Can Evlerine Yolculuk
Rumeli – Yunanistan Mevlevihaneleri
Haşim KARPUZ
Geçen yıl hazırladığımız Türkiye Mevlevihanelerinin tanıtıldığı belgesel film adı – senaryosuna başlık olarak “Can Evlerine Yolculuk” koymuştum. Kısmet oldu bu yıl da bu projenin Türkiye dışındaki mevlevihanelerin fotoğraf albümlerinin hazırlanması ve belgesel filmlerinin yapılması projesinde görev aldım. Ben yapıların kısa tarihçelerini yazıp mimari tasvirlerini yaparken fotoğraf sanatçısı arkadaşlarım Ahmet Kuş, İbrahim Dıvarcı ve Feyzi Şimşek yapıları görüntülediler.
Mevlevihaneler, özellikle Türkiye sınırları dışında kalanlar, Türk kültür ve sanatının merkezi gibi görev yapmışlardır. Seyyahlar, hacca gidenler, yolcular buralarda misafir edilmiştir. Mevleviler, giyimleri kuşamları dini, sosyal ve kültürel hizmetleri ile tanınmışlardır. Zarafetleri yanı sıra özellikle, Mesnevi dersleri, sema ayinleri, ney ve rebap Mevlevileri hatırlatan unsurlar olmuştur.
Mevlevihaneler tarikat hizmetlerinin yanında, misafirhane, imaret görevleri yapmış, sosyal yardımlarda bulunmuş, sünnet düğünleri, güreş müsabakaları tertip ederek geniş toplum katmanlarına hizmet vermişlerdir. Güzel sanatlar alanında özellikle, musikide bestekâr, kudumzen, neyzenler yetiştirmişlerdir. Birçok ünlü şair ve edip de Mevlevihane kökenlidir. Mevlevilerin hat, tezhip, mimarlık, oymacılık, kuyumculuk, hekimlik, saatçilik sanatlarına özel önem verdikleri bilinir.
Türkiye dışındaki Mevlevihaneler projesinin sadece bir bölümüne katılabildim. 23 Ağustos 2006 günü, Türk Hava Yolları ile İstanbul aktarmalı olarak Saraybosna’ya gittim. Bundan sonrasında günlüğüme yazdığım notları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Saraybosna Mevlevihanesi: Sarayova savaştan sonra 12 yıl geçmesine rağmen halâ yaralarını sarmış değil. Yıkık binalar, binaların duvarlarında kurşun delikleri halâ duruyor, arkadaşlar gelince yarın çalışmaya başlayacağız. Hava açık ve serin.
24.8.2006 Perşembe Sarayova’da güneşli birgün. Kahvaltıdan sonra Türk kolejine gittik yöneticileri arabamızın tamiri ve Sırbistan vizesi için bize yardım ettiler. Daha sonra ekibimiz ikiye bölündü. Biz Hacı Hafız Muliç Efendinin evine gittik, kapıyı açmadı. Sonra Yıldız kahveye gittik. Kahve kısmen internet kafe olmuş. Sonra Bentbaşına İsa Bey Zaviyesi (Saraybosna Mevlevihanesi)’ne gittik. Yerine yol ve benzin istasyonu, küçük bir motel yapmışlar.
Sarayova Mevlevihanesi Milaçka Nehri kenarında kurulduğu, ağaçlar içerisinde yer aldığı ve birçok yapıdan meydana geldiğini eski fotoğraflarından anlıyoruz. Mevlevihane İsa Bey Zaviyesinin yerine geçmiş olmalıdır. Vakfiyesine göre 15-16.yüzyılda bu zaviyenin yoksulların, yolcuların iaşe ibadesine hizmet verdiği anlaşılıyor. 1659 yılında zaviyeyi ziyaret eden Evliya Çelebi burasını Mevlevi tekkesi olarak tanımlamaktadır.
Mevlevihane 1697 Avusturya işgalinde yanmış bir müddet harap kalmış ve 1840’da Vali Vecihi Paşa tarafından onarılmış, daha sonra bir selden yıkılmış, 1886 yılında faaliyeti durdurulmuştur.
Zaviyenin son yapısını Ayverdi yayınlamıştır. L planlı tekkenin alt katında matbah ve diğer bölümler, üst katta ise bir Semahane ve meydan odası bulunuyordu. Bu yapı da 1957 yılında yıkılmış, Mevlevihanenin yerine otel ve benzin istasyonu yapılmıştır. 1999 yılında kurulan bir dernek, hükümet nezdinde girişimde bulunarak mevlevihaneyi yeniden kurmak istemiştir.
