Mevlevîhâneler

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler
Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler 1024 721 Hz. Mevlâna Dergâhı

Aşkın Mekanları: Mevlevihaneler

672/1273 yılında Mevlânâ’nın Konya’da vefatını müteakip, adına oğlu Sultan Veled (v. 712/1312) tarafından kurulan Mevlevîlik, Selçuklular devrinden başlayarak, beylikler dönemi ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen süre içerisinde geniş kitleleri derinden etkileyen tarîkatların başında gelmiştir.

Mevlânâ, Şems’le tanışması neticesinde ortaya koyacağı coşkun ve cezbeli tasavvufî tavrına ait temelleri Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’nin tasavvuf eğitiminden almış, fakat Şems’le konuşup görüşünceye kadar temkinli bir sûfî olarak yaşamıştır. Şems-i Tebrizî vasıtasıyla Melamîlik ve Kalenderîliğe sempati duymuş, fakat babası ve onun halifesi Burhaneddin Muhakkık Tirmizî’den aldığı zühdî tasavvuf anlayışını da bütün hayatı boyunca sürdürmüştür. Mevlânâ, o dönemde Anadolu’da hakim olan İbn Arabî etkisi, Kübrevîlik, Melamîlik ve Kalenderîlik gibi tasavvufî anlayışları kendisinde toplayıp mezcetmiştir.

Şems-i Tebrizî ile karşılaşması ve beraber geçirdiği günlerden sonra aşk ve cezbeye dayanan, musikî, sema’ ve şiir ile yoğrulmuş bir tasavvuf anlayışı sergileyen Mevlânâ, ortaya koyduğu bu anlayış çerçevesinde özel meclisler tertip etmiş, dinî sohbetler, zikir ve sema toplantıları yapmıştır. Her ne kadar yaşadığı dönem içinde ortaya koymuş olduğu tasavvufî bu anlayış ve yaşantısını, bir tarîkat tesisi maksadıyla yapmamışsa da, vefatından sonra kendisine tâbi olanların gayretiyle, oğlu Sultan Veled tarafından Mevlana’nın yolu bir sistem dahilinde yaşatılmaya çalışılmış, onun ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde yapılanmış, adab ve erkânıyla bir tarîkat halini almıştır.

Böylece ortaya çıkan Mevlevîlik, Konya’da bulunan Mevlânâ Dergâhı merkez olmak üzere, kısa sürede Anadolu, Balkanlar ve diğer İslâm beldelerinde yaygınlık kazanmış ve buralarda Mevlana’nın aşkını, cezbesini ve tasavvuf anlayışını yaşatmaya çalışan, her biri aşkın merkezinde musiki konservatuarı ve güzel sanatlar akademisi olan mevlevîhâneler tesis edilmiştir.

Tesis edilen bu mevlevîhâneler fonksiyonları bakımından Âsitâneler ve Zâviyeler diye iki gruba ayrılmıştır.

Mevlevîlikte âsitânenin diğer tarîkatlarda bulunmayan farklı bir anlamı vardır. Bu tarîkat erkânına göre âsitâneler; içerisinde 1001 günlük çile çıkartılan ve dervîşlerin eğitim ihtiyaçlarına göre mîmarî özellikler taşıyan dergâhlardır. Bir Mevlevî âsitânesi umûmiyetle geniş bir bahçe içerisinde bulunur ve semahâne, türbe, çilehâne, hücreler, selamlık, harem dairesi, mutfak, kiler ve meşkhâneden müteşekkil kısımlardan oluşan bir müessesedir.

Âsitânelerde, “matbah terbiyesi” denilen bir usûl takip edilmiştir. Toplumun her kesiminden yirmi beş yaşını geçmemiş, askerlik vazifesini ifâ etmiş, bekâr, müzmin yahut sirâyet edici bir hastalığı olmayan, sar’a veya akıl hastalıklarından biri ile malûl bulunmayan, “matbah-ı şerif” denilen, içinde yemekten ziyâde çiğ kimselerin piştiği mahalde yatıp kalkan ve “can” tabir edilen dervîş adayları yetiştirilmiştir.

Mevlevî Tarîkatı’nın merkezi sayılan Konya’da, “Âsitâne-i Aliyye” de denilen Mevlânâ Dergâhı’ndan başka, bu özel anlamda âsitâne olan mevlevîhâneler şunlardır:

1-İstanbul Galata Mevlevîhânesi

2- İstanbul Yenikapı Mevlevîhânesi

3- İstanbul Beşiktaş/Bahâriye Mevlevîhânesi

4- İstanbul Kasımpaşa Mevlevîhânesi

5-Afyonkarahisar Mevlevîhânesi

6-Manisa Mevlevîhânesi

7-Halep Mevlevîhânesi

8-Bursa Mevlevîhânesi

9-Eskişehir Mevlevîhânesi

10-Kâhire Mevlevîhânesi

11-Gelibolu Mevlevîhânesi

Küçük Mevlevî tekkelerine de zâviye tâbir olunmuştur. Mevlevîler açısından zâviye; içlerinde çile çıkarılmayan fakat sema’ meşk edip ayrıca ney üfleyen, kudüm çalan, ayin okuyan Mevlevî dervişlerinin bulunduğu mekânlardır. Âsitâneler zâviyelerden büyük kabul edilmiş, zâviye şeyhleri mevkî bakımından âsitâne şeyhlerinden aşağı tutulmuştur. Çile âsitânelerde çıkarılmış, dervîşler bu tekkelerde yetiştirilmiş ve zâviyelerde hizmet etmek çile çıkarmak sayılmamıştır.

Mevlevî zâviyelerin bazıları; Konya’da Şems Tebrizî, Ateşbâz Velî, İzmir’de Bahri Baba, Kayseri’de Burhaneddin Muhakkık Tirmizî, Halep’te Şeyh Ebu Bekir Vefai gibi bir Mevlevî büyüğünün türbesi yanına kurulmuştur.

Mevlânâ’dan sonra yerine geçen Hüsameddin Çelebi ile başlayıp, Veled Çelebi ve Ulu Arif Çelebi zamanında ve daha sonraki ilk devirlerde, bizzat Mevlevî halîfeleri tarafından Mevlevî tekkeleri –ki bunların çoğu zâviyedir- kurulmuştur. Bu zâviyeler, Amasya’da, Kırşehir’de, Erzincan’da, Niğde’de, Tokat’ta, Kütahya’da açılmıştır.

XIV. asırdan itibaren Anadolu’da ve Anadolu dışında Osmanlı Devleti’nin egemen olduğu ülkelerde bu Mevlevî tekkelerine ilaveten daha sonraki dönemlerde de bir çok Mevlevî zâviyesi açılmıştır.

XVI. asırda Lazkiye, Mısır (Kahire), Cezayir, Sakız, Eğridir, Sandıklı, Midilli, Muğla, Burdur ve İstanbul’daki Galata (Kulekapısı) Mevlevîhâneleri, rivâyetlere göre Fars ülkesindeki mevlevîhâne ve Halep Mevlevîhânesi tesis edilmiştir. Bu asrın ortalarında vefat eden Gülşen-i Esrâr müellifi Şâhidî’nin naklettiğine göre; bu asırda Mevlevîlik köylere kadar yayılmış ve Anadolu’nun birçok yerinde halkı tamamen mevlevîlerden oluşan Mevlevî köyleri kurulmuştur.

Köylere kadar birçok yerleşim yerinde tesis edilen mevlevîhâneler, XVI. asrın başlarından itibaren Mevlevîliğin köyden kasabaya, kasabadan şehirlere çekilmeye başlamasıyla, daha çok beyler, paşalar ve vezirler gibi devlet erkanı tarafından tesis edilmiştir. Mesela; Kilis Mevlevîhânesi 931/1525’da eşraftan Ali Ağa tarafından, Selanik ve Üsküb Mevlevîhânesi 1024/1615 tarihinde Ekmekçizâde Ahmed Paşa tarafından, Peçoy (Peçu, Peç) (Macaristan) Mevlevîhânesi 1076/1665’te Gazi Hasan Paşa tarafından, Kayseri Mevlevîhânesi 1086/1675’te Bayram Paşa tarafından, Yenişehir Mevlevîhânesi yine eşraftan Hacı Ahmed tarafından tesis edilmiştir ki bunların çoğu Mevlevî zâviyesi statüsünde kalmıştır.

Bunlardan başka Bursa Mevlevîhânesi Ahmed Cunûnî Dede tarafından, Tavşanlı Mevlevîhânesi Esif Mehmed Dede tarafından, Gelibolu Mevlevîhânesi Ağazâde Mehmed Hakîkî Dede tarafından bina edilmiştir.

Kurulan bu Mevlevî zâviyelerine, ilk yıllarda dergâhı açmak veya açılan dergâha şeyhlik yapmak üzere gönderilen Mevlevî dedeleri postnişin olmuş, bunların vefatından sonra varsa oğulları, yoksa aileden ehil bir kişi olan Mevlevî dervişi o tekkede postnişinlik yapmıştır. Ancak zamanla Mevlevîlik yayılıp geliştikten ve dergâhlara zengin vakıflar bağlandıktan sonra bu uygulama değişmiş, mevlevîhânelere şeyh ataması Konya’da bulunan ve tarîkatın aynı zamanda idari lideri olan “çelebi efendi”nin rızası ve işaretiyle, belirli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

İstanbul’a Mevlevilik Fatih’in İstanbul’u fethinden hemen sonra girmiş, önce zaviye olarak vazife yapmış, daha sonra da Galata Mevlevihanesi’nin tesisiyle asitane olmuştur.

İstanbul Mevlevîhâneleri (Galata-Yenikapı-Kasımpaşa-Beşiktaş-Üsküdar), İstanbul merkezli Osmanlı tarîkat kültüründe tarih boyunca çok önemli bir mevkiye sahip olmasına rağmen, İstanbul’daki diğer tarîkatların çoğundan daha az sayıda tekkeye sahip olmuştur. Bunun başlıca sebebi, diğer tarîkatlardan farklı olarak Mevlevîliğin bazı araştırmacıların “popüler sûfism” diye adlandırdıkları, geniş tabanlı tasavvuf hayatı yerine, başından beri tasavvuf kültürünün klasik boyutunu temsil etmesi, düşüncesi, edebiyatı, musikisi, irfanı, âdâb ve erkânı ile daha seçkin bir düzeye hitap etmesi olarak kabul edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da yerleşmesiyle birlikte, bu toprakların İslamlaştırılması için buralarda, çeşitli tarihi, kültürel ve sosyal yapılar inşa ettikleri gibi, tekke, dergâh ve bunların çevrelerinde sayıları bilinmeyen türbeler inşa etmişlerdir. Fakat çeşitli sebeplerle buralardaki tekkeler daha Osmanlı döneminden başlayarak varlıklarını sürdürmekte, Anadolu’da olduğu gibi fazla başarılı olamamışlar ve özellikle Osmanlı’nın 1912 senesinde Rumeli’den çekilmesinden sonra bu tekkelerin ortadan yok olması daha da hızlanmıştır. Başta eski Yugoslavya topraklarında olmak üzere olmak üzere bir çok Balkan ülkesinde bazı tekkeler faaliyetlerine devam etseler de, içinde Mevlevî tekkeleri de dahil olmak üzere, tekkelerin büyük bir kısmı müritsiz kalmış ve yıkılmıştır.

XV. asrın sonlarına doğru, Bosna-Hersek’teki Osmanlı iktidarının güçlendiği bir dönemde Mevlevîler buralara da gitmiş ve dergah açmışlardır. Tarihi kaynaklar, Mevlevî tekkelerinin eski Yugoslavya’da çoğunlukla büyük kentlerde (Saraybosna, Belgrad, Üsküb, Mostar, Konjic ve Niş) kurulduklarını bildirmektedir. Bunlardan en meşhuru Saraybosna (Sarayova)’da, Osmanlı’nın yükselme döneminde 866/1462’de kurulan ve asırlar boyunca Mevlevî kültürünün balkanlarda yayılmasına aracı olan Saraybosna Mevlevîhânesi veya diğer adıyla İsa Bey Mevlevîhânesidir.

Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde var olan Mevlevî zâviyeleri, İmparatorluk küçüldükçe Belgrad, Bosna, Filibe, Peçoy, Vodine, Yenişehir gibi devlet sınırları dışında kalan yerlerdeki mevlevîhânelerin mühim bir kısmı kapanıp tarihe gömülmüş, Mevlevîliğin yüksek zümreye mal olması ve köylerden kasabalardan şehirlere çekilmesiyle ve buna bağlı olarak vakıflarının azalmasıyla, Demirci, Marmaris, Niğde, Tavşanlı gibi küçük yerlerdeki mevlevîhânelerden geriye bir zâviye, bir şeyh ve birkaç dervişten başka bir şey kalmamıştır. Öyle ki, muhibsizlikten, neyzensizlikten zâviyelerde icra edilen mukabeleler yapılamaz olmuştur.

Balkanlarda faaliyet gösteren Mevlevî dergâhlarından biri de, bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan ve 1024/1615 senesinde bina edilen Selânik Mevlevîhânesi’dir. Balkanlarda XIX. asır içinde inşa edilmiş olan Hanya (Girit) Mevlevîhânesi 1297/1880 yılında Süleyman Şemsi Dede tarafından kurulmuştur.

Balkanlarda varlığı bilinen diğer Mevlevî dergâhlarından biri de Üsküb (Makedonya) Mevlevîhânesidir.

Yukarıda isimleri geçen mevlevîhânelerden başka Balkanlar’da, tarih sahnesinde faaliyet göstermiş bazı mevlevîhânelerin de ismi geçmektedir. Bu mevlevîhânelerden bazıları Türkiye’de tekkelerin kapandığı 1925 senesine kadar Konya’daki merkez dergâha bağlı olarak vazifelerine devam etmişlerdir. Balkanlar’da neredeyse Osmanlı’nın gittiği her bölgeye ulaşmaya çalışan Mevlevîler, bu toprakların Türkleşmesi için diğer tarîkatlerle (Bayramî-Melamiler, Bektaşiler, Nakşî, Rufâî, Sâdî, Kâdirî) birlikte Macaristan’da mevlevîhâneler/dergâhlar tesis ettikleri gibi, etkinlikleri Polonya’nın içlerine kadar uzanmıştır.

Balkanlarda tesis edilen diğer Mevlevî dergâhları da şunlardır:

Rumeli Yenişehir (Larissa) Mevlevîhânesi (Yunanistan), Vidin (Vodine) Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Serez Mevlevîhânesi (Yunanistan), Niş Mevlevîhânesi (Sırbistan), Sakız Mevlevîhânesi (Yunanistan), Midilli Mevlevîhânesi (Yunanistan), İlbasan Mevlevîhânesi (Arnavutluk), Filibe Mevlevîhânesi (Bulgaristan), Peçoy (Peç) Mevlevîhânesi (Macaristan), İpek Mevlevîhânesi (Kosova), Belgrad Mevlevîhânesi (Sırbistan).

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da mevlevihaneler faaliyet göstermiştir. Arap aleminde Suriye’de; Halep, Şam, Hama, Humus, Lazkiye ve Musul, Lübnan’da; Trablusşam, Mısır’da; Kahire, Suudi Arabistan’da; Medine ve Mekke, Irak’da; Bağdat, Kerkük ve Şehrizor mevlevîhâneleri sayesinde, Mevlana’nın tasavvuf anlayışı, Osmanlının örf ve adetleri, kültür ve sanatı bu bölgelerde yayılma imkanı bulmuş, hangi milletten olursa olsun, mevlevîliğe intisabla veya intisab etmeksizin muhib kalmakla birçok mutasavvıf, musikişinas ve sanat erbabının yetişmesine katkıda bulunmuştur.

Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız, Türk topraklarında neş’et etmiş bir tarîkat olma özelliğine sahip olan Mevlevîliğin aşk mekânları olan mevlevîhaneler, ortaya çıkışlarından 1925 yılında kapatılmalarına kadar geçen süre içerisinde, gerek Türk kültür muhitlerinde gerekse Osmanlı toprakları dahilindeki diğer kültür çevrelerinde, Türk kültür, sanat ve musikisinin tasavvufî zeminde temsilciliğini yapan merkezler olmuşlardır. Itrî’ler, Şeyh Galib’ler, İsmail Dede Efendi’ler; devirlerinin en meşhur şairleri, hattatları, musikişinasları ve özellikle mürşid-i kâmilleri bu mekânlarda yetişmişler, Mevlana ile yanan aşk ateşinin yüzyıllar boyunca her yerde yanmasını ve her milletten aşk meftunu Mevlevîlerin bu ateşlerin şem’inden faydalanmasını temin etmişlerdir.

Sezai Küçük

TÜRKİYE’DEKİ MEVLEVİHANELER

KONYA

Konya Mevlana Dergahı: 1274 yılında baldaken olarak inşa edilerek 19. Yüzyıla kadar genişletilmiştir. 1926 yılında müze olarak açılmıştır.

Şems-i Tebrizi Zaviyesi: 15. Yüzyıl Karaman devrine tarihlendirilmektedir. Şuanda camii olarak kullanılmaktadır.

Piri Mehmed Paşa Zaviyesi: Camii 1523 yılında yaptırılmıştır. Camiinin kuzeyinde bulunan zaviye bugün baharatçı olarak kullanılmaktadır.

Cemel Ali Dede Zaviyesi: Konya’nın Meram ilçesinde bulunmaktadır. Cemel Ali Dede Hz. Mevlana’nın lalası olarak bilinmektedir. 13. Yüzyıla tarihlenmektedir. Mescid Semahane ve türbeden oluşmaktadır. Camii olarak kullanılmaktadır.

Ateşbaz-ı Veli Zaviyesi: Konya’nın Meram ilçesinde bulunmaktadır. Hz Mevlana’nın aşçısı İzzetoğlu Şemseddin Yusuf’a aittir.

Fahrunnisa Zaviyesi:  Karatay İlçesinde bulunmaktadır. Günümüze kadar bir hamuşan ve mescid-semahane gelebilmiştir. Fahrunnisa Hanım’ın 14-15. Yüzyılda yaşamış Mevlevi hatun olduğu bilinmektedir.

Ermenek Mevlevihanesi: 17. Yüzyılda var olduğu düşünülen Mevlevihane 1990 yılında geride kalan mescidi de yıkılarak yerine büyük kubbeli bir camii yapılmıştır.

Afyon Mevlevihanesi: 13. Yüzyılda yapılmıştır. İlk Mevlevihanelerdendir. Günümüze camii, matbah, derviş hücreleri ve hamuşanın bir kısmı gelebilmiştir.

Ankara Mevlevihanesi: ilk Mevlevihane camii ile birlikte 1566 da inşa edilmiştir.  Mimar Sinan’a atfedilen Cenabı Ahmet Paşa Camii halen kullanılmaktadır.

Antalya Mevlevihanesi:  tekke yapısı 1215 yılında Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmış 14. Yy da tekke beylerinden Zincirkıran Mehmed Bey tarafından mevlevihaneye dönüştürülmüştür. Bugün sanat galerisi olarak kullanılmaktadır.

Bursa Mevlevihanesi: 1615 te Ahmed Cununi Dede tarafından yaptırılmıştır. Pınarbaşı Mahallesi’nde yer almakta idi. 1953’te yıkılmış, semahanenin bulunduğu yere su deposu yapılmıştır.

Çanakkale Gelibolu Mevlevihanesi: 1621 yılından önce Ağazade Mehmed Hakiki Dede tarafından kurulmuştur. Hamzaköy’de eskiden askeri alan içindeyken günümüzde aslına uygun olarak restore edilmiştir.

Çankırı Mevlevihanesi: XIII. Yüzyıl Selçuklu dönemi yapısını içine alan Mevlevihaneden günümüze şifahane/mescid bölümü gelmiştir.

Çorum Mevlevihanesi: Kent merkezinde Azap Ahmed Mahallesinde yer almaktadır. 1878 yılında Mehmed İzzet Dede tarafından kurulmuştur. Günümüzde özel şahıslar tarafından restore edilen Mevlevihane kapalıdır.

Edirne Mevlevihanesi: Sultan II. Murat tarafından Muradiye Camii ile birlikte 1435 yılında kurulmuştur. 1938 de yıktırılmıştır.

Eskişehir Mevlevihanesi: Gazi Melek Mustafa Paşa tarafından 1571 tarihinde yaptırılmıştır.

Gaziantep Mevlevihanesi: 1638 yılında sancak beyi Türkmen Mustafa bin Yusuf tarafından yaptırılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılan Mevlevi tekkesi vakıf eserlerinin sergilendiği ve Mevlevilik kültürünün yansıtıldığı bir müze olarak ziyarete açılmıştır.

İSTANBUL

Galata Mevlevihanesi: II. Beyazıt devrinde İskender Paşa’nın av çiftliğinde 1491 yılında kurulmuştur. Şuanda müze olarak kullanılmaktadır.

Üsküdar Mevlevihanesi: bugünkü şeklini II. Mahmut zamanında 1834-35 yılında almıştır. Mevlevihane hem camii hem de dernek olarak kullanılmaktadır.

Yenikapı Mevlevihanesi: 1597 yılında Yeniçeri katibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından kurulmuştur. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yürütülen “Kültür Vadisi Projesi” kapsamında restore edilmiştir.

Beşiktaş Bahariye Mevlevihanesi: 1622’de Ohrili Hüseyin Paşa tarafından kuruldu. Şuanda yıkılmış ve fabrika arsası olmuştur.

Kasımpaşa Mevlevihanesi: 1631 Sururi Abdi Dede Efendi tarafından kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde mülkiyeti vakıflara geçmiş 1946 da Sururi İlkokulu inşa edilmiş 1979 da çıkan yangınla yok olmuştur.

DİĞERLERİ

İzmir-Tire Mevlevihanesi: Mevlevihane’nin Yeşil İmaret Camii çevresinde 1333 yılında kurulduğu bilinmektedir.

Kayseri Mevlevihanesi: tekkelerin kapatılması kanunundan sonra arsa haline gelmiş ve yerine vakıflarca Bayrampaşa İş Hanı yapılmıştır

Karaman Mevlevihanesi: Karaman il merkezindedir. Ak Tekke Camii içindeki türbe semahane bölümüyle bir Mevlevihane olarak kullanılmıştır. Şu anda camii olarak kullanılmaktadır.

Kastamonu Mevlevihanesi: Mevlevihanenin banisi Çandarlı Süleyman Paşadır. Mevlevihaneden geriye hamam ve hamama bitişik eski bir bina kalmıştır. Bu eski bina içerisinde temsili bir mezar da bulunmaktadır.

Kilis Mevlevihanesi: Mevlevihanenin kesin kuruluş tarihi belli değildir. Günümüze yalnızca semahanesi ulaşabilmiştir. Mescit olarak kullanılmaktadır.

Kütahya Mevlevihanesi: Beylikler bölgesinde kurulan ilk mevlevihanedir.

Muğla Mevlevihanesi: 1453-57 yıllarında kurulmuştur. Mevcut semahane 1848 yılında yaptırılmıştır. Günümüzde orijinal hali ile muhafaza edilmektedir.

Muğla-Marmaris Mevlevihanesi: Mevlevihanenin kesin yapım tarihi bilinmiyor. 16. Yüzyılda kurulup II. Mahmud zamanında (1835) son şeklini aldığı kabul edilir. Mevlevihaneye ait su kuyusu ve hazirenin bir kısmı halen mevcuttur.

Manisa Mevlevihanesi: 1368 yılında İshak Bey tarafından yaptırılmıştır. Manisa Mevlevihanesi aynı zamanda bir asitanedir. Mevlevihane 1995 yılında Celal Bayar Üniversitesi’ne (CBÜ) verildi. Restorasyonu tamamlanarak son şeklini aldı. Halen CBÜ Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde, Mevlevi kültürünün tanıtıldığı bir etnografya müzesidir. Ayrıca Rektörlüğün desteğiyle, bilimsel ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir mekan olarak hizmet vermektedir.

Niğde Mevlevihanesi: Ulu Arif Çelebi zamanında 14. Yüzyılda kurulmuştur. Zaviyenin ana binasının bir kısmı kaybolmuş; mezarlık, Kemal-i Ümmi türbesi vakıflarca restore edilmiştir. Ana bina kız Kur’an kursu yapılmıştır.

Niğde- Bor Mevlevihanesi: Bor Mevlevihanesi tamamen ortadan kalkmış yalnızca kitabesi günümüze ulaşmıştır.

Şanlıurfa Mevlevihanesi: ilk kuruluşu Hacı İbrahim Ağa tarafından, ikinci kuruluşu ise 1716 yılında Rakka Valisi Rıdvan Ahmed paşa tarafından gerçekleştirilmiştir. Halen mescit olarak kullanılmaktadır.

Tokat Mevlevihanesi: 1638 yılında Muslu Ağa tarafından kurulmuştur. Onarım sonrası, Mevlevihane Vakıf Müzesi kapsamında, Osmanlı konak müzesi şeklinde döşenmiş ve misafirlerin ziyaretine açılmıştır.

“MEVLEVÎHÂNELER”

Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled tarafından, muhterem babasının günlük yaşantısına, evrâd u ezkârına, gelenek ve göreneğine ait âdet, alışkanlık ve hatıraların kaybolmaması için ortaya konulan prensipler, ” Mevlevilik ” gibi yüce bir yaşama sevincini ve eğitim müessesesini insanlığa armağan etmiştir. Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar zamanında devletin geniş topraklarında şubeler açarak, misyonunu yerine getirmek üzere teşkilatlanmıştır. Tarihi boyunca ulaştığı her yerde hemen hemen bütün devlet yöneticileri ve halk tarafından alâka, yakınlık ve himaye görmüştür. 700 yıldan beri dünyanın çeşitli ülke, coğrafya ve kültüründe; dili, dini, ırkı, cinsi, mezhebi, meşrebi, mektebi, zamanı farklı milyonlarca insanın gönüllerini uyandırmıştır. Kuruluşunu tamamlayarak faaliyete geçtiği her sosyal ve kültürel ortamda Türk kültür ve tefekkürünü, fahrî ateşesi gibi hizmetlerde bulunmuşlardır. Girdiği her gönülü, sevgi, saygı, birlik, beraberlik, hoşgörü, düzen, âhenk ve huzur ortamını tesis yolunda eğitip olgunlaştırmışlardır.

Kaynağını Kur’an- Kerim ve Sünnet-i Şerif’ten alan Mevlâna’nın yüksek ve çağları aşan mesajları, İslam Dini’nin gerçek, gülen yüzüyle ve berrak mahiyetiyle tanınıp, benimsenmesini temin etmiştir. Günümüzde ileri ülkelerde Mevlâna ve Mevlevilik ile ilgili eserlerin satış rekorları kırmasındaki sır, işte bu ulvî, lâhûtî ve derûnî mesajlardadır.

Mevlevîhâneler bir ruh terbiye mimarisidir. Bir ahlak, fazilet, meziyeti edep mektebidir. Buralara noksan gelen tamam olur. Selçuklu, Beylik ve Osmanlı dönemlerinin hemen bütün sultanları Mevlevîliğe olan saygı ve bağlılıklarından dolayı; siyasi, sosyal gücü de arkalarında bulundurmak için Mevlevîliğe son derece önem ve değer vermişlerdir. Hemen hepsi de, Mevlevîhânelere önemli hizmet ve katkılarda bulunmaya özen göstermişlerdir. Dergâhların imar ve onarımı üstlenen nice beyler, paşalar, hatunlar, vezirler bu hizmeti kendileri için bir onur ve şans saymışlardır.

Bu müesseselere yapılan bağışlarla muazzam bir teşekkül olan “Celâliye Evkâfı” nın tesis edildiğini belirtmiştik. Arazi, dükkan, bağ, bahçe, değirmen gibi bol gelir sağlayan emlâkı ile son derece zengin imkânlarla donatılmışlardır. Dolayısıyla maddi yönden sıkıntı söz konusu olmadığı için vakıf gelirlerinin muntazam işlediği dönemler boyunca amacı doğrultusunda büyük hizmetler ifa etmişlerdir.

En büyük ve en önemli yatırımın ‘insan’ a yapılması gereken yatırım olduğu prensibiyle, kişi ve toplumlar üzerinde son derecede yapıcı etkiler meydana getiren Mevlevîhaneler, yüzyıllar boyunca kişi ve kitlelere yön vermiştir. Bütün bunlardan dolayıdır ki,”Dû cihanda eger altun ola dirsen nâmın / Sikkesi altına gir Hazreti Mevlâna’nın” tenbih, tavsiye ve tercihi, büyük alâka ve intisap görmüştür.

Mevlevîhaneler, kişinin iç dünyası ve kişiliği ile baş başa kalıp nefs, murakabe ve muhasebe imkanı sağlayan eğitim terbiye ekolleridir. Hücrede kalan kişi her işini kendisi yapardı. Başkasından bir şey istememek ve kimseye yük olmamak ana kuraklardan idi. Hücrede bekârlar kalırlardı. Evlenen dışarıya çıkarak eve yerleşirdi. Sabah gelir akşama doğru evine dönerdi. Mevlevîhânelerin kapıları Ramazan ayı dışında sabah namazı açılır, akşam ezanı ile seddedilirdi.

Günde iki öğün yemek çıkardı. Kalori derecesi yüksek olmayanlar yenirdi. Bazı mübarek gece ve günlerde hafif tatlı çıkarılırdı. Böylece “az yemek, az konuşmak, aza uyumak” prensibi ile bedene hafiflik, ruha incelik kazandırılırdı. Nefse sukûnet temin edilirdi. “Mide tehî ten dürüst; kese tehî can dürüst” prensibine göre hareket edilirdi.

Hücreler bir tefekkür, tezekkür ve teemmül mekanı olduğu gibi, sanat atölyesi gibi de hizmet yapardı. Güzel sanatlara vakıf bulunan dedeler bu sanatını burada icra ederek, eserler verirlerdi.Yapılan bu eserleri “Pazarcı” adındaki görevli dede çarşıya, pazara götürerek satar, bedelini sahibi olan dedeye teslim ederdi.Dede de özel ihtiyaçlarını bununla karşılardı.

Uygun gün ve saatlerde kendisine başvuranlara hücrede sanat öğretilirdi. Sanat tarihimizde Mevlevîhânelerden yetişmiş çok değerli, ünlü sanatkârlar biliyoruz. Bunlar arasında eserleriyle haklı şöhrete kavuşmuş nice mûsiki-şinas, hattat, ressam, mücellit, müzehhib, nakkaş, sedefkâr, oyma, katı’, ebrû, âhâr, ustası bulunmaktadır. Bu kıymetli sanatkârlar isimlerinin sonuna ekledikleri “el- Mevlevi” ünvânı ile, bu büyük kapıya mensup ve müntesip olduklarını bildirmekten her zaman şeref ve kıvanç duymuşlardır. Mevlevîhâneler, liyâkatli, dirayetli,yöneticilerin elinde amacına uygun, kendisinden beklenilen kalite ve evsafta, büyük hizmetler yapmışlardır.

Mevlevîlik, Konya dışına taşmaya Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin yönetiminde başlamıştır. XIV. yüzyıl Anadolu’sunun böyle bir ulvî sese ihtiyaca vardır. Çelebi, Anadolu’nun bir çok yerlerine giderek şubeler açılmasını sağlar. Lârende (Karaman), Beyşehir, Akşehir, afyon, Denizli, Birgi, Alanya, Niğde, Aksaray, Sivas, Tokat, Amasya, Erzurum, Bayburt Mevlevîhâneleri birbiri ardınca hizmete girer. Tebriz’e, Merend’e, Sultaniyye’ye kadar gidilir.

Daha sonra Afyon Mevlevîhânesi Şeyhi Dîvânî Mehmet Çelebi, yeni bir yayılma programı uygular. Kerbelâ ve Necef ziyaret edilir. Bağdat’ta Mevlevî Tekkesi kurulur; Şam ve Kahire Mevlevîhâneleri faaliyete geçirilir.

Diğer yıllar ve asırlarda yeni şubelerin açılışı birbirini takip etmiştir. Başlıca Mevlevîhâneler şunlardır;

Adana, Afyon, Akçahisar, Akşehir, Aksaray, Amasya, Ankara, Antakya, Antalya, Aydın, Ayntab (Gaziantep), Bağdat, Bahariyye, Bahriye, Belgrat, Beyşehir, Bilecik, Bingazi, Bosna-Saray, Bozkır, Burdur, Bursa, Çorum, Demirci, Denizli, Şam, Diyarbakır, Edirne, Eğirdir, Elbasan, Ermenek, Ertuğrul, Erzincan, Eskişehir, Filibe, Girit, Gelibolu, Galata, Halep, Hama, Humus, Isparta, İpek, İzmir, İzmit, Kahire, Çankırı, Karaman, Kasımpaşa, Kastamonu, Kayseri, Kerkük, Kırşehir, Kilis, Kriva-palanko, Kudüs, Kütahya, Lazkiye, Lefkoşe, Manisa, Maraş, Marmaris, Mavşil, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme, Midilli, Mostar, Muğla, Musul, Niğde, Niş, Peç, Peşte, Piriştina, Sakız, Samsun, Sandıklı, Serizâr, Selanik, Siroz, Sivas, Tatar, Tavşanlı, Tebriz, Tekirdağ, Tirana (Albania), Tire, Tokat, Trablusşam, Ulukışla, Urfa, Üsküdar, Üsküp, Vadina, Vidin, Yenikapı, Yenişehir (Larizsa), Yozgat.

Birçok yerde Mevlevî Zâviyeleri de bulunmakta idi. Bazı yerlerde birden fazla Mevlevîhânenin faaliyette bulunduğunu biliyoruz. Mesela İstanbul’da altı tane şube vardı. Mevlevîliğin henüz ele alınmamış belgeleri incelendikçe bunlara başkaları da katılacaktır.

Hepsi de Konya Mevlevî Âsitânesine bağlı olarak hizmet görmüşlerdir. Bulundukları yöre halkına , Mevlâna’nın çağlar üstü mesajlarını ulaştırarak jeneratörlük yapmışlardır.

Bu şubelerin yöneticileri ve bazı görevlileri genellikle Konya Âsitânesi’nde yetiştirilip hazır edilerek gönderilmişlerdir. Bulundukları bölge halkından liyakatli, fedakâr, hizmet ehli şahsiyetleri yetiştirerek bazı işlerle görevlendirmişlerdir. Bu şubelerin büyük kısmı ayaktadır. Bir kısmı ise zamanla ilâve ve değişiklikler gördüğü için özel plânını büyük ölçüde kaybetmiştir. Yıkılarak kaybolanlar da vardır. Başka amaçlarla kullanılanları da bilinmektedir.

Tarihi belgelerde adı geçen bütün bu şubelerin yanı sıra dünyanın çok çeşitli ve farklı ülkelerinde “Çağdaş Mevlevîhâne” diyebileceğimiz toplantı mekânları süratle çoğalmaktadır. Japonya’dan Amerika’ya kadar uzanan coğrafyada bu yeni sohbet ve fikir yerlerinde çağın getirdiği, yüksek düşünce ve yaklaşımların, müspet ilmin ortaya koyduğu derin bilgi, bulguların ışığında Mevlâna ve Mevlevîliğin son derece önemli tetkik, tahlil ve tatbikleri yapılmaktadır. Müspet ilimlerin henüz yeni ulaşabildiği derin bilgilere Hz. Mevlâna’nın yedi yüz yıl önce ışık tutup tohum atmış olması büyük bir hayranlık ve teslimiyet uyandırmaktadır. Bu yakın ve sıcak alaka ve yöneliş, Mevlâna’nın eserlerine büyük rağbet meydana getirmektedir.

Mevlevîhaneler, Mevlâna’nın yüksek fikir, duygu ve düşüncelerinin yayılma noktası olan Konya Mevlâna Âsitânesi ve onun etrafındaki yörüngelerde yer alan şubeleri fert ve toplumlara yön veren eğitim müesseseleri olarak tarihe geçmişlerdir. Halihazırda ve istikbalde bu alanlarda araştırmalar yaparak yeni sonuçlar elde etmek isteyecek tetkikçilere bu tarihi mekanların sağlam, bakımlı ve mevcut orjinalitesi ile korunarak intikal ettirilmesi bize düşen ilmî ve insanî bir görevdir.

 

 

Konya Zaviyeleri
Konya Zaviyeleri 650 344 Hz. Mevlâna Dergâhı

Konya Zaviyeleri

Ateş Baz-ı Veli Zaviyesi

HASAN ÖZÖNDER

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Mevcut bilgiler, menkıbevî de olsa yaşadığı yıllar ve Mevlevî kültüründeki yeri hakkında fikir verecek durumdadır. Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled ile Horasan’dan geldiği veya kafileye Karaman’da katıldığı rivayet edilmektedir. Horasan’dan geldiği yolundaki görüş daha kuvvetlidir. Yûsuf b. İzzeddin’e “ateşle oynayan kişi” anlamına gelen Farsça âteşbâz unvanının verilmesi şu menkıbeye dayanır: Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arzetmek üzere Mevlânâ’nın huzuruna girer. Mevlânâ’nın latife olarak, “Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!” demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını istemeyen Mevlânâ, “Hay âteşbâz, hay!” der. Böylece Yûsuf bu olaydan sonra “Âteşbâz” unvanıyla anılmaya başlar.

