Mevlânâ’nın Türbesi külliyenin ilk ve en önemli yapısıdır. Hz. Mevlânâ 17 Aralık 1273 tarihinde vefat edince, babası Sultanü’l-Ulemâ Bahaeddin Veledin baş ucuna defnedildi.
Mevlânâ’yı sevenlerden Alâmeddin Kayser, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Velede müracaat ederek “Mevlânâ’nın üzerine bir türbe yaptırmak istediğini” söyledi. Sultan Veled, babası Mevlânanın kabri üzerine türbe yapımına karşı çıkmadı. Bu fikir Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı ve Müineddin Pervane’nin kızı Gürcü Hatun tarafından da desteklendi. Kendisi de 80 bin dirhem verdi. Ayrıca Kayserin malından da 50 bin dirhem tahsis etti. Türbenin yapımına Tebrizli Mimar Bedreddin’in denetimde başlanıldı ve 160 bin dirhem harcanılarak türbe tamamlandı.
Türbenin yapımı yaklaşık bir yıl sürdü. Türbe 1274 yılında, dört adet fil ayağı denilen kalın sütun üzerine, yalnızca güney yönü kapalı olmak üzere tamamlandı, içi alçı kabartmalarla süslenen türbenin, dışardaki 16 dilimli külahı, “Turkuaz renkli çinilerle” kaplandığı için, türbe “Kubbe-i Hadrâ” (Yeşil Türbe) ismini aldı.
Bugünkü 16 dilimli gövde ve külahının Karamanoğlu Alaeddin Bey tarafından yapıldığını, Şikârînin Karamanoğlu Tarihinden öğreniyoruz. Dış görünüşü ile silindir şeklinde inşa edilen türbenin gövdesi, dikey ve bombeli olarak 16 dilime bölünmüş, üzerine koni şeklinde yine 16 dilimli bir sivri külah oturtulmuştur. Yeşil Türbe’nin çinileri 1963 yılında Kütahya’da yaptırılmıştır. Gövde ile sivri külah arasına, gövdeyi çepe çevre çevreleyen bir şerit halinde, sülüs hatla Âyete’l-Kursî yazılmıştır.
Türbenin sivri külahı üzerine ise, içinde sikke motifi de bulunan bir alem, 8 mikron altınla kaplanarak konulmuştur. Türbenin yapım kitabesi yoktur.
Türbe Selçuklu tipindedir Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin cesetlerinin defnedildiği mahzenin-(kriptanın) giriş merdivenleri, türbenin kuzeyindedir Merdivenlerin sonunda mahzende yer alan kriptanın kapısı, önüne yapılan bir duvarla kapatılmıştır Bu nedenle kriptanın ve giriş kapısının mimarî özellikleri hakkında bilgi veremiyoruz.
Dört adet fil ayağı denilen kaim sütun üzerinde yükselen türbenin, yalnızca güney yönünde bir duvar vardır. Türbenin duvarı, sütunları, kemerleri ve yıldız tonozlu üst örtüsü, mala-kârî tarzında alçı üzerine kırmızı, yeşil, mavi ve altın yaldızlı kalem işi süslemelere sahiptir. Burada bulunan süslemelerde, simetriye yer verilmiş, geometrik, bitkisel ve hattı motifler bir arada kullanılmıştır. Motifleri Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar, hatta Cumhuriyet devrinde zaman zaman elden geçirilmiştir.
Türbede bulunan son süslemelerin kitabesi, Türbenin güney duvarı üzerindedir Celî Sülüs Hatla kabartma olarak yazılan kitabenin türkçesi şöyledir;
“Yeşil Kubbe, Mehmet Han’ın oğlu, kendisinden yardım talep edilen, Allah tarafından saltanatı teyit edilen Sultan Bayezid’in hükümdarlığı zamanında, zayıf kulu, Halepli Mehmet oğlu Mevlevi Abdurrahman eliyle nakşedilmiştir.”
