TÜRK MİMARİSİNDE MEVLÂNA TÜRBESİ VE ONUN MİMARÎ DEĞERİ
ŞAHABETTİN UZLUK
Türbe mevzuu Türk Mimarisinde büyük bir mevki işgal ediyor. Onun etrafında Türkler, pek eski zamandan beri faaliyetler yapmışlar ve pek değerli örnekler meydana çıkarmışlardır. Bu gün pek çokları kaybolmuş bu örneklerden kalanlarıyla Türklerin bu uğurdaki uğraşma derecelerini ölçmek kabildir. Bilhassa. 19 uncu asırda başlayan Türk kültürü etrafındaki incelemeler onların diğer soylar arasında geri kalmayacak bir mevcudiyeti bulunduğunu ispat ediyor. Bu mevzudaki bütün faaliyetler türbe tiplerini iki büyük gurup halinde dikkate aldırmak, Kuleli ve kubbeli tipler ve bunlar yanında üçüncü bir gurup ta mevcuttur. Kuleli tipler, İslamiyetken çok evvel başlamış ve Türkler Vasıtasıyla İslâmî sınırlara ve onların mimarî formlarına karışmıştır. İkinci kubbeli tiplerdir ki, ilk tipten daha eski bir hayata mâliktir. Bu tip, merkezî Asya tipinin hususî şekillerde gösterilmiş bir Türk tipidir. Bilhassa, form itibarile diğerinden ayrılan bu tipin en güzel örneği büyük Selçukilere ait Sencer’in yaptırdığı Merv’deki bir Türbedir. Aynı gurubun müteaddid örnekleri, İran sınırları dahilinde bulunmaktadır.
Pek sade tiplerden mürekkep bir guruba. Anadolu’da Selçukilerin örnekleri teşkil ediyor: çok sade bir Construction içinde vücude getirmişlerdir. Bu türbelerde, taş ve tuğla malzemesi karışık bir haldedir. Çok eski bir tip, ikinci Kılınç Arslan’ın Konya’da yaptırdığı bir türbedir. Plânı sekiz köşeli bir formadadır. Yukarısı müsavi sayıda bir piramitle örtülüdür. Dış görünüşü bu gün pek çıplak bir tesir taşımaktadır. Yalnız üst partide dökülmüş çiniler, orasının acık mavi çinilerle kaplı bulunduğunu anlatmaktadır. Kubbeli türbeleri çok eski zamanlarda İran’da Mezopotamya’da inşa ediyorlardı. Hattâ, Step memleketler de onu kabul etmişlerdi. Babil ve diğer şehirlerdeki araştırmalardan pek çok kemerli ve kubbeli örnekler öğreniyoruz. Bir yüz yıllarında yapılmış birçok âbideler, Türklerin kubbe inşaatçılığı ile pek eskiden meşgul olduklarını izah ediyor. Müslüman İran’daki tekâmülde Turfan sisteminin büyük yardımları olmuştu. Umumi kubbe formları yanında türbeler ayrı bir karakter veriyorlar.
Pek çokları dört köşe plânlar üzerinde ba’zan “Sultaniye”de (İran) olduğu gibi Poligonludur. Bu tipler Tîmurîler vaktine kadar devam etmiş görülmektedir. Meselâ: İç ve dış kubbeler arası belli bir ölçüye tabi olarak, duvarlarda ağırlığı taşımayacak bir nikbetle karşılaşmışlardır. Birinci ve ikinci tipin bütün prensipleri bir Türk tipidir ki, Orta Asya ve Hind üzerinden gelmiş eski Türk ananelerine bağlı bir karakter taşımaktadır. Aynı tesirin muhtelif malzemeli diğer örnekleri, Memlûk’ler elinde Kahire’de bulunmaktadır. Batıda duranlardan bazıları Ön Asyada bulunuyorlar. Bunlardan bazıları Ratkan’daki türbeyi pek yakından hatırlatmaktadır. Konya’da Ahmet Fakı adında bir âlimin mezarı üstünü süsleyen yapı dört köşeli bir plân araştırmasıdır. Yan yüzler üç metro yükseklikten sonra yuvarlaktan bir “ orta gövdesi” teşekkül ediyor. Üzerinde basık bir kubbe oturmaktadır. Çok sade bir taş malzemesi mahsulüdür. Yapıda iç süsü olarak ufak bir ize tesadüf etmiyoruz. İkinci misal: Anber Reisin 1264 tarihli türbesidir. Bu türbe silindir ve piramitten mürekkep bir gövdeyi taşıyordu. Yapı, Lise mektebinin köşesindeki çeşmenin olduğu yerde duruyordu.