Âteşbâz-ı Velî’nin türbesi Konya’da Meram yolu üzerinde Aşkan (Âşıkān “âşıklar”) tepesi yakınlarındadır. Selçuklu türbe mimarisinin özelliklerini taşıyan yapının muntazam kesme taştan inşa edilmiş gövde kısmı içeriden kare, dışarıdan sekizgen planlıdır. Üstü ise ehramî bir külâh ile örtülü olup Arapça kitâbesi güneydeki “niyaz penceresi”nin üzerindedir. Türbenin civarına, Sultan Veled’in kızı Arîfe Şeref Hatun’un oğlu Muzafferüddin Ahmed Paşa torunlarından Çelebi Abdüssamed tarafından bir zâviye yaptırılmış ve vakıflar kurulmuştur. Zamanla harap olan bu zâviyenin yerine bugünkü tekke, postnişin Vâhid Çelebi tarafından 1897 yılında inşa ettirilmiştir.

Mevlevîlik’te mutfak “aşhane” olduğu gibi daha önemlisi, Mevlevîliğe intisap niyazında bulunan kişilerin temel eğitimlerinin yapıldığı yerdir. Mevlânâ zamanında bu önemli görevi “Âteşbâz-ı Velî” Yûsuf b. İzzeddin yerine getiriyordu. Sonraki dönemlerde bu unvan bu göreve tayin edilen kişiler için kullanılmıştır.

Mevlevîhânelerdeki özel ocağa “Âteşbâz-ı Velî ocağı” denir. Önemli günlerde aş burada pişirilir, ayrı bir yerde saklanan gümüş renkli “Âteşbâz-ı Velî kazanı”, işi bitince yıkanarak özenle yerine kaldırılırdı. Mevlevî dergâhlarında meydân-ı şerifte serili beyaz postun adı “âteşbâz postu”dur. Bu makama teslimiyet, “Mevlevîliğe ikrar vermek”, “çileye soyunmak” demektir. Sâliklerin mürebbisi olan “âteş-bâz türbedarı”nın âyin sırasında semâhanedeki yeri postnişin ve tarikatçı dedenin hizasında idi. Meşîhatnâmeler çok defa “âteşbâz şeyhi” ile gönderilirdi. Kazan ve tencerelerin açılışında olduğu gibi yemekten sonraki “gülbank”te Âteşbâz-ı Velî de zikredilir. Mevlevîlik’te onun makam ve mevkiine daima büyük saygı gösterilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
Sâkıb Dede, Sefîne, s. 211, 212-213; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 205, 2120, 331, 332, 333, 396, 415, 416; a.mlf., Mevlevî Âdâp ve Erkânı, İstanbul 1963, s. 7, 126; Konyalı, Konya Tarihi, s. 587; N. Clément Huart, Mevlevîler Beldesi Konya (trc. Nezih Uzel), İstanbul 1978, s. 141-143; Hasan Özönder, Konya Velîleri, Konya 1980, s. 115-123; Hakkı Önkal, “Konya’da Âteş-bâz-ı Velî Türbesi”, İİFD, sy. 1 (1975), s. 223-238.

Cemel Ali Dede Zaviyesi

13. yüzyılda Cemel Ali Dede tarafından kurulan zaviyeden günümüze kadar Cemel Ali Dede Türbesi ve mescidi gelmiştir. Türbenin içinde ve dış cephesindeki çiniler 13. yüzyılın nadide örneklerindendir.

Konya’nın Meram ilçesinde bulunmaktadır. Cemel Ali Dede Hz. Mevlana’nın lalası olarak bilinmektedir. Mescid Semahane ve türbeden oluşmaktadır. Günümüzde Camii olarak kullanılmaktadır.

Piri Mehmet Paşa Zaviyesi

Piri Mehmed Paşa tarafından 1523 yılında yaptırılan külliye, camii, medrese, zaviyeden müteşekkil bir Osmanlı eserler topluluğudur. Uzun yıllar kaderine terkedilen zaviye kısmı, 19120’lı yıllarda Hayra Hizmet Vakfı tarafından restore edilerek ticarethaneye dönüştürülmüştür.

Şems-i Tebrizi Türbesi ve Zaviyesi

Şehrin merkezinde yer alan Şems-i Tebrîzî türbe-semâhânesi eskiden pîr evi, Konya Mevlânâ Dergâhı’na bağlı beş Mevlevî zâviyesinin en önemlisiydi. Mevlevîlik’te Konya Şems-i Tebrîzî Zâviyesi “Makām-ı Şems” diye adlandırılmış ve önemli bir ziyaretgâh kabul edilmiştir. Ancak bu zâviyede bulunan türbeden başka Niğde’de Kesikbaş Türbesi (Özkarcı, s. 146-149), İran’ın Hoy şehrindeki Şems Minaresi’nin yanında, Tebriz’de Geçil denilen mezarlıkta ve Pakistan’da Mültan şehrindeki Pîr Şah Şemseddîn-i Tebrîzî Türbesi gibi Şems-i Tebrîzî’ye izâfe edilen başka türbeler de mevcuttur.

Manisa Mevlevihânesi
Manisa Mevlevihânesi 880 487 Hz. Mevlâna Dergâhı

Manisa Mevlevihânesi

Manisa, Yukarı Tabakhane Mahallesi’nde, Milli Park içerisinde, Spil Dağı eteklerinde bulunan Mevlevihane, kitabesinden öğrenildiğine göre; Saruhan Bey’in torunu İshak Çelebi tarafından 1368-1369 yıllarında yaptırılmıştır. Mevlevihane, İshak Çelebi’nin 1366-1379 yıllarında yaptırdığı Ulu Cami Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturmuştur. Bununla beraber Mevlevihane külliyenin biraz uzağında bulunmaktadır. Mevlevihane külliyenin mimarı Emetullahoğlu’nun eseridir. Manisa’da Mevlevi kültürünün yerleşmesi sonucunda, Şer’i sicillerden öğrenildiğine göre Osmanlı döneminde de Mevlevihane işlevini sürdürmüş,1664, l665,1681 ve1694 yıllarında onarılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra dergâhların kapatılmasını içeren yasa ile de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçmiştir. Mevlevihane l960-1961 yılında Y. Mimar Süreyya Yücel tarafından, ardından 1982’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, bir kez daha restore edilmişse de yapı tam olarak korunamamıştır. Bundan sonra Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü Uygulama Merkezi’ne devredilen yapı 1999-2001 yılında yeniden restore ve dekore edilerek ziyarete açılmıştır. Mevlevihane’nin restorasyonunu Celal Bayar Üniversitesi yapmıştır.

İshak Çelebi’nin yaptırmış olduğu Ulu Cami’nin vakfiyesinde “Ceddim Hazreti Mevla’na” sözcüğünü kullanmış, ayrıca Mevlevi olduğundan ötürü de Konya Dergâhı tarafından kendisine Çelebilik unvanı verilmiştir. Vakfiyede Mevleviliği Batı Anadolu’da yaymak ve yaşatmak amacıyla bu Mevlevihane’nin yapıldığı da belirtilmiştir.

Evliya Çelebi Mevlevihane’den söz etmiştir:

“ Ve şehrin şark tarafında bir mürtefi mesiregah, bir de astanei Hazreti Mevlana vardır. Acayip teferrücgâh Mevlevihanedir. Bimahanesi ve müteaddid fukara hücreleriile mamurdur. Zamanı kadimde kinisa imiş amma abı havası lâtif bağ irem misal bir kânı dervişane yeridir. Cümle şehir andan nümayandır. Ve kapusu üzre tarikânı dervişane yeridir. Cümle şehir andan nümayandır. Ve kapusu üzere tarihi budur.”

Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre; Mevlevihane’nin olduğu yerde daha önce bir Bizans kilisesi bulunuyormuş. Mevlevihane 1870 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Bu tarihte Manisa’ya Konya’dan Çelebi olarak gönderilen Nakibzade Çelebi Mustafa Efendi Ali Bey Camisinin yanına yeni bir Mevlevihane yapılmıştır. Bu Mevlevihane avlu etrafında semahane, türbe, matbah-ı şerif, hücreler ile harem ve selamlıktan meydana gelmiştir. Mustafa Efendi’nin ölümünden sonra Fahrettin Efendi postnişin olarak gönderilmişse de Konya çelebinin ölümü üzerine kısa bir süre sonra Konya’ya dönmüştür. Bunun üzerine boş kalan Manisa Mevlevihanesi’ne Halim Çelebi gönderilmiştir. Halim Çelebi 11200 yılına kadar Manisa’da kalmış, onun da Konya’ya post makamına gitmesi ile yerine kardeşi Murtaza Efendi gelmiştir. Celalettin Çelebi dergâhların kapatıldığı 1924 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. Dergâhların kapatılması üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü 1933’de Ali Bey Camisi yanındaki Mevlevihane’yi 100.000 TL’ ya satmıştır. Mevlevihane’yi alan kişi de Melevihane’nin matbah-ı şerif dışında kalan kısımlarını yıktırmıştır. Arta kalan kalıntıları da 2000 yılında Manisa Belediyesi yıkarak burasını bir park haline getirmiştir.

Manisa Mevlevihanesi küçük bir tepe üzerine kesme ve moloz taş ile yer yer de yatay tuğlalardan yararlanılarak dikdörtgen planlı, 27.60×20.25 m. ölçüsünde yapılmıştır. Yapının köşelerinde kesme taşa, kemer ve tonozlarda tuğlaya, ana duvarlarda ise yığma moloz taş ile tuğlaya yer verilmiştir. Pencerelerin lento ve sövelerinde kesme taş kullanılmıştır.

Mevlevihane’nin doğu ve güney cepheleri şehre bakmaktadır. Güneybatıdan Mevlevihane’ye yönelen yol yapının önce güney, sonra da batı cephelerini dolaştıktan sonra kuzeydeki giriş kapısına gelmektedir. Buradaki cephe duvarı oldukça yüksek olup yapıyı ana bina ve sundurma olarak ikiye bölmektedir. Böylece yapı daha kütlevi bir görünüm kazanmıştır. Buradaki dışa açılan pencereler dikdörtgen ve sivri kemerlidir. Doğu ve batı cepheleri birbirlerine benzemektedir. Kuzeydeki giriş cephesinde kare kesitli dört direk ve doğu ile batı duvarları üzerinde 5.50×20.25 m. ölçüsünde bir sundurma bulunmaktadır. Adeta bir portali andıran giriş bir niş görünümündedir. Kapının üzerinde ve yanlarında fil gözü pencereler açılmıştır. Dikdörtgen planlı Mevlevihane’nin semahanesi-mescidi, mutrıp yeri, altı derviş hücresi, harem ve selamlığı, matbahı, kileri bulunuyordu. Mevlevihane’nin üzeri toprak damla örtülmüştür.

Mevlevihane’nin alt katı kapalı avlulu bir medrese planına benzemektedir. Burada üzeri kubbeli kapalı bir orta avlu, köşelerde dört eyvanlı simetrik haçvari bir plan uygulanmıştır. Kapıdan çapraz tonoz örtülü küçük bir giriş holü bulunmaktadır. Bu holün batı ve doğusunda birer oda bulunmaktadır. Buradaki güney odası mescit olarak kullanılmıştır. Sivri kemer alınlıklı eyvanların üzeri beşik tonozlarla örtülü olup sivri kemerler üzerini orta avlunun kubbesi örtmektedir. Aynı zamanda semahane olarak kullanılan orta avlu 7.20×7.20 m. ölçüsünde kare planlıdır. Bu avlunun etrafı yerden 0.50.m yüksekliğinde bir setle çevrilmiştir. Mescit 6.00×7.120 m. ölçüsünde olup iki sıra pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Mescidin iki yanında birbirlerine simetrik köşe odaları yerleştirilmiştir.

Mevlevihane’nin ikinci katı güneye doğru açık “U” eklindedir. Bu bölüm alt kattaki orta avlu, köşe odaları ve derviş hücrelerinin üzerinde bulunuyordu. Mevlevihane’nin içerisinde ve dışında bezeme elemanına rastlanmamıştır. Bununla beraber 1693 tarihli şer’i sicil kayıtlarında nakkaşa para ödendiği yazılıdır. Buna dayanılarak o dönemde iç mekânın bezeli olduğu anlaşılmaktadır.

Kütahya Mevlevihânesi
Kütahya Mevlevihânesi 268 188 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kütahya Mevlevihânesi

SEVGİ PARLAKŞ. BARİHÜDA TANRIKORUR

Kütahya il merkezinde Börekçiler mahallesinde Dönenler (eski Kapanaltı / Tahılpazarı) meydanının güneybatısında yer alan mevlevîhâne, erken dönem mevlevîhâneleri olan Konya ve Afyonkarahisar’dan sonra üçüncü merkezdir. Şecerelere bâni ve ilk postnişin olarak geçmiş bulunan Celâleddin Ergun Çelebi’den (ö. 775/1373) dolayı Erguniyye Dergâhı, Ergun Çelebi Zâviyesi ve Zâviye-i Erguniyye adlarıyla da bilinmektedir.

Kuruluşuyla ilgili rivayete göre mevlevîhânenin çekirdeğini, 1237-1243 yılları arasında Emîr İmâdüddin Hezâr Dînârî tarafından inşa edilen Hezâr Dînârî Mescidi meydana getirmektedir. Önce Celâleddin Ergun Çelebi’nin, ardından diğer postnişinlerin buraya defnedilmesiyle adı geçen mescid Ergun Çelebi Türbesi’ne dönüşmüş, kuzeyine de semâhâne inşa edilip mevlevîhânenin ilk kuruluşu gerçekleştirilmiştir.

Mevlevîhânenin şeceresi incelendiği zaman idaresinde açıklanamayan büyük boşluklar, dolayısıyla faaliyetinin kesildiği veya zayıf olduğu dönemler görülür. Şeyh vekili Hasan Ulvî el-Mevlevî’nin 1909 tarihli mektubunda, bâni ve ilk postnişin Celâleddin Ergun Çelebi’den sonra oğlu Burhâneddin İlyas Çelebi ile amcazadesi Zeynüddin Çelebi’nin (ö. 827/1424) posta oturdukları, ancak Timur vak‘ası, Karamanoğulları istilâsı ve II. Yâkub Çelebi’nin ölümünün (832/1429) ardından Kütahya’nın Osmanlılar’ın idaresine geçmesi üzerine aileden mevlevîhâneyi idare eden İlyas Paşa’nın evlâtlarının Konya ve başka yerlere göçüp mevlevîhânenin bir türbedara bırakıldığı anlatılmaktadır. 950’ye (1543) kadar geçen 125 yıla yakın süre boyunca boş kalan posta Kütahyalı İbrâhim ve Mehmed dedeler oturup dergâhı tekrar faaliyete geçirmişlerdir. Bundan sonra dergâh 1601-1689 arasında, Mevlânâ Dergâhı’nın on yedinci postnişini III. Muhammed (Küçük) Ârif Çelebi’nin kızı mesnevîhan Kâmile Hanım ile oğlu Hüseyin Çelebi ve kızı şair Hâce Fatma Hanım tarafından yönetilmiştir. Dergâhın ilginç tarihi boyunca Karahisar Mevlevîhânesi’nde olduğu gibi burada da Şeyh Küçük Hüseyin Çelebi’nin yerine iki kadın vekâleten postnişinlik etmiştir. Postnişin listesine göre bunun arkasından mevlevîhâneyi sonuna kadar Hüseyin Çelebi’den gelen çelebiler idare etmiştir. Ancak arada yine yönetim boşlukları olmuştur. Meselâ 1791’de Abdürrahim Atâ Çelebi’nin oğlu Mehmed Sâib Çelebi on bir yaşındayken posta geçtiğinde ve 1895’te İdris Hamdi Çelebi’nin ölümünden sonra küçük kardeşi Ergun ve oğlu Sâkıb büyüyünceye kadar dergâh Hasan Ulvî, Âmil Çelebi, Ahmed Remzi Dede gibi vekiller tarafından yönetilmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Sâkıb Dede’nin Şam’daki Mevlevî alayına sadece on bir dervişle katılmış olması, komşu âsitâneler olan Bursa’nın altmış yedi ve Karahisar’ın altmış üç dervişle katıldığı göz önüne alınırsa Kütahya Mevlevîhânesi’nin bu dönemde nüfus ve faaliyet bakımından son derece zayıf durumda bulunduğunu gösterir.

Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ın yazarı Mustafa Sâkıb Dede, Ali Nutkî ve Abdülbâki Nâsır dedelerin babası olan Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini Seyyid Ebûbekir Dede, Galata Mevlevîhânesi postnişini Kudretullah Dede’nin babası Yenikapı Mevlevîhânesi aşçıbaşısı Seyyid Ahmed Sâlih Dede, hattatşair Pesendî Hacı Ali ve Câfer dedelerle şair Derviş Hüsam bu ocakta hizmet etmiş olan ünlü simaların bazılarıdır.

XIX. yüzyıldan önce mevlevîhânenin ne tür binaları ihtiva ettiği belli değildir. Ancak Ergun Çelebi’nin kurduğu kütüphane ile (Vahîd Paşa Kütüphanesi’ne nakledilmiştir) XV. yüzyılda inşa edilen Eydemir Vakıf Hamamı’ndan meydana gelen bir kuruluş olduğu bilinmektedir. Mevlevîhâne 1812’de onarım geçirmiş, 1814’te bitişiğindeki evin şeyhlerin harem-selâmlığı olarak vakfedilip külliyeye ilâve edilmesinden sonra 1838-1839 yıllarında yeniden inşa edilmiştir. 1841-1842’de Abdülmecid döneminde tekrar onarılmış, 1848’de postnişin Hacı Abdülkadir Efendi tarafından çeşmeleri tamir edilmiş, 1887-1889 yıllarında II. Abdülhamid’in emri üzerine yeniden yaptırılmıştır. Zamanla harap olan yapılar topluluğundan semâhâne 1959’da esaslı bir onarımla ve Dönenler Camii adıyla kullanılmaya başlanmış, 1964 ve 1972 yıllarındaki onarım ve ilâvelerle günümüze intikal etmiştir.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan 1254 (1838) tarihli iki krokiye göre mevlevîhânenin yeniden düzenlenmesiyle birlikte külliyenin cümle kapısı kuzey yönünde açılmış ve güneyde yer alan eski cümle kapısı muhtemelen hareme mahsus bir arka kapı niteliğine dönüştürülmüştür. İki katlı, kare planlı bir çeşit çadır örtüsü çatının gizlediği bağdâdî yalancı kubbe ile örtülü olması gereken ahşap karkaslı, hımış semâhânenin yan ve ön cephelerinde iki sıra dikdörtgen pencere açılmış ve kuzey cephesinin ortasındaki giriş kapısının üstüne galeri katından kullanılan, köşk denilen bir pencere yerleştirilmiştir. Semâhânenin ortasında yer alan iki kat yüksekliğindeki dâirevî semâ meydanı, yuvarlak kesitli ve “nezr-i Mevlânâ” sayısına uygun olarak on sekiz sütunun taşıdığı bir bağdâdî kubbe ile örtülüdür. Semâhâneye girişi sağlayan kapı ile eksenindeki türbeye yapışık mihrabın iki yanında kesintiye uğrayan züvvâr mahfilleri meydana göre daha yüksektir. Galeri katına çıkışı sağlayan merdivenin adı geçen krokilerde gösterilmemesine karşılık bugün olduğu gibi kapının sağ tarafında bulunduğu tahmin edilebilir.

Mevcut iki krokide ilkinde çadır örtülü, ikincisinde kırma çatılı olarak farklı örtü sistemleriyle gösterilen tek katlı, dikdörtgen planlı küçük türbenin bu tarihteki içi ve girişi hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak türbe girişinin semâhânede olduğu gibi eski giriş yolu üzerinde ve harem bahçesine bakan doğu cephesinde bulunduğu söylenebilir Bu tarihlerde türbe ile semâhânenin içten bağlantılı olmadığı anlaşılmaktadır.

Semâhâne-mescid dışarıdan kare planlı, iki katlı, üç tarafında iki sıra halinde pencereli, zemin katı kısmen kâgir, üst katı ahşap yüksek bir yapıdır. Cephe ortasında semâhâneye girişi sağlayan çıkmalı cümle kapısının üstünde iki çini levha görülür. Alttaki büyük olanında kobalt mavi üzerine beyaz iri ta‘lik hatla “Yâ Hazreti Ergun” yazılı olup ketebesinde Halil Mâhir imzası bulunmaktadır. Bu levha 1887-1889 yenilemesinde konulmuş olmalıdır. Alttaki küçük levhada da lâcivert üzerine mavi ve kiremit renkli rûmî spirallerle süslenmiş beyaz ta‘likle “Yâ Hazret-i Mevlânâ” yazılı olup Cumhuriyet dönemine aittir. Semâhânenin iki yan cephesinde sadece altlı üstlü on dört dikdörtgen pencere, arka cephede ise güney köşesine yakın dış merdivenle ulaşılan ikinci kattaki kadınlar mahfilinin giriş kapısı dışında sağır bir cephe düzeni görülmektedir. İçten bağdâdî yalancı bir kubbe ile örtülü semâhânenin kiremitle kaplı kırma çatısının ortasına sekizgen planlı kasnakla yükseltilmiş, her yüzünde birer basık kemerli pencere olan, piramidal çatı ile örtülü bir fener kubbe oturtulmuştur. Tepesinde ise destarlı sikkeli büyük bir bronz alem bulunur.

14,70 × 14,60 m. ölçülerinde kareye yakın bir alanı kaplayan semâhânede düz tavanlı, iki katlı züvvâr mahfiliyle çevrili, sekiz ahşap direk ile taşınan, yüksek kasnaklı bağdâdî bir kubbe ile örtülü, 9 m. çapında dâirevî bir semâ meydanı mekânın merkezini teşkil eder. Bursa, Yenikapı, II. Manisa, Kahire âsitâneleriyle II. Samsun zâviyesi de böyle dâirevî planlı, galeriyle çevrili ve kubbe ile örtülü orta semâ mekânına sahiptiler. Günümüzde bunlardan sadece Kütahya ve Kahire mevlevîhânelerinin semâhâneleri ayaktadır. Bu özelliği sebebiyle Kütahya Mevlevîhânesi’nin semâhânesi istisnaî bir örnek teşkil eder. Doğu ve batısından yarım daire şeklinde birer züvvâr sekisiyle çevrili, ahşap döşemeli semâ meydanının zemininin ortasında suyunun şifalı olduğuna inanılan bir kuyu bulunmaktadır. Her katta sekizgen bir kesite sahip sekiz adet mermer taklidi boyalı direk Bursa kemerleriyle bağlanmıştır. Zemin ve galeri katı arasında cümle kapısının üstünde on iki basamakla ulaşılan, ara katı biçiminde ahşap korkuluklarla çevrili balkon şeklinde asma bir mutrip mahfili bulunur. Mükebbire balkonuna ise galeri katının iki orta penceresinden çıkılmaktadır.

Beşik kemerli ve üstü çiçek nakışlı mihrap nişi semâhânenin güneydoğu köşesindedir. Kapı ekseninde semâhâne ve türbe duvarlarında açılan sivri kemerler sayesinde iki mekân birbiriyle irtibatlı hale getirilerek mekânın asıl işlevi öne çıkarılmıştır. Türbe ve semâhânenin bu ilişkisi nâdir görülen bir özelliktir. Mihrabın sağ tarafına sivri piramit çatılı, tepesi ve sövesi sarıya ve yeşile boyanmış, destarlı sikkeli ahşap bir minber konulmuştur. Türbe girişinin önündeki direkte, altı sivri dilimli ve yuvarlak torna işi korkuluklu bir ahşap mesnevi kürsüsü asılıdır. Semâhânenin güneybatı duvarında II. Mahmud’un kabartmalı tuğrası, Hâlet Efendi’nin 1227 (1812), Sultan Abdülmecid’in 1257 (1841) tarihli tamir kitâbeleri asılmıştır.

Semâhânenin meydan çevresindeki dalgalı hareketli kemerler sarı, yeşil, mavi ve kiremit renkleri hâkim olan nakış ve hat tezyinatıyla çok ilgi çekicidir. Cümle kapısının önündeki ışınlı desenli, çıtalı tavanın ortasındaki oval göbeğin içinde yapraklarla çevrili, sarı ve beyaz natüralist gül motifli bir kompozisyon yer alır. Mavi mermer taklitli direk başlıkları siyah zemin üzerine “C” kıvrımlı sarı yapraklı motifler ve bordo bir şeritle çevrilidir. Zemin katın yeşil zeminli direk üstü boşluklarında, alttan zarif, sarı ve beyaz çiçekli girlantlarla çevrilmiş sehpa üzerinde yağlı boya destarlı sikke motifleri görülür. Bu boşlukların üstündeki galeri tabanını meydana getiren sarı ve beyaz zeminli kuşakta, “Ey kâşif-i esrâr-ı Hudâ Mevlânâ” mısraı ile başlayan şiir, ta‘likle yazılmış Farsça beyitler ve aralarında, destarlı sikkeli motifler üzerinde dikdörtgen kartuşlar içinde “Yâ Hazret-i Mevlânâ” ibaresi bulunur. Kubbe kasnağını taşıyan sütun üstündeki boşluklarda girlantlarla çevrili Ashâb-ı Kehf’in isimleri yer alır. Galeri katında bulunan kemerin iç tarafındaki üç boyutlu yeşil-sarı zikzak ve sarı-mavi yaprak motiflerinin canlılığı dikkat çekicidir.

Süslemenin ağırlık noktasını kubbe ve kubbe kasnağı oluşturmaktadır. Kasnak eteğinde, ketebesi Ahmed Mâhir Kütahyavî Tekfurdağızâde imzalı, sülüs hatla yazılmış 1304 (1887) tarihli Âyetü’l-kürsî kuşağı dolanır. Kasnak pencerelerinin altında, perdeli yuvarlak nişler içinde sehpa üzerinde destarlı sikkeli kalem işi motifleri tekrarlanır; pencerelerin arasında kurdeleli girlantlar içinde “Allah”, “Muhammed” isimleriyle dört halifenin adı yazılıdır. Pencere üstünde bir sıra “C” ve “S” kıvrımlı iri yapraklar arasında sehpa üzerinde vazolu çiçek motifleri vardır. Kubbe göbeğinde de 1304 (1887) tarihli iri sülüs istifli İhlâs sûresi kompozisyonu mevcuttur. Naif sarı çiçek buketleri arasında kıvrımlı üzüm dallarının yer aldığı zikzak motifli bir şerit bu yazının çevresinde dolanır.

Türbe semâhâneden daha eski olup Beylikler veya Selçuklu dönemine kadar indirilebilir. Semâhâne XIX. yüzyılda esaslı onarımlar ve yenilemeler geçirdiğinden önceki durumu hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir.

Semâhâne-mescid mekânının güneybatısına bitişik olan türbe 7,4 × 4,5 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup ortada basit tromplarla geçilmiş bir kubbe ile örtülüdür. Türbe, 5 m. açıklıklı, geniş basık bir sivri kemerle semâhâneye bağlanmıştır. Türbedeki duvar kalınlığı genelde 1 m. olup kalınlık doğu yönünde 1,35 metreye ulaşmaktadır. Mekân, batı ve güney duvarlarının ortasındaki beşik kemerli iki pencereden ışık almaktadır. Hamza Güner’e göre dergâhın bânisi ve ilk postnişini Celâleddin Ergun Çelebi ile oğlu Burhâneddin İlyas, Zeynüddin Çelebi, Sâkıb Mustafa Dede, Kâmile, Hâce Fatma ve Havvâ hatunlar, şeyhlerden Mehmed Muhlis Çelebi, Ali Şâkir Çelebi ve İsmâil Hakkı Çelebi ile ailelerinden Mehmed ve Ebûbekir çelebiler, Fatma ve Halime Meliha hanımlar gibi şahısların sandukaları buradadır. İki kademeli, piramidal çatılı türbe alaturka kiremitle örtülmüştür. Çok sayıda onarım geçirmiş olan türbenin mihrap nişi bulunmaması ve dikdörtgen planında mihrabın kıble yönünden hayli kaymış olması eski Hezâr Dînârî Mescidi olduğu rivayetiyle çelişmektedir.

1814’te Reîsülküttâb Galib Efendi, mevlevîhânenin bitişiğindeki evi harem-selâmlık olarak şeyhlerin ikametine tahsis ettirmişti. Arşiv vaziyet krokilerine göre 1254 (1838) tarihli yenilemeden önce harem-selâmlık bölümünü, eski tekke kapısının sağındaki küçük hâmûşânın yanındaki harem kapısından girilen, geniş harem bahçesinin güneydoğusunda, yan yana uzun yamuk dikdörtgen planlı, kırma çatıyla örtülü iki mekân meydana getirmekteydi. 1838-1839 yıllarındaki yenilemede bu iki mekân yıkılıp yerlerine iki katlı büyük bir harem-selâmlık, kuzeye doğru birbirine bitişik matbah-ı şerif, helâ ve derviş hücreleri inşa edilmiştir.

İki katlı ahşap harem-selâmlık bölümü “L” şeklinde bir plana sahip, üst katın şeyhe tahsis edildiği eski tekke kapısının sağındaki küçük hâmûşâna bitişik bir kapıyla ulaşılan batı bölümünün selâmlığa, doğu bölümünün hareme tahsis edildiği bir bölümlenme sergilemekteydi. Muhtemelen matbah-ı şerif ve derviş hücreleri gibi harem-selâmlık da 1887-1889 yenilemesinde farklı bir planda inşa edilmişti. Harap durumda olan bu harem-selâmlık binası 1972’den sonra yıktırılıp önündeki küçük hâmûşânla güneydeki eski tekke girişi kaldırılarak arsası park haline getirilmiştir.

Semâhâne ile birlikte II. Abdülhamid dönemindeki büyük onarımda değişik bir planla yeniden inşa edilen matbah-ı şerif ve derviş hücreleri birimi tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra harap duruma gelmiş ve 1964 yılında onarılarak bazı iç değişikliklerle Kızılay aşevi haline dönüştürülmüştür. Dikdörtgen planlı bina güneydoğusundaki Eydemir Hamamı’na bitişik olarak inşa edilmiştir. Bugünkü durumda kâgir cepheli yapıya, kuzey tarafa daha yakın olan kitâbesi sökülmüş beşik kemerli kapı ile ulaşılmaktadır. Yapı, taşkın profil ve kilit taşlı yedi beşik kemerli pencereye ve binayı çepeçevre dolanan iki sıra silmeli taş saçağa sahiptir.

BİBLİYOGRAFYA, Hatt-ı Hümâyun, nr. 48320-K (Kütahya’da müceddeden inşası tekmil olmayan mevlevîhânenin resm-i musattahıdır) ve Hatt-ı Hümâyun-M (Kütahya’da müceddeden inşa olunacak mevlevîhâne ebniyesinin resm-i musattahıdır) (H. 1254 / M. 1838-39).

VGMA, Mücedded Anadolu Defteri, nr. 587, s. 109 vd.

Tercüme Defteri, nr. 1766, sıra 21, 102 vd.

Mevlânâ Müzesi Arşivi, Vakfiye, Berat sûretleri, nr. 51/44; nr. 51/29 (22 Kânunuevvel 1327 / M. 1909); nr. 97/51.

, IX, 22-23.

, I, 59-96.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 148-149, 226, 227.

Hamza Güner, Kütahya Camileri, Kütahya 1964, s. 9, 10, 102.

Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 122-124.

Mustafa Çetin Varlık, XVI. Yüzyılda Kütahya Sancağı, Erzurum 1980, s. 112.

Faruk Şahin, “Kütahya’da Çinili Eserler”, Kütahya: Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılına Armağan, İstanbul 1981-82, s. 128.

Ara Altun, “Kütahya’nın Türk Devri Mimarisi”, a.e., s. 223-224, 347-354, 373-375, 630-636, 653-654.

Hasan Özönder, “Kütahya Mevlevîhanesi”, SÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü II. Milletlerarası Osmanlı Devleti’nde Mevlevîhaneler Kongresi, Konya 1993, s. 69-89.

Ş. Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimarî Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 427-451, çizim XXV, 1-8, rs. XXV, 1-44.

Sezai Küçük, XIX. Asırda Mevlevîlik ve Mevlevîler (doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 184-190.

Kemal Özmen, “Kütahya’nın İncisi Dönenler Camii”, Nalburiye, 22 Ağustos 1922, s. 159-161.

Hamdi Aydın, “Kütahya’da İnanmalar”, , II/38 (1952), s. 597.

Kütahya Mevlevihânesi

Kütahya Börekçiler Mahallesi’nde, Dönenler Meydanı’nın güneybatısında, Ulu Cami’nin doğusunda bulunan Mevlevihane, Konya ve Afyonkarahisar Mevlevihanelerinden sonra Mevlevi kültüründe üçüncü önemli merkezdir. Mevlevihane’nin ilk Postnişini Celaleddin Ergun Çelebi’den ötürü Erguniye Dergâhı, Ergun Çelebi Zaviyesi veya Zaviye-i Erguniye isimleri ile de tanınmaktadır.

Mevlevihane’nin ilk yapısı Emir İmadüddin Hezar Dinari tarafından 1237-1243 yıllarında yaptırılan Hezar Dinari Mescidi’dir. Celaleddin Ergun Çelebi’nin sonra da diğer postnişinlerin buraya gömülmesinden sonra mescit Ergun Çelebi Türbesi’ne dönüşmüş, kuzeyine de Mevlevihane’nin semahanesi eklenmiştir. Mevlevihane’nin ilk postnişini olan Celaleddin Ergun Çelebi’den sonra yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi, ardından amcazadesi Zeynüddin Çelebi post makamına oturmuştur. Timur’un Kütahya’yı işgal etmesi ve II.Yakub Çelebi’nin ölümünden sonra Kütahya Osmanlıların yönetimine girmiştir. Bu nedenle de Kütahya Mevlevihanesi 1543 yılına kadar işlevini sürdürememiştir. Bu tarihte Kütahyalı İbrahim ve Mehmet dedeler Mevlevihane’yi yeniden faaliyete geçirmiştir.

Mevlevihane’nin ilk yapısı ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Mevlevihane 1812 yılında yeniden yapılırcasına onarılmış, 1814 yılında yanına harem ve selamlık daireleri eklenmiştir. Mevlevihane 1838-1839 yılında ise yeniden yapılmıştır. Sultan Abdülmecit döneminde 1841-1842 yılında bir kez daha onarılan Mevlevihane’nin postnişini Hacı Abdullah Efendi de 1848’de buradaki çeşmeleri onarmıştır. Sultan II.Abdülhamid’in isteği ile Mevlevihane 1887-1889 yıllarında yeni bir onarım geçirmiştir. Zamanla bu yapılar da harap olmuş, semahane Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1964 ve 1972 yıllarında onarılmış, yapılan ilavelerle Dönenler Camisi ismi altında ibadete açılmıştır.

Başbakanlık arşivindeki 1838 tarihli krokilere göre Mevlevihane’nin kuzey yönünde giriş kapısı, güneyinde de eski giriş kapısı bulunuyordu. Büyük olasılıkla güneydeki kapının hareme ait olduğu sanılmaktadır. Mevlevihane, iki katlı kare planlıdır. Semahane 14.70×14.60 m. ölçüsünde olup, üzeri on sekiz sütunun taşıdığı bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür. Yapının yan ve ön cephelerinde iki sıra halinde dikdörtgen pencereler bulunuyordu. Semahanenin ortasında iki kat yüksekliğindeki yuvarlak sema meydanı bulunmaktadır.

Semahanenin mescidi kare planlı, iki katlı üç taraftan iki sıralı pencerelerle aydınlatılmıştır. Cephenin ortasındaki semahaneye giriş kapısı üzerinde iki çini levha bulunmaktadır. Bunlardan alttaki büyük çinide kobalt renkli zemine beyaz talik yazı ile “Ya Hazreti Ergun” hattat Halil Mahir tarafından yazılmıştır. Büyük olasılıkla bu çini Mevlevihane’nin 1887-1889 onarımında buraya konulmuştur. Alttaki küçük çinide lacivert üzerine mavi ve kiremit renkli talik yazı ile “Ya Hazreti Mevlana” yazılmıştır.

Semahanenin iki yan cephesinde altlı üstlü on dört dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Arka cepheden köşedeki merdivenlerle de ikinci kattaki kadınlar mahfiline çıkılmaktadır.

Mevlevihane’nin türbesi semahaneden daha eski bir tarihe ait olup, Beylikler ve belki de Selçuklular dönemine kadar inmektedir. Semahane-mescidin güney batısına bitişik olan türbe, 7.40×4.50 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Üzeri de tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe 5 m. genişliğinde sivri bir kemerle semahaneye bağlanmıştır. Burası batı ve güney duvarındaki iki pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe içerisinde dergâhın ilk postnişini Celaleddin Ergun Çelebi ile oğlu Burhaneddin İlyas, Zeynüddin Çelebi, Sâkıp Mustafa Dede, Kâmile Hatun, Hâce Fatma Hatun, Havva Hatun, Şeyh Mehmet Muhlis Çelebi, Ali Şakir Çelebi ve İsmail Hakkı Çelebi burada gömülüdür.