Kitabeden de anlaşıldığı gibi nakışlar, II. Bayezid devrinde Halepli sanatkâr Abdurrahman tarafından yapılmıştır.
Türbenin güney duvarı üzerinde yer alan alçı pencerenin üzerinde ve iki yanında servi, hurma ve nar ağaçları ile yapılan “Cennet Teması”, devrinin tüm özelliklerini göstermektedir.
Mevlânâ Müzesi’nin nakkaş, oymacı, müzehhip ve hattat olan ilk müze müdürü M. Yusuf Akyurt, (1926-1941) 1933 tarihli bir raporunda;
“1933 senesinde müzenin bazı aksamı evkafça tamir olduğu sırada, Yeşil Kubbe’nin şimalî- garbi tarafında köşede 3.5 metro tol ve 2.75 metro enindeki nakışları ve sıvaları kamilen dökülmüş ve bu sahadaki sülüs celisiyle kufî yazılar dahi eskimiş idi. Bu eski nakışları ve yazıları Konya’da tersim edecek bir nakkaşın mevcut olmaması nedeniyle, tarafımdan tersim ve ihzar edilmiş, diğer üç köşenin nakış ve yazılarından tefrik olunamayacak bir hale getirilmiştir” diyor.
Yine 1982-1987 yılları arasında müze Derneğince yaptırılan onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında “Türbenin kuzey-doğusundaki sütunun alt tarafında tamamen dökülmüş bir bölümün, güneydoğusundaki sütununun ortalarındaki dökülmüş nakışların ve sıvaların yenilenmesi ile, Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin hemen arkasında yer alan ve iki sütun arasını tamamen kaplayan ahşabın üzerindeki yağlı boyaların temizlenmesi ve altlarından yeni motiflerin çıkartılma işlemleri, Manisalı usta Mustafa Baytal tarafından yapılmıştır.”
Mevlânâ buraya defnedilince üzerine konulmak üzere 1274 yılında bir ahşap sanduka yapılır. Ancak bu Selçuklu şaheseri ahşap sandukanın, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veledin 11 Kasım 1312 yılında ölüp Mevlânâ’nın yanma defninden sonra, kaldırılma gereği ortaya çıkar Zira yapılan ahşap sanduka tek bombeli, yani tek kişiliktir, ancak iki mezarın birden üzerinde durmaktadır işte bu nedenle ahşap oyma Selçuklu sandukası, Mevlânâ ve Sultan Veledin mezarlarının üzerinden kaldırılır. Yerine Kanunî Sultan Süleyman tarafından yüksekliği 90 cm, eni ve boyu 310×380 cm olan gök mavisi mermerden yeni bir sanduka, 1565 yılında yaptırılır. Sonrada örtünün altında iki mezarın bulunduğunun işareti olarak, iki küçük ahşap sanduka yapılır ve mermer sandukanın üzerine konulur.
Mermer Sanduka’da kitabe yoktur. Kitabe özellikle konulmamış olmalıdır. Üzeri iki bombeli mermer sandukaya eğer kitabe konulacak olsa idi, üç adet kitabe birden konulması gerekecek idi. Bu kitabelerden birisine Mevlânâ’nın ölüm tarihi, birisine Sultan Veledin ölüm tarihi, üçüncüsüne de mermer sandukanın yapım tarihi yazılmalıydı. Bir sanduka üzerinde üç kitabenin fazla olacağı düşüncesiyle olsa gerek, yeni yapılan mermer sandukaya hiç kitabe konulmamış. Mevlânâ’nın ve oğlu Sultan Veledin ölüm tarihlerini gönüne kadar bildiğimize göre, sandukaya kitabe konulmayışı, yalnızca mermer sandukanın yapılış tarihini bilmemizi önlemiştir Bu husus aradan geçen yıllardan sonra sandukanın yapılış tarihinin unutulmasına sebep olmuştur.