Daha sonra Başçarşı’da çekim yaptık. Gazi Hüsrev Beye gittik. Fatiha okuduk, türbeler çok güzel, temiz. Bedestende gezdik ve Sultan sofrasında çay içtik.
Otelimiz Uraca semtinde Hamdiye Kemertika’ya yakın şehrin vadinin güney yamaçlarında Hotel Alem. İzlediğimiz broşürlere göre Sarayova’da Temmuz ayında bir dizi kültürel etkinlik yapılmış. Festivaller, Sinema-film gösterileri, konserler, kulüpler, lokantalar, spor ve rekreasyon alanları, harita, önemli telefonlar, faydalı bilgilere yer verilmiştir.
Sabah naif bir ezan sesiyle uyandım. Atalarımızı düşündüm. İslâmı bu topraklara getirmişler. Adalet ve merhametle insanları yönetmişler. İsa Bey, Gazi Hüsrev Bey güzel çalışkan, adil insanlardı. Boşnaklar çalışkan kahraman insanlar. Bütün meydanlar stadyumlar şehitlik olmuş 1992’de biten savaşta.
Ne acılar, ne özlemler, ne sevdalar yaşanmış bu topraklarda. Bosna yeşil, suları buz gibi akıyor, göğü her zaman bulutlu. Bu Ağustos çok sıcak olmuş. Avrupa modası buraya hakim. Askılı göbekleri açık kızlar burada da çoğunlukta. Kapitalizmin acımasızlığı, ABD’nin dünyaya hakim olma plânı, kültür emperyalizminin adı moda yada medyatik ortam olmuş.
25 Ağustos 2006, ikinci defa Mostar’a gidiyorum. Yol çok virajlı, yeşil ve ormanlarla kaplı vadiler içinden, büyük nehirlerden geçtik ve Mostar’a ulaştık. Şehrin simgesi, Osmanlı kültür ve medeniyetinin simgesi Mostar Köprüsü Türkiye’nin katkılarıyla yeniden yapılmış. Şehirde büyük bir turist kafilesi vardı. Karagöz, Koski M. Paşa camilerini gezdik, görüntüledik. Nehre atlayan gençlere bahşiş verdik.
Hızla şehirden ayrıldık. Cuma’yı çıkışta Viranjia’da kıldık. Bu sırada müthiş bir yağmur yağdı. Caminin içinde bile damlalar geldi üzerimize. Aynı yağmurda yola devam ettik.
Akşam gün batarken, karanlıklanırken Vişegrad’a geldik ve Ünlü Drina Köprüsünü görüntüledik. Uzun ve yorucu yolculuktan sonra Sırp bölgesinde Cancak diye bir şehirde pizza yedik ve eski parti otelinde kaldık. Mefruşatı, yönetimi anlatılmaya değer. Otelin salonunda eski günlerden kalmış film afişleri vardı. (Rusça kurtuluş ve devrimle ilgili). Sadece Merline Ditrich, Charles Beyer’in The Garden of Allah posterini okuyabildik. 26 Ağustosta yola çıkıp öğleden sonra Üsküp’e ulaştık. Önce Alaca camiyi gördük. Sonra II. Murat Camii, Saat Kulesi, İsa Paşa Beğ Camii, Çatılı Camii, Mustafa Paşa Camii, Kale ve Vardar üzerindeki Fatih Köprüsü, Hamamı görüntüledik.
Mevlevihane yıkılmış tam yerini bilemiyoruz. Evliya Çelebile göre Sadrazam Melek Ahmet Paşanın konağı Mevlevihane haline getirilmiştir. Veled Çelebi’ye göre Türbesinde Hasan Dede yatmakta 1912’deki şeyhi ise Ali Dededir. Hızla Kalkandelen’e geldik.
Kalkandelen’de akşam namazından yakın önce Alaca Camii’ne ulaştık. Cami gerçekten görmeye değer, türü içinde gördüğüm en güzel eser.
Harabati Baba Tekkesi daha muhteşem büyük bir kompleks. Namaz vakti Rodop dağlarına çöken karanlık külliyeyi kapattı. Çok sayıda yapı ve müştemilat var. Bu sıralar kimsesiz kalmış ve Tiran’dan gelen Bektaşi tekke şeyhi burayı sahiplenmiştir.