Reisül Küttab Galib Efendi 1814’te Mevlevihane’nin bitişiğindeki evini haremlik olarak Mevlevihane’ye bağışlamıştır. Bu bölüme eski tekke kapısının sağındaki mezarlığın (Hamuşan) yanındaki harem kapısından girilen geniş bahçenin güneydoğusundadır. Yan yana iki mekândan meydana gelmiştir. Mevlevihane’nin 1838-1839 yılında yapılan yenilenmesi sırasında bu iki mekân yıkılmış ve yerine iki katlı büyük harem-selamlık ile, kuzeyine de matbah-ı şerif ve derviş hücreleri yapılmıştır. Buradaki harem-selamlık bölümü L şeklinde olup, üst kata hamuşana bitişik kapıdan girilmektedir.

Bu gün Dönenler Camii adıyla anılan Semahane bölümü 1959 yılında vakıflar tarafından onarılarak ibadete açılmıştır Mevlevihane Asitane olarak bilinirdi.

Hezar Dinari Mescidi çekirdek baz alınarak etrafına semahane, dede hücreleri, meşruta ve kütüphane bina edilmiştir. Semahane, sonradan mescit olarak da kullanılmaya başlanınca Hezar Dinari Mescidi türbe haline getirilmiştir Türbe de Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin torunu Ergun Çelebi ve yakınlarının sandukaları bulunmaktadır. Kütahya, Konya ve Afyon’dan sonra mevlevilik tarikatının üçüncü büyük merkezi olarak bilinir. Mevlana’nın torunu Ergun Çelebi’ den başka oğlu Sultan Veled’ de Kütahya’ yı şereflendiren ve Kütahya’yı gerçekten seven beğenen meşhurlar arasındadır. Sultan Veled Kütahya için:

“Kütahya’da bir ay kalana ne mutlu,
İki ay kalacak olursanız, daha fazla müstefid ve münfeyiz olursunuz.
Kütahya kusursuz bir güzeldir.
Böyle kusursuz güzele zeval olur mu?
Ya Rab, bu memlekete kaza-bela verme,
Cennet Kütahya’nın ya altındadır ya üstünde,
Feda olsun Lahor, Keşmir, Tebriz Kütahya’ ya.”

demiştir. Bu sözleri Mehmed Dumlu Hoca, Feridun Nafiz Uzluk beyden,nakletmiştir. Bu gazel “Divan-ı Sultan Veled” de mevcut olup yayınlanmıştır. Semahanenin kütüphanesi sonradan Vahit Paşa Kütüphanesine devredilmiştir

İçeride türbeye açılan kemerin sağında “Adli” mahlası ile sultan II.Mahmud’ un tuğrası ve iki tane kitabe vardır. Birinci 1812, ikincisi 1841′ deki onarımlara ait kitabelerdir. Son onarım tarihi 1959′ dur. Dede hücreleri olan kısım bu gün Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından fakirlere yemek dağıtımda aşevi olara kullanılmaktadır. Kütahya mevlevihanesi, Konya ve Afyon’ dan sonra erken dönem mevlevihaneleri içinde ve mevlevi dergahlarından 76 zaviye ve 14 asitaneden birisi olarak bilinirdi.

Zamanla harap duruma gelen harem-selamlık 1970’li yıllarda yıktırılmış ve yeri park haline getirilmiştir. Semahane ile birlikte Sultan II.Abdülhamid döneminde yeniden yapılan matba-ı şerif ve derviş hücreleri zamanla harap olmuş, 1964 yılında onarılmış ve bazı değişikliklerle Kızılay Aşevi haline dönüştürülmüştür.

 

Kilis Mevlevihânesi
Kilis Mevlevihânesi 800 600 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kilis Mevlevihânesi

      Kilis Tekke Mahallesi’nde, Hükümet Konağı’nın doğusunda bulunan Mevlevihane giriş kapısı üzerindeki kitabesinin son satırı Ebcet hesabına göre Mevlevihane’nin1894 yılında yapıldığını göstermektedir. İbrahim Hakkı Konyalı ise, kitabe tarihinin 1525 olduğunu belirtmektedir. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Zikir ocağı, aşıklar evi, fazilet kaynağı, sâlikler konağı, âşıkların etrafında döndükleri Kâbe gibi âbıtlarin karargâhı ve dergâhı olan bu eseri, gelenlerin sığınağı olarak, yiğit, kâmil vasıflara sahip Subuhi Dede, zamanın padişahı ve müminlerin emiri II.Abdülhamid el-Murtaza’nın yardımlarıyla, malını ve bütün himmetlerini sarf ederek burayı oturulacak bir hale getirdi. Sabredip Rabbine güvenerek iş görenlerin mükâfatı ne güzeldir.Ayetini okuduk. Tarihi düşüren Râmiz dedi ki: Buraya güven içinde esenlikle giriniz”.

Evliya Çelebi de bu Mevlevihane’den söz ederek bu konuda bazı bilgiler vermektedir: “Cümleden mükellef binâ-ı cedid Canboladiye kethüda yeri Ali Ağa’nın hayratıdır. Dört tarafı gül, gülistan ile müzeyyen ve havuz ve şadırvan sebilleri ile piraste bir Mevlevihane’dir.” Evliya Çelebi’nin burada asitane olarak söz etmesi dikkate alındığında Mevlevihane’nin şeyh ve derviş yetiştiren büyük bir dergah olduğu da anlaşılmaktadır.

Mevlevihane arşiv belgelerinden öğrenildiğine göre suyunu Abdullah isimli bir kişi 1639’da getirmiştir. Ayrıca İbrahim Hakkı Konyalı’nın sözünü ettiği ancak, günümüze gelemeyen kubbedeki bir kitabede de 18120 yılında onarıldığı anlaşılmaktadır.

Mevlevihane’nin yapım kitabesi bulunmamaktadır. Günümüze gelebilenler ise onarım kitabeleridir. Canbolat Paşa’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bulunan arşivindeki 1553 tarihli vakfiyesinde sözünü ettiği ve cami ismi verilen tekkenin bu Mevlevihane olduğu sanılmaktadır. Kilis Tapu ve tahrir Defterlerindeki 1584 tarihli bir notta da Canbolat paşa’nın Kilis’te bir tekke yaptırdığı belirtilmiştir. Büyük olasılıkla bu tekke Mevlevihane’dir. Canbolat paşa’nın Kilis Sancak Beyliği’ne 1535 yılında atandığı göz önüne alınırsa Mevlevihane’nin de bundan sonra, 1535-1553 yıllarında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Mevlevihane’den günümüze yalnızca semahanesi gelebilmiştir. Mevlevihane’nin semahane çevresindeki diğer yapıları günümüze ulaşamamıştır. Semahane muntazam kesme taş, beyaz ve sarımtırak taştan yapılmıştır. Bu nedenle de buraya halk arasında “Ak Tekke” ismi verilmiştir.

Semahane kare planlıdır. Batı cephesinde biri kapı olmak üzere, altta dikdörtgen çerçeveli dört, üstte de yuvarlak kemerli dört alçı pencere bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerine de alçı şebekeli yuvarlak bir pencere yerleştirilmiştir. Alt sıra pencereler ile giriş kapısı siyah ve beyaz taşların alternatif olarak kullanılması ile hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Alt sıra pencerelerin üzerlerine sağır kemerlerden oluşmuş birer alınlık yerleştirilmiştir. Bu pencere sistemi güney cephede de aynen uygulanmıştır. Bu pencereler altta ve üstte ikişer tane olmak üzere dört adettir. Semahanenin doğu cephesinde batı ve güneyde olduğu gibi nişler bulunmamaktadır. Burada da altı pencere vardır.

Semahane batı, güney ve doğu cephelerindeki 21 pencereden ışık almakta olup, içerisi oldukça aydınlıktır. Ana mekanı örten kubbe L şeklindeki paye üzerine oturtulmuştur. Birbirlerine sivri kemerlerle bağlanan bu payelerin üzerlerinde mukarnaslı tablalar bulunmaktadır. Kubbeye geçiş üçgenlerle sağlanmıştır. Kubbe onikigen yüksek bir kasnak üzerindedir. Mukarnas bezemeli bir friz buradaki pencereleri çepeçevre kuşatmıştır. Bu kasnağın her cephesine yuvarlak kemerli birer pencere yerleştirilmiştir. Semahanenin dört köşesine ayrıca dört küçük kubbe yerleştirilmiştir. Bu kubbeler iki taraftan kemerlerin yardımı ile ana kubbeyi taşıyan ayaklara bağlanmıştır. Semahanenin kuzey tarafına ahşap mutrıp yerleştirilmiştir. Bu mutrıba kuzeybatı köşedeki bir kapıdan çıkılmaktadır.

Semahanede çok fazla olmamakla beraber bezemeye yer verilmiştir. Özellikle batı ve güney cephede siyah ve sarı renkli taşlar alternatifli olarak kullanılmış ve cephelerdeki nişlerin üzeri de mukarnaslarla doldurulmuştur. İç mekandaki bezeme kubbe ve mihrapta görülmektedir. İbrahim hakkı Konyalı’nın sözünü ettiği kubbe ve kasnaktaki yazılardan hiç birisi günümüze gelememiştir. Büyük olasılıkla bu yazılar Mevlevihane’nin 1971 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan onarımı sırasında ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde bezeme olarak kubbede kasnağı çepeçevre dolanan mukarnaslı bir friz bulunmaktadır.

Mihrap sivri kemerli olup, üzeri koyu mavi, açık yeşil, sarı ve koyu yeşil renkte boyanmış, üzeri de mukarnaslarla doldurulmuştur. Mukarnasların bitiminde palmet, dal ve yaprak motiflerinden oluşan bitkisel bir friz bulunmaktadır. Bu bezeme XVIII.yüzyılın başlarına ait barok ve rokoko intibaını vermektedir.

KİLİS MEVLEVÎHÂNESİ

 

Kasımpaşa Mevlevihanesi  
Kasımpaşa Mevlevihanesi   738 768 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kasımpaşa Mevlevihanesi  

Kasımpaşa Mevlevihanesi, Kasımpaşa Sururi Mahallesi Mevlevihane Sokağında bulunuyordu. Uzun yıllar harap ve perişan bir halde kalan, kendisine uzatılacak bir yardım elini bekleyen bu tarihi yapı ilgisizlikten yok olup gitmiş, günümüze yalnızca avlu kapısı gelebilmiştir.

Eski İstanbul yaşantısında isminden sık sık söz edilen Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin kurucusu Fırıncızade Sırrı Apti Dede’dir. Onun bu Mevlevihane’yi kurmasının özel bir nedeni vardır; Galata Mevlevihanesi’nin şeyhlik makamı boşaldığında kendisinin o makama getirileceğini ummuştu. Ne var ki şeyhlik makamı Mesnevî Sârihi Ankaralı İsmail Rusûhi Dede’ye verilince buna çok üzülmüş ve Kasımpaşa’da babadan kalma bostanlar içerisine kendisini sevenlerin yardımıyla bu Mevlevihane’yi yaptırmıştır.

Kasımpaşa Mevlevihanesi harem ve selamlık olmak üzere bir birini tamamlayan iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Yapımına 38.000 kuruş harcanmış, kerestesi özel olarak Romanya’dan getirilmiştir. Mevlevi muhibbi olarak bilinen Sultan III.Selim, Sultan II.Mahmut ve Sultan III.Ahmet Mevlevihane’ye maddi yardımlarda bulunmuş, çeşitli dönemlerde onarımlarını yaptırmış, fırsat buldukça da ziyaret etmişlerdir.

Kasımpaşa Mevlevihanesi de diğerleri gibi ahşap, üç katlı bir yapı idi. Semahane, selamlık, dedegân hücreleri, harem, hünkâr dairesi, mutbakdan oluşmuş iki bloğun birleşmesiyle bir konak görünümünde idi. Kareye yakın bir planı olan semahanenin çevresini iki katlı mahfiller kuşatıyordu. Üst örtü Sultan II.Mahmut döneminin sevilen ve çok sık uygulanan ampir üslubunda ahşap kubbeliydi. Buradaki bezemeler arasına Mevlevi musikisinin vazgeçilmez enstrümanları olan ney, kudüm, halile, def, rebab, ud ile nota defteri ve bir de Mevlevi sikkesi resmedilmişti.

Kasımpaşa Mevlevihanesi yakın tarihlere kadar çevredeki fakir fukaranın işgaline uğramıştı. Mevlevihane sonunda son direnme gücünü yitirmiş, ahşap parçaları çevrede yaşayanlarca odun niyetine yerlerinden sökülmüş ve sonunda da yanmıştır.Günümüzde burası Sururi İlköğretim Okulu’nun bahçesinin bir bölümü olup, ayakta kalan iki taş merdiven ile bir Mevlevi mezarı dışında Mevlevihane’yi anımsatacak başkaca iz bulunmamaktadır.

KASIMPAŞA MEVLEVÎHÂNESİ

M. BAHA TANMAN

Beyoğlu ilçesinde Sürûrî Mehmed Efendi mahallesinde bulunan mevlevîhâne, 1623-1631 yılları arasında Fırıncızâde Şeyh Sırrî Abdi Dede tarafından kurulmuştur. XVI. yüzyılın ikinci yarısında bir müddet boş kalarak harap olduktan sonra sırasıyla Halvetî tekkesi ve medrese olarak kullanılan Galata Mevlevîhânesi’ni ihya eden Abdi Dede, bu olayın ardından Konya Mevlânâ Âsitânesi postnişini Bostan Çelebi’nin yerine Mes̱nevî şârihi Ankaravî İsmâil Rusûhî Dede’yi tayin etmesi üzerine Kasımpaşa’da sahibi olduğu bostanın içinde mensuplarının yardımıyla bu tekkeyi tesis etmiştir.

Galata ve Yenikapı mevlevîhânelerinden sonra İstanbul’da açılan üçüncü mevlevîhâne olan Kasımpaşa Mevlevîhânesi zaman içinde çeşitli onarımlar geçirmiştir. Kuruluşunda mütevazi bir zâviye olan tesis, 1731-1732’de Hasan Ağa adında bir kişi tarafından tamir ettirilmiş, onarımın keşfini Hassa başmimarı Kayserili Mehmed Ağa gerçekleştirmiştir. Mevlevîhâne 1796’da Mihrişah Vâlide Sultan ile Mevlevî muhibbi olan oğlu III. Selim tarafından yeniden yaptırılmıştır. Kaptanıderyâ Çengeloğlu Tâhir Paşa’nın muhtemelen 1832-1834 yıllarında yaptırdığı onarım sırasında mevlevîhânenin alanı genişletilmiş olarak 1834-1835’te II. Mahmud tarafından ihyası sırasında son şeklini almıştır. Mevlevîhânenin semâhâne kısmı Cumhuriyet döneminde bir süre Kasımpaşa Güreş Kulübü’nün güreş salonu, diğer bölümleri ilkokul olarak kullanılmış, bu sırada ana yapının kuzeyindeki müştemilât, avludaki şadırvan ve hazîre ortadan kalkmış, arsanın çiçek bahçesi olan doğu kesimine Sürûrî İlkokulu inşa edilmiştir. Esas bina Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından oda oda kiraya verilerek sefalet yuvasına dönüşmüş, hızla harap olarak çökmeye başlamış ve 1979 ilkbaharında çıkan bir yangında tamamen yok olmuştur.

Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin İstanbul’da Mevlevî kültürünün gelişmesinde Galata, Yenikapı, Beşiktaş ve bunun devamı olan Bahariye mevlevîhâneleri kadar önemli bir yer tutmadığı, hânedan, saray ve yüksek bürokrasi mensuplarının buraya daha az rağbet ettiği, diğer mevlevîhânelerde özellikle XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren gözlenen aristokrat üslûbun yerini burada halk kültürüne daha yakın bir hayat tarzının aldığı söylenebilir. Bazı Bektaşîler’in, büyük ihtimalle mevlevîhânenin bu özelliğinden dolayı tekkelerinin kapatıldığı Vak‘a-i Hayriyye’den (1826) sonra buraya devam ettikleri ve burada Bektaşî meşrepli Mevlevîler’in kalenderâne bir hayat sürdükleri bilinmektedir.

Mevlevîhâne, Kasımpaşa deresinin oluşturduğu vadinin Beyoğlu’na doğru yükselen sırtında 1950’lere kadar daha çok bağlar, çiçek bahçeleri ve bostanlarla kaplı bulunan kesiminde yer almaktadır. Arsanın kuzeybatı kesiminde, Kasımpaşa Mevlevihâne sokağına açılan cümle kapısının pilastırlarla kuşatılmış ve üçgen bir alınlıkla taçlandırılmış olan dikdörtgen açıklığı üzerinde Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin ta‘lik hattıyla yazılmış 1250 (1834-35) tarihli manzum kitâbe, alınlığın içinde de II. Mahmud’un beyzî çerçeveli tuğrası yer alır. Mevlevîhânenin semâhâne, selâmlık, dedegân hücrelerinin bir kısmı, harem, hünkâr dairesi, matbah-ı şerif, somathâne kısımlarını barındıran, kâgir duvarlı kısmî bir bodrum üzerine oturan iki katlı ahşap bina dış görünüşü itibariyle empire üslûbunda bir konağı andırır. İstanbul’da geç döneme ait ahşap tarikat yapılarının en büyüklerinden olan bina iki kanat halinde düzenlenmiştir. Zemin katın ve birinci katın duvarları ahşap karkaslı olup içeriden bağdâdî sıva, dışarıdan ahşap kaplamayla donatılmış, bütün kapı ve pencere açıklıkları dikdörtgen olarak tasarlanmıştır. Doğu yönünde yer alan, ileriye doğru çıkan ve büyük bir üçgen alınlıkla dikkati çeken kanadın bodrumunda dedegân hücreleriyle helâlar ve abdest muslukları, üst katlarda ortada semâhâne, bunun batısında hünkâr dairesi, doğusunda selâmlığın küçük bir bölümü yer alır. Geriye çekilmiş olan kanadın bodrumu ardiye olarak değerlendirilmiş, zemin katla birinci kata harem ve selâmlık bölümlerine ait mekânlarla matbah-ı şerif yerleştirilmiştir.

Doğudaki kanadın kuzey cephesinde iki yandan merdivenlerin kuşattığı, kırma çatıyla örtülü bir sahanlığın arkasında yer alan semâhâne girişinin üzerinde, ta‘lik hattı Melek Paşa hafidi Ali Haydar Bey’e ait 1250 (1834-35) tarihli ihya kitâbesi yangında harap olduktan sonra Divan Edebiyatı Müzesi’nin (Galata Mevlevîhânesi) avlusuna taşınmıştır. Kareye yakın dikdörtgen bir alanı kaplayan semâhânenin ortasında, köşeleri 45° pahlı 10 × 10 m. boyutlarındaki kesim Mevlevî mukabelesi için ayrılmıştır. Semâ alanını çepeçevre kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında kare kesitli ve dor başlıklı ahşap dikmeler sıralanmakta, bunların arasında torna işi ahşap korkuluklar uzanmaktadır. Zemin kattaki mahfillerin doğu kanadına fevkanî mahfile çıkan bir merdiven, batı kanadına bodrum katına inen diğer bir merdiven yerleştirilmiştir. Fevkanî mahfilin kuzey kanadında, mihrabın karşısına gelen ve kavisli bir çıkmayla genişletilmiş olan kesim mutrip maksûresi, batı kanadının ortasında, yanlardan duvarlarla kuşatılan ve aynı türde bir çıkmaya sahip olan kesim ise hünkâr mahfilidir. Doğu ve batı duvarları sağır olan semâhâne kuzey ve güney duvarlarda sıralanan pencerelerle aydınlanır. Batı duvarındaki kapı hünkâr dairesinin zemin katına, doğu duvarındaki iki kapıdan biri şerbethâneye açılır.

Semâhânenin tekne tavanında empire üslûbuyla barokun karışımını yansıtan bezemeler görülür. Tavanın ahşap kaplaması üzerine yağlı boya nakışlarla süslü branda gerilmiş, tavanın ortasına da yapının en ilginç süsleme öğesi olan bir göbek yerleştirilmiştir. Birtakım simgeleri ihtiva eden ve II. Mahmud döneminin sosyokültürel ortamını yansıtan bu süsleme grubunun merkezindeki ahşap oymanın çevresinde Mevlevî mûsikisinde kullanılan bazı aletler (dokuz adet farklı türde ney, bir çift kudüm, iki çift halîle, bir def, bir rebab, bir ud), bir âyin cöngü veya nota defteriyle bir sikke görülür. Bunlardan sonra sekiz adet sancak semâ yönünde yani soldan sağa döner şekilde sıralanmaktadır. Sancak direkleri atlamalı olarak hilâller ve mızrak uçlarıyla son bulmakta, merkezden dağılan ışınlar şeklinde yerleştirilmiş olan neylerin sancaklarla iç içe bulunduğu dikkati çekmektedir. İki sıra halinde düzenlenmiş, püsküllü ve kordonlu perde kıvrımları kompozisyonun çerçevesini oluşturur. II. Mahmud ile yoğunluk kazanan Batılılaşma hareketi kapsamında Avrupa’daki örneklerin taklidi sonucunda ortaya çıkan Osmanlı armalarıyla bu Mevlevî armasının aynı zihniyetin ürünü olduğu söylenebilir. Ayrıca bu armada, Osmanlılığın alâmeti olan sancakların Mevlevîliği temsil eden mûsiki aletleriyle kaynaşması ve semâ edercesine sıralanması da kökleri Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna uzanan devlet-tarikat dayanışmasını dönemin zevkine uygun bir biçimde ifade etmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 10-12; Âsitâne Tekkeleri, s. 6; Mecmûa-i Cevâmi‘, II, 24-25, nr. 51; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1308, s. 8; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, s. 532-536; 1329 Senesi İstanbul Beldesi İhsâiyyât Mecmuası, İstanbul 1330, s. 19; Hüseyin Vassâf, Sefîne, V, 269; Derviş Şükrü, İstanbul Hânkâhları Meşâyihi (haz. T. Kut – İ. Pala), Harvard 1995, s. 41-42; Sadi Abaç, Kasımpaşa’nın Tarihçesi, İstanbul 1935, s. 15; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, (İstanbul 1953) İstanbul 1983, s. 339; Erdem Yücel, “İstanbul Mevlevîhaneleri”, Hayat Tarih Mecmuası, V/11, İstanbul 1965, s. 28-33; a.mlf., “Kasımpaşa Mevlevihanesi”, Türk Edebiyatı, sy. 29, İstanbul 1974, s. 39-43; a.mlf., “Kasımpaşa Mevlevihanesi”, TDA, I/3 (1979), s. 76-88; a.mlf., “Kasımpaşa Mevlevihanesi”, TTOK Belleteni, LXVII/346 (1981), s. 38-42; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihaneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 15-46; Mithat Sertoğlu, “Kasımpaşa”, Hayat Tarih Mecmuası, XIII/1 (1977), s. 48-53; Atilla Çetin, “İstanbul’daki Tekke, Zâviye ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 589; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikleri”, TT, XI/61 (1989), s. 36, nr. 108; M. Baha Tanman, “İstanbul Mevlevîhaneleri”, OA, XIV (1994), s. 177-183; a.mlf., “Kasımpaşa Mevlevîhanesi”, DBİst.A, IV, 482-485; Ekrem Işın, “Mevlevîlik”, a.e., V, 425-428; “Abdi Dede”, İst.A, I, 25.

Kastamonu Mevlevihanesi
Kastamonu Mevlevihanesi 1024 704 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kastamonu Mevlevihanesi

Kastamonu Mevlevihanesi’nin banisi olarak Çandarlı Süleyman Paşa kabul edilmektedir. İlk şeyh de Dede Sultandır.

Elvan Dede zamanında dergah binaları yapılmış, bir mescit ve türbe inşa edilmiştir. Daha sonra tekke Nakşi ve Kadiriler’in eline geçmiş 1871’de yeniden kurulmuştur. 20. yüzyıl başlarında posta geçen Sait Efendi, uygun olmayan davranışları sebebiyle görevinden alınmış ve yerine Ahmet Remzi Dede atanmıştır (11209).

Mevlevihaneden geriye hamam ve hamama bitişik eski bir bina kalmıştır. Bu eski bina içerisinde temsili bir mezar da bulunmaktadır.
Konya Ticaret Odası Dergisi

Kastamonu’da Mevlevîlik / Abdulhalim Durma

Kastamonu Mevlevihane’sinin banisi olarak Çandarlı Süleyman Paşa kabul edilmektedir. İlk şeyh de Dede Sultan’dır. Elvan Dede zamanında dergâh binaları yapılmış, bir mescit ve türbe inşa edilmiştir. Daha sonra tekke Nakşi ve Kadiriler’in eline geçmiş 1871’de yeniden kurulmuştur. 20. yüzyıl başlarında posta geçen Sait Efendi, uygun olmayan davranışları sebebiyle görevinden alınmış ve yerine Ahmet Remzi Dede atanmıştır (11209). Mevlevihane’den geriye hamam ve hamama bitişik eski bir bina kalmıştır. Bu eski bina içerisinde temsili bir mezar da bulunmaktadır.

Ahmed Eflâkî eserinde, Ulu Ârif Çelebi’yi muhtemelen 1314 yılında bir kerametin ardından Kastamonulu Süleyman Paşa(1) ile görüştürür. Amasya’da ilk Mevlevihane’nin açılışından sonra Çelebi, Kastamonu yolu üzerinde haramilerle karşılaşır. Göstermiş olduğu keramet sebebiyle bu eşkıyalar Süleyman Paşa’nın yanına gidip tevbe eder ve İslam askeri safına girip bundan sonra gazâ ile meşgul olurlar. M. Behçet”in Süleyman Paşa”nın mezarının Mevlevi Dergahının haziresinde olduğunu söylemesi, Kastamonu Mevlevihanesinin köklerinin XIV. yüzyıla inmesi ihtimalini göz önünde bulundurmayı gerektirmektedir. 1922-3 tarihli kitabında M. Behçet, bu türbeyi ziyaretini aktararak, buranın Mevlevî Dergahı dahilindeki hazirede ‘yeşil bir örtü ile örtülü, ahşap, yüksek, özelliği olmayan bir sandukadan ibaret’ olduğunu, üzerinde camlı bir levha içersinde ta’lik bir yazı çeşidi ve siyah bir mürekkeple “Hâdim el Mevlana Candarî Süleyman Paşa aliye el-rahim” yazısının bulunduğunu belirtmektedir. Kemal Kutgün Eyüpgiller’in doktora tezi olarak 1995’te hazırlamış olduğu “Kastamonu Kent Tarihi” adlı çalışmasından öğrendiğimize göre, yapının Kastamonu”da tek Mevlevi tekkesi olarak İsfendiyar Mahallesi Gaybılar Deresi yolu üzerinde yer aldığı bilinmektedir.

Halbuki, tekkeye adını veren Dede Sultan’ın kim olduğu meçhuldür. Mevlevi Dergahı haziresindeki mezarlardan birinin Dede Sultan’a ait olduğu ve o tarihten önce kaybolmuş olan mezar taşı üzerinde 1514-5 tarihinin yazdığı bilgisi ise, tekkenin kuruluşunu XVI. yüzyıla tarihlemektedir. Bu bilgiler çerçevesinde Dede Sultan”ın adıyla anılmakla birlikte Mevlevihane’nin ilk şeyhi olması gerekmez. Şayet kendisinden yaklaşık 175 sene önce vefat etmiş olan Candarlı Süleyman Paşa yapının gerçek banisi ise, şeyhsiz bir Mevlevihane olamayacağı düşüncesiyle, bugün adını bilemediğimiz bir takım zevatın Dede Sultan’a kadar tekkede şeyhlik yapmış olmaları tabiidir. Ve mimarlık tarihi, muhtelif sebeplerle banilerinden farklı şahısların adlarıyla anılan bir çok yapının varlığını bize göstermektedir.

Bugün Kastamonu’da Dede Sultan Türbesi adıyla bilinen yapının bânisi ve inşa tarihi bilinmemektedir. Dede Sultan’ın adı kayıtlarda Celaleddin olarak geçmektedir. Aynı isimle anılan hamamın doğu bitişiğinde sığıntı bir binadan ibaret olup içindeki lahdin altı boştur. Dede Sultan Hamamı İsfendiyar Mahallesinde Atatürk Caddesi ile Gaybılar Deresinin kesiştiği köşede yer almaktadır. Yapı, dikdörtgen planlı ve kârgir duvarlı ve ahşap çatılı soyunmalık bölümünden, yine dikdörtgen planlı üç kubbeyle örtülü iki bölümlü ılıklığa, oradan da arkasında iki halvet bulunan dikdörtgen planlı ortası kubbe, iki yanı tonoz örtülü sıcaklığa geçilmektedir. Halen hamam olarak kullanılmaktadır. 1514-5 yılında Mevlevi Şeyhi Dede Sultan tarafından yaptırılarak Mevlevihaneye vakfolunmuştur. 1766 ve 1948 yıllarında tamir görmüş olduğu anlaşılıyor.

Sezai Küçük”ün, “XIX. Asırda Mevlevilik ve Mevleviler” adlı doktora tezinden öğrendiğimize göre, XX. asrın başlarında, Said Hemdem Dede”nin kardeşi olan Hüsameddin Dede’nin, Konya Mevlana Dergahına yazdığı bir yazıda, Kastamonu Mevlevihanesinin tarihçesi, vakıfları, şeyhleri ve Mevlevihanenin o zamanki durumu ile ilgili tafsilatlı bilgi bulunmaktadır (2). Dede Sultan”dan sonra dergah postuna geçen Elvan Dede zamanında, dergahın etrafına bazı binalar inşa edilmiş, dergah ise bir mescidle türbeden ibaret kalmıştır. Bu tarihten itibaren dergahın uzunca bir süre önce Nakşi, daha sonra da Kâdirî dergahı olarak kullanıldığı görülür.

Nihayet Bolulu Kalender Dede”nin bir hayli gayretleri neticesinde, 1871 senesinde, burası Mevlevihane olarak faaliyete geçer. Kalender Dede, uzun süre başkalarının eline geçmiş olan dergah vakıflarını ve diğer bazı müştemilatını yeniden Mevlevihaneye kazandırmak için çaba sarf eder. İstanbul”a gidip gelir. Bu süre zarfında bir çok münazaralar olmuş olmalıdır ki Kalender Dede, sürülür, hapse atılır ve gözlerini kaybeder. Neticede, 1876 senesinde dergahta, Mevlevi mukabelesini icraya muvaffak olur. Aynı yıl vefat eden Kalender Dede’nin yerine, Sivaslı İbrahim Dede postnişin olur. O da on yıla yakın görevini ifadan sonra 1886 yılında vefat eder.

Yerine aynı tarihte oğlu Said Efendi posta tayin edilir, fakat Said Efendi henüz rüşde ulaşmadığından kendisine türbedar vazifesinde bulunan Halil Dede vekalet eder. 1894 senesinde Said Efendi asaleten posta tayin edilir. Türbedar Halil Dede ise 1896 senesinde vefat etmiştir. 11209 senesi Mayıs ayı başlarına kadar on iki seneye yakın Kastamonu Mevlevihanesi postnişini olarak görev yapmış olan Said Efendi, aynı tarihte Mevlevi tarikatına yakışmayacak davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle görevinden azledilir. Üç kız çocuğu olup erkek evladı olmadığı için yerine, XIX. asrın sonlarında Mevlevi tarikatının en önemli simalarından Kayserili Ahmed Remzi Dede, posta tayin olunmuştur. Konya Mevlana Müzesi Arşivi’nde Said Efendi ile ilgili, altında başta Reisü’l-Meşâyih Ahmed Ziyaeddin Efendi olmak üzere şehirde mevcut bütün tarikat şeyhlerinin ve idarecilerinin mühürleri olan bir belge bulunmaktadır. Bu belgede Kastamonu Mevlevihanesi’nin Said Efendi ile birlikte içine düştüğü vahim durumdan bahsedilmekte ve Said Efendi ile ilgili; “Âdab ve namus-ı tarikattan uzak ve hiçbir diyarda eşine rastlanmayacak çeşitli fısk u fücur ve sefahat içinde, binlerce fuhşiyyat ve cinayet-i cilvegah olmuş, neticede nefret-i ‘âmm ve sû-i hareketi eseri olarak tevkif edilip habs olunmuş.” diye bahsedilmekte ve bu durumu devam ettiği halde hâlâ meşihatte gözü olduğu ve şeyh A. Remzi Dede’yi rahatsız ettiği belirtilmekte ve bu hususta Çelebi Efendi uyarılmaktadır.

Said Hemdem Dede’nin kardeşi olan Hüsameddin Dede’nin bildirdiğine göre, Kastamonu Mevlevihanesinin vakfı olan arazilerin vakfiyenameleri olmayıp, kuyûd-ı hakanî kayıtlarının da çok eski olması nedeniyle okunamaz durumda olduğunu, istinsahlarına çalışıldığını belirtmekte, ve Remzi Dede tarafından dergahta Mesnevi dersleri okutulduğu ve dergahta ehil olan dervişana ney ve ayin talimi yaptırdığını belirtmektedir. Ayrıca dergahta bulunan demirbaş eşyaların mürur-ı zaman ile tahrip olduğundan, Remzi Dede’ye teslim edilen beş on parça işe yaramaz eşya ve semahanedeki bir iki kilimden başka bir şey bulunmadığını, Said Dede”nin dergahtan azledilince bir hafta boyunca eşyaların dergahtan taşındığını, geri kalanların da bir hücreye toplanıp kapısının kilitlendiğini de ilave etmektedir.

A. Remzi Dede’nin 1911 tarihli bir yazısında Said Dede’nin daha sonra Antalya Mevlevihanesine tayin edildiği kayıtlıdır. “Konya Mevlana Müzesi Arşivinde Antalya”da azledilen Hüsameddin Dede ile yerine tayin edilen Hemdem Dede arasında vukua gelen olaylar ve tartışmalarla ilgili bir çok belge bulunmaktadır.” Bu durum Said Dede”nin Kastamonu’da Ahmed Remzi ile bıraktığı kavgaları Antalya”da Hüsameddin Dede ile devam ettirdiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Remzi Dede, harap halde bulduğu Kastamonu Mevlevihanesini tamir ettirmiş, eski şeyhten kalan borçları ödemiştir. O sırada şair, edip Süleyman Nazif Kastamonu valisidir. Remzi Dede ile ilk karşılaştığında, “meşihatiniz Pederemende midir?”, diye sorar. Ahmet Remzi Dede de “Hayır, Hüda’dadır, lehü”l-hamd pederim berhayat ve Kayseri Mevlevihanesi şeyhidir” cevabını verir. Süleyman Nazif’in bu sorusu özellikle XIX. asırda Mevlevilikte ve diğer tarikatlarda, şeyh tayininin babadan oğula geçmesinin âdetten olduğuna işaret etmesi açısından önemlidir.

Hüseyin Vassaf’ın “Sefine-i Evliya” adlı eserinden, Ahmet Remzi Akyürek’in Abdülhalim Çelebi tarafından Kastamonu”ya gönderildiğini anlamaktayız. Akyürek Kastamonu’da Mevlevihanenin karşılaşmış olduğu maddi sıkıntılara kısa süre içinde çözüm bulur. Borçlarını kapatır, yapının gerekli tamirlerini gerçekleştirir. Onun Hüseyin Vassaf’a yazmış olduğu mektup şöyledir. “Kütahya Arguniye Mevlevihanesi meşihati vekaletinde iken Der-saadet”te bulunan reşadet-penah Abdülhalim Çelebi tarafından vuku bulan davet üzerine İstanbul’a gelerek Kastamonu Mevlevihanesi meşihatine tayin buyuruldum.”

Ahmet Remzi kısa süre içersinde Kastamonu Mevlevihanesi”nin selefden nakden kalan borcunu tesviyeye ve mevlevihaneyi tamir ve ihyaya muvaffak olduğu gibi, çelebilik makamından şeref varid bir emir üzerine Halep Mevlevihanesinin tahkikatına giderek o hizmeti de yerine getirir.

Yakup Şafak’ın “Veled Çelebi’nin Menâkıbına Göre 1912’de Faal Olan Mevlevîhâneler ve Şeyhleri” başlıklı yazısında yer alan bilgiye göre, 1912 yılındaki Mevlevihaneler listesinde Kastamonu Mevlevihanesi’nin başında Dede Sultan k.s. lakabıyla Âmil Çelebi”nin bulunduğunu öğreniyoruz. Yine aynı yazıda yer alan, 1915 yılındaki 1026 kişiden oluşan Mevlevi Taburuna Kastamonu’dan katılan şeyhin aynı şahıs olduğu görülüyor. Tahir Amil Çelebi, artık Kastamonu’nun son Mevlevi şeyhidir ve 1953 senesinde vefat eder.