Mermer sandukanın üzerindeki Pûşîde, deri üzerine koyu kırmızı renkli atlas kumaşla kaplanılarak yapılmıştır Atlas üzerine yapılan işlemeler, maraş ve sarma işi tekniklerinde altın sırma sim ile kabartma olarak işlenilmiştir.
Pûşîde II. Abdülhamid tarafından 1312 H – 1896 M yılında Mevlânâ ve oğlu Sultan Veled’in sandukaları için yaptırılmıştır. Pûşîde’yi yaptıran II. Abdülhamid, Pûşîde’nin ayak tarafına Sultan III. Selim’in tuğrasını işlettirmiştir. Pûşîdelerin hatları Hasan Sırrı’ya aittir. Örtünün üzerinde Ayete’l- Kursî, Esma-ı Nebî, Lafza-i Celâl ve Fatiha sureleri yazılıdır.
Pûşîdenin üzerinde aynı zamanda bitkisel gül ve lale motiflerine yer verilmiştir.
Kollu Şamdan
Müzenin 398 envanter nosunda kayıtlıdır. Eser XVI. yy’da Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa (Ö.1580) tarafından Konya Mevlevi Dergâhına hediye edilmiştir.
Şamdan gümüş kaplamalı geniş kaidesi üzerinde, 4 parçadan oluşur Yüksekliği 126 cm, ağırlığı 73 kgr, kaidesinin çapı 72 cm’dir.
Şamdanın armudî boyun kısmının alt ve üst kısmında şamdanın kollarının takıldığı, dökümden yapılmış bronz yivli bir bilezik yer almaktadır Bu yivli bileziğe altta 8 adet büyük kol ile, üstte 8 adet küçük kol takılmaktadır Büyük kollar 66 cm, küçük kollar ise 50 cm uzunluğundadır Şamdanın 16 kolunun her birisinin gövdesi ejder figürü şeklinde tasarlanmıştır Ejderin vücudundan çıkan kollar, lale, karanfil gibi bitkisel motifler ve bunlar arasında bulunan kuş figürleri ile süslenmiştir Kollar, ejderin kuyruğu arasında yer alan haşhaş kozalağı ile son bulmaktadır.
16 kollu şamdanın, kişinin ruhunu tanrıya yükselttiği, kuşların insan ruhunu, haşhaş kozalaklarının ebedi uykuyu ve cenneti temsil ettiği, ejderin ise ölümsüzlüğü sembolize ettiği söylenilmektedir.
GÜMÜŞ ŞEBEKE
Gümüş Şebeke litaratürde “Gümüş Kapı”, “Gümüş Eşik”, “Sim-pâye”, “Gümüş eşik ve Şebeke” ve “Gümüş Şebeke” olarak geçmektedir. Biz bu isimlerden “Gümüş Şebeke”yi seçtik. Zira müzede iki tane gümüş kapı vardır. Ayrıca burada bulunan gümüş şebekeyi, hemen gümüş şebekenin altında bulunan “Gümüş Eşik” ile birlikte düşünmekte yanlış olur. Zira ikisinin malzemeleri aynıdır, ama işlevleri ayrı ayrıdır.
Gümüş şebeke üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, iki gümüş baba arasında yer alan bir panodan ibarettir. Pano 50×78 cm ebatlarındadır. ikinci bölüm iki gümüş baba arasında üç panodan oluşur Panolar 46×78 cm ebatlarındadır. Üçüncü bölüm ise aynı zamanda kapı görevini üstlenmiştir. Biri mermer, birisi gümüş iki babanın arasında yer alır 46x78cm ebatlarında iki pano ve bu iki panonun üzerinde yer alan, yüksekliği 40 cm, taban uzunluğu 89 cm olan bir adet üçgen panodan oluşmaktadır. Dikdörtgen şeklinde olan 6 panonun çerçeveleri de, 5 cm eninde ve gümüştendir. Panoların içleri, 1 cm çapındaki yuvarlak gümüş çubukların dikine ikiye ayrılması ile elde edilen parçalarla, kafes görünümü verilmiştir.
