Kibâbü’l-Aktâb

Kibâbü’l-Aktâb

Kibâbü’l-Aktâb 1024 501 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kibâbü’l-Aktâb kutupların kubbeleri manasına gelir. Kubbe-i Hadrâ’nın batısında kalan 1. kısmı, 63 cm yüksekliğindeki mermer taş kaplama duvar ve duvar üzerine yapılan 70 cm yüksekliğindeki madeni parmaklıklarla ayrılarak, özel bir bölüm elde edilmiş ve Dâhil-i Uşşâkdan ayrılmıştır.

Kıbâbü’l- Aktâb’ın 6.80 x 14.50 m. ebatlarındaki bu ilk kısmına çıkış, kuzey-batı köşesinde yer alan iki basamaklı mermer merdivenden sağlanmaktadır.

Bu bölümde iki küçük kubbe yer alır Kubbeler doğuda ve kuzeyde sivri kemerlere, batıda ve güneyde ise iç yüzeyi sıvalı moloz taş duvarların üzerine basarlar. Birinci kubbenin tam ortasında daire şeklinde etrafı tığ, ortası nebati motifli bir madalyona, köşelerde ise yine daire şeklinde yapılmış madalyonların içerisine de Allah, Muhammed, Ebubekr ve Ömer hatlarına, 2. Kubbede yine ortada etrafı tığ, içi nebati motifli daire şeklinde madalyona, kenarlarında ise daire biçimli madalyonlar içerisine yazılmış Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin isimlerine yer verilmiştir.

Bu bölümün duvarları üzerinde üstte üç adet alçı, altta ise biri batı duvarı üzerinde, diğeri ise Niyaz Penceresi adı ile bilinen iki adet ahşap pencere yer alır. Güney duvarı üzerinde. Hasan Paşa Türbesi giriş kapısının hemen üzerinde yer alan alçı pencerenin yeri, 1982-87 onarımları sırasında sıva altından çıkmıştır Burada bulunan pencere, Hasan Paşa Türbesi yapılırken kaldırılmış ve yeri kapatılmış olmalıdır.

Batı duvarı üzerinde yer alan alttaki kapaklı ahşap pencerenin iki yanına biri ters, biri düz olarak “El-Müteâlî “ yazılırken, pencerenin üzerindeki madalyon içerisinde de “Besmele” hattına yer verilmiştir.

Güney duvarı üzerinde yer alan Hasan Paşa Türbe kapısının batı yanına “Yâ Vâlî”, kapının üzerindeki madalyon içerisine ise “El-Hâlık El-Bârî” müsenna olarak yazılmışlardır. Kapının kenarından başlayıp doğu istikametine doğru devam eden duvar üzerindeki 475×132 cm’lik siyah zeminli çerçeve içerisine ise, Allah, Muhammed, Ebubekr, Ömer, Osman, Ali yazılmıştır.

Bu duvar üzerinde yer alan Niyaz Penceresi’nin üzerine yine madalyon içinde ve müsenna şekilde “El-Hâlık- El-Bârî” hattına, pencerenin yanındaki duvar üzerine ise, yine müsenna hat ile “El-Hayy” ismine yer verilmiştir.

Birinci bölümde 29 adet mezar bulunmaktadır. Bu bölümde bulunan 29 mezardan dördünün kimlikleri belli değildir. Geriye kalan 25 mezardan 9’u Mevlânâ’nın soyundan gelen hanımlara, 15’i ise yine Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere aittir. Bu mezarlardan yalnızca bir adedi, Mevlevîlikte makam sahibi olan Çelebi Hüsameddin’e aittir.

Kıbâbu’l-Aktâb’ın ikinci kısmı da iki küçük kubbeden oluşur. Kubbeler güneyde ve doğuda moloz taş duvar üzerine basarlarken, batı ve kuzey yönünde sivri kemerler üzerine basmaktadırlar. Bu bölümde Dâhil-i Uşşak bölümünden 83 cm yüksekliğindeki mermer kaplama taş duvar ve üzerine yapılmış olan 55 cm yüksekliğindeki mermer şebeke ile ayrılmıştır.

Bu bölümde üstte üç adet alçı pencere, altta ise üç adet kapaklı ahşap pencere yer almaktadır Bunlardan güney duvarında yer alan ahşap pencerenin iki yanma, biri düz diğeri ters olarak “Yâ Vehhâb” yazılmıştır Doğu duvarı üzerinde yer alan 2 ahşap pencereden birinin bir kenarında müsenna olarak “El-Cabbâr” ve “El-Tebdi” yazılarına, diğer pencerenin iki yanında ise, düz ve ters olarak yazılmış “El-Bâkî” hatlarına yer verilmiştir.