1883 ve 1898 yılları arasında yayınlanan Konya Salnamelerinde, Kastamonu Mevlevihanesi zaviye olarak takdim edilmekte iken, Şerafettin Uzluk, Abdulbaki Gölpınarlı ve Veled Çelebi döneminde (1910-1919) tertip edilen listelerde Kastamonu Mevlevihanesi’ni âsitaneler arasında zikreder. Hüsameddin Dede’nin belgelerde dergah zabitanından bahsetmesi, XX. asrın başlarından itibaren Mevlevihanenin asitaneye çevrilmiş olabileceğine işaret eder. 1849-50 yılında semahane, mutfak ve diğer yerleri tamir gerektiren tekkenin 1672-3 yılında da tamir gördüğü anlaşılıyor. Yapı zamanla tekrar harap olmuş ve bunun üzerine de tamiri için 1916-7 yılında; Kastamonu Mevlevihanesinin son şeyhi Tahir Amil Çelebi zamanında, bir komisyon kurulmuştur. 20. yüzyılın ilk çeyreğine ait olduğu sanılan bir fotoğrafta görülen kareye yakın, dikdörtgen planlı, ahşap duvarlı, kiremit kaplı kırma çatılı yapı Mevlevihanedir. Tarikatları yasaklayan 1925 tarihli yasanın ardından Mevlevihane, 1935 yılı öncesinde bir süre Kız Orta Mektep”in Jimnastik salonu olarak kullanılmış, bu dönemde dergahtaki mezarlar başka yerlere nakledilmiştir. Tekkenin 1952 yılı öncesinde yıkılmış ve o tarihte temellerinin açıkta olduğu bilinmektedir. Mevlevihane yıkılıp yerine İmam Hatip Lisesi inşa edilirken arsanın batı kesimindeki Süleyman Paşa’nın mezarı ise İsmail Bey Türbesi haziresine nakledilmiştir.

Not düşmek bakımından, Kastamonu”da ayrı bir yapı olarak inşa edilmeyip bir yapının dahilinde bulunan kütüphaneler arasında Mevlevihane Kütüphanesinin de yer aldığını ve 1925 yılı kent planında Mevlevihane önünde Dedeler Köprüsü adıyla yer alan yapının bu yıllarda tamir edildiğini ilave edebiliriz.

________________________

(1) Şemseddin Yaman Candar”ın ölümü üzerine, Kastamonu”nun eski sahibi Yavlak Arslan”ın oğlu Hüsameddin Mahmud Bey, derhal harekete geçerek, Kastamonu”yu işgal ettiğinden, Şemseddin Yaman Candar”ın oğlu Süleyman Paşa, Eflâni tarafına çekilerek orada oturmaya mecbur olur. 1309″da Eflâni”den kalkarak âniden Kastamonu üzerine baskın yapan Süleyman Paşa, Mahmud Beyi sarayında muhasara ederek, yakalayıp öldürdükten sonra, burasını beyliğine merkez yapar.

Süleyman Paşa, 1335 yılına kadar, İlhanlıların hâkimiyetini tanır. İlhanlı hükümdarı Ebû Saîd Bahadır Hanın ölümünden sonraki beş yılda ise, müstakil olarak hükümet sürer. Anadolu”da Moğol nüfuzu sarsılmaya başladığı sırada, Süleyman Paşa, tedbirli hareket ederek, İlhanîlerin vezîri Emir Çoban Anadolu”ya geldiği zaman, onu karşılamış ve sadakatini arz eylemiş, bu halden istifade ile de hududunu genişletmeye muvaffak olmuştur.

Süleyman Paşa, Pervaneoğulları’ndan Gâzi Çelebi zamânında, Sinop”u kendi hâkimiyeti altına alır ve Gâzi Çelebi”nin 1322″de vefatından sonra, burasını doğrudan doğruya ilhak ederek, idaresini büyük oğlu Giyâsüddîn İbrahim Beye verir. Bu arada Taraklı ve Safranbolu”yu da beyliğine katan Süleyman Paşa, kendi adına para da bastırır.

Süleyman Paşanın, 1339″da küçük oğlunu kendine veliaht yapmasını bahane eden büyük oğlu İbrahim, babasına isyan ederek Kastamonu”yu zapt ile hükümdar olur. Süleyman Paşanın nasıl vefat ettiği ve veliaht Çoban”ın âkıbeti belli değildir. İbn-i Battûta, Süleyman Paşanın 70 yaşında olduğunu beyan ettiğine göre, ölümünde 80 yaşında olması muhtemeldir. İbn-i Battûta, Süleyman Paşayı uzun sakallı, güler yüzlü, vakûr ve heybetli olarak tavsif etmektedir.

(2) Hüsameddin Dede; “her üç şeyhin (İbrahim Dede, Halil Dede, Said Hemdem Dede) matbu (ya da) gayr-ı matbu bir eseri yoktur” demektedir.

Kaynakça
1. Eyüpgiller Kemal Kutgün, Kastamonu Kent Tarihi, Doktora tezi, 1995
2. Şafak Yakup, VELED ÇELEBİ”NİN MENÂKIB”INA GÖRE 1912″DE FAAL OLAN MEVLEVÎHANELER VE ŞEYHLERİ
3. Vassaf Hüseyin, Sefinetü”l Evliya, Kitabevi
4. Eflaki Ahmet, Menakıbü”l Arifin –II-,
5. Haksever Ahmed Cahid, Son Dönem Osmanlı Mevlevilerinden Ahmed Remzi Akyürek, T. C. Kültür Bakanlığı, 2002
6. KÜÇÜK Sezai, XIX. Asırda Mevlevilik ve Mevleviler, Doktora Tezi-Marmara Üniversitesi, 2000

 

 

 

 

Karaman Mevlevihânesi
Karaman Mevlevihânesi 759 1024 Hz. Mevlâna Dergâhı
Karaman Mevlevihânesi
Karaman İl Merkezi, Gazi Paşa Caddesi’ndedir. Ak Tekke Camii, aslında içindeki türbe Mevlevihane olarak yapılmıştır. Kuzeyindeki derviş hücreleri, yıkılmış haremlik-selamlık kısımları, batısındaki hazire, doğusundaki Süleyman Bey Hamamı, yeni yapılan batıdaki şadırvanı ile bir bütün oluşturmaktadır.

Caminin kuzeyindeki meydan-cadde genişletilirken Mevlevihane’nin çelebi konakları yıkılmış, derviş hücrelerinin iki tanesi de ortadan kaldırılmıştır. Derviş hücreleri avluya bakmakta, saçaksız cephelerinde kemerli bir kapı ve birer pencereye sahiptirler. İçlerinde karşı duvarda bir ocak ve iki yanında birer niş bulunur.

Esas cami, muntazam yontulmuş taştan yapılmış, üç bölümlü bir son cemaat mahalli ve türbe-semahane kısmını da kapsayan tek kubbenin örttüğü kare planlı bir harimden meydana gelmiştir.

Cami kapısı üzerindeki 1370 tarihli Karamanoğlu Alaeddin Bey’in kitabesi yapının o devirde inşa edildiğini göstermektedir. Ancak bugünkü cami, mimari özellikleri bakımından Nuh Paşa ile pir Ahmet Efendi Camileri’ne benzemektedir. Ana çizgileri ile 16. yüzyıl özellikleri gösterir. Bu sebeple yapıyı 16. yüzyılın sonlarına tarihleyebiliriz.

Kaynak : Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, (Ahmet Kuş, İbrahim Dıvarcı, Feyzi Şimşek) Konya-2005

KARAMAN MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. BARİHÜDA TANRIKORUR

Tarihte Kalemiye Zâviyesi, Ağa Tekkesi (Ak Tekke), Mâder-i Mevlânâ (Vâlide Sultan) Türbe ve Camii gibi çeşitli adlarla anılan Karaman (Lârende) Mevlevîhânesi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin annesiyle bazı aile yakınlarının burada gömülmesinden dolayı Mevlevî zâviyeleri arasında çok önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple şeyhlik makamında hep Mevlânâ’nın soyundan bir çelebi bulunmuş ve âdeta Mevlevîler’ce mutlaka ziyaret edilmesi gerekli bir makam niteliği taşımıştır. Karaman’ın Ali Şahne (bugün Alişahane) mahallesinde, Gazipaşa ile Mehmetbey caddeleri arasında yer alan mevlevîhâne Eflâkî’den intikal eden rivayete göre, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin müridi Kalemioğlu Ahî Mehmed Bey tarafından şeyhinin emri üzerine 710-720 (1310-1320) yılları arasında Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun’la ağabeyi Muhammed Alâeddin’in mezarlarının bulunduğu yerde kurulmuştur. Mevlevîhâne Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminde çeşitli yenilenme, onarım ve ilâvelerle büyütülmüş ve yapılan vakıfla büyük bir külliye haline gelmiştir.

Mevlevîhâneye ait en eski vakıfnâmelerden biri olan 754 (1353) tarihli Karamanoğlu Mevlevî Mirza Halil Yahşi Bey’in Arapça vakfiyesinde, Mirza Halil Bey’in Kalemioğlu Ahî Mehmed Bey’in yaptırdığı zâviyeye bir değirmenle bir tarla vakfettiği, şehid edilen oğlu Seyfeddin Süleyman Bey’in mezarının zâviyenin kıble tarafının hemen yakınında bulunduğu kaydedilmektedir. Karaman Tarihi müellifi Şikârî de Seyfeddin Süleyman Bey’in Divanoğlu Medresesi’nin yanındaki Kalemiye Zâviyesi Türbesi’nde Mevlânâ’nın annesinin yanına defnedildiğini söyler. Mevlânâ’nın Karaman’a gelişinden kısa bir süre sonra vefat eden ilk eşi ve Sultan Veled’in annesi Gevher Hatun’un, vakfiyede adı geçen Karamanoğlu Seyfeddin Süleyman Bey’in kabirlerinin burada olduğu nakledilmekteyse de yerleri tam olarak belli değildir.

Karamanoğlu Mirza Halil Bey’in küçük oğlu Alâeddin Ali Bey 769 (1367-68) tarihli vakfiyesinde babasının yaptırdığı, amcasının merkadinin de bulunduğu zâviyenin kıble tarafında bir zâviye daha yaptırılmasını istemiş, Mevlânâ’nın adına inşa edilen bu vakıf onun soyuna şart koşulmuştur. Seyfeddin Süleyman Bey’in yaptırdığı hamam da buraya vakfedilmiş, yapıların giderleri çeşitli çiftliklerle Selerek köyünden sağlanmıştır. Bugün cümle kapısının üstündeki kemer alınlığının içinde bulunan 60 × 50 cm. ebadında, Karaman devri sülüsüyle yazılı beş satırlık Arapça kitâbe 772 (1370-71) tarihli olup bu tarih Alâeddin Ali Bey’in inşasını istediği zâviyenin tamamlandığı yıl olmalıdır. Kitâbeden, Alâeddin Ali Bey’in bir zâviye ile kardeşi Seyfeddin Süleyman Bey için de bir kabir yapılmasını arzu ettiği anlaşılmaktadır. Halil Ethem Eldem ve M. Zeki Oral gibi bazı yerli ve Max van Berchem gibi yabancı tarihçilerin, Karamanoğulları devrine ait bu kitâbedeki Alâeddin Ali ile Mirza Halil arasındaki “ibn” kelimesini atlamaları, Alâeddin Ali Bey’in yaptırdığı eserlerin babası Mirza Halil Bey’e atfedilmesi gibi büyük bir hatanın doğmasına sebep olmuştur.

Karaman Osmanlılar’a geçtiğinde külliye harap bir haldeydi. Bu durum Kanûnî Sultan Süleyman zamanına kadar devam etmiş, bu dönemden XVIII. yüzyılın sonlarına kadar çeşitli inşa ve onarımlarla XVII. yüzyıl Osmanlı mimarisinin özelliğini taşıyan şu andaki şeklini almıştır. Osmanlı devrinde yapılan türbe-mescid / semâhânenin cümle kapısının üstüne Alâeddin Ali Bey’in inşa ettirdiği 772 (1370-71) tarihli Karamanoğlu Zâviyesi’nin kitâbesi yerleştirilmiştir.

Mevlevîhâne çevresindeki Bostanbaşı Camii ve Medresesi, arasta, Nasuh Bey Hamamı, Sultan Cem Bedesteni, Pazarbozan Oğlu Seyyid Ömer Hanı, Tahte’l-kal‘a Mescidi ve buna bitişik elli kadar dükkânı ile Karaman’ın sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yere sahipti. 1817-1820 yılları arasındaki onarıma dair hatt-ı hümâyundan, mevlevîhânenin bu tarihte tek mekânlı bir türbe-mescid / semâhâne, meydan odası, dokuz derviş hücresi, mutfak, kiler, ahır, odunluk, şeyh evi, kahve ocağı ve dergâhın vakfı olan Süleyman Bey Hamamı ile yakınında bulunan iki katlı, kırk üç odalı bir handan teşekkül ettiği anlaşılmaktadır. 1001 gün çile çıkarılmadığı ve matbah-ı şerif zâbitanı ile dedelerin devamlı ikameti söz konusu olmadığı halde konaklama, at bakımı ve yemek pişirme tesislerinin bulunması, mevlevîhânenin büyük bir menzil ve misafir ağırlama fonksiyonuna sahip olduğunu göstermektedir.

Tekkeler kapatıldıktan sonra mevlevîhânenin semâhâne-mescidi cami olarak kullanılmaya başlanmış, 1959’daki onarımda harap derviş hücreleriyle türbe-mescid tamir edilmiş ve tekkenin orijinal Mevlevî tâc-ı şerif motifli kalem işi süslemelerinin yerine klasik Osmanlı rûmî ve palmet motifleri işlenmiştir. Ayrıca mihrabın iki yanında bulunan çerağ dolaplarıyla türbe ve semâhâne-mescidi ayıran duvarın üstündeki camekân ve mesnevi kürsüsü kaldırılmış, eski mutrip yerinde bir imam odası yapılmıştır. Son zamanlarda derviş hücrelerinin arkasında yer alan mutfak ve bağdâdî çelebi konaklarıyla iki derviş hücresi, avlusunun batısında bulunan bir salonla üç odalı, ahşap ve yarı fevkanî çelebi dairesi yıkılmış, hâmûşânın bir kısmı kaldırılmış ve çelebi dairesinin yerine bir şadırvan inşa edilmiştir. Mevlevîhânenin mescid / semâhâne-türbe ünitesi cami ve ziyaretgâh, derviş hücreleri de depo ve aşhane olarak kullanılmaktadır.

Mevlevîhânenin külliyesi, bugün bahçeli bir ana avlunun güneybatısındaki türbe-semâhâne / mescid ünitesi ve arkasındaki hâmûşân ile kuzeydoğusundaki tek sıra halinde birer kapıyla avluya açılan birer penceresi, ocak ve bacası olan muntazam kesme taştan yapılmış tonozlu yedi (eskiden dokuz) derviş hücresinden ve doğusundaki hamamdan ibarettir. Ana üniteye dışarıdan bakıldığında muntazam kesme taştan yapılmış, kurşunla kaplanmış, sekizgen kasnak üzerine oturtulmuş basık merkezî bir kubbesi, kasnaksız üç küçük kubbeli, meyilli ve saçaklı bir son cemaat yeri ve tek şerefeli minaresiyle herhangi bir tek kubbeli Osmanlı camisinden çok farklı görünmemektedir. Ancak iç mekânı ve cümle kapısı üstündeki sivri kemerin içinde yer alan kitâbenin altında bulunan çiçeklerin arasında destarlı Mevlevî sikkesi resimli pano burasının türbe, semâhâne ve mescid üçlü fonksiyonuna hizmet eden bir mevlevîhâne olarak tasavvur edilmiş olduğunu göstermektedir.

Karaman Mevlevîhânesi Şems-i Tebrîzî Zâviyesi, Marmaris Mevlevîhânesi, Afyonkarahisar ve Mevlânâ dergâhlarına benzeyen bir türbe-mescid / semâhâne zâviye tipi arzetmektedir. Kare planlı ana mekânın batısında dikdörtgen planlı mihraplı, basit ahşap minberli ve mesnevi kürsülü bir semâhâne-mescid kısmı doğusunda küfeki taşından alçak bir duvarla boydan boya ayrılmış, zeminden 40 cm. daha yüksek ve daha dar dikdörtgen planlı yirmi bir sandukalı türbe kısmı yer almaktadır. Mevlânâ’nın annesinin sandukası kıble duvarının hemen önünde bulunmakta olup empire üslûbunda yaldızlı yüksek bir ahşap kafesle çevrilmiştir. Sanduka rengârenk kumaşlarla örtülüdür. Bunlar arasında Veled Çelebi’nin (İzbudak) müracaatı üzerine Sultan Mehmed Reşad tarafından gönderilmiş musanna pûşîde ile kadife perdeler de vardır. Türbedeki diğer sandukalar mevlevîhânede postnişinlik yapan çelebiler ve aileleriyle Mevlânâ’nın ağabeyine ve ebesine aittir.

Türbenin mevcudiyetinden dolayı semâhâne-mescidin mihrabı ve mihrabın iki yanındaki pencereler kıble duvarının ortasında, yani kare mekânın ekseninde değildir; mihrapla yanındaki pencereler binanın fonksiyonuna uydurularak kıble duvarının batısına kaydırılmış ve klasik cami mimarisinin simetrisi bozulmuştur. Dikdörtgen bir alana sahip olan semâhâ-nemescid üç değişik fonksiyona göre üç farklı kotla üçe bölünmüştür. Mukarnas dekorlu, mermer niş şekli mihrap önündeki zeminden 20 cm. yüksekliğindeki geniş dikdörtgen set, mescid ve semâ icra edildiği zaman şeyh postunun konması için ve seyirci (züvvâr) mahfili, ortadaki daha alçak kare planlı saha semâ meydanı olarak kullanılmış, cümle kapısının batısında bugün imam odası ve müezzin mahfili olan, zeminden yine 20 cm. yüksekliğindeki set ise mutrip heyetine ayrılmıştır. Türbe, mihrap, semâ meydanı, mutrip ile züvvâr mahfilleriyle post makamının konumlarından mevlevîhâne mimarisinin türbe-semâhâne-mescid üçlü fonksiyona hizmet edecek şekilde tasavvur edildiği anlaşılmaktadır.

Karaman Mevlevîhânesi’nden yetişmiş birçok ünlü Mevlevî arasında Şeyh Abdülkerim Dede, Şam Mevlevîhânesi şeyhi Pîr Kartal Dede, Bağdat Mevlevîhânesi’nin postnişini ve Bursa Mevlevîhânesi’nin kurucusu Cünûnî Ahmed Dede ile yeğeni Bursa postnişini Zihni Sâlih Dede, ünlü hekim Derviş Sipâhi, neyzenbaşı Gülüm Dede ve bestekâr Emîr Dede zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYAKonya Yûsuf Ağa Ktp., nr. 10389 (Karamanoğlu Alâeddin Bey’in 769/1367 tarihli Arapça vakfiyesi).

, nr. 79 (1019/1610), s. 361.

, Cevdet-Evkaf, nr. 11495, 11763, 12552, 13136.

VGMA, Defter, nr. 1211, s. 360.

Veled Çelebi, Defter, Konya Mevlânâ Tetkikleri Enstitüsü, Prof. Feridun Nafiz Uzluk Ktp. Yazmaları.

, II, 318-319.

, IX, 312-314.

, s. 89-90.

Konya Vilâyeti Salnâmesi, Konya 1289, 1291/1872, 1874, s. 88, 1294/1877, s. 114.

M. van Berchem, Arabische Inschriften (Inschriften aus Syrien, Mesopotamien und Kleinasien), Leipzig 1909, s. 116.

Gaffar Totaysalgır, Karaman (Larende) Tarihi İncelemeler, Konya 1944, s. 31-32.

E. Diez v.dğr., Karaman Devri Sanatı, İstanbul 1950, s. 44-49.

Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953 (İstanbul 1983), s. 86, 263, 335.

, s. 229-254, 535-536.

D. Ali Gülcan, Karaman Mevlevîhanesi: Mevlevilik ve Karamanlı Mevlevî Velîleri, Karaman 1976.

Oktay Aslanapa, Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı (XIV. Yüzyıl), Ankara 1977, s. 130.

Tahsin Ünal, Karamanoğulları Tarihi, Konya 1986, s. 129-131.

Halil Ethem [Eldem], “Karamanoğulları Hakkında Vesâik-i Mahkûke”, , sy. 11 (1327/1909), s. 709.

Azmi Avcıoğlu, “Karaman’da Mader-i Mevlâna Cami ve Türbesi”, Konya, V/35, Konya 1941, s. 2088-2089.

Hikmet Turhan Dağlıoğlu, “Larende’de Medfun Bulunan Celâleddin Rumi’nin Validesine Dair Hükümler”, a.e., s. 2090-2092.

M. Zeki Oral, “Mader-i Mevlâna = Prenses Mü’mine Cami, Türbesi ve Hayatı”, a.e., VII/53-56 (1943), s. 121-125.

A. Süheyl Ünver, “Karaman Hakkında Bazı Notlar”, a.e., sy. 80 (1945), s. 1-3.

İbrahim Atis, “Mader-i Mevlâna Türbesi”, Tarih Hazinesi, I/10, İstanbul 1951, s. 498-499.

Yılmaz Önge, “Mader-i Mevlâna Camii”, Selâmet, I/4, İstanbul 1962, s. 10-11.

Hasan Özönder, “Karaman (Lârende) Mevlevîhânesi”, , sy. 14 (1994), s. 143-152.

J. H. Kramers, “Karaman”, , VI, 310.

M. C. Şihâbeddin Tekindağ, “Karamanlılar”, a.e., VI, 321.

İzmir Tire Mevlevihanesi
İzmir Tire Mevlevihanesi 700 469 Hz. Mevlâna Dergâhı
İzmir Tire Yeşil İmaret Camii

İzmir Tire Mevlevihanesi’nin Yeşil İmaret Camii çevresinde kurulduğu ( 1333 ) bilinmektedir. 1915 yılında yanmıştır. Zaviyeli bir beylikler dönemi yapısı olan Yeşil İmaret Camii semahane olarak kullanılmıştır. Cami içerisinde Osmanlı dönemine ait kalem işi süslemeler ve minaresinde beylikler dönemine ait çini örnekleri görmek mümkündür. Çeşmesi ve şadırvanı restore edilmiş olup günümüzde kullanılmaya devam etmektedir.

Kaynak : Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, (Ahmet Kuş, İbrahim Dıvarcı, Feyzi Şimşek) Konya-2005

Gelibolu Mevlevihânesi
Gelibolu Mevlevihânesi 1024 953 Hz. Mevlâna Dergâhı
Gelibolu Mevlevihânesi

Gelibolu Hamzakoy’da bulunan Gelibolu Mevlevihanesi, Mevlevihaneler arasında en büyük alana yayılmış olduğu kadar, en büyük semahaneye de sahip olanıdır. Günümüze bu mevlevihanenin semahane-türbe binası ile iki taç kapısı gelebilmiştir. Mevlevihanenin banisi ve ilk postnişini Yeniçeri Ağalarından Kara Hasan Ağa’nın oğlu Azade Mehmet Hakiki Dede’dir. Sakıb Dede’den öğrenildiğine göre gençliğinde Azade bütün malını kardeşi Asaf Ağa’ya bağışlamış ve dünya ile bağlantısını keserek Konya Mevlâna Dergahı’nda I.Bostan Çelebi’nin müridi olmuştur. Burada uzun süre hizmet ettikten sonra hilafet almış ve Gelibolu’ya dönmüştür.Gelibolu’daki Âhi Dede Zaviyesinde mesnevi dersleri vermiş, öğrencilerinin sayısının artması üzerine Asaf Ağa’nın geri verdiği malları ve dostlarının yardımı ile bu zaviyenin yanına bir Mevlevihane yaptırmıştır. Bu mevlevihanede ölümüne kadar (1653) postnişinlik yapmıştır. Kerametleri ile ünlü Azade Mehmet Dede ile ilgili ilginç bir söylenti bulunmaktadır:

Kaptan-ı Derya Ohrili Hüseyin Paşa Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu’ya uğramış, ancak Gelibolu Mevlevihanesi Şeyhi Azade Mehmet Dede’yi ziyaret etmeyi unutmuştur. Ohrili Hüseyin Paşa Gelibolu’dan İstanbul’a yola çıkar çıkmaz şiddetli bir fırtınaya tutulmuş ve geri dönmek zorunda kalmıştır. Deniz sakinleşince yeniden yola çıkmış, fırtına yeniden başlamıştır. Ohrili Hüseyin Paşa bu olayı bir gönül kırıklığına bağlamış “galiba Gelibolu erenlerinden birini ziyaret etmeyi unuttuk” diyerek sorup, soruşturmuş ve Azade Mehmet Dede Efendi’yi ziyaret etmediğini öğrenmiştir. Bunun üzerine Azade Mehmet Dede’ye giderek kusurunun bağışlanmasını istemiştir. Azade Mehmet Dede de donanmanın yola koyulması ve devam etmesi için dua etmiştir. Bunun ardından da donanmanın bir daha fırtınaya tutulmayacağını söylemiş, sadaret mührü ile payelendirilip, saraya damat olacağını Hüseyin paşa’ya müjdelemiştir.

Ohrili Hüseyin Paşa İstanbul’a dönüşünden kısa bir süre sonra Güzelce Ali Paşa’nın ölümü üzerine sadrazamlığa getirilmiş, sonra da damatlığa layık görülmüştür. Ohrili Hüseyin Paşa bunları Azade Mehmet Dede’nin kerametine bağlamış ve bir şükran borcu olarak da İstanbul’da Beşiktaş Mevlevihanesini yaptırmıştır. Bundan sonra Azade Mehmet Dede’ye rica ederek bir süre Beşiktaş Mevlevihanesi’nde şeyhlik yapmasını istemiştir. Azade Mehmet Dede bu isteği kırmamış, Gelibolu ve Beşiktaş Mevlevihanelerinin ortak meşihatını üstlenmiştir. Bu durum Ohrili Hüseyin Paşa’nın yeniçerilerin II.Osman’a karşı yaptıkları ayaklanma sırasında öldürülmesine kadar sürmüştür. Bu olaydan sonra İstanbul ile Gelibolu arasında kendi yelkenlisi ile sürüp giden seyahatlerine son vererek Gelibolu Mevlevihanesi’ndeki postnişinliğini sürdürmüştür.

Gelibolu Mevlevihanesi’nin vakfiyesi bulunamadığından mevlevihanenin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bir tarih verilememektedir. Ancak Ohrili Hüseyin paşa’nın 1621 tarihinde Sadrazam oluşundan önceki bir tarihte kurulduğu sanılmaktadır. Sultan II.Mustafa döneminde Lapseki’deki Bayramdere arazisinin gelirleri buraya tahsis edilmiştir. Sultan III.Mustafa zamanındaki 1766 depreminde Mevlevihane büyük hasar görmüş ve 5833.5 kuruş harcanarak onarılmıştır. O zamanki kayıtlardan mevlevihanenin köfeki taşından minareli, kiremit çatılı iki katlı semahanesinin olduğu öğrenilmektedir. Ayrıca semahanenin yanında kadınlar mahfili, divanhanesi, ocaklı köşkü, abdest alma yerleri, derviş hücreleri, şeyhin haremi, kütüphanesi de bulunuyordu.

Mevlevihane Sultan III.Selim zamanında 1805’te Kalyoncuzade Mustafa Efendi tarafından 8974 kuruş harcanarak yeniden tamir edilmiş ve Lapseki’nin Güreci Karyesi vakıf olarak verilmiştir. Sultan Abdülmecid de Çamhas ve Çeltikçi tımarlarını buraya vakfettikten sonra 47.430 kuruş harcayarak eski yapıları genişleterek yeniden yaptırmış ve doğu yönündeki kapısı üzerine de 1840 tarihli kitabesini koydurmuştur.

Mevlevihane 1850-1851 yıllarında 95.3120 kuruş sarfedilerek yeniden onarılmış ve batıdaki taç kapısı önüne bunu belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Sultan II.Abdülhamid 1899-11200 yıllarında semahane-türbeyi yenilemiş ve bunu belirten kitabeyi de semahane kapısına koydurmuştur. Mevlevihane 11208 yılında yeniden onarılmıştır.

Mevlevihane uzun süre askeri bölge içerisinde kalmıştır. Yıkılan mescidinin müştemilatının yerine askeri bir hastane yapılmıştır. 112080’den önceki yıllarda mevlevihanenin cephesi ve çatısı onarılmış, güney cephesi kesme taşla kaplanmıştır. Bundan sonra 1994’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınarak onarılmıştır. Mevlevihane’nin eski durumu XX.yüzyılın başlarında çekilmiş resimlerden anlaşılmaktadır. Oldukça geniş bir avlu içerisindeki mevlevihanenin kuzeyinde kesme taştan kiremit örtülü semahane-türbe binası, onun güneyinde hamuşan (dedeler mezarlığı) bulunuyordu. Hamuşanın doğusundaki taç kapıdan mescit, derviş hücreleri, selamlık ve harem dairesine geçiliyordu. Semahane-türbe 28.6×35.00 ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, diğer bölümlerden ayrılmıştır. Bu mevlevihane Yenikapı ve Bahariye mevlevihanelerinin plan düzenine benzemektedir. İç mekan birbirlerine kemerlerle bağlanmış 15 sütunun taşıdığı sekiz bağdadi kubbeden oluşuyordu. Bu kubbelerin dışında kalan bölümler ahşap bir tavanla örtülmüştür. İçerisi iki sıra halinde 44 pencere ile aydınlatılmıştır.

Semahanenin doğusunda bulunan korinth başlıklı altı sütunun taşıdığı 9.50 m. ölçüsünde bir kubbe ile örtülü türbe bulunmaktadır. Türbe 13.50×26.00 m. ölçüsünde olup, güney yönündeki talik yazılı bir kapıdan girilmektedir. Türbede Azade Mehmet Dede’nin sandukası bulunmaktadır.

Gelibolu Mevlevihanesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarılarak 2005’te ziyarete açılmıştır.

 

 Gaziantep Mevlevihânesi
 Gaziantep Mevlevihânesi 1024 577 Hz. Mevlâna Dergâhı

 Gaziantep Mevlevihânesi

Gaziantep Mevlevihanesi Kozluca Mahallesi, Buğday Arastası, Kozluca ve Şehit caddeleri arasında bulunmaktadır. Günümüzde Mevlevihane Camisi, Tekke Camisi ve Mustafa Ağa Camisi olarak tanınan bu Mevlevihane aynı zamanda Güneydoğu Anadolu Bölgesinin de en büyük Mevlevihanelerinden birisidir.

Gaziantep Şer’i Mahkeme Sicil kayıtları ile 1635 tarihli vakfiyesinden Mevlevihanenin bulunduğu yerde daha önce de bir Mevlevihanenin olduğu anlaşılmaktadır. Mevlevihanenin semahane kapısı üzerindeki 1638 tarihli Farsça talik kitabesinden Ayıntab Sancak Beyi Türkmen Mustafa Ağa bin Yusuf tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Mevlevihaneyi kuran Mustafa Ağa’nın vakfiyede belirtilen isteğine göre Şaban dede’nin oğlu postnişin Mehmet Dede ve Onun soyundan gelecek şeyhlerin mütevelli olarak tayin edilmesini şart koşmuştur. Yine vakfiyeden öğrenildiğine göre semahane, mescit Şeyh Mehmet Efendi’nin selamlığı, dokuz derviş hücresi ve havuzlu bahçesi bulunmaktadır. Ayrıca bir un kapanı, iki boyahane, 20 dükkan, bir ahır ve 20 odalı han da bu Mevlevihaneye gelir getirmesi için vakfedilmiştir.

Mevlevihane ilk yapılışında semahanede Cuma hutbesinin okunması ile birlikte cami konumuna geçmiş, bu yüzden de Mevlevihane Camisi ismi verilmiştir.

Mevlevihane üç katlı, geniş saçaklı bir selamlığı bulunuyordu. Selamlık 1886-1887 yıllarında yapılmıştır. 11201 ve 11203 yıllarında Gaziantep’te çıkan iki büyük arasta yangını Mevlevihaneye ait han ve dükkanların yanmasına da neden olmuştur. Bunun üzerine o sırada post makamında oturan Mehmet Münib Efendi kendi parası ile Buğday Hanı’nı, Tahmis Kahvehanesi’ni ve 33 dükkanı yeniden yaptırarak Mevlevihaneye vakfetmiştir.

Mevlevihane’nin yanındaki 11206 tarihli çeşmeyi Şeyh İsmail Hakkı Efendi yaptırmıştır. Cumhuriyetin ilanı sırasında tekke ve dergâhların kapatılmasından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü Mevlevihanenin yönetimini almış, semahane ve selamlık cami ve ilkokul olarak kullanılmıştır. Bundan sonra çeşitli onarımlar gören yapı topluluğunun bazı bölümleri ortadan kalkmıştır.

Mevlevihane kesme taştan yapılmış olup bir avlu içerisindedir. Bu avluya yanındaki sokaklardan açılan üç ayrı kapı ile girilmektedir. Kuzeydeki Buğday Arastası yönünde güdük minaresi altındaki kemerli bir giriş kapısından avluya girilmektedir. Avluda biri üç, diğeri de iki katlı iki selamlık binası vardır. Semahane ve onun kuzeybatısındaki mescit bölümü günümüze gelen Mevlevihanenin en eski yapılarıdır.

Kare planlı olan 11.30×11.30 m. ölçüsündeki semahane dört ayağın taşıdığı on iki gen kasnaklı 6.50 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe dışında kalan bölümler tonozlar ve bir de küçük kubbe ile örtülüdür. Bugünkü mescit kısmının kuzeyinde bulunan selamlık dairesinin farklı zamanlarda genişletilmesi ile mevlevihanenin üçüncü katı mescit üstüne ve semahane önüne taşırılmıştır.

Gaziantep Mevlevihanesi orijinal kesme taş işçiliği ile yöresel üslubu yansıtmaktadır. Semahanenin yapımında XVI.yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan Kilis ve Halep Mevlevihaneleri örnek alınmıştır.

Kayseri Mevlevihanesi
Kayseri Mevlevihanesi 900 607 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kayseri Mevlevihanesi

Kayseri Mevleviliğin ocağıdır. Mevlevihane’nin ilk yeri Kaleönü-Yenikapı mevkiindeki Muhakkik Tirmizi dergâhıdır. Mevleviliğin önemli merkezlerinden olan Kâyseri Mevlevihanesi de günümüze gelmemiştir.

Osmanlı dönemi kayıtlarında ayrıntılı bilgiler verilen mevlevihaneden Evliya Çelebide bahseder.19 yüzyılda önemli şeyhlerden birisi Abdülkadir Dede’dir. Yine şair edip postnişinlerden A. Remzi Dede’de (Akyürek) Abdülkadir Dede’nin torunlarındandır.

1911 yılında harap ve bakımsız olduğu anlaşılan Mevlevihane’nin mimari kompozisyonu hakkında bilgimiz yoktur. Tekkelerin kapatılmasından sonra arsa haline gelen tekke yerine Vakıflarca Bayrampaşa İşhanı yapılmıştır.

Eskişehir Mevlevihânesi
Eskişehir Mevlevihânesi 1000 666 Hz. Mevlâna Dergâhı

Eskişehir Mevlevihânesi

Bu Mevlevihane’nin tesisi Kurşunlu Külliyesi’nin kuruluşu ile başlar. Gazi Melek Mustafa paşa tarafından (1571) inşa ettirilen Külliye, kervansaray, imaret, cami, mektep gibi yapılardan oluşan bir menzil külliyesidir.

Bu külliye içerisinde, camiinin semahane olarak kullanıldığı bilinmektedir. Camiinin doğusundaki üç bölümlü yapı matbah, medrese odaları da derviş hücreleri olara kullanılıyordu. Bu odaların ortasındaki büyük dershanenin sema talim yeri olduğu üzerindeki Mevlevi sikkesinden anlaşılır. Külliye’nin güney doğusunda bir hamuşan bulunur.

Mevlevihane’nin 16-19. yy tarihi hakkında fazla bir bilgi yoktur. 19. yüzyılda Hasan Dede zamanında aktif olarak faaliyetlerini sürdürdüğü görülmektedir.

Kaynak: Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Türkiye Mevlevihaneleri Fotoğraf Albümü, (Ahmet Kuş, İbrahim Dıvarcı, Feyzi Şimşek) Konya- 2005

Edirne Mevlevihânesi
Edirne Mevlevihânesi 599 406 Hz. Mevlâna Dergâhı

Edirne Mevlevihânesi

Padişah II. Murat, Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi caminin bugünkü yerinde rüyasında görür. II. Murat, gördüğü rüyadan çok etkilenerek, o alana bir Mevlevihane inşa edilmesine dair ferman yazdırır. Mevlevihane daha sonra camiye dönüştürülür.