Ondan sonraki yılların türbeleri arasında dikkatimizi Mevlâna’nın türbesi almaktadır. Birinci Alâeddin- Keykubat, Sultan-ül-ülemanın vefatından sonra ilk defa üzerine türbe ve civarında Mevlâna medresesini inşa ettirmiştir. Üçüncü Keyhüsrev 672 de daha büyük bir ölçüde “Alemettin Kayserin topladığı 133000 dirhem altınla” Mimar Bedreddin Tebrîzi’ııln nezareti altında inşasına başlatmış, on bir ay zarfında ikmâl ettirmiştir. İkinci Mes’ut vaktinde olan tamirat, ki 1283 e tesadüf eder; bu onarma, yapıda yalnız kubbe kısınma temas etmekledir. Bu tamirat ta aynı mimar eliyle ve Alemettin Kayserin delâletiyle hitam bulmuştur. Yapıda Mimar Bedreddin’in yanında Abdülvahit birlikte çalışmıştır, Dış mimarideki yüksek tesire, içte de olgun bir paralelle cevap vermekledir. Billhassa, muhtelit direkler ve kubbe içi en güzel Türk dekorları ile süslü bulunmaktadır. Aynı tipleri Selçukî’ler mütenevvi malzeme üzerinde tatbik etmişlerdir ki, doğrudan doğruya Türklerin eski yurddaki formlarının yeni terkipler içinde devamını veriyor. Binaenaleyh, dahildeki bu ince tesirleri, dıştan, üstün değerli bir mimarî mevcudiyet tamamlamağa muvaffak olmaktadır.
Türbede ikinci bir onarma, aradan yüz seneye yakın bir zaman geçtikten sonra gözükmektedir. Bu tarih, takriben 14 ncü asrı buluyor ki, Karaman oğulları zamanında Alâeddin Bin Halil’in başta olduğu vakte rastlamaktadır. Münecim başının verdiği izahlarda: Alâeddin, “Görkes” kalesini düşmandan aldıktan sonra, gazâ mâli ile türbeyi onaracağını yazmaktadır. Vakıa, bu kayıtta türbenin inşası işaret edilmekte ise de, ne yönden yapılacağı tasrih edilmemektedir. Acaba türbede vukua gelmiş her hangi sakatlık vardı.da onu mu yaptırmak istiyordu . Yahut, bazı ilâveler suretiyle tevsiini’ mi arzu ediyordu? Tabiî bu noktalar kat’î surette işaret edilmemektedir. Kanaatime göre, bu işaretleri ben dış mimariye aittir diyorum. Binaenaleyh, bu zamanda vücuda getirilmiş olan başlıca tamirat kubbe üzerinde toplanmaktadır. Veled Çelebiye göre: kubbenin bu günkü dilimli ve “Ayet-el-kürsü” lü vaziyeti o zamanki tamirata aittir. Mamafih bu ve mütemmim diğer vesikalara nazaran tamirin yalnız kubbe ve belki de bu sınırın haricine isabet edebilen noktalardan hücrelere ait kısımlarda icra edildiği kabul olunabilir.
Aynı devre ait ve fakat müteakip yıllardan ikinci Mehmet ve oğlu İbrahim beylerin zamanlarına tesadüf etmektedir. Bu yıllardaki onarmalarda, Alâeddin’in vaktinde olduğu gibi, daha çok mimarî bir teferruat etrafında gözükmektedir. Bilhassa, bu noktalar yeşil kubbe ile hücrelerin genişlemesi ve tamirlerine ait bulunmaktadır. Vakıa, gerek bu yıllarda ve gerek daha evvelki zamandaki tamir sınırlarının her halde bir Selçukî devri mimarî teşekküllerini tevsi etmek gayesinden ziyade, zamanla az çok harap olmağa yüz tutmuş aksam üzerindeki pek ufak yorgunlukları aynı ide yolunda ihtiva etmektedir. Binaenaleyh muhtelif yıllarda icra edilmiş bu mimarî faaliyetlerde bir Selçukî mimar mektebi çıraklarının kendilerini göstermiş olmaları pek kabildir. Hattâ Alâeddin zamanının pek değerli bir ustası olan Mimar Numan’ın veya aynı muakkiplerden birinin mesai sarfetmiş olmasını pek güç olmıyarak tasavvur edebiliriz.