Arkadaşlarla bu akşam burada kalıp yarın bu iki yapıyı Alaca Camii ve Harabati’yi yeniden görüntülemeye karar veriyoruz. Yine köfte yiyip günlerdir hasret kaldığımız çayı içiyoruz. Gostivar yolunda Ata adlı bir Türk işletmesinde kaldık.
Mustafa Paşa Cami restore ediliyor. Onarım bekçisi bize çok iyi davrandı. Broşür ve elma verdi. Günlerdir istediğimiz elmayı burada atalarımızın bahçesinden – haziresinden yemek nasip oldu.
Kalkandelen 2006, 27 Ağustos, saat 7.15
Üsküp, Vardar nehrin hayat verdiği dağlarla çevrili verimli bir toprak. Bu önemli subaşı durağını atalarımızın fethedip vatan yapmış bir Türk şehri olma özelliğini koruyor. Nehrin kuzeydoğu yakası Hristiyanların kontrolünde, doğu ve güneyi sanayi bölgesi, büyük dev binalar var. Üsküp’te de tarihi doku içerisine dar büyük binalar yapılmış.
Kalkandelen’den Atina’ya: 27 Ağustos günü uzun bir yolculuk yaptık. Kalkandelen dönüşü Üsküp’te durmadık. Çıkışta yolumuzu kaybettik. Sürekli yol alarak 16.00 sıralarında Yunanistan’a giriş yaptık.
Ülkeyi kuzeyden Atina’ya bağlayan güzel bir oto yol yapılmış. Yolumuzun üzerinde Larissa (Yenişehir)’ya uğradık. Ana cadde üzerinde Arkeoloji Müzesi yapılmış bir cami gördük, görüntüledik. Ayrıca bir hamam dükkan yapılmış, bir tepe eteğinde kazı yapıp bir tiyatro ortaya çıkarmışlar.
Yorucu bir yolculuktan sonra Atina’ya geldik. İkinci sınıf bir otelde uyuduk. İbrahim Dıvarcı Bey iyi bir sürücü ve organizatör. Sabah arabamızı garajdan alıp Plaka’ ya geldik. Orada müzeciler sadece fotoğraf çekebilirsiniz, film çekemezsiniz, dışardan çekin gibi zorluklar çıkarttılar. Neyse Ankara Yunan Elçiliği Basın Müşaviri, Atina Türk Büyükelçiliği, Anıtlar Müdürlüğü derken izin çıktı ve bir ara Atina Mevlevihanesi olarak kullanılan Horologion Rüzgarlar Anıtını görüntüledik.
Atina Mevlevihanesi: Bu arada Mustafa Ağa Camiini Halk Çanak Çömlek Müzesi yapmışlar. O müzeyi gezdim. Caminin stilize bitkisel süslemeleri vardır, 1759’da yapılmıştır. Kitabesi ve kapısını çektim. Fethiye Camisini görüntüledim.
Atina Mevlevihanesinin ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Agora’da M.Ö. 1. Yüzyılda yapılan rüzgar anıtı etrafındaki binalarla 17.yüzyılda mevlevihane olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Mevlevihanenin semahanesi günümüze gelmiştir. M.Ö. 1.yüzyılın ilk yarısında astronom olan Makedonya Kyrhos’lu Andronikos tarafından rüzgar kulesi olarak yapılmıştır. Mevlevihanenin diğer binalarının bu kuleye bitiş olarak inşa edildiğini eski gravürlerden anlıyoruz. Bu sekizgen mermer yapının semahane için elverişli olmadığı hem Evliya Çelebi’nin anlatımından hem de yapılan gravülerden anlaşılmaktadır.
Ayrıca Roma Agorasının – Mevlevihanenin tam karşısında Hacı Mehmet Medresesini görüntüledim. Tanıtım levhalarında bir tarafı odalar ve önünde öğrenci odaları göstermişler. 1722’de yapılmış, avlusu ortasında havuz bulunuyordu.
Öğleden sonra Lisikrates anıtı önünden Akropolis’e çıktık. Eski Dionysos Tiyatrosu, Roma Tiyatrosu, Parthenon, Arkeoloji Müzesi, Poseidon Tapınağı alanını gezip Plaka’ya geldik. Küçük hediyelikler alıp yola çıktık. Yolda Pizza Hat’a uğrayınca geç kaldık. Neyse hiçbir sorun çıkmadan Olimpik hava yolları ile 16.10’da Girit Hanya’ya yola çıktık. Bu satırları uçakta yazdım. 28.8.2006
Girit Hanya Mevlevihanesi: Kısa bir yolculuktan sonra uçakla Hanya hava limanına indik. İnerken güneş batmak üzereydi. Adanın üzerinde dağlar, evler, ağaçlar uzun gölgeler oluşturdu. Eski Osmanlı günlerini düşündüm, tarih, talih, kader ve hüzün.
