Mehmed Dede

Ankaralıdır. Babası alim ve zengin bir kişidir. Yüksek bilim ve fen tahsilini bitirdikten sonra, Şarih Rusihi İsmail dedeye bağlanmıştır. Ondan da uzunca bir süre Batıni ve Zahiri bilimlerle bilgi hazinesini yüksek bir düzeye çıkarmıştır. Kulekapısı Mevlevihanesi’ndeki odasına çekildiği sırada bilimini yaymaya başlamıştır. Öğrenim ve eğitim çemberine oturanların her biri çeşitli Batıni ve Zahiri bilgileri almışlardır. Son zamanlarında öğretim yapmayı bırakmışsa da  yine bilginler arasında oluşan çeşitli bilim problemlerini halletmede başarılar göstermiştir. Bu nedenle şu fıkra kendisi hakkında bir deyim olmuştur. “ Şehlayı vürast beyani hasa-i İşanest”. Kendisi farsça yazdığı şiirlerinde Şehla, Türkçe nazmında ise Meyyal mahleslrini kullanmıştır. Bu nedenle tezkerelerde hem Ş hemde M harflerinde yer alır. 1669 yılında vefat etmiş ve Hamuşan’a gömülmüştür.

Derviş Mezaki

Ünlü şair, divan sahibi derviş Süleyman Mezaki Bosnalıdır. Bir ara kimya bilimine merak salmıştır. Sonradan Köprülü Fadıl Mustafa paşa, Nedim, Arzi ve müneccimbaşı Ahmed Dede’lerin meclis ve sohbetlerinde bulunarak asıl kimyayı bulmuştur. Şiir ve inşada yetenekli bir üstaddır. 1676 yılında ölmüş ve hamuşana gömülmüştür.

Fasih Dede

Asıl adı Ahmet’tir. Divan-ı Hûmayun mensuplarındandır. Köprülüzade Ahmet Paşa’nın yakın dostu, nedimi ve hazine katibidir. Edip ve şiirde üstaddır. Sonradan Gavsi Dede’nin bilim çemberine ve dervişleri arasında katılmıştır. Galata Mevlevihanesi’nin  seçkin bir yol gösterici olmuştur. Dudakinzade ailesinden olan ünlü şairimiz aynı zaman güzel yazı sanatçısı ve ressamdır. Özellikle talik yazı türünde dersler verecek düzeyde ün sahibi olmuştur. Türkçe, Arapça, Farsça dilleriyle yazdığı şiirlerini topladığı mükemmel bir divanı ile “Gül ve Mül”, “Münazara-i Şeb-i Ruz”, “Mahmud-ı Iyaz” “Tonbak-u name” adlarında güzel ve latif risaleleri vardır. Şiirlerinden bazıları bestelenmiştir. 1699’da vefat eden şair Derviş Fasih Dede hamuşanda Esrar dedi ile yan yana gömülüdür. Ölümüne Nihadi adlı bir şair şu tarih dizesini yazmıştı: “Cilvegah-ola Fasih’e Gülşen-i Darülnaim”

Taib Dede

Galata Mevlevihanesi şeyhi meşhur Gavsi Dede’nin kardeşi olup adı İsmail’dir. İnce, zarif ve nüktedan bir Mevlevi şairidir 1759’da vefat etmiş ve hamuşana gömülmüştür. Ölümüne Nesib Dede şu tarihi söylemiştir: “ Vasıl oldu Kabe-i tahkike İsmail Dede”

Esrâr Dede,

Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748 (Hicri 1162) yılında İstanbul‘da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân olduğu bilinmektedir, fakat ailesine dair pek bir bilgi yoktur. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyanca bilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tilyan isimli bir Türkçe – İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevîhânesi‘nde tanıştığı Şeyh Galip ile ömür boyu dost kalmıştır. “Esrar” mahlasını da, Şeyh Galip’e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Galip’in eğitimine girdi. Hayatı boyunca Mevlevilik dairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşihat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Galip’in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi’nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandiline denk gelmiştir.

Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede’nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyle başlar:

Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın
Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh

Ayrıca Esrar Dede’nin mezar taşında Şeyh Gâlip’in şu cümleleri yer almaktadır:

“Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem
Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp
Gâlib dedi târihin efsûs efsûs
Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp.”

Moralızade Leyla Hanım

Kazaskerlerden Moralızade Hamid Efendinin kızıdır. Seçkin bir Türk şairi ve Mevlevidir. 1847’de vefat etmiş ve hamuşana gömülmüştür.

Humbaracı Ahmet Paşa

Osmanlı ordusunun ıslahı için çalışmalar yapan Fransız asker.

İspanya Veraset Savaşları‘nda ün kazanan ve XIV. Louis ile arası açılınca Avusturya’ya kaçan, Comte de Bonneval, Prens Eugen’in ordusunda Fransa’ya ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaştı.