Tarihi kaynaklara göre 1426 yılında, vakfiyesine göre ise 1436 yılında yaptırıldığı belirtilen Muradiye Camii, şehrin kuzeydoğusunda, Muradiye Mahallesi’nde ve Sarayiçi’ne bakan bir tepe üzerindedir. Bu muhteşem eserin mimarı ise ne yazık ki bilinmemektedir.

II.Murat’ın inşa ettirdiği zaviyeli cami, bir ibadet mekânı ve kubbeli sofayla bu sofaya açılan iki tabhane hücresinden meydana gelir. Kuzey cephede payelere oturan ve tuğladan yapılmış beş sivri kemerin oluşturduğu giriş revağı yer almaktadır.

Caminin inşa kitabesinde tarih yoktur. E.H.Ayverdi, Mecdi Efendiye dayanarak bugün mevcut olmayan 1426 (H.830) tarihli kaynağa göre yapıyı 1426 yılına tarihleşmektedir. Öte yandan Abdurrahman Hıbrî Efendi yapının II. Murat tarafından 1436 (H.839) yılında aslen Mevlevihane olarak yaptırıldığını kaydetmektedir.

Caminin taç kapısı üzerinde üç satır Arapça olarak düzenlenen yapının II. Murat tarafından inşa ettirildiği yazılıdır.

Muradiye Camii’nin Mimari planı

Muradiye Camii’nin “T” harfi biçiminde olan ve kaynaklarda “kanatlı cami” şeklinde tanımlanan bir imar planı vardır. (İlk örneği 1330 yılında İznik’te görülen bu cami planının birçok Osmanlı kentinde, 16.yüzyıly sonuna dek yapılan camilerde sıklıkla kullanıldığı görülür.)

Edirne Muradiye Camii’nde, giriş revağı kemerlerindeki tuğla malzeme dışında tamamen düzgün kesme taş kullanılmıştır. Taç kapının söve ve kemeriyle, iki katlı olarak yapılan pencerelerden alt kattakilerin kiriş ve sövelerinde beyaz mermer kullanılmıştır.

Kesme taştan inşa edilen Muradiye Camii’nin, kanatlı cami planından farklı olan bir özelliği, caminin mihrap kısmıyla giriş kısmının aynı düzeyde tutulmuş olmasıdır.

Arka arkaya iki büyük kubbe ve yanlarda birer küçük kubbe olmak üzere üç kubbesi vardır. Son cemaat yeri dört köşeli 6 sütun üzerine beş gözlü olup, bu alan da beş küçük kubbeyle örtülüdür.

Sağda tek şerefeli minaresi yükselir. Giriş kapısı üzerindeki yazıtta II. Murat’ın adı yazılıdır. Arka arkaya 2 büyük, yanlarda birer küçük kubbe olmak üzere 4 kubbe ile örtülüdür, iki büyük kubbe arasındaki kemeri kalem işlemeleriyle süslüdür. İçerisindeki duvarlar güzel çiçek motifleriyle bezenmiş altı köşeli beyaz üzerine mavi renkli çinilerle ve araları firuze renkli üçgen levhalarla kaplı olup, iç kısımda bulunan kalem işleriyle süslü bazı kısımları ise sonradan sıvanmıştır. Sıvaların döküldüğü bazı yerlerinde bu işlemler görülmektedir. Mihrabın sağ ve solunda rölyef, yıldız şekilleri ve diğer motiflerle süslü, sarı renkli güzel çinilerle döşelidir.

Arkadaki bahçesinde İngilizler tarafından gönderildiği Edirne’de sürgünde iken ölen Şeyhülislâm Musa Kâzım (1858-1920)’ın Cumhuriyet döneminde yapılmış mezarı ile Şair Ahmet Neşati’nin 1674 tarihli mezarı bulunmaktadır. Camiyi yaptıran II. Murat’ın mezarı ise Bursa Muradiye Camii’nin yanındaki türbesindedir.

Mihrap

Muradiye Camii’nin çini mihrabı eşsiz güzelliktedir. İstalaktitli (sarkıtlı) yaşmak, kenar suyu ve yazıları ile Bursa Yeşil Camiinden sonra Osmanlı sanatının en görkemli çinili mihrabıdır. Mihraptaki çiniler, renkli sır ve sıraltı tekniğinin en başarılı örnekleri arasında yer alır.

Muradiye Camii’nin, yeşil renkli çinilerle süslü ilk minaresi 1752 yılı yer sarsıntısında yıkılmış ve yerine çinisiz olarak 1754 yılında I. Mahmut tarafından bugünkü tek şerefeli minaresi yapılmıştır.

Süsleme

Taş süsleme, caminin taçkapısında, giriş revağı kemerleri yastıklarında ve pencerelerin alınlık kemerlerinde görülmektedir.

Dikdörtgen bir kütle olarak kuzey cephe ortasına yerleştirilen taçkapı, duvardan çok az çıkıntı yapmaktadır. Taçkapı üç yönden iç ve dış bükey yarım daire profilli silmeyle çerçevelenmiştir. Kavsara başlangıcından zemine kadar olan bölümün, silmelerle dikey dikdörtgen panoya bölündüğü gözlenmektedir. Taçkapı nişi yanlardan birer sütunceyle sınırlandırılmıştır. Yedi sıra mukarnas dizisinden oluşan yaşmak bir sivri kemerle çerçevelenmiştir.

Taçkapı’nın yan nişleri üç köşelidir ve yüzeylerde herhangi bir süsleme bulunmamaktadır. Nişler yedi sıra mukarnas dizisinden oluşan bir yaşmağa sahiptirler.

Camiye giriş kapısının basık kemerinde, kırmızı ve beyaz taşların dönüşümlü kullanımıyla elde edilmiş renkli taş süsleme vardır.

Payelere oturan kemerlerin yastıkları, iç ve dışbükey yarım daire profilli iki silmeyle hareketlendirilmiştir.

Caminin iki katlı olarak düzenlenen pencereleri, duvardan 5 santim çökertilmiş bir yüzeye yerleştirilmişlerdir. Alt kat pencerelerinin kiriş ve söveleri beyaz mermerden olup, yüzeylerde bir iki sıra silme dışında süsleme bulunmamaktadır. Sivri kemerli pencerelerin alınlıkları da yalın bırakılmıştır. Pencerelerin kemerlerinden bazılarında kırmızı-beyaz renkli taş kullanılarak renk almaşıklığı elde edilmiştir.

Muhteşem kalem işçiliği

Caminin önemli bir özelliği de eski kalem işleridir. İki orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzündeki kalem işleri ilk kez 1930’da bir parçası badana kazınarak gün ışığına çıkarılmıştır. Sıvalar yer yer döküldüğünden ne yazık ki, bu kalem işleri tamamlanamamaktadır.

Üslûp ve Değerlendirme

Edirne Muradiye Camii, iç mekânı süsleyen zengin çini ve kalem işi duvar resimlerine ve tamamen kesme köfeki taşıyla inşa edilmiş olmasına rağmen taş süsleme açısından sadeliğiyle oldukça ilginç bir yapıdır.

Muradiye Camii’nin inşa edildiği yıllardaki Edirne eserlerinin de taş süsleme açısından çok süslü olduklarını söylemek mümkün değildir. Örneğin bu yapıdan önce inşa edilen Edirne Eski Cami’nin de dış cephesi taş süsleme açısından çok zengin değildir. En azından iç mekândaki minberde görülen süslemelerden hiçbiri dış cephede kullanılmamıştır. Edirne Yıldırım ve Gazi Mihal Camilerinde de durum aynıdır. Taş malzemeye bağlı olarak kayda değer tek süsleme yapının taçkapısın da bulunan mukarnaslardır.

Caminin iç mekânında bulunan çini süslemelerin Bursa Yeşil Camide çalıştıkları bilinen Tebrizli çini ustaları tarafından yapılmış oldukları ileri sürülmektedir.

Yapının dış cephede taş süsleme açısından sade oluşu, bir tarikat yapısı olarak inşa edilmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir. Evliya Çelebiye dayanarak Mevleviler tarafından kullanıldığı belirtilen Tire Yeşil İmarette olduğu gibi, Muradiye Camii’nde de iç mekân, renkli duvar resimleriyle süslenerek âdeta bir cennet bahçesi imajı yaratılmıştır.

Bir geleneğin başlangıcı

Osmanlılarda ibadetlerden sonra, cemaata ikram edilmek üzere şerbet dağıtma geleneği, ilk defa Muradiye Camii’nin musluklarından akıtılarak yapılmaya başlanmıştır.

Çorum Mevlevihânesi
Çorum Mevlevihânesi 1024 552 Hz. Mevlâna Dergâhı

Çorum Mevlevihânesi

Çorum Mevlevihane’si Anadolu’daki en eski mevlevihanelerden birisi olup, Mevlevihane, Ulu Arif Çelebi ve Mevlana Celaleddin-i Rûmî’nin ikinci eşi Kira Hatun’dan kızı olan Melike Hatun tarafından 13. Yüzyılda yaptırılmıştır. Mevlevihane’nin kuruluşu oldukça erken döneme denk gelmesine rağmen tarihi süreç içerisinde önemli bir gelişme gösterememiştir. Çorum Mevlevihane’si günümüzde kişisel mülk olarak bir derneğin merkezi olarak kullanılmakta, Mevlevilikle ilgili herhangi bir faaliyet yapılmamaktadır.

Çankırı Mevlevihanesi
Çankırı Mevlevihanesi 1024 658 Hz. Mevlâna Dergâhı

Çankırı Mevlevihanesi

Kültürümüzde İslam Tasavvufunun, bu bağlamda da tarikatların çok önemli yerivardır. İslam Tasavvufunun değişik zaman ve zeminlerde ortaya çıkardığı kurumlardan biri de Mevlevilik’tir. Tarikatlar ve özellikle de Mevlevilik, Türk Kültür ve Medeniyetininkökleşmesinde, gelişmesinde ve yayılmasında zaman ve mekanlar ötesi vazifeleryüklenmiştir.

Yüzyıllar boyunca Anadolu’da olduğu gibi Uzakdoğu’dan Balkanlara kadar hizmetlerini ve İslam’ın çağrısını ulaştıran Mevlevi dergahlarından biri de 20.yy. başlarına kadar Çankırı’da hizmet vermiştir.

Elimizde “Çankırı Mevlevihanesi” adıyla yüksek lisans tezi olarak bulunan birçalışma hem kültür ve medeniyetimizin orijinal kurumları olan Mevlevihaneler, hem deÇankırı ve Taşmescit tarihi hakkında önemli bilgiler sunuyor. Önemli arşiv belgelerinin de yer aldığı çalışma Çankırı Mevlevihanesinin 20.yy. başlarında Mustafa Nuri Dede ve Hasip Dede dönemini ele almıştır. Çalışmadan kısa bir bölüm:

“Çankırı Mevlevihanesi üzerinde çalışırken bir hususu dile getirmeliyiz ki, bugün sadece Taşmescit diye anılan ve Dar-ul’hadis olarak yapıldığı anlaşılan kısım ayaktadır. Bu mevcut yapı, merdivenleri ve kapısı Türk- Selçuklu taş işçiliğinin nefis örnekleri arasındadır. Duvarları Selçuklu mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan kesme taştandır. Taşmescit adıyla da anılan binanın kuzey cihetinde mukarnas süslü, iki tarafı merdivenle çıkılan kapısında orijinal bir kitabe mevcuttur. Bina altta kül rengi, beyaz rengi, beyaz kesme taşlardan itinalı bir şekilde yanındaki kayalığın yamacına inşa edilmiştir. Selçuk profilleriyle çevrelenmiş, stalaktitli bir niş içinde esas kapı görünür. Bunun altında basamakların teşkil ettiği üçgenin ortasında ve üst kapı aksına gelen basık kemerli küçük kapı, mumyalık kısmının girişidir.” Bugün Taşmescid diye anılan binanın aynı zamanda Darul’hadis olduğu yukarıda zikredildi. İşte bu bina Şeyh Cemaleddin Hazretlerinin zaviyesi olmakla beraber medrese fonksiyonunu da icra ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü XVIII. yy.’dan itibaren Mevlevihanelerde medreselerin de bulunduğu bilinmektedir. Nitekim bu konuda KÜÇÜKDAĞ da Konya Piri Mehmet Paşa Zaviyesi bünyesinde Mehmet Paşa adlı bir medresenin olduğunu tespit etmiştir. Aynı şekilde Çankırı Mevlevihanesi’nde de mütevellilerine medresede eğitim-öğretim yaptıkları takdirde tevliyet hakkı verilmiştir. Hatta 10 Ramazan 1257’de (M.26 Ekim 1841) tedrisat yapmaları şartıyla tevliyet hakkı es-Seyyid Mehmed Efendi ve es-Seyyid Mustafa ve es-Seyyid el-Hac Mehmed Efendi’ye veriliyor. Buradaki mütevellilerin normal vatandaş olmayıp, ilim erbabı oldukları vakfedenin şartından anlaşılmaktadır.

Kaynak:

TC Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Ens. Tarih Ana bilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilimi Dalı

Çankırı Mevlevihanesi

(Konya Mevlana Müzesi Arşivi’nde 69, 70 nolu Zarflardaki Belgelere Göre)

Yüksek lisans tezi ,

Hazırlayan: Feridun ATA,

Konya 1995

 

Milli Mücadelede Çankırı Mevlevihanesi

I. Olay, Balkan savaşı yıllarında, diğer Mevlevihaneler gibi, Çankırı Mevlevihanesi de her türlü maddi ve manevi yardıma iştirak etmişlerdir. Şeyh Hasip Dede Efendi Çankırı halkıyla birlikte, savşmakta olna askerlerimizin başarıları için hatimler indirimiş ve dualar yapmıştır. Diğer taraftan Mevlevihaneye gelen 1912 tarihli Yardım genelgesi çerçevesinde Çankırı halkı hemen harekete geçmiş, Şeyh Hasip Dede Efendi’nin nezaretinde (listeleri mevcut) bir çok kişi imkanları nibetinde orduya maddi katkı sağlamıştır.

Kaynak: Mevlana Müzesindeki Arşiv Belgeleri Işığında Çankırı Mevlevihanesi, Yrd. Doç. Dr. Ferudun ATA, Çankırı Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, (Sayfa:37-44)

II. Olay,O Tarihte Çankırı’da mevcut tekkelerde ne kadar sancak varsa çıkartılmış, dervişler kudüm çalarak ahalisinin önünde gidiyordu. Nihayet askerle kavuşuldu. En önde tabur sancağı sancağı, iki tarafında sancak muhafızları vardı. Sancak muhafızları şimdiki gibi süngülü olmayıp, askerin en uzun boylularından seçilmiş siyah, çember sakallı, önlerinde siyah meşin önlük, ellerinde birer balta bulunan iki baltacı nefer idi, pek heybetli görünüyorlardı. Merhum Mecbur Efendi uzun bir dua okudu. Sonradan öğrendiğime göre bu hadise 1885 senesinde Yunanistan hududunda tahşit olunan ve sonra harp edilmeksizin terhis edilen rediflerin avdetinden ibaretmiş” “Çankırı Coğrafyası” Ahmet Kemal Üçok

Çankırı Araştırmaları Sitesi

www.cansaati.org

Beşiktaş Mevlevîhânesi
Beşiktaş Mevlevîhânesi 1024 683 Hz. Mevlâna Dergâhı
Beşiktaş Mevlevihanesi
(Bahariye Mevlevihanesi)  

İstanbul’da günümüze ulaşamayan Mevlevihanelerden birisi de kötü yazgının peşini bırakmadığı, birkaç kez yeri değişen Beşiktaş Mevlevihanesidir.

Beşiktaş Mevlevihanesini XVII.Yüzyılın önde gelen devlet adamlarından Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşa 1613 yılında yaptırmıştır. Mevlevihane’nin ilk şeyhi, aynı zamanda Gelibolu Mevlevihanesinin şeyhi olan Agazade Mehmet Dede’dir. Bu Mevlevihane’nin kuruluşunu anlatan ilginç bir de öyküsü vardır:

Kaptan-ı Derya Ohri’li Hüseyin Paşa Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu’ya uğramış ve Gelibolu Mevlevihanesi Şeyhi Agazade Mehmet Dede’yi ziyaret etmeyi unutmuştur. İstanbul’a hareketinde şiddetli bir fırtınaya tutulmuş ve geriye dönmek zorunda kalmıştır. Tekrar Gelibolu’ya geldiğinde deniz sakinleşmiş, yeniden hareket ettiğinde fırtına başlamıştır. Bunu bir gönül kırıklığına bağlayan Hüseyin Paşa “galiba Gelibolu erenlerinden birini ziyaret etmeyi unuttuk” diyerek sorup, soruşturmuş ve Mehmet Dede’yi ziyaret etmediğini öğrenmiştir. Bunun üzerine Mehmet Dede’ye giderek kusurunun bağışlanmasını istemiştir. O da donanmanın Marmara’ya açılması için dua etmiş ve Paşa’ya bir daha fırtına ile karşılaşmayacağını söylemiştir. Bunun ardından da yakında Sadaret mührü ile payelendirileceğini, sonra da saraya damat olacağını müjdelemiştir. Gerçekten de Ohrili Hüseyin Paşa İstanbul’a dönüşünde sadrazamlığa yükselmiş, bir süre sonra da damatlık Ona layık görülmüştür. Ohrili Hüseyin Paşa, bütün bunları Agazade Mehmet Dede’nin kerametine bağlamış ve bir şükran borcu olarak da Beşiktaş Mevlevihanesini yaptırmıştır.

XIX.Yüzyılın ikinci yarısında Sultan Abdülaziz Boğaziçi kıyılarında Çırağan Sarayını yaptırırken Beşiktaş Mevlevihanesini de yıktırmıştır. Bunun üzerine Mevlevihane 1867 yılında geçici olarak Fındıklı’daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağına taşınmış, orada iki yıl kalmıştır. Maçka sırtlarında, bugünkü İstanbul teknik Üniversitesi Maden Fakültesi’nin bulunduğu yerdeki yeni Mevlevihane’nin yapımı tamamlanınca da oraya taşınmıştır. Beşiktaş’taki son şeyhi Nazif Efendi’nin kemikleri Maçka’ya götürülmüşse de diğer Mevlevi mezarları Çırağan Sarayı’nın bodrumunda kalmıştır. Günümüzde aynı yerde yapılan Çırağan Otelinden ötürü bu mezarların ne olduğu bilinmemektedir. (*)

Mevlevihane’nin kötü yazgısı peşini bırakmamış, yapımından beş yıl sonra buraya bir kışla yapılması kararlaştırılınca Mevlevihane 1873’te Eyüp’ün Bahariye semtine taşınmıştır.Günümüzde Silahtarağa Caddesi üzerinde bulunan Mevlevihane Hatapemini Hüseyin Efendi ile Mustafa Efendi’nin yalılarının bahçesine büyük bir semahane, harem, selamlık ve türbe yapılmış, sonra da bunlara bir de hazire eklenmiştir.

Bahariye Mevlevihanesi 1877’de okunan bir mevlit ve ardından yapılan Mevlevi ayini ile açılmıştır (18 Rebilüevvel 1294). Sultan II.Abdülhamit Mevlevihane’ye 28 odalı bir harem dairesi eklemiştir. Ne var ki bu yapı deniz kenarında ve ahşap olduğundan rutubetten zarar görmüştür. O sırada Mevlevihane’nin başında bulunan bestekâr ve aynı zamanda neyzen olan Hüseyin Fahrettin Dede’nin yapıyı onaracak mali gücü yoktu. Bu nedenle de yapı topluluğu her geçen gün biraz daha harap olmaya başlamıştı. Sultan Mehmet Reşat’ın Osmanlı tahtına çıkışı Mevlevihane için hayırlı olmuş, Mevlevi muhibbi padişah, dergâhı tamir ettirmiş ve bunu belirten bir kitâbeyi de avlu kapısı üzerine koydurmuştur. 

Bahariye Mevlevihanesi, dergâhların kapatılmasından sonra bakımsız kalmış, semahanesi 1935’te yıktırılmış, 1938-1939’da harem dairesi yanmıştır. Mescit uzun yıllar depo olarak kullanılmış, Mevlevihane’nin son şeyhinin varisleri ile Şeyh Hasan Nazif Efendi, Şeyh Küçük Hasan Nazif Efendi, Yenişehirli Avni Bey ve Sikkezanbaşı ailesinin gömülü olduğu türbe çökmüştür. İki fabrika duvarı arasında kalan avlu kapısı ise 1970 yılının başlarında arkasındaki ahşap selamlıkla birlikte yıktırılmıştır. Haziresindeki 20’ye yakın mezardan bazıları eski iplikhanenin karşısında düzenlenen mezarlığa, bazıları da Edirnekapı Şehitliği’ne nakledilmiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi  ve Eyüp Belediyesi tarafından 2011 yılında restorasyon çalışmaları sona eren Bahariye Mevlevihanesi; günümüzde çeşitli vakıf ve derneklerin kültür,sanat ve eğitim faaliyetlerine yönelik hizmet vermektedir.

 (*) Yazıda, Beşiktaş Mevlevihanesinin üzerine inşa edilen Çırağan Sarayının altında Mevlevihanenin mezarının olduğunu yazmış, saraydan sonra bunların akıbeti ne olmuş demişsiniz. Babam rahmetli Semazenbaşı Kemal Özmen tarafından bu mezarlar için Kültür Bakanlığına 15 sene önce mektup yazılmış, Kültür Bakanlığı saray inşaatını durdurup babamın başkanlığında bir heyet kurup bu mezarların Galata Mevlevihanesi suskunlar bölümüne defnini sağlamıştır. Hatta heyetteki bir çalışan son gün rüyasında bir çocuğun “beni de alın, beni unuttunuz” demesi üzerine sabah babamı aramış, babam dehlizlere tekrar girmiş ve bir çocuk mezarı daha bulmuş bu son mezarı da yine Galata Mevlevihanesi suskunlar kısmına defnettirmiştir. Sarayın altında tek bir mezar bile kalmamıştır.
Semazenbaşı Kemal Özmen’in kızı Elif Özmen

Antalya Mevlevihânesi
Antalya Mevlevihânesi 1024 768 Hz. Mevlâna Dergâhı

Antalya Mevlevihânesi

Antalya Mevlevihane Müzesi, Mevlevihane, Hamam, Zincikıran Mehmet Bey ve Nigar Hatun Türbelerinden oluşan bir yapı kompleksini içerisinde barındırmaktadır.

Mevlevihane yapısı, Yivli Minare’nin de bulunduğu yapılar topluluğu içinde yüksekçe bir teras üzerinde yer alır. Yapı, 13,45×32,22 metre ölçüsünde dikdörtgen formlu iki katlı kâgir bir yapıdır. Güney cephedeki kemerli bir kapı ile girilen ana mekânın doğusunda sivri tonozla örtülü bir eyvan, kuzeydoğusunda bir, kuzeyinde iki, batısında üç adet beşik tonoz örtülü oda bulunmaktadır. Bu odaların Mevlevihane’de kalan dervişler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Yapının Selçuklu Devri’nde bir Mevlevihane veya tarikat binası olarak inşa edildiği söylenmekte ise de 19. yüzyıla ait bir kaynakta “Sultan Korkud-Alâeddin Zaviyesi” için “sahibu-l hayrat vel-hasenat” denmek suretiyle Mevlevihane’nin bânisi ve vâkıfı olarak Şehzade Korkud’a atıfta bulunulmasıyla, söz konusu yapının 16. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devri’nde Mevlevihane olarak fonksiyon gördüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 17. yüzyılda Evliya Çelebi gördüğünde de yapı Mevlevihane olarak kullanılmaktaydı.

Mevlevihane Hamamı veya Yivli Minare Hamamı, Yivli Minare Külliyesi Hamamı gibi isimlerle de anılan hamam yapısının ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Yaklaşık 8.50×11.00 metre ebatlarında dikdörtgen bir plana sahiptir. Hamamın planı, boyutları ve konumu ile kalabalık gruplara hizmet vermekten ziyade özel kullanıma uygun olarak tasarlandığı düşünülmektedir.  13. yüzyılın ilk çeyreğinde  “Saray Hamamı” olarak inşa edildiği yönünde görüşler bulunmakla birlikte, Osmanlı Devri’nde 16. yüzyılın başlarından itibaren Mevlevihane hamamı olarak fonksiyon gördüğü bilinmektedir.

Nigâr Hatun 1450-1503 yılları arasında yaşamış II. Bayezid’in oğlu Şehzade Korkud’un ve Fatma Sultan’ın anneleridir. Şehzade Korkud Manisa’dan Antalya Sancak Beyliği’ne atandığında oğlu ile birlikte olduğu, aynı yıl öldüğü ve Antalya’ya gömüldüğü bilinmektedir. Yapı, aralarında yer yer devşirme mermer parçalarının da kullanıldığı düzgün kesme ve moloz taş ile tuğla kullanılarak inşa edilmiştir. Üslup olarak Selçuklu türbelerini andıran bu türbe yapısının, kesin olarak tespit edilememekle birlikte en erken 15. yüzyıl Osmanlı Dönemi’nde yapılmış olabileceği anlaşılmaktadır.

Zincirkıran Mehmet Türbesi, düzgün yonu taştan inşa edilmiş olup, kare kaide üzerinde yükselen sekizgen gövdeli ve piramidal külahlıdır. İçeride daha önce çiniyle kaplı olduğu söylenen üç sanduka vardır.  Kapı üzerindeki iki satırlık sülüs istiflerle doldurulmuş mermer kitâbede Yunus Bey oğlu, Mahmud oğlu Muhammed tarafından, merhum oğlu Ali için Aralık ayı sonları 1377 tarihinde inşa ettirildiği yazılıdır.

Ankara Mevlevihânesi
Ankara Mevlevihânesi 1024 555 Hz. Mevlâna Dergâhı

Ankara Mevlevihanesi

(Cenab-ı Ahmet Paşa)

Ankara Mevlevihanesi’nin ne zaman kurulduğunu bilmiyoruz. Küçük bir zaviye olan yapı Cenabi Ahmet Paşa Camii’ni U şeklinde çeviren ahşap binalardan oluşuyordu.

İlk Mevlevihane cami ile birlikte 1566 yılında kurulmuş olmalıdır. Mimar Sinan’a atfedilen cami Semahane olarak kullanılmıştır.

Üç bölümlü son cemaat yeri, tek kubbenin örttüğü harim; klasik ölçülerdeki mihrap, minber ve mahfiliyle tipik bir Sinan eseridir.

Cümle kapısı üzerinde inşa kitabesi H. 973/ M. 1566, batıdaki pencere üzerinde Ankara Valisi ünlü Mesnevi Şarihi Abidin Paşa’nın H. 1305/1878 onarım kitabesi bulunur.

Mevlevihane’nin tarihini ayrıntılı olarak bilemiyoruz. 17. yüzyılda Evliya Çelebi (1640) Mevlevihane’den söz ediyor.

1911 yılında Şeyh Mustafa Nureddin Dede, Konya’ya yazdığı mektupta çile çıkarmış dedegan olmadığından hizmetlerin fahri olarak yapıldığını bildiriyor. Son şeyh Mustafa Nuri Dede 25 dervişi ile Mevlevi alayına katılmış, cepheye gitmiştir.

1929 yılına geldiğinde avludaki tekke yapıları, askeri barakalar H. Jansen planı gereğince yıkılmış iki türbe ile hamuşan mezarlıktan küçük bir parça bırakılmıştır.

Cenabı Ahmet Paşa Türbesi (1561) sekizgen planı, kubbeli tipik bir Osmanlı Türbesidir. Azimi Türbesi’nin 1758 tarihli kitabesi vardır. Dikdörtgen planlı kiremit kaplı çatısı vardır.

Afyon Mevlevihanesi
Afyon Mevlevihanesi 1024 683 Hz. Mevlâna Dergâhı

Afyon Mevlevihanesi

Afyonkarahisar Mevlevihanesi 1710 yılında yapılmıştır. Ancak, bu yapı yıkılmış ve 1844’de Sultan Abdülmecit tarafından yenilenmiş, 11205’te de Sultan II.Abdülhamit tarafından yeniden onarılmıştır. 

Mevlevi kültüründe Afyon Mevlevihanesi Konya dergâhından sonra önem sırasına göre 2. sırada gelmekte idi. Mevlevihane, semahane, harem-selamlık, matbah, derviş hücreleri gibi bölümleri ile büyük bir alanı kaplıyordu. Kesme taştan yapılmış olan semahanenin giriş kapısı üzerinde kitabesi ve Mevlevi sikkesi bulunuyordu. Kuzeye bakan cümle kapısındaki merdivenlerden sonra dedegânın hücrelerinin bulunduğu bir avluya giriliyordu. Bu avlunun ortasında da büyük bir şadırvan vardır. Avlunun sağında matbah kısmının bir bölümü ile çilehane yer alıyordu. 

Mevlevihane’nin camisi kesme taştan olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Kasnağındaki renkli camlarla caminin içerisi aydınlatılmıştır. Semahanenin doğusunda şerbethanenin üst katında da semahaneye bakan kafesli kadınlar mahfili bulunmaktadır. Semahanenin sol tarafındaki türbe bölümünde de Mevlevi şeyhlerine ait 12 ahşap sanduka bulunmaktadır. Burada Mevlana’nın torunlarından Aba Puş-i Veli, Sultan-ı Divani Mehmet Semai Çelebi, Hızırşah Çelebi, Şah İsmail’in oğlu Elkas Mirza ve diğer Mevlevi büyükleri gömülü bulunmaktadır. 

Tekke ve dergâhların kapatılmasından sonra Mevlevihane Afyon Müftülüğünce kullanılmış ve günümüzde de camiye dönüştürülmüştür.

KARAHİSAR MEVLEVÎHÂNESİ

Muğla Mevlevihânesi
Muğla Mevlevihânesi 1024 768 Hz. Mevlâna Dergâhı

Muğla Mevlevihânesi

Şehrin Camikebir mahallesinde, Şahidi sokak üzerindeki Şahidi Camii’nin bahçesinde yer almaktadır. Dergah bahçesinde Muğla’da yaşamış mevlevilerin mezarları bulunur.

Anadolu’da Mevleviliğin yaygınlaşmaya başlamasıyla çeşitli şehirlerde pek çok mevlevi dergahı açılmıştır. Muğla Mevlevîhânesi ise Anadolu’da kurulan ilk mevlevîhâne olması açısından büyük bir önem taşır.

Mevlevîhâne muhtemelen 1450’li yıllarda Sâlih Hüdayî Dede (ö.1480) tarafından kurulmuştur. Sâlih Hüdâyî Dede, ilk tahsilini Seyyid Kemâleddin’den almış daha sonra Mevleviliğe girmiş Fatih Sultan Mehmed’in teşvikiyle sözkonusu mevlevihaneyi kurmuş, burada Mesnevi okutarak Muğla’da mevleviliğin ilk temellerini atmıştır. Zamanla eskiyen bu dergah 1848’de Hacı Osman Ağa tarafından onarılmış ve genişletilmiştir. Dergahın bahçesinde bulunan camii ismini, daha önce burada bulunan mevlevihanede şeyh olan Şahidi İbrahim Dede’den almıştır.[1]

Sâlih Hüdayî Dede dergahı kuran ilk kişi olsa da ona ve onun dönemine ait fazla bilgi yoktur. Dergahın ve Muğla’da Mevleviliğin parlaması oğlu Şâhidî İbrahim Dede zamanında olmuştur.

 

Marmaris Mevlevihanesi
Marmaris Mevlevihanesi 300 300 Hz. Mevlâna Dergâhı

Marmaris Mevlevihanesi

Sarıcana Mahallesi’nde, kaleye yakın bir yamaçta Değirmen Çayı’nın kenarındadır. Şimdi yeni yapılar arasında kaybolmuştur.

Mevlevihane, Türkmen-Yörük yurdu Marmaris’te Sarıcana-Yörük Fatma Zaviyesi/Türbesi yanında kurulmuştur. Son yıllara kadar, semahane, mescit türbeden oluşan kırma çatılı 1835’te yapılan bina ayaktaydı. Bu yapıdan ayrı bir de semahane olmalıydı.

Mevlevihanenin kesin tarihi bilinmiyor; 16. yüzyılda kurulup II. Mahmut zamanında (1835) son şeklini aldığı kabul edilir. Bu onarıma ait kitabede mevlevihanenin adlı Haşim Dede Tekkesi olarak geçmektedir. Bu yapı yıkılarak sekizgen tuğla türbe ile yeni bir cami yapılmıştır (1987). Eski türbenin kitabesi yeni türbenin kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Mevlevihaneye ait su kuyusu ve hazirenin bir kısmı halen mevcuttur.

 

 

Niğde Mevlevihânesi
Niğde Mevlevihânesi 511 337 Hz. Mevlâna Dergâhı

Niğde Kemal Ümmi Zaviyesi

Kuruluşu Ulu Arif çelebi zamanında 14. yüzyıl başlarına kadar inmektedir. Osmanlı dönemindeki tarihi hakkında bir çok bilgiler vardır. 1911 yılında Şeyh Hüsameddin Dede’nin verdiği bilgiye göre 1763 yılında Kemal-i Ümmi mevlevihaneyi yeniden kurmuştur. Niğde İli, Yenice mahallesindeki zaviyenin ana binasının bir kısmı kaybolmuş; mezarlık, Kemal-i Ümmi türbesi vakıflarca restore edilmiştir. Ana bina kız Kur’an kursu yapılmıştır.

 

Urfa Mevlevihânesi
Urfa Mevlevihânesi 1024 819 Hz. Mevlâna Dergâhı

URFA MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. Barihüda Tanrıkorur

XVIII. yüzyılda Urfa’da kurulan Mevlevî tekkesi.

Mevlevîhânenin ne zaman ve kimin tarafından inşa edildiği kesin olarak bilinmemektedir. 1650 yıllarında Urfa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin mevlevîhâneden bahsetmemesi muhtemelen bu tarihte mevcut bulunmadığını göstermektedir. Mevlevîhâneye dair en eski arşiv kaydı 1172 (1758) yılına aittir. Bu kayıttan Abdülkerim Efendi adlı birinin 1118’de (1706) mevlevîhâne vakfına ilk mütevelli olarak tayin edildiği anlaşılmaktadır. 1912 yılında postnişin olan Seyyid Ahmed Dede Efendi, Konya çelebisine gönderdiği 29 Kânunuevvel 1327 (11 Ocak 1912) tarihli mektupta mevlevîhânenin vakfiyesinin bulunmadığını ve kuruluş tarihinin bilinmediğini, ilk bânisinin Hacı İbrâhim Ağa, ikinci bânisinin Urfa Valisi Dârendeli Hüseyin Paşa olduğunun rivayet edildiğini bildirmektedir. 1135’te (1722-23) paşa rütbesine yükseltilerek Urfa valiliğine tayin edilen ikinci bâni Dârendeli Hüseyin Paşa, Karameydan mevkiinde 1141 (1728-29) yılında Hüseyin Paşa Camii’ni yaptırmıştır. Bu cami ile aynı yıllarda inşa ve tamir edilen Hizanoğlu Camii ve mevlevîhâne benzer mimari özelliklere sahiptir. Üç yapının da sekiz kasnaklı, tromplu, tek kubbeli kare planlı şemalarından ve benzer taş işçiliğinden hareketle mevlevîhânenin de 1141 (1728-29) yılında inşa edildiği ve aynı ustaların elinden çıktığı söylenebilir. Ancak Hüseyin Paşa ve Hizanoğlu camilerinden farklı olarak mevlevîhânenin semâhânesi yalnız semâhâne olarak tasavvur edildiğinden son cemaat yeri, minaresi ve minberi bulunmamaktadır.

Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin mevlevîhâne tarihiyle ilgili verdiği bilgilerle arşiv kayıtlarına göre mevlevîhânenin meşihatında bulunan postnişinler şunlardır: Ali Haydar Dede Efendi, ilk bânisi Hacı İbrâhim Ağa’nın oğlu Hacı Sıddîk Dede Efendi, Muhammed Dede Efendi, Bâkî Dede Efendi, Sâlih Dede Efendi, Yûsuf Dede Efendi, Konyalı Osman Dede Efendi ve babası Abdülhamid Dede Efendi (ö. 1874), Abdülhamid Dede’nin oğlu Seyyid Ahmed Dede Efendi (ö. 1912), Abdülhamid Dede’nin diğer oğlu Mustafa Dede Efendi, Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin oğlu Hüseyin Hüsâmeddin Dede Efendi, Ahmed Dede’nin diğer oğlu Hasan Vahab (Döner) Dede Efendi (ö. 1956). Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin postnişin olduğu 1874-1912 yıllarında çekilen üç kartpostal resminde mevlevîhânenin son dört postnişini bir arada görülmektedir.

Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde mevcut 6 Kânunuevvel 1327 (19 Aralık 1911) tarihli tamir keşfine ekli krokide (zarf nr. 68/45) mevlevîhânenin yaklaşık 1300 m²’lik bir arsa üzerine oturduğu ve 23 × 29,30 m. ölçüsünde çift havuzlu dikdörtgen planlı bir bahçe etrafında düzenlendiği görülmektedir. Bahçenin güneyinde 14 × 14 m. ölçüsündeki semâhâne ile onun batısına bitişik üstte iki oda ve bir salonu olan “L” planlı bir harem dairesi; bahçenin Hamam caddesine bakan kuzeyinde altta vakıf dükkânları, üstte bir salon, dört hücre ve 4,6 × 8,7 m. ölçüsünde bir şeyh odası olan selâmlık dairesi; bahçenin doğusunda Hamam caddesi üzerindeki vakıf dükkânlarına bitişik cümle kapısından girilen Bahçe sokağı ile 5,5 × 4 m. ölçüsünde hâmûşân; bahçenin batısı duvarla kapalı olup kuzeydoğu ve güneybatı köşelerinden merdivenlerle çıkılan, “gezenek” adı verilen bir üst gezi alanı yer alıyordu. Aynı yıl tertip edilen masârif cetvelinde çarşıda ve dergâhın alt katında bulunan kırk yedi küçük dükkân ile Urfa’daki üç küçük bağbahçenin icarlarından oluşan mevlevîhânenin geliri 19.742 kuruş, gideri 19.743 kuruş olarak belirtilmiştir. Semâhâne harem dairesi ve hücreleriyle yıkılmaya yüz tutmuş, külliyenin krokisi ve tamir edilecek mekânlar ve masrafları tek tek çıkarılarak tamiri için 78.914 kuruş gerektiği tesbit edilmiştir.

Bu tarihte harap durumda bulunan mevlevîhânenin tamiri için çok uğraşıldığı halde tamirat gerçekleştirilememiştir. Tekkelerin kapatılmasıyla kaderine terkedilen mevlevîhânenin semâhâne dışında kalan bölümleri yıkılarak yerlerine baraka tipi dükkânlar inşa edilmiş, bahçesi sebze-meyve haline dönüştürülmüştür. Şanlıurfa’nın ticaret merkezi olan Pınarbaşı mahallesi Kunduracı Pazarı’nın doğusundaki çarşı içerisinde yer alan semâhâne kırk yılı aşkın bir süre sebze hali esnafı ve belediye tarafından depo olarak kullanıldıktan sonra 1973’te restoratör-mimar Mehmet Yılmaz Önge’nin yaptığı projeyle bir taş mihrap, minber ve asma kat kadın mahfili eklenerek Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından camiye dönüştürülmüş ve Mevlevîhâne Camii adıyla hizmete açılmıştır. 2003-2006 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce geniş bir çevre düzenlemesi ve restorasyon yapıldığı sırada binanın cephelerine bitişik dükkânlar ve sebze hali kaldırılıp etrafı temizlenmiş, sadece batıdaki eski taş Kasaplar Çarşısı, Mevlevîhâne Çarşısı adıyla kalmıştır. Zamanla dolan dış zemini yaklaşık 0,50 m. kadar kazılarak yapı ortaya çıkarılmış, güney ve doğu cephelerinin etrafı açılıp meydan düzenlemesi yapılmıştır. Meydanın etrafına oturma alanları, zemin kodunun altında dilimli havuzlar ve cami girişinin önüne camekânlı kısım eklenmiştir. Semâhâne plan ve üslûp bakımından Şanlıurfa’da 1141 (1728-29) yılında inşa edilen Hüseyin Paşa ve Hizanoğlu camilerine benzer. Cami oldukları için bu iki yapının son cemaat yeri, minaresi ve taş minberi vardır. Yalnız bir semâhâne şeklinde tasavvur edildiğinden mevlevîhânenin son cemaat yeri, minaresi ve minberi bulunmamaktadır.

Kesme taştan yapılan, 13,95 × 13,95 m. ölçüsündeki kare planlı kübik yapı 2,2 m. yüksekliğinde ve 12,2 m. çapında tromplu sekizgen bir kasnak ve 10 m. çapında bir kubbeyle örtülüdür. 1973 onarımında kurşun kaplama taklidi olarak beton sıvanan kubbenin üzerine cümle kapısının üstüne benzeyen destarlı Mevlevî sikke motifli taş alem konmuş, kubbe kasnağının dört yönündeki pencere boşluklarına dikdörtgen petekli beton dışlık ve alçı içlik pencereler takılmıştır. Semâhânenin kübik alt kısmının 6,5 m. yüksekliğindeki profilli saçak silmesinin altında üçlü veya koç boynuzu biçiminde düzenlenmiş, yerlilerin “serçe yuvası” dediği mukarnas dizisiyle çevrilidir. Giriş (kuzey) cephesinin ortasında 3,3 m. genişliğinde, 5,2 m. yüksekliğinde ve 20 cm. derinliğinde üç merkezli sivri kemerli bir çıkıntı içinde üstü basık kemerli tepe penceresi olan sade, sövesiz, çift kanatlı cümle kapısı yer alır. Kemerin orta diliminin sivri ucu değişik sivri tepeli, taştan yontulmuş destarlı bir Mevlevî sikkeyle taçlandırılmıştır. Cümle kapısının iki yanında 1,85 m. genişliğinde ve 4,20 m. yüksekliğinde üç merkezli sivri kemerli birer niş içinde altlı-üstlü olarak yerleştirilmiş dikdörtgen birer pencere ile bir tepe penceresi, doğu ve batı cephelerinde üç, kıble cephesinde iki nişli pencere bulunur. Mihrap cephesinde yer alan kıble eyvanı üçgen şeklinde dışa taşkındır. Alınlıkları boş bırakılmış pencereler 1973’te iki kanatlı ahşap doğrama halinde restore edilip büyük alt pencerelerin önüne lokma demirli parmaklıklar takılmıştır.

Cümle kapısı ve harimin döşemesi öndeki taş zeminden yaklaşık 50 cm. düşük kaldığından dışarıdan 11 × 11 m. kare planlı harime birkaç basamakla inilip girişteki 2,2 m. derinliğindeki ahşap asma mahfilin altından geçilerek girilir. Asma mahfile kapı boşluğunun 1 m. kalınlığındaki yan duvarları içinden on bir basamaklı birer merdivenle çıkılır. 1973’teki onarımdan önce bu mahfil yıkıldığı için sadece

duvar kiriş yuvaları ve merdivenler mevcut iken restorasyonda on dört direğin taşıdığı 11 × 2,2 m. ölçüsünde bir ahşap asma mahfil yerleştirilmiş, mahfilin alt katının önüne beş Bursa kemerli ve korkuluklu, üstü sikkeli babalar ve üç dilimli kemerli deseni olan yüksek kafeslerle kapatılmış, alt kat mahfiline ise ortası göbekli, baklavalı desenli çıtakârî konstrüksiyonlu tavanlar yapılmıştır. 1925’ten önce burada da bir mahfil mevcuttu ve alt katı seyirci için, üst katı mutrip için kullanılıyordu.

Mihrap cümle kapısının tam karşısında derin sivri kemerli bir eyvan niş içinde yer alır. 1973 onarımından önce resim ve rölöve çizimlerinde, semâhânenin güney cephesinde üçgen çıkıntı yapan 1,5 m. derinliğinde ve 3,5 m. genişliğindeki kıble eyvanında, önünde üç küçük yuvarlak basamağı bulunan 50 cm. yüksekliğinde bir taş seki görülmektedir. Sekinin arkasındaki duvarın ortasında bir sıra serçe yuvası mukarnaslı bordürle çevrilmiş, 2,3 × 2,1 m. ölçüsünde dikdörtgen mihrap, üstünde sivri kemerli uzun, mazgal penceresi gibi bir tepe penceresi yer alıyordu. Mihrabın ortasında iki sütunçenin taşıdığı bir sivri kemer vardı ve kemerin içi niş şeklinde oyulmamıştı. Bu ilginç eyvan sekisi Meŝnevî dersi ve semâ mukabelesi sırasında şeyhin oturmasına mahsus olup selâmların başında ve sonunda basamakla inilen ve çıkılan bir tür post kubbesi şeklindeydi. Ancak 1973 onarımında semâhâne camiye dönüştürülürken bu istisnaî mevlevîhâne mimari detayı ortadan kaldırılıp yerine sekisiz-basamaksız bir eyvan içerisinde döşemeye kadar inen, silme çerçeveli mukarnas bordürle kuşatılmış, derin, beş kenarlı nişi olan bir taş mihrap yontulup yanına bir minber yerleştirilmiştir. Kare mekânın üstü sekiz geniş sivri kemerle çevrilidir. Kubbeye geçişi sağlayan trompların kemerlerinin sonundaki yastıklarında birer üçgen grup serçe yuvası mukarnasıyla nihayetlenir. Bu tromplu kemer sırasından sade kasnaklı bir kubbeye geçilir. Kubbe kasnağının dört yönündeki alçı pencere ve mihrap, cümle kapısı ve ön cephenin dört tepe penceresiyle alt sıra on büyük pencere semâhâneyi iyi aydınlatır. Cephelerdeki Suriye Memlük tesirli üç dilimli kemerler, saçak silme mukarnasları ve destarlı Mevlevî sikkesiyle harimdeki mukarnas süsleme detaylarının dışında semâhâne tezyinat bakımından oldukça sadedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, İrade-Dahiliye, nr. 4881 (28 M 1261 / 1845); nr. 20350 (2 R 1278 / 1861); BA, İrade-Meclis-i Vâlâ, nr. 20350; BA, Cevdet-Evkaf, nr. 19689; VGMA, Diyarbakır Muhasebe Defteri, nr. 491, s. 374, sıra 65 (Mevlevîhâne Vakfı şahıs kaydı H. 1172 / M. 1758 tarihli); nr. 63.01./2 (Urfa-Mevlevîhâne dosyası); nr. B.02.1. VGM.0.10.00/133762 (Şanlıurfa Merkez Mevlevîhâne Camii Rölövesi ve Restorasyon Projeleri); Şanlıurfa Şer‘î Sicilleri, nr. 207 (1629-1631 yılları arası); nr. 227, s. 427, 585 (1303 / 1886 tarihli); Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, zarf nr. 50/3 (29 Kânunevvel 1327 tarihi kısa tarihçe hakkında mektup); zarf nr. 50/4 (16 Teşrînievvel 1327 tarihli vâridât cetveli); zarf nr. 68/44; zarf nr. 68/45 (6 Kânunuevvel 1327 tarihli tamir keşfi ve haritası); zarf nr. 120’da 12 belge; Mahmut Karakaş, Şanlıurfa Kitabeleri, Şanlıurfa 1985, s. 25-26, 54; a.mlf., Şanlıurfa Evliya ve Âlimleri, Şanlıurfa 1996, s. 4, 57, 207; a.mlf., “Şanlıurfa’da Mevlevîlik”, GAP Gezgini, sy. 2, Şanlıurfa 2006, s. 58, 60, 61; Mehmet Alper, Urfa’nın Mekânsal Yapısı, Türk-İslam Mimarisindeki Yeri ve Önemi (doktora tezi, 1987), İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü; A. Cihat Kürkçüoğlu, Ruha’dan Urfa’ya: 1780-1980, Ankara 19120, s. 102-103; a.mlf., Şanlıurfa Camileri, Ankara 1993, s. 56-57; a.mlf., “Urfa Mevlevihanesi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 2, Konya 1996, s. 303-310; Ş. Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhânelerinin Mimarî Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, II, 184-193; III, 128-134, çz. XI.1-6, rs. XI.1-16; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 2120-292; Süreyya Eroğlu, “Urfa Mevlevihanesi (Tarihçesi, Mimarisi, Restorasyon Öncesi ve Sonrası)”, Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlâna Sempozyumu Bildirileri, Konya 2006, s. 1083-1093; İlhan Palalı, “Urfa Mevlevihanesi ve Urfa’da Mevlevilik”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Uluslararası Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyumu, Bildiriler, 26-28 Ekim 2007, Şanlıurfa, ts., II, 371-377; Osman Öksüzoğlu – M. Mercan Özkan, “Şanlıurfa Mevlevîhânesi ve Şanlıurfa Mevlevîhânesi’nde Yapılan Dinî Musiki İcralarının Lâ Dinî Musiki İcralarına Yansıması”, Dünyada Mevlâna İzleri Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Konya 2010, s. 395-411; Ziya Kazıcı, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Urfa’daki Vakıf Hizmetleri”, MÜİFD, sy. 5-6 (1993), s. 96.

Tokat Mevlevihânesi
Tokat Mevlevihânesi 511 337 Hz. Mevlâna Dergâhı

TOKAT MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. Barihüda Tanrıkorur

Tokat’ta XVIII. yüzyılda kurulan Mevlevî tekkesi.

Menâķıbü’l-Ǿârifîn’de anlatıldığına göre Selçuklu Veziri Muînüddin Süleyman Pervâne, Konya’da iken intisap ettiği Fahreddîn-i Irâkī’yi Tokat’a davet etmiş ve burada kendisi için bir hankah yaptırmıştı. XIV. yüzyılda da Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi tarafından Tokat’a halifeler gönderilmiştir. Bu tarihlerden itibaren Tokat’ta Mevlevîlik yaygınlaştığı ve birkaç mevlevîhâne inşa edildiği halde günümüze yalnız XVIII. yüzyılda kurulan, Tokat merkez Soğukpınar mahallesinde Bey sokağı ile Eski Hükümet ve Beyhamam sokakları arasında bulunan mevlevîhâne ulaşmıştır. II. Mehmed dönemi başlarında tutulmuş olan 859 (1455) tarihli Tahrir Defteri’nden Tokat’ta bir hankah-ı Mevlevî ve otuz iki hânelik Mevlevîhâne mahallesi bulunduğu öğrenilmekte, fakat 1472’de Uzun Hasan’ın Tokat üzerine gönderdiği ordunun âni hücumuyla şehrin baştan başa tahrip edilmesi yüzünden 8120 (1485) tarihli tahrirde Mevlevîhâne mahallesinin sekiz hâneye düştüğü ve 925’teki (1519) “Mahalle-i Hoca İbrâhim nâm-ı dîger Mevlevîhâne” kaydından Mevlevîhâne mahallesinin isminin değiştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Tokat merkez kazasına ait 984 (1576) tarihli vakıf kayıtları arasında mevlevîhâneye rastlanmamaktadır.

1066’da (1656) Tokat’tan geçen Evliya Çelebi, usta neyzenler eşliğinde haftada iki gün âyin yapılan Tokat Mevlevîhânesi’nden Beşiktaş Mevlevîhânesi derecesinde gelişmiş önemli bir Mevlevî tekkesi diye bahsetmektedir. Evliya Çelebi’ye göre I. Ahmed’in veziri olan Muslu Ağa, Mevlevîler için bir vakıf kurmuş ve kendi konağının bulunduğu geniş arazinin bir kısmına bu mevlevîhâneyi inşa ettirmiştir. Asıl vakfiyesi henüz bulunmamakla birlikte Tokat Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Mehmed Hâdi Dede Efendi’nin Konya çelebisine yazdığı 1911 tarihli mektupta mevlevîhânenin 1048’de (1638) Muslu Ağa namındaki Tokatlı bir zat tarafından tesis edildiğinden ve Meŝnevî’nin ilk mısraına ebced hesabıyla düşürülen tarihi belirten, “Muslu Ağa sâhte în tekyerâ Mevlevîyân tâ ibâdet mîkoned/Goft Mevlânâ zi-pîş-i târiheş: Bişnev ez ney çün hikâyet mîkoned” beyitlerinin tekkede bulunan bir kitâbe üzerinde bulunduğundan bahsetmektedir. Ancak Evliya Çelebi’nin I. Ahmed’in veziri olduğunu belirttiği Muslu Ağa resmî kayıtlarda, meselâ Tokat Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde yeniçeri ağası diye kayıtlıdır.

1115 (1703) tarihli hüccete göre Muslu Ağa’nın yaptırdığı mevlevîhâne zamanla yıkılmış ve yalnız arsası kalmış, meşihatta bulunan Müderris Mehmed Efendi b. Dânişî Ali Efendi mevlevîhâneyi tekrar inşa ettirmiştir. 1792’de Tokat büyük bir yangın geçirmiştir. Mevcut semâhâneyi içeren ana binanın, taşıdığı Osmanlı barok-ampir/empire mimari unsurlarından XIX. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendirilebildiği için bu yangından sonra yenilendiği tahmin edilmektedir. Plan tipi ve bazı tavan süslemelerinden XVIII. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilen mevlevîhânenin meşrutası ve Muslu Ağa Konağı olarak bilinen harem büyük ihtimalle bu tarihte de bir onarım görmüştür. Tokat Mevlevîhânesi meşihatında bulunan postnişinler şunlardır: Ramazan Dede Efendi (1048/1638 civarında), Tâlib Şeyh Mehmed Dede Efendi, Müderris Şeyh Mehmed Efendi b. Dânişî Ali Efendi, Abdülahad Dede Efendi, Hüseyin Dede Efendi b. Abdülahad Dede, Seyyid Osman Dede Efendi b. Hüseyin Dede Efendi, Hâfız Mehmed Emin Dede Efendi b. Hüseyin Dede, Hasan Dede Efendi b. Hâfız Mehmed Dede Efendi, Mehmed Emin Dede Efendi b. Hasan Dede, Ali Rıza Dede Efendi b. Hasan Dede, Mehmed Hâdi Dede Efendi b. Ali Rızâ Dede ve Abdülhâdi (Ergin) Dede Efendi b. Mehmed Hâdi Dede (ö. 1941). Günümüzde Seyyid Osman, Hâfız Mehmed Emin ve Mehmed Emin Dede efendilerin mezar taşları mevlevîhânenin arka bahçesinde bulunmaktadır.

Tekkeler kapatıldıktan sonra 1934 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tescil edilen mevlevîhâne ana binasına el konulmuş ve Muslu Ağa Konağı son şeyh ailesine bırakılmıştır. Uzun süre boş kalan ana bina, 1939’da onarılarak on yıl boyunca Jandarma Alay Komutanlığı tarafından kadınlar hapishanesi olarak kullanılmıştır. 1949’da selden zarar görerek onarılmış, 1954-1996 yılları arasında Kur’an kursu vazifesi görmüştür. 1976’da, gerek süsleme gerekse mimari bakımından büyük değer taşıyan ana bina ve harem korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Ancak eksik tescillenme yüzünden mevlevîhâne külliyesi parçalanıp bozulmaya başlamış, bazı parseller ifraz yoluyla satılmış ve matbahla türbe yıkılıp yerine askeriyeye ait binalar yapılmış, bahçe arsası üzerine Jandarma Alay Komutanlığı’na ait büyük bir yapı inşa edilmiş, 19120 civarında matbahla türbe yerine yapılan binalar da yıkılmış ve Jandarma Alay Komutanlığı’nın binası Tokat Millî Eğitim Müdürlüğü Sağlık Ocağı’na tahsis edilmiştir. Ana binanın doğu duvarına bitişik Mevlânâ Hamamı, aslında mevlevîhâne külliyesine ait olup aynı vakfın gelir kaynakları arasında yer almasına rağmen şahıs eline geçmiştir. 1997’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce hamamın tescil edilerek kamulaştırılmasına, ana bina ve harem konağının onarılmasına ve mevlevîhâne sahasının korunmasına karar verildiği halde restorasyonu çeşitli sebeplerden dolayı ancak 2005 yılında tamamlanabilmiştir. Değişik dönemlerde onarıma tâbi tutulan Tokat Mevlevîhânesi özgün mimarisini büyük ölçüde yitirmiştir. XVII-XIX. yüzyılların görkemli halinden çok şey kaybederek günümüze ulaşan ana bina 2006’dan beri Tokat Mevlevîhâne Vakıf Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Tekkelerin kapatılması sırasında mevlevîhâne ihata duvarıyla çevrili 3000 m²’lik bir arazi üzerinde yer almaktaydı. İki renkli kesme taştan basık kemerli avlu kapısından girilen küçük bir avlu etrafında müstakil bir türbe, türbenin güneyinde bir matbah ve onun doğusunda iki katlı semâhâne, dedegân hücreleri, meydan odası ve şeyh dairesini ihtiva eden ana bina yer alıyordu. Ana binanın doğusunda bir hamam, köşede tekkenin selâmlık bölümü, şeyhe ait iki katlı Muslu Ağa Konağı mevcuttu. Bazı mezar taşlarının arka bahçede bulunmasından bahçenin bir kısmının “hâmûşân” olduğu düşünülebilir. Günümüzde sadece giriş kapısı ve iki yanındaki kuzey ihata avlu duvarı, iki katlı ana bina, hamam ve Muslu Ağa Konağı mevcuttur.

XIX. yüzyıl Osmanlı barok-ampir/empire üslûbundaki ana bina kareye yakın dikdörtgen planlı, bağdâdî ve iki katlıdır. Cephelerde üst katta altlı üstlü iki sıra, alt katta tek sıra dikdörtgen pencereler yer alır. Ön avludan binanın kuzeydoğu köşesindeki “L” merdivenle kuzey giriş cephesinin üst katına çıkılmaktadır. Merdiven korkuluğunun başladığı yerde -korkuluğu duvara tesbit eden- “S” kıvrımlı, ejder yüzlü, oyma bezemeli bir merdiven başı tacı yer alır. Kat sahanlığı ve buraya sonradan konulmuş kapı geçildikten sonra ön cephe boyunca uzanan hayat veya dış sofaya benzeyen çıkma revaka gelinir. Revakın kuzey (dış) ve batı (yan) tarafları, aralarındaki dokuz sütunun altlıklarıyla ahşap torna işi alçak bir korkulukla kapatılmıştır. Dokuz yuvarlak ahşap sütunla köşelerde dikdörtgen kesitli iki direk yuvarlak kemerlerle çıkmalı revakın çatısını taşır. Bağdâdî revak kemerleri birbirine eklenerek bütün cephe boyunca devam eden dalgalı bir hat meydana getirmekte ve kemer dizisinin üzerinde cephenin içbükey geniş bağdâdî saçağı bulunmaktadır. Ortada mevcut dokuz zarif yuvarlak ahşap

sütun başlıklarında ajur tekniğiyle ve özenle oyulmuş akantus yaprağı motifleri bölgenin ince ahşap işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Desenli karo taş döşenmiş revakın güney duvarının başında yan yana, tek kanatlı iki küçük kapı, ortasında semâhâne cümle kapısı yer alır. Revakın batısında önü ahşap korkuluklu bir oturma sekisi vardır. Çift kanatlı ahşap semâhâne kapısı üç aynalı düzende olup üst kısmında, “Ey (bütün) kapıların açıcısı, bize (en) hayırlı kapıyı aç!” meâlindeki duanın sülüs hatlı kitâbesi yer alır. Kare planlı semâhânenin ortasında, on altı ahşap sütuna oturan dilimli kemerler üzerinde dilimli kubbeli onaltıgen bir semâ meydanı bulunur. Kubbenin ortasında sarkık küre şeklinde ahşap kabartma oyma göbek görülür. Kubbenin tezyinatı badana ile tamamen kapatılmış ve kubbe eteğindeki Allah, Muhammed, on iki imamın adı, Hz. Mevlânâ gibi isimlerin yazılı olduğu ahşap madalyonlar yeni konmuştur. Semâ meydanının etrafındaki ziyaretçi mahfilinin üzerinde kare çıtakârî taksimatlı düz tavanın köşeleri çeyrek ışınlı güneş şeklinde düzenlenmiştir. Geniş bir ahşap silme ile ikiye bölünen güney ve batı duvarlarındaki, altlı üstlü iki sıra halinde on sekiz dikdörtgen pencere semâhâneyi aydınlatır. Yuvarlak kemerli, fazla derin olmayan, sade nişli mihrap son onarımdan önce sivri ince bir ahşap bordürle çevrilmişti. Semâhânenin güneybatı köşesine ajurlu oyma ahşap alınlıklı ve üçgen planlı çok zarif bir köşe kitaplığı yerleştirilmiştir. Üstünde boynuzlu bir alem bulunan alınlığın “C” kıvrımlı bitkisel motifleri ortasında beyzî bir kartuş üstünde çakma sülüs harflerle Beyyine sûresinin, “O sayfalarda doğru yazılmış hükümler vardır” meâlindeki üçüncü âyeti yazılıdır. Mihrabın karşısındaki asma misafir ve mutrip mahfiline kuzeydoğu köşesindeki bir merdivenle çıkılır. Merdiven başı tacının ucunda, giriş merdiveninde olduğu gibi yandan ejder yüzlü bir oyma kabartması ve üstünde bir “S” kıvrımın taşıdığı Mevlevî destarlı sikke kabartması vardır. Mahfil korkuluğunun başındaki baba da bir Mevlevî destarlı sikke şeklindedir. Cümle kapısının üstündeki mahfil kısmının önünde bulunan iki sütunun arasına çıkıntılı yuvarlak bir mutrip mahfili yerleştirilmiştir. Semâhânenin doğu duvarı boyunca uzanan, önü kafesli fevkanî kadınlar mahfili vardır. Çıkma revakın başındaki ilk kapıdan girilince bir koridordan tâdil edilmiş hücreli kısma geçilir. Bu koridora eskiden ayrı kapısı olan dört derviş hücresi açılıyordu (bugün tek mekânlı sergi salonudur).

Ön avludan, kuzey cephesinin ortasında yer alan iki ahşap sütunun taşıdığı geniş basık kemerli kapıdan alt katın “taşlık” olarak tanımlanabilecek orta sofasına geçilir. Sofaya dört oda açılır. Odaların döşemesi ahşap olup sofa kotundan yüksektir. Çıtakârî taksimatlı düz tavanlı sofa sağa dönüş yaparak ve daralarak devam eder. Muhtemelen vaktiyle arka bahçe ve hâmûşân arasında bir çıkış/bağlantı oluşturuyordu. Değişikliğe uğrayan iki ön odanın (günümüzde müdürlük makamı) daha önce müstakil girişli üç dede hücresiyle alt katın kuzeybatı köşesinde yer alan büyük ve fazlaca süslenip aydınlatılmış baş odası ana avluya, batıda eski türbe ve matbaha ikişer pencere ile bakan şeyhin misafir kabul odası olduğu tahmin edilmektedir. Odanın çıtakârî tekniğiyle taksim edilmiş baklava dilimli tavanının ortasında ajurlu tarzda oyulmuş, Avrupa etkili çiçek ve yaprak motifli, sivri uçlu nefis bir oval kabartma göbek sarkar. Ahşap kapısı üç aynalı olup ortaları iri birer kabartma gülçe ile tezyin edilmiştir. Güneydoğudaki köşesi pahlanmış arka köşe odası göbeksiz bir tavana sahip olup bu mekânın eskiden mevlevîhânenin meydân-ı şerifi olduğu tahmin edilmektedir. Ana bina plan itibariyle -alt katta orta sofaya açılan dedegân hücreleri, üst katta semâhâne, çokgen orta semâ meydanı ve fevkanî kafesli kadın mahfili ile- Galata Mevlevîhânesi’nin son ana binasını andırmaktadır.

Ana binanın doğusunda bulunan Mevlânâ Hamamı kaba yontu ve moloz taş duvarlı, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı, tek eyvanlı hamam olarak inşa edilmiştir. Doğudan başlayarak sırasıyla soyunmalık, soğukluk, sıcaklık ve su deposundan meydana gelir. Külhan hamamın batısında yer almayıp kuzey cephesine kaydırılmıştır. Soyunmalık ve külhan ahşap bir çatı ile, soğukluk, eyvan ve su deposu sivri beşik tonozlarla, sıcaklık merkezi ve halvetler kubbelerle örtülmüştür. Eravşar’a göre sıcaklığa açılan ve tek eyvandan oluşan hamam en geç XV. yüzyıla tarihlendirebilir ve mevlevîhânenin bulunduğu yerde daha önce mevcut bir hamam büyük ihtimalle 1638 yılında Muslu Ağa tarafından yenilenmiştir.

Eğimli arazinin güneydoğu köşesinde yer alan harem kısmı (Muslu Ağa Konağı) şeyh ailesinin ikametine tahsis edilmiştir. Ahşap-karkas arası kerpiç dolgudan yapılmış basık bir bodrum üzerine tek katlı olup önünde mutfaklı bir “iş evi” bulunur. Duvar iç yüzleri çamur sıva üzerine alçı olduğu halde dış yüzleri kıtıklı kireç sıvalıdır. Yüksek üç ufak pencere ile sokağa bakan doğu cephesi alaturka kiremitle örtülü kırma çatısıyla dıştan önemsiz bir ev gibi görünmektedir. Evin önündeki bahçeden eyvanımsı bir giriş bölümü olan geniş bir açık avluya girilir. Avlunun batı duvarının ucunda büyük bir ocak, giriş geçidinin yanında dikdörtgen planlı genel hizmetlere ayrılmış birim (mutfak ve çamaşırhane), buna bitişik köşede kareye yakın planlı bir kiler, avlunun doğusunda basık depolu bir bodrum ve bunun üstünde asıl konut kısmı yer alır. Mutfağın kuzey duvarında sivri kemerli bir ocak ve kapaklı dolaplar bulunur. Doğu duvarında sıra dolaplar, bunların yanında üstte misafir kabul odasına çıkan bir merdiven vardır. Konut katı, bükülerek giden Beyhamam sokağına uydurulmak için kuzeydoğu cephesi daralmış bir yamuk dikdörtgen şeklindedir. Avlunun doğusunda yer alan merdivenle önü üç dilimli, kemerli açık eyvan şeklindeki sofaya çıkılır. Buraya üç yönden oda kapıları açılmaktadır. Güneydeki dikdörtgen baş oda dört pencere ile avluya bakar ve doğu duvarının ortasında, iki yanında dolap olan şerbetlik/çiçeklikli bir niş yer alır. XIX. yüzyılın sonlarına ait alçı tavanın ortasına ucu “C” kıvrımlı yapraklarla süslenmiş kabartma bir göbek yerleştirilmiştir. Evin en eski tarihli tavanı güneydoğu köşesindeki büyük bir yüklüğü olan yamuk dikdörtgen odada bulunuyordu. Kademeli kare kuruluşlu tavan sekiz kare bordürün çevirdiği yuvarlak bir madalyondan meydana gelir. Tavan yüzeyleri klasik edirnekârî üslûpta hatâyî ve şakayıkların arasında üçlü iri gül motifli kıymetli kalem işleriyle süslüdür. Köşelerdeki “C” kıvrımlı yapraklı çiçek ve gül motiflerinden dolayı tavan, Osmanlı mimarisinde Lâle Devri’nden I. Mahmud dönemine geçişin gerçekleştiği XVIII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilebilir.

Sofanın kuzeydoğusunda hamam, hamam odası, yüklükler ve hamam sofasından müteşekkil bir hamam dairesi yer alır. Hamam sofasından girilen, kuzeyindeki yamuk dikdörtgen hamamın soyunma odasının dört penceresi, oval çerçeveli alçı tavanı ve yamuk dikdörtgen planlı büyük bir havlu yüklüğü/kurutma yeri vardır. Yüklük olan hamam sofasından ana sofanın doğusundaki, ortası oval sekizgen çerçeveli bir tavanla örtülü, yamuk dikdörtgen planlı hamama (sıcaklık/halvet) geçilir. Hamamın bağdâdî bir kubbe ile örtülen iki yuvarlak havalandırma penceresi sofaya açılır. Su deposu bulunmayan hamamın cehennemlik katına ait izler zemin katta kısmen görülmektedir. Odanın önünde üç dilimli kemerlerle bölünmüş iki çapraz tonozla örtülü, önü korkuluklu bir hayat yer alır. Buradan kareye yakın planlı şeyh kütüphanesine girilir. Bahçeye bakan üç penceresi, bunların önünde sedir ve girişinde bir pabuçluk kısmı vardır. Çıtakârî tekniğiyle süslenmiş tavanın kare çerçevesi içine iç içe dairelerden oluşan bir kompozisyon yerleştirilmiştir. Ortadaki yuvarlak göbek barok karakterli, taşkın eğri kesim tekniğiyle yapılmış çiçek ve yapraklardan meydan gelen ve bunun dışında bütün tavan “S” kıvrımlı çıtalardan oluşan küçük karelere bölünmüştür. XIX. yüzyılın ortasına tarihlenebilen bu tavan, motiflerinde görülen Batı etkisiyle geleneği kaynaştırma özelliğinden dolayı dikkati çekmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Evkaf, nr. 11963, 12025, 12495, 12860, 26468; BA, TD, nr. 2, s. 40, 43; nr. 19, s. 3; nr. 79, s. 5; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Defter-i Evkāf-ı Rûm, nr. 583; VGMA, Defter, nr. 481, s. 250, sıra 151; nr. 1760, s. 349 (Tokat’ta Muslu Ağa Mevlevîhânesi Vakfı’na ait Şâban 1115/Aralık 1703 tarihli hüccetin örneği ve bir ilmühaber); nr. 483, s. 250, sıra 718 (şahsiyet kaydı); nr. 60.01.01-/30 (Tokat-Mevlevî Tekkesi dosyası); nr. 60.01.01-/29 (Tokat-Muslu Ağa Vakıf Konak dosyası); Tokat Şer‘iyye Sicilleri, nr. 11, s. 49, hk. 50; nr. 12, s. 101, hk. 2; nr. 13, s. 89; nr. 19, s. 148, hk. 1; nr. 24, s. 34, hk. 2, s. 108, hk. 2, 3; nr 29, s.109, hk. 1, s. 201, hk. 1; nr. 37, s. 140, hk. 1; Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, zarf nr. 68/36; Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 126-127, 130, 142, 156; II, 259-262, 294-295, 309-310, 326, 347-348; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, V, 60, 61; J. P. de Tournefort, Relation d’un voyage du Levant, Paris 1717, II, 432; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, s. 58; Halis Turgut Cinlioğlu, Osmanlı Zamanında Tokat, Tokat 1950-73, II, 24, 76; III, 107; IV, 8, 53-56, 61-62; Halit Çal, “Tokat Evleri”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu: 2-6 Temmuz 1986 (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1987, s. 365-418; a.mlf., Tokat Evleri, Ankara 1988, s. 3-5, 47-49; Ş. Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhânelerinin Mimarî Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, II, 267-283; III, çizim XV.1-8, rs. XV.1-34; Sezai Küçük, Mevleviliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 257-261; Osman Eravşar, Tokat Tarihi Su Yapıları (Hamamlar), Konya 2004, s. 17-20, 103; “Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi”, Vakıf Medeniyeti Çevre Yılı 2007, Ankara 2007, s. 271-273; “Mevlevihane (2006)”, Bir Asırda Tokat (haz. Hasan Erdem v.dğr.), Tokat 2007, s. 191-195; Hasan Yüksel, “Tokat Mevlevîhânesi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 61-68; E. Çatalbaş, “Mevlevihane”, Tokat Kültür Araştırma Dergisi, sy. 10, Tokat 1997, s. 14-16; Mehmet Beşirli, “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Tokat Mevlevîhânesi ve Gelirleri ile İlgili Sorunlar”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XIII/2, Elazığ 2003, s. 337-373; Sevay Atılgan, “Tokat İli’ndeki Vakıflar Genel Müdürlüğü Mevlevihane Vakıf Müzesi Örneğinde Müzecilik Anlayışı ve Önemi”, VD, XXX (2007), s. 449-466; a.mlf., “Tokat Müzeleri”, a.e., XXXI (2008), s. 255-258, 2120-295.

ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ
ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ 956 693 Hz. Mevlâna Dergâhı

ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ

M. Baha Tanman

Üsküdar ilçesinde İmrahor semtinde Ayazma mahallesinde Doğancılar caddesinin batı yakasında yer almaktadır. Sultanzâde Halil Nûman Dede Bey tarafından 1207’de (1792-93) kurulan mevlevîhâne, İstanbul’daki diğer mevlevîhânelerden farklı olarak özellikle taşradan İstanbul’a gelen ve İstanbul’dan Anadolu’ya geçen dervişlerin konaklaması için tasarlanmıştır. Aynı zamanda Galata Mevlevîhânesi’nin yirminci postnişini olan Nûman Dede’nin, Üsküdar’daki evini tâdil etmek ve buna bir semâhâne eklemek suretiyle ilk mevlevîhâne binasını meydana getirdiği bilinmektedir.

Üsküdar Mevlevîhânesi XIX. yüzyıl içinde birçok defa yenilenmiş ve onarım geçirmiştir. II. Mahmud, Müşir Ahmed Fevzi Paşa’yı bina emini tayin ederek 1250’de (1834-35) mevlevîhâneyi yeni baştan inşa ettirmiş, Abdülmecid döneminde 1844, 1845 ve 1851 yıllarında yapının birtakım eksikleri tamamlanmış ve onarımı yapılmıştır. Son olarak 1872’de Kaptanıderyâ Ahmed Vesim Paşa tarafından bugünkü şekliyle ihya edilmiştir. Semâhâne-türbe, selâmlık-mutfak, dedegân ve harem dairelerinden meydana gelen yapılar topluluğu XIX. yüzyılın son çeyreğinde de birtakım onarımlar geçirmiş olmalıdır. Son postnişin Ahmed Remzi (Akyürek) Dedeefendi 1919’da meşihata getirildiğinde harap durumdaki mevlevîhâneyi tamir ettirmiştir. Diğer taraftan mevlevîhânenin II. Meşrutiyet döneminin başlarında Bahariye ve Yenikapı mevlevîhânelerini ihya eden, Mevlevî muhibbi Sultan Reşad tarafından yenilenmesi düşünülmüş, bu dönemde Evkaf Nezâreti inşaat ve tamirat müdürü Mimar Kemâleddin Bey ilginç bir taslak hazırlamış, ancak Balkan savaşları ile I. Dünya Savaşı’nın araya girmesi üzerine bu proje uygulanamamıştır. Cumhuriyet döneminde terkedilen ve zamanla harap duruma gelen binalar harem bölümü dışında 1975-1980 yıllarında bazı hayır severlerin yardımlarıyla onarılmıştır.