Hanya Mevlevihanesinin kuruluş hikâyesi 1873 yılında Konya Mevlâna dergâhı çelebisine gönderilen 77 imzalı bir dilekçe ile Mevlevihane kurulması isteği ile başlamıştır. Bu istekte yaz aylarında Hanya’ya giden Aydın Mevlevihanesi Şeyhi Şemsi Dede’nin önemli bir katkısı olmuştur. 1873 yılında yapımı kararlaştırılan Mevlevihane 1880 yılında tamamlanmıştır. Aslen Konyalı olan Kara Süleyman Şemsi Dede kurucu Şeyhi olmuş ve ailesi ile birlikte adaya yerleşmiştir.
30 Ağustos günü, güler yüzlü otel sahiplerimizin yardımıyla kolayca mevlevihaneyi bulduk. Mevlevihanenin sadece ana binası türbe – semahane – mescit günümüze gelmiş, matbah, haremlik, selâmlık, hamuşan, dükkanlar yıkılmış, bahçedeki havuz kent merkezine Plata parkına taşınmıştır.
İlk önce bugün lise seviyesinde yetim çocukların barınma yurdu olarak kullanılan Mevlevihanenin ana binasında müdür Mihalidis Beyle kahve içtik, ben kısmen özgünlüğüne koruyan binanın zemin katını ve yakınındaki baldaken türbeyi – daha eski ölçtüm. Arkadaşlarım çekimlerini tamamladı.
İkinci gün kahvaltıdan sonra plata parkındaki şadırvan çekimleri için yola çıktık. Caddede ilginç Türkçe bir duvar yazısı ile karşılaştık: “Patrikhanemize saygı, Pontusa özgürlük”
Öğleden sonra Atina’ya uçtuk ve arabamıza binerek Selânik’e ulaştık.
Hava güzeldi, Selanik güzeldi. Ara sokaklardan kaleye çıktık. Üç tane Osmanlı çeşmesi gördük. Birini görüntüledik. Kaleden Hortacı Camiinin yanına indik. Üniversite çevresinde kafelerde öğrencilerin tavla oynamaları dikkatimi çekti. Bizim konsolosluk ve Atatürk evine uğradık. Önemli tarihi eserleri görüntüledik. Elbette Beyaz Kule’ye de uğradık.
Selânik Mevlevihanesi: Zaviye statüsündeki Mevlevihane şehrin batı kesiminde surların dışında, Yenikapı karşısında geniş ağaçlıklı bir bahçe içerisinde bulunuyordu. 1617 yılında Ekmekçizade Ahmed Paşa tarafından kurulmuştur. Mevlevihane günümüzde tamamen ortadan kalkmıştır.
Mevlevihanenin ilk şeyhi Karamanlı Abdülkerim Dede’dir, daha sonra Ramazan Dede postnişin olmuştur. Sonraki dergah şeyhleri hakkında bilgi yoktur. 1820 yılında Şeyh Ali Efendi vefat etmiş yerine Topal Ali Dede atanmıştır. Mevlevihanenin son şeyhleri Ali Dede, Niyazi Dede ve Salahaddin Dededir.
Selânik’te bir selâ/ezan okunur/Sedası dünyadan duyulur, şeklindeki eski şarkıyı hatırladım. Eski vilâyet binamız bakanlık, Abdülhamit’in Alatini köşkü valilik yapılmış. Osmanlının Balkanlara vedası, acı ve ıstırap dolu olmuş. Bize de o günleri hüzünle anmak kalmış.
Selânik’ten sonra Kavala’ya uğradık. Çok güzel bir sahil şehri. Kalesi ve çevresi tipik bir Osmanlı şehri. Sokaklar, Kavalalı’nın evleri. Yaptırdığı medrese, imaret, okul vb. gördük. Yunanlılar Osmanlıya ihanet etmiş, kafa tutmuş bu şahsın eserlerini eksiksiz korumuş… Güneş batarken Kavala’yı bütün güzelliği ile ışıtıyordu. Genel fotoğraflar çektik. Kavalalı’nın isyanını, İngilizlerin oyununu düşünerek şehirden ayrıldık.
Selânik’ten sonra Türkiye’ye döndük, ver elini Edirne.