ImageGümüş babaların şekli ve üzerlerindeki palmet motifleri, burada daha önceden varolduğunu zannettiğimiz mermer şebekenin babasına benzetilmiştir Panoların iç ve dış yüzeyleri yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiş, ara arada şemse motiflerine yer verilmiştir.
Panonun üst kısmında eni 89 cm, yüksekliği 39,5 cm olan bir üçgen alınlık yer almaktadır Bu üçgen alınlığın altı iki panodan oluşmakta ve üçgen alınlıkla birlikte aynı zamanda kapı görevi yapmaktadır.
Üçgen alınlık önce 11 adet dikey sütuna bölünmüş, daha sonra oluşan bu dikey sütunlar sıra ile 2, 5, 7, 7, 5, 2 şeklinde enine çizgilerle bölünmüştür Kalın dikey ve ince yatay çizgilerle elde edilen 7×2,5 cmlik bölümlerin her birine, “Kıt’a-i Kebîre”nin bir beyti, Rik’a hattıyla yazılmıştır Yalnızca 6 ve 7. sütunların üzerinde kalan üçgen şeklindeki 17×3,5 cm’lik panoya, “Kelime-i Şahadet”, üçgen panonun en üst kısmında yer alan 9 cm yüksekliğindeki palmet şekilli bölmeye ise, “Allah” yazılmıştır. Beyitlerin araları yazıya engellemeyecek şekilde çiçek motifleriyle bezenmiştir. Panonun arka yüzünde ise yalnızca küçüklü büyüklü palmet ve çiçek motiflerine yer verilmiştir.
Gümüş Şebeke 1006 H-1597 M yılında, Maraş Valisi Mahmud Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yaptırılış nedenini anlatan “Kıt’a-i Kebîre”, Şair Manî tarafından yazılmış, hattat Mirza Ali hatlarını yazıp istifini yapmış, Kalemkâr İlyas adlı bir usta da, hatların ve motiflerin gümüş levhalar üzerine geçirme işlerini üslenmiştir.
Burada şair Manî’nin yazdığı 32 beyitlik Kıt’a-i Kebîre’nin okunuşunu ve beyit beyit açıklamasını vermek çok yer tutacağından, kısaca özetini verelim;
Maraş Valisi Mahmud Paşa, Mevlânâ’nın Türbesi’nde dua eder “Ben de padişah ile birlikte sefere katılırsam ve muzaffer olarak dönersek ve vezirler mertebesine veya yüce bir mertebeye erersem, varımı yoğumu harcayıp bu kapıyı gümüşten yaptırayım, der. Bu istek ve dilekleri duyan Valide Sultan (Safiye Sultan), Mahmud Paşa’nın başkalarıyla birlikte vezir olabilmesi için, kendisinin himmetine muhtaç olduğunu anlar. Gereği için oğluna yani Padişaha söyler. Bütün dileklerine kavuşan Mahmud Paşa da, Mevlânâ’nın yattığı yere bir gümüş kafes yaptırır.”
Gümüş Merdiven – Gümüş Eşik
Gümüş Eşik ve Sim-Pâye (Gümüş merdiven) olarak tanınır Gümüş iki basamaktan oluşur Basamaklar 57×28 cm. ebatlarında ve 23 cm yüksekliğindedir
Eşikler yapının temeli ve dervişlik makamı kabul edilir. Bu nedenle mukaddestir. Üzerlerine basılmaz ve oturulmaz.
Mevleviler dergâh açıkken özellikle Şeb-i Arûs törenlerinde buraya huşu içerisinde gelirler, dualar okurlar, niyazda bulunurlar ve bu gümüş merdiven ayağını gözyaşlarıyla ıslatırlardı.