Mevlevîhânede cumartesi günleri mukabele icra edilmesine rağmen burası, Mevlevî dervişi yetiştirmekle yükümlü bir âsitâneden ziyade konaklama fonksiyonuna yönelik bir tesis olduğundan diğer İstanbul mevlevîhânelerine oranla başta mûsiki Mevlevî kültürünün gelişimi açısından daha mütevazi bir geçmişe sahiptir. Dahiliye Nezâreti’nin 1301 rûmî tarihli (1885-86) istatistik cetvelinde burada on dört dervişin ikamet ettiği belirtilmiştir. Nûman Dede’den sonra Mehmed Hüsâmeddin Dede (ö. 1801), Ali Nâilî Dede, İsmâil Hulûsi Dede, Seyyid Mehmed Emin Dede, Seyyid Abdullah Necib Dede, Ahmed Ârif Dede, Mehmed Zeki Dede, Mehmed Hasib Dede, Halil Hâlid Dede, Ârif Dede, Galata Mevlevîhânesi’nin son postnişini Ahmed Celâleddin Dede ve Ahmed Remzi Dede (ö. 1944) posta geçmiştir. Mevlevîhânenin arsası doğuda Doğancılar caddesi, diğer yönlerde bahçeli meskenlerin işgal ettiği komşu parsellerle çevrilidir. Semâhâne-türbe arsanın güneydoğu köşesinde cadde üzerinde yer alır. Bunun kuzeybatısında selâmlık-mutfak binası bulunmaktadır. Selâmlık-mutfağın güneyinde yedi adet kabri barındıran küçük bir hazîre mevcuttur. Bu yapının da kuzeybatısında dedegân dairesi mevcuttur. Harem bölümü arsanın kuzeydoğu köşesini işgal etmekte ve cadde üzerinde yer almaktadır. Arazinin binalardan artakalan kısmını epeyce geniş bir bahçe teşkil eder.

Yamuk planlı semâhâne-türbe yapısının boyutları kuzeyde 6, batıda 14,5, güneyde 8, doğuda 16 metredir. 50 cm. kalınlığındaki duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülmüştür. Pencere ve kapı söveleri kesme küfeki taşındandır. Kırma çatısı alaturka kiremitle kaplıdır. İki katlı olan binanın zemin katı türbe, üst katı semâhâne şeklinde tasarlanmıştır. Zemin katta batı duvarında yer alan ve bahçeye açılan bir kapıdan türbeye girilmekte, girişin yanlarında üçgen kemerli birer pencere görülmektedir. Türbenin biri kuzey duvarında, beşi cadde üzerindeki doğu duvarında altı penceresi daha vardır. Bunlardan kuzeydeki ile batı duvarının ortasında yer alan sepet kulpu biçimindedir, diğerleri ise üçgen sövelerle donatılmıştır. Güney duvarı sağırdır. Dışarıdan türbenin güneybatı köşesine bitişen, tek katlı, dikdörtgen planlı bir türbedar dairesinin varlığı tesbit edilmiştir. Bugüne ulaşmayan türbedar dairesinin kuzeybatı köşesinden başlayan iki kollu ve moloz taş örgülü bir kâgir merdiven üst kattaki semâhâneye çıkmaktadır. Üst katın bütününü işgal eden semâhânenin kuzey yönünde yer alan, yaklaşık 5,5 × 5,5 m. boyutlarındaki kesim iki ucu kavisli bir ahşap parmaklıkla ayrılarak kısmen mutriplere, kısmen de ziyaretçilere mahsus bir maksûreye dönüştürülmüştür. Yine bu yönde parmaklıkların az gerisinde dört adet kare kesitli ahşap sütunun taşıdığı üç ahşap kemer sıralanmaktadır. Maksûreden geriye kalan, ortalama 8,50 × 6,5 m. boyutlarındaki bölüm semâ alanı olarak ayrılmıştır.

Türbede olduğu gibi burada da güney duvarı sağırdır. Batı duvarında yuvarlak kemerli, dikdörtgen ahşap kasalı girişten başka iki adet pencere yer almaktadır. Maksûreye ait olan kuzey duvarının ortasında yuvarlak kemerli bir kapı yapının bu cephesinde dışarıya taşan ahşap mükebbireye geçit vermektedir. Yarım daire planlı bu mükebbirede aşağıdan yukarıya doğru basit bir korkuluk duvarı, beş adet kare kesitli ince ahşap sütun, bunların arasında kırık kaş kemer biçiminde ahşap alınlıklar ve kısa bir saçakla donatılmış yarım sekizgen piramit biçiminde bir ahşap çatı görülmektedir. Mihrabın dışarıya çıkıntı yapmayan kavisli nişi ve sepet kulpu kemerli kavsarası vardır. Semâhâne-türbe binasının içinde süsleme olarak kayda değer yegâne unsur mihrap hücresinin yüzeyinde görülen kalem işi tezyinattır. Burada uçları püsküllü kordonlarla tutturulmuş perde ve kandil motifi bulunmaktadır. Dış süsleme olarak da kayda değer tek şey cadde üzerindeki doğu cephesinde, üst katta mihrabın tepesine isabet eden yerde görülen sehpa üzerine oturtulmuş Mevlevî tacı kabartmasıdır. Sıva ile yapılan bu kabartma geç devir tarikat yapılarında sıkça rastlanan, tekke eşyalarının ve tasavvufî sembollerin mimari süslemede yer alması geleneğine bağlanmaktadır.

Kare bir alanı (12 × 12 m.) kaplayan selâmlık-mutfak binasının kâgir duvarlı zemin katı ve ahşap duvarlı üst katında orta sofalı plan tipi uygulanmış, zemin kattaki sofanın çevresine şeyh odası, mutfak ve bununla bağlantılı somathâne, giriş üzerinde bir çıkma yapan üst kat sofasının çevresine altı adet oda yerleştirilmiştir. Zâviye niteliğindeki bu mevlevîhânede mutfağın, âsitânelerde görüldüğü gibi yemek pişirmenin yanı sıra semâ meşki ve derviş terbiyesi gibi fonksiyonları içermediği ve âsitâne mutfaklarına oranla daha ufak tutulduğu dikkati çekmektedir. Dikdörtgen planlı (14,50 × 8 m.), tek katlı ve kâgir duvarlı dedegân dairesi, yapıyı boydan boya kateden bir koridorla bunun üzerinde sıralanan dört adet hücreden ibarettir. Üsküdar Mevlevîhânesi’nin tarikat mimarisi açısından en çok dikkati çeken yanı türbenin semâhânenin alt katında yer almasıdır. Söz konusu garip konum sûfî çevrelerinde, velîlerle onların yoluna bağlı olanlar arasında bulunduğuna inanılan mânevî yakınlığı tasarıma yansıtmakta, diğer taraftan Türk-İslâm mimarisinin erken tarihli kümbetlerinde gözlenen bir gelenekle irtibatlandırılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Hâlen Âsitâne-i Aliyyede ve Civarında Vâki Olan Dergâh ve Zevâyâ ve Mahall-i Zikrullah, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1825, sıra nr. 154; İstanbul Tekkeleri Listesi, TSMA, nr. E. 1772, 3333, sıra nr. 163; İstanbul Tekkeleri Listesi, Süleymaniye Ktp., Zühdü Bey, nr. 489, vr. 1b; Melekpaşazâde Kadri Beyefendi, Hankâhname (İstanbul Tekkeleri Listesi), Süleymaniye Ktp., Nuri Arlasez, nr. 36, vr. 3a; Sultan II. Mahmud’un Kızı Sâliha Sultan ile Tophâne-i Âmire Müşiri Halil Rifat Paşa’nın İzdivacı Merasimindeki Davetlilerin Kaydına Mahsus Defter, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 2802, vr. 13a; Âsitâne Tekkeleri, s. 5; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 5; Mecmûa-i Cevâmi‘, II, 72-73, nr. 126; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, I, 102; 1328 Senesi İstanbul Beldesi İhsâiyât Mecmuası, İstanbul 1329, s. 19; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş –

Ali Yılmaz), İstanbul 2006, V, 259-275; Behcetî, Merâkid-i Mu‘tebere-i Üsküdar, s. 89-92; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 210-212; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 24; M. Baha Tanman, “Relations entre les semahane et les türbes dans les tekkes d’Istanbul”, Ars Turcica: Akten des VI. Internationalen Kongresses für Türkische Kunst (ed. K. Kreiser), München 1987, s. 315-316; a.mlf., “Settings for the Veneration of Saints”, The Dervish Lodge: Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey (ed. R. Lifchez), Berkeley 1992, s. 148-149; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 158; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı (haz. Halil İnalcık – Günsel Renda), İstanbul 2003, I, 302; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler (haz. Ahmet Yaşar Ocak), Ankara 2005, s. 357; a.mlf., “İstanbul’da Mevlevîliğin Fiziksel Ortamı-The Physical Setting of the Mevlevî Order in İstanbul”, Saltanatın Dervişleri Dervişlerin Saltanatı-The Dervishes of Sovereignty The Sovereignty of Dervishes (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 82, 94, 98, çz. 4; a.mlf., “Kitchens of the Ottoman Tekkes as Reflections of the Imarets in Sufi Architecture”, Feeding People, Feeding Power-Imarets in the Ottoman Empire (ed. Nina Ergin v.dğr.), İstanbul 2007, s. 216, 236, şekil 21; a.mlf., “Mevlevîhânelerin Mimari Süslemesinde Mevlevîliğe İlişkin Öğeler”, Aşk Ocağında Cân Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlânâ Celâleddin Rûmî (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 101; a.mlf., “Üsküdar Mevlevîhanesi”, DBİst.A, VII, 348-349; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, II, 647-651; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 235-243; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 313, 354-355, 366-367, 576; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 109, 134, 430-431, 439, 452-453, 619, 622, 686, 688 (not 231), 728, 788 (not 253), 838-839, 846; Sâlim Yorgancıoğlu, Üsküdar Dergâhları (haz. Ahmed Yüksel Özemre), İstanbul 2004, s. 120-94; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihaneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 38-39; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler”, TT, XI/61 (1989), s. 39, nr. 202.

YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ
YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ 1024 685 Hz. Mevlâna Dergâhı

YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ

M. Baha Tanman

İstanbul’da Mevlânâkapı dışında XVI. yüzyılın sonunda kurulan ve Mevlevî kültürünün gelişiminde önemli yeri olan mevlevîhâne.

İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi sınırları içinde olup adını verdiği Mevlânâkapı dışında 1006’da (1597) yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından kendisine ait bir bahçe içinde tesis edilmiştir. İstanbul kara surlarını dışarıdan çevreleyen, büyük kısmı mezarlıklarla kaplı kuşakta yer alır. Bizans döneminde Rhesium diye bilinen, Osmanlı döneminde Yenikapı ya da Bâb-ı Cedîd adlarını alan kapı, sur içi iskânını söz konusu tesise bağlayan yolun üzerinde bulunduğu için Bâb-ı Mevlevîhâne, Mevlevîhâne Kapısı ya da aynı adı taşıyan diğer sur kapılarından ayırt edilmesi için Mevlevîhâne Yenikapısı olarak anılmaya başlanmış, son dönemde Mevlânâkapı’ya dönüşmüştür. Mevlevîhâne de adını bu kapıdan alarak Yenikapı Mevlevîhânesi ya da Mevlevîhâne der Bâb-ı Cedîd adıyla kaynaklara geçmiştir. Başlangıçta semâhâne, mescid ve on sekiz dedegân hücresinden ibaret mütevazi bir zâviye şeklinde faaliyete geçen mevlevîhâne zaman içinde gelişerek tam teşekküllü bir kuruluş haline gelmiştir. Mevlevîhâneye XVII. yüzyıl başlarında yine bânisi tarafından meydân-ı şerif ile matbah-ı şerif, ikinci postnişin Doğanî Ahmed Dede’nin meşihatı sırasında da şeyhlerin ikameti için bir köşk eklenmiştir. Doğanî Ahmed Dede’nin meşihatında mevlevîhâneye yardım eden damadı Tâcir Mehmed Efendi yeni hücreler inşa ettirmiştir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın ortalarında Yenikapı Mevlevîhânesi’nde yetmiş kadar derviş hücresinin bulunduğunu, yetmiş seksen kadar dükkânın da bu tesise vakfedildiğini bildirir.

Zaman içinde padişahlardan, hânedan mensuplarından ve devlet ricâlinden birçok kimsenin mevlevîhânenin vakıflarını genişlettiği, yapıları tamir ettirdiği ve yeni birimler eklediği tesbit edilmektedir. Bunların arasında Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın 1144’te (1731-32) semâhâneyi genişleterek tamir ettirmesi, Sadrazam Abdullah Nâilî Paşa’nın 1168’de (1755) dedegân hücrelerini yeniden yaptırması, Sadrazam Safranbolulu İzzet Mehmed Paşa’nın bazı Mevlevî büyüklerinin türbelerini onartması, Şeyhülislâm Mekkî Efendi’nin 1199’da (1785) şadırvanı yenilemesi, III. Selim’in annesi Mihrişah Vâlide Sultan’ın fodla ve erzak tahsis etmesi, II. Mahmud’un semâhâne-türbe binasını 1232’de (1817) ve 1253’te (1837) yeniden inşa ettirmesi, Sultan Abdülmecid’in 1845’te çevre duvarlarını yaptırması ve müştemilâtı tamir ettirmesi, Maliye Nâzırı Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın 1851’de kendi türbesiyle ona bitişik bir kütüphane, ayrıca cümle kapısının yanlarına sebil ve muvakkithâne inşa ettirmesi ve dergâhın giderleri için Maliye Nezâreti’nce işletilmek üzere para vakfetmesi, Mehmed Ârif Paşa’nın hanımının mutfağı yenilemesi, II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan’ın eşi Kaptanıderyâ Mehmed Ali Paşa’nın sarnıç yaptırması, Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa’nın Kalender Çeşmesi’n-den mevlevîhâneye kadar olan yola kaldırım döşetmesi, Hidiv İsmâil Paşa’nın harem ve selâmlık bölümleriyle dedegân hücrelerini tekrar inşa ettirmesi ve V. Mehmed Reşad’ın mescidle dedegân hücrelerini içeren selâmlık kanadını yeniden yaptırması zikredilebilir.

Mevlevîhânenin ilk postnişini bâninin intisap ettiği Kemal Ahmed Dede’dir (ö. 1010/1601). Onu Doğanî Ahmed Dede (ö. 1040/1630), Sabûhî Ahmed Dede, Câmî Ahmed Dede, Karî Ahmed Dede, Nâci Ahmed Dede, Pendârî Ahmed Dede, Seyyid Nesîb Yûsuf Dede, Peçevî Ahmed Dede, Mesnevîhan Ahmed Dede, Sâfî Mûsâ Dede, Köçek Ahmed Dede, Seyyid Ebûbekir Dede (ö. 1775) izlemiş, 1775’ten tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar (1925) Ebûbekir Dede’nin neslinden gelen Ali Nutkî Dede, Abdülbâki Nâsır Dede, Receb Hüseyin Hüsnü Dede, Abdürrahim Künhî Dede, Osman Selâhaddin Dede, Mehmed Celâleddin Dede ve Abdülbaki (Baykara) Dede (ö. 1935) meşihat görevini üstlenmiştir (Zâkir Şükrü, s. 29-30). Mevlevîliğin İstanbul’daki en önemli irşad ve kültür merkezlerinden olan Yenikapı Mevlevîhânesi’nden birçok edebiyat, mûsiki ve hat ustası feyiz almıştır. Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi, Şeyh Galib, Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi bunlar arasında en tanınmış simalardır.

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin faal olduğu yüzyıllarda sur içinden Yenikapı Mevlevîhânesi’ne, Yenikapı’dan çıkılıp içleri zamanla bostana dönüşmüş olan hendekler geçildikten sonra doğu-batı doğrultusunda mezarlıklar arasında uzanan ve bugün Mevlevîhâne caddesi adını alan yola girilerek ulaşılırdı. Günümüzde Topkapı’dan Yedikule’ye kara surları boyunca uzanan yolda (10. Yıl caddesi) ilerleyip Mevlânâkapı’nın tam karşısına gelindiğinde sağa dönülerek Mevlevîhâne caddesine girilir. Biraz ilerleyince sağda mevlevîhânenin aşçı dedelerinden Sahih Ahmed Dede’nin Hâlet Efendi tarafından yaptırılan ampir üslûbundaki açık türbesiyle karşılaşılır. Yenikapı Mevlevîhânesi’nden uzakta kalan bir parçası olan bu türbenin ardından sağda başlı başına bir mahalle teşkil eden ve Yenikapı Mevlevîhânesi’yle iyi komşuluk ilişkilerinden öte birtakım ritüel bağlar da kurmuş olan Merkez Efendi Külliyesi’ne giden cadde (Merkez Efendi caddesi) ayrılır. Bu sapaktan sonra batıya (ileriye) doğru birkaç yüz adım atıldığında solda (güneyde) önce mevlevîhânenin “hâmûşân” diye adlandırılan, tekke arsasından Mevlevî Tekkesi sokağı ile ayrılmış büyük hazîresi görülür. Mevlevîhânenin binaları doğuda adı geçen sokakla, kuzeyde Mevlevîhâne caddesiyle, diğer yönlerde ise komşu parsellerle çevrili arsa üzerinde yer almaktadır. Arsanın pahlı olan kuzeydoğu köşesinde cadde ile sokağın kavşağında semâhâne-türbe binasına bağlı hünkâr mahfiline geçit veren hünkâr girişi yükselir. Hünkâr girişinden güneye doğru Mevlevî Tekkesi sokağı boyunca sağır avlu duvarı devam eder. Aynı girişten batıya doğru cadde üzerinde sırasıyla Abdurrahman Nâfiz Paşa Kütüphanesi ve Türbesi, hazîrenin ufak bölümünü sınırlayan parmaklık, muvakkithâne, cümle kapısı, sebil, pencereli kısa bir duvar ve selâmlık-mescid-dedegân hücreleri grubunu barındıran yapının kitlesi bulunur. Yenikapı Mevlevîhânesi’nin adı geçen kütüphane, türbe, muvakkithâne ve sebil dışında kalan bölümleri farklı tarihlerde farklı malzeme ve üslûplarla inşa edilmekle beraber birbirleriyle irtibatlandırılan üç kanat içinde toplanmıştır. II. Mahmud dönemindeki inşa faaliyetleri sonucunda şekillenen ahşap semâhâne-türbe binası, buna bağımlı hünkâr mahfili, sarnıç odası ve türbedar odası gibi ikinci derecede mekânlar arsanın doğu kesimine yerleştirilmiştir. Güneydoğu (kıble), kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerinde serbest olan bu kitle güneybatı cephesinde doğu-batı doğrultusunda uzanan, 1865 tarihli ahşap harem dairesine bitişmektedir. Arada kalan üçgen planlı alanı söz konusu kanatlar arasında bağlantıyı sağlayan şerbethâne bölümü işgal eder.

Kuzey yönünde arsanın hemen yarısını kaplayan ve selâmlık mekânlarını, mescidi, dedegân hücrelerini, mutfağı (matbah-ı şerif), taamhâneyi (somathâne) ve diğer müştemilâtı barındıran 1913 tarihli kâgir kanat Mevlevîhâne caddesi boyunca uzanır. Bu kesim kuzey yönünde harem mutfağını, kileri, hamamı, fırını ve su haznesini içine alan bir kanat aracılığıyla hareme bitişir. Böylece tekkenin fonksiyon şemasına uygun biçimde birbirine bağlanarak düzgün olmayan bir kitle teşkil eden bölümlerin ortasında kalan, 1913’ten önce şadırvan avlusu niteliğindeki avlu yer alır. Aynı şekilde düzgün olmayan bir plan arzeden bu avlunun Abdurrahman Nâfiz Paşa Kütüphanesi ve Türbesi, semâhâne-türbe kanadı, çevre duvarı ve muvakkithâne arasında kalan bir bölümü hazîre şeklinde değerlendirilmiştir. Ayrıca arsanın güneydoğu kesimini merkezdeki avludan tamamen soyutlanan harem bahçesi işgal etmektedir. Selâmlık kitlesinin arkasında da arsanın güneybatı köşesini teşkil eden, tekkede yaşayan dedegânın kullanımına mahsus diğer bir bahçe bulunur. Arsanın kuzeydoğu köşesindeki pahlı yüzeyde kesme küfeki taşı örgülü, içbükey kavisli, dış köşeleri sütunçelerle yumuşatılmış iki duvar parçası hünkâr girişini kucaklar ve iki yandan pilastırlarla, üstte kitâbe levhası ile kuşatılmış hünkâr girişi mermerden sövelerle çerçevelenmiştir. Kitâbe levhasının ortasında beyzî bir çelenkle kuşatılmış olan II. Mahmud’un tuğrası yer alır. Bunun yanlarına iki simetrik parça halinde yerleştirilen ta‘lik hatlı kitâbe mevlevîhânenin adı geçen sultan tarafından 1837’de ikinci defa inşa ettirildiğini belgeler. Manzum metin Ahmed Sâdık Zîver Paşa’ya aittir.

Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın yaptırdığı kütüphane 10 × 7 m. boyutlarında dikdörtgen bir alana yayılmıştır. Moloz taşla örülen ve tuğla hatıllarla donatılan duvarlar Mevlevîhâne caddesine bakan kuzey cephesinde mermerle, diğer cephelerde ve içeride sıva ile, örtüyü meydana getiren tonozlarda tuğla ile örülerek içeriden sıva, dışarıdan kurşunla kaplanmıştır. Kesme taştan söveler ve sepet kulpu bir kemerle çerçevelenmiş olan girişin üstündeki levhada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî adı ve kütüphanenin inşa tarihi (1267/1851) yazılıdır. Hünkâr girişi yönüne bakan doğu cephesiyle türbeye komşu olan batı cephesi sağırdır. Bütünüyle beyaz mermer döşeli kuzey cephesi, iki uçta ve içeride birimleri ayıran duvarın hizasında yer alan üç adet pilastırla iki parçaya ayrılmış, böylece iç taksimat cepheye yansıtılmıştır. İçerideki mekânlara tekabül eden iki cephe parçasında birer pencere vardır. Sağdaki pencerenin üstüne, alttan ikinci ve üçüncü silmelerin arasına bâninin adını ve inşa tarihini veren kitâbe yerleştirilmiş, Zîver Paşa’ya ait manzume Mehmed Rifat’ın ta‘lik hattıyla yazılmıştır. Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın türbesi kütüphanenin batı cephesine bitişiktir. Kütüphanedeki tonozlu odalarla aynı derinlikte, kare planlı (5 × 5 m.) bir tabana oturan yapı ampir üslûbunu yansıtan açık türbeler grubuna girer.

Farklı tarihlerde inşa edilmelerine rağmen cümle kapısı ile (1816-1817) bunu yanlardan kuşatan muvakkithâne-sebil ikilisi (1850-1851) konumları, oranları ve üslûpları ile (ampir) uyumlu bir bütün teşkil eder. Ortada yer alan cümle kapısı yanlarda beyaz mermerden profilli sövelerle, üstte aynı malzemeden yapılmış sepet kulpu biçiminde bir kemerle çerçevelenmiştir. Sövelerin iç yüzeyinde kemerin üzengi hizasında altı püsküllü beyzî kabartmalar klasik Osmanlı mimarisindeki mukarnaslı takozların devamı niteliğindedir. Kemerin yüzeyi de alt uçları küçük lâlelerle sonuçlanan silmelerle çerçevelenmiştir. Kemerin üzerinde mevlevîhânenin II. Mahmud tarafından 1232’de (1817) yeniden inşa ettirildiğini belgeleyen ta‘lik hatlı manzum bir kitâbe görülür; metni Keçecizâde İzzet Molla’ya aittir.

Muvakkithâne ile sebil cümle kapısının yanlarına simetrik bir konumda yerleştirilmiştir. Kapının solunda (doğusunda) bulunan muvakkithâne halen ayaktadır. Sağında yer alan sebil tamamen ortadan kalkmıştır. Her iki yapı da kenarları dışarıdan 2’şer m. uzunluğunda sekizgen planlı bir mekâna sahiptir. Sebilin arkasında dikdörtgen planlı (4 × 2 m.) su haznesi mevcuttur. İki sıra tuğla hatıllı, moloz taş örgülü almaşık duvarlar caddeye (kuzeye) bakan yüzlerinde beyaz mermerle, diğer yüzlerinde sıva ile kaplıdır. Sekizgen mekânları tuğladan örülmüş ufak kubbeler örter. Muvakkithânenin penceresi üzerinde iki silme arasında bâninin adını ve inşa tarihini veren kitâbe görülür. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ta‘lik hattıyla yazılmış olan metin bizzat Abdurrahman Nâfiz Paşa’ya aittir.

Semâhâne-türbe ile bunlara bağlı tâli birimleri barındıran kanat en geniş yerinde 33 × 24 m. boyutlarındadır. Moloz taş örgülü temeller üzerine ahşap karkaslı duvarlarla inşa edilmiş, duvarlar içeriden bağdâdî sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmıştır. Mermerden olan semâhâne girişi dışında bütün kapı ve pencereler dikdörtgen açıklıklara sahiptir. Semâhâne 21 × 17 m. boyutlarında dikdörtgen bir alanı kaplar. Kuzey ve güney cepheleriyle batı cephesinin bir kesimi dışa açılır. Doğu yönünde türbeye bitişiktir. Batı cephesinin bir kesimine haremle irtibatlı şerbethâne bitişmektedir. Esas semâ alanı 14 × 14 metrelik bir karenin içine teğet olarak yerleştirilmiş 14 m. çaplı bir daire ile sınırlıdır. Kare planlı alan güney (kıble), batı ve kuzeyde zeminleri yükseltilmiş maksûrelerle, doğu yönünde de türbe ile kuşatılmıştır. Maksûreler ve türbe ile semâ alanının sınırında güneydoğu köşesindeki duvara bitişik on dokuz adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Kare kesitli olan bu sütunlardan dördü köşelerde, dördü doğu, kuzey ve batı kenarlarında, üçü de güney kenarındadır. Aralarındaki açıklık 2,5 metredir. Mihrap önü bölümünde 5 metrelik bir açıklık bırakabilmek için güney kenarında sütun adedi dörtten üçe indirilmiştir. Taşıyıcılardan birinin duvarla kaynaşarak sütun görünümünü kaybetmesi sonucunda geriye “nezr-i Mevlânâ”ya tekabül eden on sekiz adet sütun kalmıştır. Sütunların arası maksûrelerde ampir üslûbunda torna işi ahşap korkuluklarla, türbenin önünde aynı üslûpta demirden parmaklıklarla kapatılmış, karenin içindeki daire de eklektik üslûpta dökümden parmaklıklarla belirlenmiştir. Semâhâne girişinin önünde maksûreler kesintiye uğramakta ve bu kesintiye tekabül eden sütun açıklığı gerektiğinde kapı gibi açılabilen ahşap korkuluklar barındırmaktadır. Köşelerde kare ile daire arasında kalan üçgen planlı alanlardan güneybatıdakinde mesnevîhan, güneydoğudakinde mevlidhan kürsülerinin bulunduğu bilinmektedir. Son derece sade bir görünümü olan bu ahşap kürsüler 1940’tan önce ortadan kalkmıştır.

Semâ alanının tam ortasında ahşap zemin döşemesi üzerinde boyanarak meydana getirilen iç içe dört daire ile bunları kuşatan sekiz kollu bir yıldızdan oluşan, benzerine başka hiçbir mevlevîhânede rastlanmayan ilginç bir motif göze çarpar. Kuzey duvarında yer alan semâhâne girişi cepheden dışa taşan iki merdiven kulesi arasındaki düz tavanlı ufak bir eyvanın içine yerleştirilmiştir. Dışarıdan bakıldığında, mutrıp maksûresine çıkan merdivenleri barındıran iki kulenin eyvana komşu iç köşelerinde iki kat boyunca yükselen pilastırlar ve bunları birleştiren lento görünümünde silmelerle bir çerçeve meydana getirilmiştir. Bu çerçevenin içinde mevlevîhânenin II. Mahmud tarafından 1817’de yeniden inşa ettirilmesi sırasında konmuş olan ta‘lik hatlı manzum kitâbe bulunmaktadır. Ayrıca profilli çıtalarla çerçevelenen ve metni Keçecizâde İzzet Molla’ya ait olan bu kitâbenin üstüne, mevlevîhânenin 1865’te Hidiv İsmâil Paşa tarafından yenilenmesi üzerine Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin adını içeren bir alınlık yerleştirilmiştir. Eyvanın arkasında yer alan, beyaz mermerden yontulmuş sepet kulpu biçimindeki kemerli giriş aynı tarihli cümle kapısının eşidir. Kuzey duvarında girişin yanlarında merdiven kulelerine açılan birer kapı ile üçer pencere sıralanır. Pencerelerden en doğuda yer alanı türbeyi sınırlayan demir parmaklıkların devamı ile seyirci maksûresinden ayrılmış, türbenin devamı niteliğinde olan kesime açılan niyaz penceresidir. Diğer pencerelerle aynı boyutlarda ve içeriden aynı görünüme sahip niyaz penceresi dışarıdan farklı niteliğini vurgulayan birtakım öğelerle donatılmıştır. Açıklık profili kalın çıtalarla iç içe iki dikdörtgen çerçeve ile kuşatılmış, çerçeveler arasında kalan kuşak Konya’daki Mevlânâ Türbesi’ne ait fîrûze renkli çinilerle kaplanmıştır. Ahşap duvar yüzeyine kabaralı çivilerle tesbit edilen bu çinilerin, II. Mahmud’un mevlevîhâneyi yeniden yaptırdığı 1817’de Mevlânâ Türbesi’nde gerçekleştirilen çini onarımında sökülen eski parçalar olduğu anlaşılmaktadır. Niyaz penceresinin üstünde, uçları birer yaldızla süslü yuvarlak kemerciklerle sonuçlanan enine dikdörtgen bir ahşap kartuşta sülüsle yazılmış, kabir ziyaretiyle ilgili bir hadis yer almaktadır. Bunun da üstüne demir iskeletli, camekânlı bir sundurma oturtulmuştur.

Semâhânenin batı duvarında dört adet pencere ile şerbethâneye açılan yarım daire planlı basamaklarla çıkılan servis kapısı güney duvarının ortasında mihrap, yanlarda dörder pencere sıralanır. Yarım daire planlı, dışa taşkın mihrap nişi akantus yaprakları ve yumurta frizi ile süslü başlıklarla sonuçlanan pilastırlar tarafından kuşatılmış, üstte lento görünümünde iki yatay silme arasına mihrap âyeti levhası yerleştirilmiştir. Doğu yönündeki beş sütun açıklığından türbeye bakan dördü bağdâdî sıva ile oluşturulmuş yalancı kemerlerle taçlandırılmıştır. Kemerlerin arasında, barok dönemin sütun kaidelerini taklit eden ahşap yastıklardan sonra duvara gömülü pilastır görünümünde sütunlar kubbe eteğine kadar devam eder. Türbenin kuzey yönündeki sütun açıklığı türbenin devamı niteliğinde olan, niyaz penceresinin bulunduğu kesime açılmaktadır. Türbenin güneyinde maksûreden türbeye ve hünkâr giriş holüne açılan iki kapı sıralanır. Semâhânenin kısmî üst katı, türbenin bulunduğu doğu yönü ve mihrap önü bölümünün üstü dışında iki kat yüksekliğindeki semâ mekânını kuşatan mahfillerden oluşur. Kuzey cephesinde giriş eksenine göre simetrik yerleştirilen merdivenlerle mutrıp maksûresine çıkılır. Söz konusu maksûre semâhâneye açılan güney yönünde dikdörtgen bir çıkma ile genişletilmiş, zemin kattakilerin eşi olan ahşap korkuluklarla sınırlandırılmış, yanlarda ahşap perde duvarları ile kuşatılmıştır. Mutrıp maksûresinin doğu yönünde semâhânenin kuzeydoğu köşesinde, bir duvarla mutrıp maksûresinden ayrılan ve üç pencere ile dışa açılan “L” planlı bir mahfil bölümü yer alır. Mutrıp maksûresinin batı yönüne, kadınlar mahfiliyle arasına erkek ve kadın gruplarını ayırıcı karakterde mâbeyin odası niteliğinde kare planlı, iki pencereli ufak bir mekân yerleştirilmiştir. Bu geçiş mekânı aracılığı ile gerektiğinde kadınlar mahfiliyle semâhâne esas girişi arasında bağlantı kurulabilmektedir.

Semâhânenin batı duvarı boyunca devam eden ve güneybatı köşesinde kıvrılarak mihrap önü boşluğuna kadar ilerleyen kadınlar mahfili biri kuzeye, üçü güneye bakan dört pencereden ışık alır. Bu bölüme harem dairesinin üst katından şerbethânenin üst katı geçilerek ulaşılır. Söz konusu mahfilin, ayrıca buna komşu olan mâbeyin odasının semâhâneye bakan yüzleri parapet duvarından kubbe eteğine kadar çıkan sık dokulu ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Semâhânenin güneydoğu köşesine yerleştirilen ve uzunluğu iki sütun açıklığı (5 m.), derinliği de üzerinde yer aldığı maksûrenin derinliği kadar olan (3,5 m.) hünkâr mahfili, semâhâneye bakan kuzey ve batı yönlerinde kıvrık hatlardan meydana gelen şebekelerle donatılmıştır. Hünkâr mahfiline ulaşmak için hünkâr girişinden avluya girilir, ardından semâhâne-türbe kanadının güneydoğu köşesindeki hünkâr mahfili kapısına varılır. Üç adet mermer basamaklı bir sahanlığın arkasındaki bu giriş iki pencereli ufak bir taşlığa açılır. Sağda hünkâr mahfiline çıkan geniş bir merdiven, solda sonunda semâhâneye açılan kapının bulunduğu “L” planlı uzun bir koridora inen basamaklar vardır. Merdivenin ulaştığı sahanlıkta dikdörtgen planlı (5 × 3,5 m.) hünkâr mahfiline, bunun arkasında aynı büyüklükteki (6 × 4 m.) bir mekâna ve abdestlik-helâ grubuna açılan kapılar mevcuttur. Hünkârın dinlenmesine, postnişin efendi ile ya da mukabeleyi izleyen devlet ricâlinden yahut ulemâdan birileriyle görüşmesine mahsus olan arkadaki oda hünkâr mahfiliyle bağlantılıdır ve güney yönünde yapı kitlesinden taşmaktadır.

Büyük boyutları (16 × 14 m.) ve içindeki kırk civarında sanduka ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nin türbesi İstanbul mevlevîhânelerindeki türbelerin en hacimlisi ve en kalabalığıdır. Türbe batı yönünde kemerli açıklıklarla semâhâneye bağlanmakta, böylece tarikat yapılarına has ibadethane-türbe kaynaşması sağlanmaktadır. Mevlevîhânenin ilk postnişini Kemal Ahmed Dede’nin diğerlerinden yüksek tutulan sandukası semâhâne yönünde ilk sıradadır. Türbenin kuzey yönünde ortada, semâhâneden geçilmeden doğrudan türbeye girilmesini sağlayan ve altında yer alan sarnıçtan dolayı “sarnıç odası” diye adlandırılan dikdörtgen planlı (7 × 5,5 m.) mekân bulunur. Zemini Malta taşı döşeli sarnıç odasının türbeye (güney) ve avluya (kuzey) açılan birer kapısı ile ikişer penceresi vardır. Dışarıya açılan kapıdan önce küçük bir taşlığa (2 × 1,5 m.) girilir, buradan iki basamakla esas zemine çıkılır. Giriş taşlığının sağında beyaz mermerden bilezik göze çarpar. Sarnıç odasının avluya bakan kuzey cephesine muhtemelen Sultan Mehmed Reşad dönemindeki onarımda yarım altıgen planlı, pencereli bir çıkma eklenmiş, girişle yanındaki pencere bu çıkma içine alınmıştır. Sarnıç odasının doğusunda türbenin kuzeyinde dikdörtgen planlı (5,5 × 4,5 m.) türbedar odası yer almaktadır. Semâhâne ile harem kanadı arasında bulunan üçgen planlı şerbethânenin avluya açılan kuzey cephesinde ortada bir kapı, yanlarda ikişer pencere sıralanır. Zemin katta semâhâneye açılan servis kapısı, ayrıca hareme açılan servis penceresi mevcuttur. Şerbethânenin beşi kuzeye, biri güneye bakan altı pencerenin aydınlattığı üst katı hareme ve kadınlar mahfiline açılan kapıları ile harem-semâhâne bağlantısını sağlar. Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 1817’den önceki mimarisi gibi süslemesi hakkında da yeterli bilgi yoktur. Evliya Çelebi, mevlevîhânenin duvarlarında Asârî adında bir hattat-ressam tarafından meydana getirilmiş âyet levhaları, ayrıca kükreyen bir aslan resmi bulunduğunu söyler.

