Restorasyonla ortaya çıkan gerçek
Mevlana Müzesi Dede Hücrelerinde 3 yıl sürecek çok kapsamlı bir restorasyonda bazı bilgilere ulaşıldı.
03 Eylül 2009
1926 yılından bu yana kapsamlı bir restorasyon görmeyen içinde tarihi binaların da bulunduğu müze kompleksinde, hazırlanan proje doğrultusunda bugüne kadar ki en büyük restorasyon başladı.
Restorasyon çalışmalarında, müze ziyaretlerini aksatmayacak şekilde, ilk olarak ana girişin solunda kalan, 18 çilehanenin bulunduğu tarihi yapı ele alınıyor. Derviş hücrelerinin avluya bakan kısmı, çalışmalar kapsamında brandalarla kapatıldı.
-ORİJİNAL ZEMİNDE SİLLE TAŞI ÇIKTI-
Yapılan çalışmalarda, bu hücrelerden bazılarının orijinal zeminine ulaşıldı. Zeminin orijinalinin Sille taşıyla döşeli olduğu tespit edildi. Avlu bölümünde de aynı taşlardan döşeli olduğu anlaşıldı.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, derviş hücrelerinin Mevlana ve Mevleviliğe ilgi duyanlar için çok merak edilen bir yer olduğunu belirterek, şunları kaydettiler:
”Şu an iki derviş hücresinde tabana ulaştık. Çilehanelerin kapılarının daha önce anlatıldığı gibi eğilerek geçilecek şekilde değil, bugünkü kapıların ölçülerinde olduğu anlaşıldı. Çünkü kapıların alt zeminine kadar indik. Bu seviye, bugünkü zeminin 20-30 santimetre altı. Derviş hücresinin kapılarının yüksekliklerinin, yaklaşık 1,80-1,85 metre olduğunu tespit ettik. Bu çile odalarının pencerelerinin de normal bir evin pencere ölçülerine sahip olduğunu belirledik. Bu iki derviş hücresi bize bu bilgileri veriyor. Oysa, nefis terbiyesi ve olgunluğa erişme için çile çekilen bu hücrelerin kapılarının, ancak bir insanın eğilerek geçilebileceği büyüklükte olduğunu tahmin ediyorduk, birçok kaynakta da bu şekilde yazıyordu. Bu 2 hücre, kanıyı değiştirdi. Geri kalan 16 hücre zemininin de açılmasıyla bu bilgi tam anlamıyla teyit edilmiş olacak.”
Ayrıca, çalışmalarda ilk kez 18 çilehaneyi arkadaki Çelebi Konağı’na bağlayan yeni bir giriş kapısı da bulundu.
-MEVLEVİ DERVİŞLERİ NASIL ÇİLE ÇEKİYORDU?-
Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Nuri Şimşekler, çilenin, Mevleviliğin yüzyıllarca süren en önemli eğitim aşamasını oluşturduğunu söyledi.
1001 gün çilenin aslında o dönem koşullarında dikkate alınması gereken bir eğitim tekniği olduğunu ifade eden Şimşekler, şunları kaydetti:
”Konya’daki Mevlana Dergahı, sayıları Osmanlı döneminde 140’ı aşan mevlevihanelere dervişlerin (dede) yetiştirildiği az sayıda mevlevihaneden biridir. Mevlevi kültürü ve katı kurallara bağlı bu eğitim sürecinin, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in zamanında oluştuğu biliniyor. Dergahta nefsine ağır gelen çeşitli uygulamalara tabi tutulan ve adına can denen bu kişiler, 3 gün ya da 18 gün boyunca buradaki hücrelerde kalıyor, hiç kimseyle görüşmeden ve tefekküre dalarak burada çile çıkartıyordu. Burada 1001 gün eğitim gören ve çile çeken her cana, bir dede eşlik ediyor, onun eğitiminde maddi ve manevi kılavuzu oluyordu. Okuma yazmayı, Kuranı Kerim’i tecvitli okumayı, Arapça ve Farsça’yı okuyup anlamayı öğrenen, belli bir nefsi olgunluğa erişen kişi, dede unvanını alarak başka mevlevihanelerde görevlendiriliyordu.”