Prensle arası bozulunca Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Bonneval Ahmed adını aldı. Sadrazam Topal Osman Paşa tarafından, Humbaracı Ocağı‘nı düzene sokmakla görevlendirildi. Zamanın topçu subaylarına matematik dersleri veren Ahmed Paşa, Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa zamanında Beylerbeyi rütbesini aldı. Asıl görevi humbaracıları Batı usullerine göre yetiştirmek olmasına rağmen, devletin dış münasebetleri ile görevlendirildi. Katıldığı 1736 Seferi’nde Yeğen Mehmed Paşa‘yla birlikte Avusturya’ya karşı savaştı. Sefer dönüşü gözden düşen Ahmed Paşa, Kastamonu’ya sürgün edildi (1738). Sürgünde dört ay kalır. Bu kez karaman beylerbeyi sıfatı ile tekrar İstabul’a çağrılır ve eski durumu iade edilir. 1747′de İstanbul’da öldü. Hamuşanda  gömülüdür.

İbrahim Müteferrika

Bugünkü Romanya’da Erdel‘in Kaloşvar şehrinde doğmuştur. 1670 ile 1674 arasında bir tarihte doğduğu kabul edilir. 1692 yılında İkinci Viyana Kuşatması‘ndan sonraki savaşlarda Osmanlılara esir düştü. Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında çok az bilgi vardır. Osmanlı hizmetine girdikten sonra ordunun çeşitli birimlerinde görev almıştır. Müslüman oldu ve Türkçe öğrendi. Osmanlı devletinin kanun ve yöntemlerini kısa sürede kavrayarak hızla yükseldi ve mütefferika oldu. İslâm’ın inançlarını açıklayan “Risale-i İslâmiye” adlı küçük bir kitap yazdı. 1715 yılında III. Ahmet‘in bir mektubunu Viyana‘ya Prens Eugene‘e götürdü.

İbrahim Müteferrika’ya asıl şöhretini kazandıran matbaacılığıdır. Matbaasında bastığı ilk kitap 1729 yılının başlarında basılan Vankulu Lugatı’dır. Bu matbaada basılan kitapların tarih, coğrafya, dil ve askerlik ile ilgili olduğu dikkat çekmektedir. İbrahim Müteferrika, bastığı kitapların çoğuna ilaveler ve açıklamalar yapmış, bazılarına ise notlar ve haritalar ekleyerek zenginleştirmiştir.

İstanbul‘da bir basımevi kurmak isteyen Sait Efendi ile tanıştıktan sonra bu işi gerçekleştirmek için çalışmalara başladı. Sadrazam Damat İbrahim Paşa onların düşüncelerini destekledi. Önce Şeyhülislâm Abdullah Efendi’den dinle ilgili olmayan eserlerin basılabileceği yönünde bir fetva alındı. Makina ve Latin alfabesi kalıpları yurtdışından getirtildi. (Arap alfabesi kalıplarının kaynağı ise açık değildir ve Müteferrika tarafından yapıldığına dair bulgular vardır.) Yalova‘da bir kağıt fabrikası (Kağıthane-i Yalakabad) kuruldu. 16 Aralık 1727 tarihinde matbaa çalışmaya başladı. Müteferrika, ilk olarak “Vankulu Lûgatı” adında Arapça-Türkçe bir sözlük bastı. Ardından tarih ve coğrafya ilgili on altı eser daha yayımladı. 1743‘te bir atama emrini götürmek için Dağıstan‘a gitti. 1743 yılındaki bu görevden bitkin ve yorgun olarak hasta yatağına düştü. Uzun bir tdavi hastalık devresinden sonra iyileşmeyerek son isteği olan Doğu ve Batı dillerini kapsayan büyük lügatini yazmadan, yayınlamadan öldü. Aynalı kavak’ta olan kabri 1942 yılında kaybolmakta iken Türkiye Turing ve Otomobil kurumunca Mevlevihanenin hamuşan bölümünde Humbaracıbaşı Ahmet Paşa’nın yanına yerleştirildi. Şimdi dedelerin de yer aldığı bu kısım tanzim edilmiş bir duvarla sokaktan ayrılmıştır.