**
Üçüncü devre ait bir tamirat Osmanlılar zamanına rastlamaktadır. Bilhassa bu tamir, Veled Çelebiye göre, ikinci Murat zamanında olmuştur. Başlıca kısımları hücreler ve türbe etrafındaki mimarî parçaları teşkil etmektedir. Vakıa bu tarihte Konya henüz Osmanlılar eline düşmüş olmamakla beraber Karaman oğullarıyla olan iyi münasebetler ve Mevlâna ailesine mensubiyetleri böyle bir tamirin vaki olabileceğini haklı göstermektedir. İkinci Mehmet İstanbul’u feth ettikten sonra Konya’yı tamamen zapt etmiş ve burada ilk tamiratı iç kalede yaptırmış ve ondan sonra Mevlâna Türbesini tamir ettirmiştir. Bilhassa bu tamirin 872 senesinde vukua gelmiş olmasını kabul edebiliriz. İkinci Bayazıt zamanındaki tamir 1095 yılında icra edilmiştir. Senaî dedeye göre bu zamanki tamir mühim kısımların onarması olmaktan ziyade tamamiyle dahilî mimari faaliyete temas etmektedir. Bu tarihteki tamirata hangi mimarın iştirak ettiği tamamiyle malûm olmamakla beraber Konyalı Alâeddin çıraklarından birinin iştirâk etmiş olması yapıdaki mimarî karakterden okunmaktadır.
Diğer bir tamir birinci Selim zamanındadır, bilhassa bu tamir hakkında Veled Çelebinin geniş izahları vardır: Selim’in, Mısır seferi için Konya’ya uğradığını ve Mevlâna türbesini günlerce ziyaret ettiğini ve hattâ bir gece rüyasında Mevlâna’yı gördüğünü ve «Selim düşeceğim beni tut» dediğini, ertesi günü Şeyhül İslâmı ile bu rüyanın halli için sabah namazından sonra türbenin etrafında dolaştığını ve kubbenin kıble duvarında yatıklık gördüklerini yazıyor. Ondan sonra, zaten kapalı bir sınır içinde bulunan aile mezarlığını kümbetleriyle birlikte yeniden inşaat ve civarına sema’hane ve mescidi inşa ettirmişlerdir. Hattâ yanındaki büyük cami ve türbe avlusundaki şadırvan da bu devre aittir.
Bir başka tamir 16 ıncı asır başlangıcındadır. Bu asırdaki tamirat kanunî Süleyman zamanına gelmektedir. Bu hususta tarihî vesikalar arasında bir ihtilâf vardır. Bazıları Selim zamanına alt tamiratın bu vakıtta icra edildiğini binaenaleyh semahane ve mescitle iki minareli büyük camiin Kanuni tarafından yaptırıldığım bildiriyor. Ben yapıdaki mimarî işçiliğin, bütün bu faaliyetlerin, Selim-evvel zamanından daha önce yapıldığına inanıyorum. Vesikalardaki kayıtlara göre babası ve oğlu zamanındaki bu tamirler mütemmim bir mimarî faaliyet hududunu tecavüz etmektedir.
Diğer bir tamir üçüncü Murat zamanındadır. Bu yıldakî onarmalar mevcut eserler üzerinde bir yenilemeden ibarettir. Nitekim sokak kapısı üzerinde bulunan bir yazılı taş bize bunu bütün açıklığı ile izah ediyor. İkinci Mustafa zamanında amca Hüseyin Paşanın delâlet ettiği bir tamirdir ki yalnız yeşil kubbeye inhisar etmektedir. Bu zamanda da mezkür kubbede büyük çatlaklıklar husule gelmişti. Bu tamirat esnasında yalnız bu kısım yaptırıldığı gibi dahilde de bazı küçük tamirler görülmektedir. Hattâ bu tamire ait muhtelif Şâirlerin söyledikleri tarihler vardır. Amca Hüseyin Paşa eliyle olan bu tamir 1110 tarihine tesadüf etmektedir.
Bir başka tamir Selim III. ve Mahmut II. zamanındadır. Bu tarihteki tamirat hakkında “Sahih Ahmet dede” de uzun tafsilât vardır. Bilhassa bu kayda göre mezkûr tamiratta bina emini olarak Kule kapı Mevlevîhanesi Şeyhi Halet efendinin hademesi Mustafa ağa tayin edilmiş ve yeşil kubbe üzerindeki bütün çiniler yeniden Kütahya da yapılarak değiştirilmiştir. Yine diğer bir tamir Abdülaziz zamanında gözükmektedir. Mezkûr yıldaki tamirat mevcut yapıya bazı ilâveler icra ediyor. Sema’hane binasının yanlarına eklentiler yapılmış şadırvan, matbah ve Çelebi dairesi gibi ilâvelerden ibarettir. En son tamir beşinci Mehmet zamanındadır. Bu tarihle yapılan tamir en ziyade yeşil kubbe üzerinde toplanmaktadır. Bilhassa bu tarihte yıpranmış olan kubbenin çinileri tamamıyla değiştirilmiş ve Kütahya da imal edilen çiniler vaz edilmiştir. Tamirat 1912/1914 e kadar devam etmiş ve inşaat masrafı olarak üç bin altın sarfedilmiştir.
(NOT) Bu mevzu üzerine yazılmış, pek yakında neşredilecek tafsilatlı etütden kısaltılmıştır
Konya Halkevi Kültür Dergisi – Mevlâna Özel Sayısı 1943 sh.144–147