Kubbelerin tam ortalarına, madolyon şekli verilmiş stilize bitkisel motifler yapılmıştır. Ayrıca kubbelerden birinin köşelerine Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, diğerine ise Hasan, Hüseyin, Osman, Ali yazılmıştır.

Kubbe-i Hadrâ’nın altında bulunan Mevlâna ve oğlu Sultan Veled’in kabirlerini de bu bölümde sayarsak, İkinci bölümde toplam olarak 31 adet kabir vardır. Bu bölümde bulunan 31 kabirden 6’sının kimlikleri belli değildir. Diğer kabirlerden üçü Şeyh Kerîmeddîn, Selâhattin Zerkubî ve Karaman Beylerbeyi Haşan Paşa‘ya aittirler ve soydan gelmezler .Yine burada üç adet de hanım kabiri vardır. Bunlar da Vesile Hanım (Osman Çelebi kızı), Zübeyde Hanım (Edhem Çelebi kızı) ve Emetullah Hanım (İbrahim Çelebi kızı) dır.

Diğer 19 adet kabir Mevlânâ’ya ve Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere aittir.

Kıbâbü’l- Aktâb bölümündeki toplam 60 kabirden 10 adedinin kimlikleri belli değildir. Kimlikleri belli olan 50 kabirden “4 u Mevlevi büyüklerine”, 12’si Mevlânâ’nın soyundan gelen hanımlara”, “34 adedi de Mevlânâ ve Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere” aittir. Altı adet “Horasan Eri”ni de Mevlevi büyükleri arasında sayarsak, dergâhta toplam 66 adet kabir vardır.” Geçmişte bu mezarların arasına yalnızca Bevvaplar ile Türbedârlar girebilirlerdi. Postnişinler ile diğer dervişler giremezlerdi. 

AHŞAP SELÇUKLU SANDUKASI

Mevlânâ için yapılan ahşap oyma sanduka 2,91 m uzunluğunda, 1,15 m eninde, baş tarafında 2,65 m, ayak tarafında ise 2,13 m yüksekliğinde ve ceviz ağacından yapılmıştır.

Sandukanın üzerinde özellikle ölüm temalarına yer verilmiştir. Bu temaya uygun olarak Kur’ân-ı Kerîm’den ölümle alakalı Âyet-i Kerîmeler ile, Mesnevi ve Divân-ı Kebîr’den yine ölümle alakalı beyitler ve gazeller seçilmiştir.

Sandukada Selçuklu ahşap sanatında sık sık karşılaştığımız rumîler, kıvrım ve girift dal motifleriyle, geometrik desenler kullanılmıştır. Yazı ve motifler, şeritler veya panolar halindedir.

Sandukanın ustasının ismi ayak tarafında aynı zamanda kapak görevini yapan panonun üzerindedir Kitabede “Bu merkad. Tanrı affetsin. Selim oğlu Abdülvâhidin sanat eserlerindendir.” yazmaktadır

Bu sanduka 1565 yılında Kanunî tarafından Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin üzerine yeni ve büyük bir mermer sanduka yaptırılınca, kaldırılmış ve Mevlânâ’nın babası Sultânü’l Ulemâ Bahaeddin Veledin Horasan çamurundan yapılmış sandukasının üzerine konulmuştur. Kubbe-i Hadrâ’nın ön cephesinden bakılınca, kubbenin kuzey-doğu sütununun hemen yanından, yalnızca 291 cm yüksekliğindeki ahşap sandukanın ön cephesi görülmektedir. Sandukanın ön cephesi, halen Mevlânâ’nın üzerindeki sandukaya nazaran çok yüksek olduğundan, “Mevlânânın cenazesi türbesine defin için geldiğinde, babası oğlunun ilmine hürmeten ayağa kalkmış” şeklinde bir halk rivayeti oluşmuştur

Sanduka üzerine oyularak yazılmış olan Divân-ı Kebîr’den ölümle alakalı bir gazel.

1- Öldüğüm gün, benim tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihanın derdi var sanma.

2- Bana ağlama, yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vahın sırası o zamandır. Yazık yazık o zaman denir.

3- Cenazemi gördüğün zaman ayrılık, ayrılık deme. Benim buluşmam, görüşmem zamanıdır.

4- Beni mezara koyunca elveda, elveda deme. Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.

5- Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneş ve aya batmadan ne ziyan gelir ki.

6- Sana batma görünür ama, o doğmadır. Mezar, hapishane gibi görünür ama, canın (hapisten) kurtuluşudur.

7- Yere hangi tohum ekildi de, tekrar bitmedi. Neden insan tohumuna gelince, bitmeyecek zannına düşüyorsun.

8- Hangi kova kuyuya salındı da, dolu olarak çıkmadı. Can Yusuf’a kuyuya düşünce niye ağlasın.

9- Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Çünkü artık hay-huyun, mekânsızlık aleminin boşluğundadır.