Mevlevihane’de yatan diğer önemli şahsiyetler

Şeyh Galip

Şeyh Galib 1757 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Mustafa Reşid Efendi, annesi Emine Hatun’dur. Kuvvetli bir tasavvuf eğitimi içinde yetişen babası, Mevleviliğe ve Melamiliğe bağlı şiirle de uğraşan, kültürlü bir kişiydi. Şeyh Galib’in dedesi Mehmed Efendi de mevlevi tarikatı aydınlarındandı. Galib ilköğrenimini babasından gördü. Hamdi adlı bir bilginden Arapça dersi aldığı ve kendisine Esad mahlasını veren Süleyman Neşet’ten de öğrenimi sırasında faydalandığı bilinmektedir. Çok genç yaştayken güçlü bir şair ve geniş kültürlü bir aydın olarak tanındı. İlk şiirlerinde Esad mahlasını kullandı. Bu adın başkalarınca benimsendiğini görerek Galib adını kullanmaya başladı. Her iki mahlası birlikte kullandığı görüldü. Henüz 24 yaşındayken divan sahibi olan şair, 26 yaşlarında Türk edebiyatında mesnevi türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan “Hüsnü Aşk” adlı eserini tamamladı. Bir yıl sonra Konya’da Mevlana dergahında çileye girdi, fakat ayrılığına dayanamayan babasının isteği üzerine çilesini tamamlamadan İstanbul’a döndü. Yenikapı mevlevihanesinde yeniden çileye girdikten sonra hücreye çıktı. Sütlüce’deki evinde, 1791 yılına kadar ilimle ve eser yazmakla uğraştı. Bu tarihte Galata Mevlevihanesi şeyhliğine getirildi. Sekiz yıl kadar süren dergah şeyhliği sırasında Sultan Üçüncü Selim, Valide Sultan padişahın hemşiresi Beyhan Sultanın yakınları arasında yer aldı. Bunun sonucu olarak Sultan Üçüncü Selim ve Valide Sultan’da harap bir durumda olan dergahı ve Kasımpaşa mevlevihanesini tamir ettirdi. 1799 yılında İstanbul’da vefat eden Şeyh Galib’in mezarı Mevlevihane’nin avlusundaki türbededir.  Türbe 19.yüzyıl başlarında Halet Said Efendi tarafından yaptırılmıştır. Kare planlıdır. İçinde Şeyh Galib’in dışında mevlevihanede şeyhlik yapmış olan Mehmed Ruhi, Hüseyin, İsa Selim Efendiler ile Mesneviyi ilk şerh eden Şarih-i İsmail Ankaravî  gömülüdür.

Ankaravî İsmail Rüsûhî Efendi

Asıl ismi, İsmail bin Ahmed, lakabı Rüsuhidir. Ankara’da doğduğu için Ankaravi nisbesiyle meşhur olmuştur. Doğum tarihi belli olmayıp, on altıncı asrın ikinci yarısında doğduğu bilinmektedir. 1630 (H. 1040) senesinde İstanbul’da vefat etti.

İlk tahsilini doğum yeri olan Ankara’da yapan İsmail Rüsuhi, zamanın alimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti. Arapça ve Farsçayı öğrendi. Bu ilimlerde yükseldikten sonra tasavvufa yöneldi. Bayramiyye yoluna girip feyz aldı. Halvetiyye yolundan da icazet alıp talebe yetiştirmekle vazifelendirildi. Bu sırada gözlerinden rahatsızlanıp okuyup yazamaz hale geldi. Gözleri açıldığı takdirde daima Kuran-ı kerim, hadis-i şerif ve velilerin sözleriyle meşgul olacağını nezretti (adadı). Bir velinin teveccühüyle rahatsızlığı geçince Fütuhat-ı Ayniyye adlı Fatiha-i Şerife Tefsirini yazdı. Konya’ya giderek Mevleviyye yolu büyüklerinden Bostan Çelebinin sohbetlerinde bulundu ve bu yolda ilerledi. 1610 senesinde İstanbul!a gelerek Galata Mevlevihanesinde insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirildi. Vefatına kadar bu vazifede kaldı 1630 (H. 1040.) Vefatı yaklaştığında, Ankaravî Hazretleri şöyle dedi: “Yazdığımız eserlerle yaptığımız hiz­metler, bu yolda kalpleri zayıf olanların inançlarını güçlendirmiş ve muhaliflere karşı bir müdafaa olmuştur. İşimiz tamamlandı.” Bu sözleri ile vefatının yaklaştığını işaret ediyordu. 1630 yılında İstanbul’da vefat etti.

Kaynaklar:

Baha Tanman, İstanbul’da Mevleviliğin Fiziksel Ortamı, Saltanatın Dervişleri, Dervişlerin Saltanatı İstanbul’da Mevlevilik, Hazırlayan: Ekrem Işın, Suna ve İnan Kıraç Vakfı; İstanbul, 2007, s.78,

Can Kerametli, Galata Mevlevihanesi, Divan Edebiyatı Müzesi, İstanbul 1977, s.79

a.g.e, s.80.

a.g.e, s.81

a.g.e, s.83.

a.g.e, s.84.

a.g.e, s.85.

a.g.e, s.86.

a.g.e, s.88.

a.g.e, s.88.

Humbaracı Ahmet Paşa, http://tr.wikipedia.org/wiki/Humbarac%C4%B1_Ahmet_Pa%C5%9Fa, [ 05.09.2008].

Can Kerametli, Galata Mevlevihanesi, Divan Edebiyatı Müzesi, İstanbul 1977, s.89,90.

İbrahim Müteferrika, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brahim_M%C3%BCteferrika, [ 05.09.2008].

Can Kerametli, Galata Mevlevihanesi, Divan Edebiyatı Müzesi, İstanbul 1977, s.90