II. Mahmud dönemine ait semâhâne-türbe kanadının cephelerinde, esas girişin üstündeki oymalı alınlık ve niyaz penceresini kuşatan Mevlânâ Türbesi (Kubbe-i Hadrâ) çinileri dışında hiçbir süsleme görülmez. Yalınlığının yanı sıra ağır başlı nisbetleri ve değişken perspektifler sunan hareketli kitlesiyle bu kanat devâsâ bir ahşap konağı andırır. Cephelerdeki sadelik mekânların içinde de devam eder. Süsleme olarak kayda değer öğeler semâhânede toplanmıştır. Burada duvarlar ve çubuklu tavanlar süslenmeden bırakılmış, ahşap sütunlar, korkuluklar ve mihrabı kuşatan pilastırlar yalancı mermer boyama ile renklendirilmiştir. Mihrap nişinde ortada II. Mahmud döneminin zevkine uygun, kaide üzerinde ampir üslûbunda bir vazo ile bundan çıkan çiçek demeti, yanlarda püsküllü kordonlarla tutturulmuş dalgalı perdeler, kavsara içinde de 1865 onarımına ait olması muhtemel Doğu etkili eklektik üslûpta dilimli bir süsleme görülür. Üst kat sütunları ile kubbe arasında -her sütun açıklığına bir tane isabet etmek üzere- toplam yirmi adet kartuş yerleştirilmiş, zemini koyu renk boyalı bu kartuşlar üzerine zerendûd tekniğiyle ve ta‘lik hatla beyitler yazılmıştır. Bu yazı kuşağının 1817’de mevlevîhânenin dedegânından hattat Keresteci Nûri Dede’nin eseri olduğu bilinmektedir. Kubbe ile kare mekânın duvarları arasında kalan köşe üçgenlerine çeyrek göbekler çakılmış, çıtalarla bundan hareket eden, “Sultan Mahmud güneşi” tabir edilen ışınsal süsleme uygulanmıştır. Kubbenin merkezine daha ziyade barok üslûbunda ahşaptan oyma, yaldızlı nefis bir göbek oturtulmuş, kubbenin yüzeyi çıtalarla yirmi dört dilime ayrılmış, bunların içine ince uzun üçgenler, üçgenlerin altına ay-yıldız, ucuna da yıldız motifleri yerleştirilmiştir.

İki katlı olan harem dairesi 40 × 22 m. boyutlarında bir alanı kaplar. Semâhâne-türbe kanadı ile aynı malzeme ve inşaat özelliklerini paylaşan bu kanat her yönüyle bir ahşap konak niteliğindedir. Orta sofalı plan tipinin uygulandığı haremde yapının derinliğince uzanan “zülvecheyn” sofalarla bunlara açılan odalar bulunmaktadır. Zemin katta batıya doğru ilerleyen koridorla tek katlı, kâgir duvarlı servis bölümleri kanadına (22 × 14 m.) ulaşılır. Burada oldukça girift bir konumda hamam, buna bitişik su haznesi, fırın, hareme ait küçük mutfakla kiler, güneybatı köşesine de aşçıbaşı odası yerleştirilmiştir. Bu arada ilginç olan, hamam külhanı ile fırının birbirine bitişik yapılmasıdır.

Mescidi, selâmlık mekânlarını, matbah-ı şerifi, meydân-ı şerifi, dedegân hücrelerini

ve diğer müştemilâtı barındıran kanat oldukça geniş bir alanı (54 × 40 m.) kaplar. İki katlı şeyh dairesi dışında bütün diğer bölümler tek katlıdır. Yapının altında alçak bir bodrum katı vardır. Duvarlar Batı standartlarına uygun tuğlalarla örülmüş, üstleri sıvanmıştır. Mescidin kurşun kaplı tuğla kubbesi dışında diğer bölümler Marsilya kiremidi kaplı ahşap çatılarla örtülüdür. Bu kanadın iç taksimatı şöylece özetlenebilir: Avlu yönündeki doğu kesiminde esas girişin solunda matbah-ı şerif ve bununla bağlantılı meydân-ı şerif, sağında şeyh odası ile bunun müştemilâtını barındıran şeyh dairesi, arkada dikdörtgen planlı (22 × 19 m.) şadırvan avlusu etrafında dedegân hücreleri, avlunun güneydoğu köşesinde mescidle arkada taamhâne, hücrelerin arkasında helâlarla gusülhâne yer alır.

Doğu cephesinde bulunan selâmlık cümle kapısı Selçuklu ve klasik Osmanlı mimarisindeki taçkapılardan ilham alınarak tasarlanmıştır. Cepheyi yatayda ve düşeyde yırtan kitlesi geniş bir saçakla son bulur. Kaval silme demetleriyle çerçevelenmiş olan yüzeyde basık kemerli esas giriş yüksek bir sivri kemer içine alınmıştır. Sivri kemerin üstünde ortada yapının bânisi Sultan Mehmed Reşad’ın tuğrası, yanlarda 1331 (1913) tarihli manzum kitâbe mevcuttur. Şeyh dairesinin zemin katında güney ucu selâmlık cümle kapısı ile, batı ucu şadırvan avlusunu kuşatan koridorla bağlantılı, “L” planlı bir sofa görülür. Çeşitli büyüklükte mekânlar ve helâlarla çevrili olan bu sofanın doğusunda avluya yarım sekizgen çıkma yapan büyükçe bir mekân yer alır. Söz konusu oda ile sofanın bu oda karşısına gelen kesimi iki katlıdır. Üst katta yine bir sofa ile cihannümâ karakterinde çıkmalı şeyh odası bulunur.

Şadırvan avlusu doğuda mescid ve şeyh dairesiyle, diğer yönlerde revak geleneğini sürdüren pencereli, düz ahşap tavanlı bir koridorla kuşatılmış, koridorun avluya bakan sivri kemerli pencereleri arasında kuzey ve batı kenarlarının ortasında birer kapı açılmıştır. Koridorun güneybatı ve güneydoğu köşelerinde avlu yönünde çeyrek daire planlı üçüz pencereli çıkmalar, bu çıkmaların arkasında yarım piramit biçiminde çatı parçaları altında kalan sekizgen basık ahşap kubbeler vardır. Koridorun arkasında “U” konumunda üç kitle içinde toplanmış, eş büyüklükte (5,5 × 3,5 m.) yirmi adet mekân sıralanır. Bunlardan nezr-i Mevlânâ’ya tekabül eden on sekizi dedegân hücreleri, ikisi de başka amaçlarla kullanılan odalar olmalıdır.

Avlunun güneydoğu köşesinde yükselen mescidin gövdesi kenarları dışarıdan 4’er m. uzunluğunda bir sekizgen prizma biçimindedir. Basık kemerli giriş kuzey, yarım sekizgen planlı mihrap nişi güneydoğu kenarındadır. Girişin kemeri üzerinde Derviş İsmet imzalı, 1330 (1912) tarihli, ta‘lik hatlı bir âyet kitâbesi yer alır. Sekizgenin kenarlarında göçertilmiş yüzeyler içinde altlı üstlü ikişer sivri kemerli pencere sıralanır. Girişin ve mihrabın olduğu yerlerde alttaki pencereler iptal edilmiş, minarenin bulunduğu batı kenarı da sağır bırakılmıştır. Kasnaksız bir kubbe mescidi örtmekte, klasik dönem örneklerini andıran madenî bir alem kubbeyi taçlandırmaktadır. Kare planlı kaide üzerinde yükselen silindir gövdeli minare kurşun kaplı konik bir külâhla son bulur. Minarenin kaidesinde, Hidiv İsmâil Paşa tarafından mevlevîhânenin selâmlık ve harem bölümleri yenilendiğinde selâmlık cümle kapısı üzerine konmuş olan kitâbe yer alır. Ta‘lik hatla yazılan manzumenin son mısraı ebcedle 1281 (1865) tarihini verir. Selâmlık kitlesinin cephelerinde hiçbir süsleme öğesi görülmez. Mekânlarda da aynı sadelik göze çarpar. Süslemeye yer verilen yegâne bölüm mesciddir. Kubbede ve kubbeye geçişi sağlayan küçük pandantiflerde klasik üslûpta kalem işleri görülür.

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin hazîresi iki bölüm halindedir. Bunlardan ufak olanı hünkâr girişi, kütüphane ve muvakkithâne arasında, büyük olanı da Mevlevî Tekkesi sokağının batı yakasındadır. Küçük hazîrede mevcut bazı mezarların çevresi ve üstü madenî şebekelerle donatılarak açık türbeler haline getirilmiştir. Çoğunun köşelerinde ve tepelerinde Mevlevî sikkesi biçiminde alemler göze çarpar. Sokak aşırı olan büyük hazîrede mevlevîhânenin muhiplerinden birçok kimse gömülüdür. Bu kesim moloz taş örgülü duvarlarla kuşatılmış, duvarlara dikdörtgen açıklıklı demir parmaklıklı pencereler açılmıştır. Bu pencerelerden ikisinin üstüne Sadrazam Abdullah Nâilî Paşa’nın oğullarından Feyzullah Şâkir Bey ile Ebûbekir Bey’e ait 1170 (1756-57) ve 1202 (1787-88) tarihli ta‘lik hatlı manzum kabir kitâbeleri yerleştirilmiştir. Tekkelerin kapatılmasından sonra kendi haline terkedilen ve 9 Eylül 1961 tarihinde çıkan yangında harap olan mevlevîhânenin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonu 2010 yılında tamamlanmış, bu çalışma esnasında külliyenin bütün yapıları ihya edilmiştir. Mevlevîhâne bugün Fâtih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nin kullanımına verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), I, 166; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 10, 16, 17; Sâkıb Dede, Sefîne, II, 37, 76; Ahmed Hasîb Efendi, Dergehnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3465, vr. 65b-68a; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 228-230; Âsitâne Tekkeleri, s. 9, 15; Melekpaşazâde Kadri Beyefendi, Hankahnâme, Süleymaniye Ktp., Nuri Arlasez, nr. 36, 1833-1846 arası, vr. 4b (nr. 99), vr. 7b (nr. 179); Mecmûa-i Cevâmi‘, I, 116-117, nr. 168; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 236; Mehmed Tâhir, Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Şeyh Celâleddin Efendi Merhum, İstanbul 1326, s. 9; Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyyeden Yenikapu Mevlevîhânesi, İstanbul 1329; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 152-154; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 24-26; İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 55; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İstanbul 1963, s. 35-36; a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 164, 248, 338; A. Süheyl Ünver, “Osmanlı İmparatorluğu Mevlevîhaneleri ve Son Şeyhleri”, Mevlânâ Güldestesi, Konya 1964, s. 30-33; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 29-30; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, I, 156; M. Baha Tanman, “Relations entre les semahane et les türbe dans les tekke d’Istanbul”, Ars Turcica-Akten des VI. Internationaler Kongresses für Türkische Kunst (ed. K. Kreiser), München 1987, s. 317; a.mlf., “Settings for the Veneration of Saints”, The Dervish Lodge: Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey (ed. R. Lifchez), Berkeley 1992, s. 160; a.mlf., “Yenikapı Mevlevîhanesi”,

IX. Vakıf Haftası Kitabı: Türk Vakıf Medeniyetinde Hz. Mevlânâ ve Mevlevîhânelerin Yeri ve Vakıf Eserlerde Yer Alan Türk-İslâm Sanatları Seminerleri (2-4 Aralık 1991), Ankara 1992, s. 93-108; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 158; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı (haz. Halil İnalcık – Günsel Renda), İstanbul 2003, I, 303; a.mlf., “İstanbul’da Mevlevîliğin Fiziksel Ortamı-The Physical Setting of the Mevlevî Order in İstanbul”, Saltanatın Dervişleri Dervişlerin Saltanatı-The Dervishes of Sovereignty The Sovereignty of Dervishes, İstanbul 2007, s. 79-80, 93-94, 98, çz. 3, 102; a.mlf., “Kitchens of the Ottoman Tekkes as Reflections of Imarets in Sufi Architecture”, Feeding People, Feeding Power-Imarets in the Ottoman Empire (ed. Nina Ergin v.dğr.), İstanbul 2007, s. 216; a.mlf., “Mevlevîhânelerin Mimari Süslemesinde Mevlevîliğe İlişkin Öğeler”, Aşk Ocağında Cân Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlânâ Celâleddin Rûmî (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 106; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 101-136; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 326-333, 339-340, 346-350, 358-359; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 431-436; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhanesi”, Surların Öte Yanı Zeytinburnu (haz. Burçak Evren), İstanbul 2006, s. 266-293; a.mlf., “İstanbul’un Mistik Tarihinde Mevlevîhaneler”, İstanbul, sy. 4, İstanbul 1993, s. 119-131; a.mlf., “Mevlevîlik”, DBİst.A, V, 422-429; a.mlf. – M. Baha Tanman, “Yenikapı Mevlevîhanesi”, a.e., VII, 476-485; Defter-i Dervîşân: Yenikapı Mevlevîhânesi Günlükleri (haz. Bayram Ali Kaya – Sezai Küçük), İstanbul 2011; Erdem Yücel, “İstanbul Mevlevîhaneleri”, Hayat Tarih Mecmuası, V/11, İstanbul 1965, s. 28-33; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevî-haneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 29-32; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler”, TT, XI/61 (1989), s. 39.

 

HALEP MEVLEVİHANESİ
HALEP MEVLEVİHANESİ 450 303 Hz. Mevlâna Dergâhı

HALEP MEVLEVİHANESİ

Sezai Küçük

Konya’da Hz. Mevlana’nın vefatından sonra onun adına, tasavvufi anlayışı çerçevesinde oğlu Sultan Veled tarafından tesis edilen Mevlevilik, kısa sürede Anadolu’da yayılmış, Osmanlı Devletiyle birlikte de Osmanlı’nın gittiği her yere, tesis ettiği Mevlevihanelerle Mevlevilik kültürünü götürmüş ve toplumu en yakından etkileyen tarikatlerden biri olmuştur. Halep Mevlevihanesi kuruluşundan itibaren 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla tarikatın son merkezi olarak kaldığı zamana kadar, bu bölgede en önemli Mevlevi temsilciliklerinden biri olmuştur.

Pir Adil Çelebi zamanında (1421-1460) kırk Mevlevi dervişiyle Horasan’a oradan Bağdat’a, oradan da Halep’e geçen Divane Mehmed Çelebi (ö. 951/1544’ten sonra), Halep’te Tacu’l-arifin Ebü’l-Vefa (ö. 501/1107) soyundan ve Vefaiyye tarikatinden, Ebu Bekrel-Vefai’nin (ö.991/1583) dergahına inmiş ve onu Mevleviliği Halep’te temsile memur etmiş ve sema’dan başka bütün tarikat törenlerini yapmayı izin vermiştir.

Kaynakların naklettiğine göre; Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le savaşıp yenilgiye uğrayan Safevi hükümdarı Şah ismail’in ileri gelen iki adamı, Mirza Fulad ve Mirza Ulvan isimli iki Farisi, savaş esnasında Şah İsmail’in yanından kaçıp Halep’e yerleşirler. Şia mezhebine mensup olan bu iki kişi, şia inancından vazgeçtiklerini göstermek için bir ehl-i sünnet tarikatı olan Mevleviliğe intisap ederler ve Mevlevi tarikatı şeyhlerinden Sultan Divane Mehmet Çelebi’ye derviş olurlar. Kendi mallarıyla ortaklaşa, mevcut tekkeyi yaptırırlar. Tekke inşa edilmeden önce tekkenin yeri ve etrafı boş ve küçük bir tepedir. Burayı tamamen sahibinden satın alıp tekkeye vakfederler. Tekkeyi inşa ettirdikten sonra Konya’da bulunan Molla Hünkar Çelebi Efendi tarafından Fakrı Ahmed Dede (ö. 950/1543)’nin buraya şeyh olarak tayin edilmesine muvaffak olurlar.

Fakrı Ahmed Dede’den sonra Halep Mevlevihanesi’nde postnişin olan zevata ait listeler bulunmaktadır. Fakri Ahmed Dede’den sonra Türkiye’de tekkelerin kapatıldığı 1925 yılında kadar Halep Mevlevihanesi’nde şu isimlet şeyh olarak vazife yapmışlardır: Hasan Dede (ö. 1065/1654), Hüseyin Dede (ö. 1120/1708) Şatır Mehmed Dede (Ö. 1705’ten önce), Şekib Ömer Dede (ö. 1135/1722), Safi Musa Dede (ö. 1157/1744), Muhammed Dede (ö. 1144/1731) Hasan Dede (ö. 1172/1758), Mustafa Dede (ö.1187/1773), Muhammed Ali Dede (ö. 1219/1804), Abdülgani Dede (ö. 1294/1877), Vacid Dede (ö.1309 /1891-1892), Âmil Çelebi (ö.1920) ve Muhammed Sa’deddin Dede.

Halebli müellif. Kamil el-Bali el-Gazzi (ö.1933)’nin,Nehrü’z-zeheb eserinde, XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarındaki durumunu tasvir ettiği Halep Mevlevihanesi, Kuvayk nehri kıyısında yeşillikler içinde, semahanesi, derviş hücreleri, şeyh dairesi, matbahı ve diğer kısımlarıyla ve zengin vakıflarıyla tam bir mevlevihane görünümündedir. Müellif, Tekkenin etrafını saran çiçek ve meyve ağaçlarının bulunduğu bahçesi ve bu bahçeyi sulamak için Kuvayk nehri üzerine tekke şeyhlerinden biri tarafından su değirmenine benzetilerek yaptırılan bir su dolabı da tekkenin güzelliğini bütünleyen başka bir ayrıntıyı da zikreder.

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün isteği ve tasvibiyle Abdulhalim Çelebi, oğlu Muhammed Bakır Çelebi’yi, zamanın en büyük asitanesi olan bu mevlevihaneye tayin etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde tarikatlerin kaldırılışından sonra 1925′ te son postnişin Abdülhalim Çelebi’nin vefatı üzerine Halep Dergahı’nda şeyh bulunan Muhammed Bakır Çelebi, çelebilik makamını Halep’te tesis etmiş ve Suriye’deki Fransız Mandater hükümeti tarafından da bu müessese tasdik edilmişti. Bu suretle Halep Asitanesi, Türkiye dışındaki Mevlevihanelere merkez olmuş, şeyhlerin azl ve tayini bu makama ait bulunmuştur. Nitekim Şam şeyhi Said Dede’nin ölümü üzerine yerine oğlu Şemseddin Dede ve Trablusşam Mevlevihanesi şeyhi Şefik Dede’nin vefatı üzerine de yerine Mehmed Enver Dede tayin edilmiştir. Bu durum, 1925’den 1944 yılma kadar devam etmiştir. Bu yıllar arasında Mevlevihane bütün olumsuzluklara rağmen Bakır Çelebi’nin önderliğinde Türkiye’den gelen dedelerle fonksiyonunu icra etmeye devam etmiştir. Tekkede tarikata intisap edenler çile çıkarmış, mukabele törenleri icra edilmiş, diğer tarikat mensubu bir çok derviş Mevlevi tarikatine intisap etmiştir. Bu dönem içinde dergahta yaşayan Mevlevi dedelerinin hallerini aktaran ve o dönemde çocuk yaşta bulunan Celalettin Çelebi (ö. 13 Nisan 1996)’nin özetle şu cümleleri dikkat çekicidir:

“Anavatan’ın güneyinde, komşu bir devlette bulunan, vatanımızın bir parçası olarak telakki ettiğim bir Türk kültür yuvası olan bu mevlevihane, kapısından girer girmez her Türk yolcusunun sanki vatanına kavuştuğu hissine kapıldığı bir mekandır. Orada yalnız Türkçe konuşulurdu. Mükemmel bir lisan mektebiydi orası. Oraya gelip de, birkaç gün içinde Türkçe’yi anlayıp konuşan nice yabancılar yanında, senelerce orada yaşayıp, hücrenişin olup, ölünceye kadar inat edercesine Türkçe’den, başka dil konuşmak istemeyen nice Dedeler hatırlarım… Böylece vatan hasretini, gurbet duygusunu yenmeye çalışan nice dedeler…”

Hatıralarımda canlı yaşayan kişilerden biri de, Bahçevan Dede’dir. O, vatan hasretini gidermek için çiçek öbeklerine Anavatan’dan bazı şehir ve mahalle adlarını vermişti. Çiçekleri de öyle anardı, ağaçları da. Bu Meram gülüydü, öbürü Karaman çamı. Bu Üsküdar menekşesi, öbürü Maraş kavağı veya Antepfıstığı. Onun kurduğu hayal dünyasındaki sevgili vatanına kimse el süremezdi. Ancak arada sırada ve dedemizin hoşgörülü olduğu zamanlarda çiçekleri nazikçe, incitmeden koklayabilirdik.

Tekkede Aşçı Dede ‘nin ayrı bir mevki vardı. Matbah-ı şerifte Türk yemekleri pişerdi. Şehrin bazı ileri gelenlerinin Türk yemeklerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için şahsen geldiklerini veya aşçılarını dedeye gönderdiklerini hatırlarım. Aşçılıktaki ustalığı hala o şehirde yaşamaktadır. Günümüzde orada bilinen ve pişirilen Türk yemekleri aşçı dedenin öğrettikleri yemeklerdir.

Dedeler için kuzeyden gelen (Anadolu’dan) rüzgarın da yağmur bulutunun da ayrı bir özelliği vardı. Onlar için, o rüzgarda vatan kokusu gizliydi, o yağmurda vatan suyu vardı. Bir dedenin başındaki Mevlevi sikkesini çıkarıp, göğsüne basıp, saçından sakalından akan yağmur sularıyla, oh çekerek hasret giderdiğini hatırlatırım. Bu yuva,aynı zamanda kudüm ve ney sesleriyle Mevlevi kültürünü en geniş manasıyla barındırırdı. Her hücresinde bir dedenin idaresinde Kur’an-ı Kerim ve Hadis dersleri verilir, Hz. Mevlana’nın eserleri şerh edilir, bazı sanat kolları, dil ve din dersleri öğretilirdi. Ancak tedrisat istisnasız Türkçe idi…

1943 yılında Bakır Çelebi’nin İstanbul’da vefatı ve 1944’te de Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlığını vermesi üzerine, çelebilik makamını ve bu makamın imtiyazını kaldırmış ve diğer mevlevihanelerin ve Halep Mevlevihanesi’nin vakıflarına ve bütün varidatına el konulmuş ve tamamı Suriye Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.

Bakır Çelebi’nin vefatı üzerine oğlu Celaleddin Çelebi’nin, çelebiliği kabul edilmediği için, Bakır Çelebi’ye Halep’te değilken vekalet eden, vefatından sonrada bir yıl kadar da çelebilik makamında bulunun kardeşi Şemsülvahid Çelebi, bu suretle bu tarihi makamın son temsilcisi olmuştur.

Vahid Çelebi ‘nin verdiği malumata göre; Halep Mevlevihanesi Bakır Çelebinin vefatından az bir müddet sonra Evkaf Müdürlüğü tarafından zapt edilmiş ve muhiplerden bir Arap dergaha şeyh vekili tayin edilmiştir. Tekkede beş tane ihvan dede vardır ve bunların iadeleri, pek fakir ve basit bir şekilde evkaf idaresince temin edilmektedir. Ve her birine ayda beş Suriye Lirası verilmektedir. Fakat yeniden derviş kabul edilmediği için dergahın kapanması, bu dedelerin ölümüne bağlıdır.

Semahanedeki kütüphane kargaşada yağma edilmiş, etrafındaki demir parmaklık kaldırılmış ve semahane cami haline getirilmiştir. Halep’te otuz kadar Mevlevi muhibbi vardır. Bunlar biraz sema yapmasını bilirler, yılda dört beş defa mukabele yaparlar ve Arapça ilahiler okuyarak usulsüz bir şekilde dönerler. Cuma ve Pazartesi geceleri dergaha gelip evkaf dairesinin temin ettiği yemeği yerler ve hizmetlerine karşılık ayda üçer lira alırlar.

1950’li yıllardan itibaren Suriye’deki mevcut bütün tekke şeyhlerine vefatlarıyla birlikte kesilmek şartıyla maaş bağlanmış, şeyh ölünce yerine başka biri tayin edilmemiş, böylelikle tekkeler, birer birer ve zamanla tasfiye edilerek evkafa mal edilmiştir.

O günlerden sonra kaderine terk edilen, eski ve yeni semahaneleri mescide dönüştürülen tekke, bu gün Halep halkı tarafından “Monlahane Cami”i olarak bilinmektedir. Eski ve yeni semahane dışındaki müştemilatından hamuşan ve matbah, zamana yenik düşmüş ve tamamen harabe halini almıştır. Hamuşan içinde bulunan Mevlevi mezarlarının mezar taşları yerlere, üzerine basılarak tekkenin arka tarafında bulunan dükkanlara geçiş yolu yapılmış, sikkeli mezar taşlarının sikkeleri kırılmış, çoğu kaybolmuştur. Özellikle daha önce depo olarak kullanılan ve duvarında “Ya Hazret-i Ateşbaz Veli”i ibaresi hala okunan matbah, şimdi dört duvardan ibaret bir harabe halindedir. Tekkenin ana girişinin sol tarafına inşa edilen paralı tuvalet de, tekkeye ve hamuşana sırlanmış Mevlevi dedelerine bir saygısızlık örneği teşkil etmektedir. Tekkenin kuzey ana girişinin hemen sağında bulunan küçük minare ve bu minarenin tepesinde mevleviliğin simgesi olan sikke şeklinde alem bulunmaktadır.

Görülen o ki, Suriye’deki bütün Osmanlı eserlerine -bir an önce Osmanlı izlerinin silinmesi için- reva görülen ilgisizlik Halep Mevlevihanesi’nin de kaderi olmuştur.
Halen Halep başta olmak üzere özellikle Şam’da oluşan ve kendilerini “Mevlevi Fırkası” olarak isimlendiren bazı gruplar, çoğu zaman bazı özel törenlerde, figürleri tamamen bozulmuş sema gösterileri yapmaktadır. Bizim de Halep’te tanıma firsatı bulduğumuz “Halep Mevlevi Fırkası”nın, yaptığı sema gösterilerini tamamen maddi imkanlar karşılığında icra etmektedirler. Zaman zaman sema gösterilerinde bulunmak üzere Suriye dışına da çıktıklarını ifade eden fırka mensublarının, mevlevilikle ve Mevlevi kültürüyle çok fazla alakalarının olmadığını müşahade ettik.

Bu gün, Celalettin Çelebi’nin yıllar önce ziyareti esnasında aldığı notlarda ifade ettiği; “sinesinde Osmanlı kültürünü en geniş manasıyla barındıran bu Türk kültür evi”, her geçen gün bir çok değerimiz gibi yavaş yavaş tarihin sayfalarına gömülmektedir. Yıllar önce ziyaret ettiğimde “Her hücresinde bir Dede’nin idaresinde muhtelif derslerin verildiği, Kur’an-ı Kerim surelerinin ezberletildiği, Hadis’lerin şerh edildiği, Mesnevi’nin okunduğu” bu ilim yuvası harabe haline terkedilmiş , bir kısmını otlar bürümüş, kiraya verilen yandaki bahçe kahve olmuş, adeta izlerimizi yok etmek istercesine semahane kapatılmış, yeni semahane camiye çevrilmiş, nice derviş canların pişip yetiştiği Matbah-ı şerif depo olmuş. Ancak kendilerini vatanlarında hissetmek düşüncesiyle yaptıkları vasiyetlere uyularak oradaki dervişlerin gömüldüğü mezarlığı (Hamuşan’a) defnedilen Türklerin, ayakta duran mezar taşları nöbetteymiş gibi sıralanmış . Önlerinde manastırlı Rıfat Bey’in, bizleri inkar edenlere meydan okurcasına, Türklüğünü haykıran bir bayraktar gibi (demir kafes içinde) heybetli mermer mezarının sinesinde, kabartma olarak Osmanlı-Türk bayraklarının, hala durduğunu görmem benim yegane tesellim ve vesile-i gururum olmuştur. Tespitlerinden pek fazla bir şey değişmemiş, yıllarca süren ilgisizlik sebebiyle bir zamanlar depo olan Matbah’ın tavanı çökmüş, depo olarak bile kullanılmaz hale gelmiş, Hamuşan’da bulunan kabirlerin çoğunun mezar taşları yok olmuş, yerlere atılmış, kırılmış, bahçe içerisine bir de paralı tuvalet inşa edilmiştir.

Her yönüyle, ortaya konacak ilgi ve alaka ile en azından müştemilatıyla eski haline döndürülmeyi bekleyen Halep Mevlevihanesi. bu ilgisizlik böyle devam ederse, çok kısa bir süre sonra, küçük minaresinde ve semahane kubbesinde bulunan Mevleviliğin simgesi sikke şeklindeki alemlerin de düşmesiyle tarihe karışıp gidecektir.

Hanya Mevlevihânesi
Hanya Mevlevihânesi 960 608 Hz. Mevlâna Dergâhı

Hanya Mevlevihânesi

Mustafa Kara

1880-1924 yılları arasında Hanya’da faaliyet gösteren mevlevîhâne.

Girit’in Hanya sancağında 1880 yılında Kara Abdal Süleyman Şemsî Dede tarafından kurulmuş olup Mevlevîliğin Ege adaları ve Mora yarımadasına yayılışı kadar bölgede gelişen siyasî olaylar açısından da önem taşımaktadır.

1828’de Konya’da dünyaya gelen Süleyman Şemsî Dede, on beş yaşında iken Şems-i Tebrîzî Dergâhı türbedarı Seyyid Emîrşah Kaygusuz Abdal Dede’ye intisap etti. Mevlânâ Dergâhı’nda çile çıkarıp hilâfetnâme aldıktan sonra Sultan Dîvânî Dergâhı’na hizmet ve ilim tahsili için Afyonkarahisar’a giderek dört yıl burada kaldı. Daha sonra Bursa ve İstanbul’daki ziyaretgâhları dolaştı. Aydın Güzelhisar Mevlevîhânesi şeyhi Horasânî Ali Dede’nin vefatı üzerine 1870 yılında bu dergâhın şeyhliğine tayin edildi. Bu görevde iken Hanya’daki Mevlevî muhiblerinin ısrarlı davetleri üzerine Hanya’ya gitti (1872). Geniş bir arazi üzerinde ve zengin vakıflarla kurduğu mevlevîhâneyi Mi‘rac kandiline tesadüf eden 27 Receb 1297’de (5 Temmuz 1880) hizmete açtı.

1302 (1885) tarihli mufassal vakfiyesinden edinilen bilgiye göre mevlevîhâne, Hanya’nın Zirtop mevkiinde eski Tuzhâne (Selhhâne, Tuzla) karşısında, üç taraftan Murines, İstelyanos ve Suda caddelerine açılan, etrafı yüksek duvarlarla çevrili 35.000 m2’lik bir arazi üzerinde tesis edilmiş, büyük vakıf gelirleri ve 36.000 kuruşluk nakitle desteklenmiştir.

Vakfiye düzenlendiği sırada mescidi, semâhânesi, türbe ve hazîresi, çile çıkarmaya, yemek pişirmeye ve çiledeki dervişlerin ikametine tahsis edilmiş mutfağı, biri dolaplı iki su kuyusu ve sarnıcı bulunan mevlevîhânenin haremlik ve selâmlık binalarının inşaatları devam etmekteydi. Vakfiyede ayrıca sarnıç, çeşme ve şadırvan yapılması, ağaç dikilmesi, bağ ve sebze bostanı için kaynak ayrılmıştır. Vakfiyeye göre bağ, meyve ve sebze bostanlarının mahsulleri öncelikle mevlevîhânenin ihtiyaçları için kullanılacak, ihtiyaç fazlası ürün satılarak dergâha gelir temin edilecekti. Bu amaçla Hanya’da bir dükkân açılmış, ayrıca bir fırın ve değirmen işletilmiştir.

Yaşadığı müddetçe meşihatı ve mesnevîhanlığı kendine meşrut kılan Süleyman Şemsî Dede, büyük oğlu Mehmed Şemseddin Efendi’yi mesnevîhanlık ve mürşidlik, ortanca oğlu Hasan Hüsnü Efendi’yi mütevellilik, küçük oğlu Hüseyin Ârif Efendi’yi de Meŝnevî okumak ve müderrislikle görevlendirmiştir. Diğer dergâh hizmetleri ise şunlardır: Kārilik, aşırhanlık, na‘thanlık, sersemâzenlik, serkudümzenlik, serneyzenlik, defzenlik, duâgûluk.

Vakfiyede matbah-ı şerif için vakfedilen eşya ve malzeme kırk bir kalemde 112 adet olarak tek tek sayılmaktadır. Bu liste, yeni kurulan bir mevlevîhâne için gerekli mutfak malzemesini göstermesi açısından önemlidir. Vakfiyede ayrıca dergâha vakfedilen 735 ciltlik 644 kitabın listesi de yer almıştır. Bunların otuz dokuz cildini Meŝnevî ve şerhleri oluşturmaktadır. Listede diğer kitapların yanında dönemin zihniyetini yansıtan Tercüme-i Telemak, Coğrafya, Atlas, Hendese-i Cedîd, Mecmûatü’l-mühendisîn, Risâle-i Hafriyye gibi eserler de yer almaktadır.

Şemsî Dede’nin 23 Zilhicce 1303’te (22 Eylül 1886) vefatı üzerine yerine geçen büyük oğlu Mehmed Şemseddin Efendi, postnişinliğin yanı sıra 11208’den ölümüne kadar (1924) Girit hâkimü’ş-şer‘liği görevini de yürüttü. İkinci oğlu Hasan Hüsnü Efendi de (ö. 1937) bu yıllarda Girit evkaf müdür muavinliği yaptı. Dergâh bünyesinde açılan özel rüşdiye mektebi (Mekteb-i Kebîr-i İslâm) müdürlüğü ve muallimliği görevini yürüten üçüncü oğlu Hüseyin Ârif Efendi (ö. 1942) siyasetle de meşgul oldu, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin çalışmalarına katıldı.

Mehmed Şemseddin Efendi’nin ayrıca Hilâliahmer Cemiyeti Girit şubesi başkanı olması dolayısıyla Hanya Mevlevîhânesi Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında, özellikle de Lozan Antlaşması ve mübâdele esnasında zulme ve baskıya uğrayan, yerlerini terke zorlanan müslümanların sığınağı olmuş, haklarının arandığı ve yardımların toplandığı bir merkez haline gelmiştir. Mehmed Şemseddin Efendi’nin bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin Girit’teki yarı resmî temsilcisi gibi çalıştığı, Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde muhafaza edilen Abdülhalim Çelebi’ye yazdığı mektuplarından ve Osmanlı Devleti Atina sefirinin kendisine gönderdiği raporlardan anlaşılmaktadır.

1924 yılında nüfus mübâdelesi şartları gereği ailesini ve dergâhın bazı kıymetli eşyalarını, kütüphanenin bir kısmını, babasının ve bazı zevatın naaşlarını İzmir’e nakletmek için hazırlıklara başlayan Mehmed Şemseddin Efendi, İtalya’dan özel olarak kiralanan geminin Hanya Limanı’na yanaştığını dergâhın bahçesinden görünce fenalaşarak orada öldü. Oğlu Bedri Efendi’nin (Özmen) (ö. 1995) gayretleriyle İzmir’e ulaşan Şemsî Dede, Mehmed Şemseddin Efendi ve diğer zevatın naaşları, tarikat âdâbına uygun bir merasimle İzmir Mevlevîhânesi’nin hazîresine defnedildi. Mehmed Şemseddin Efendi’nin Girit’teki başarılı çalışmaları dolayısıyla ailesi iyi karşılandı. Kardeşi Hasan Hüsnü Efendi meşihata getirilerek yeni bir mevlevîhânenin kurulması için çalışmalara başlandı, devlet tarafından arazi tahsis edildi. Ancak ertesi yıl tekkeler kapatılınca arazi geri alındı. İzmir Mevlevîhânesi’nin yıkılması üzerine iki şeyhin naaşları Balçova Mezarlığı’na nakledildi.

Hanya’dan getirilebilen tekke eşyalarından sakal-ı şerif İzmir Karantina Kilise Camii’ne (Hüsnü Atabek Camii), “Allah”

ve “Muhammed” lafızları ile dört halifenin isimlerinin yazılı olduğu büyük levhalar İzmir Asansör Camii’ne, kitaplarla iki büyük kristal avize ve saat ise Konya Mevlânâ Müzesi’ne hediye edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hanya Mevlevîhânesi Vakfiyesi, VGMA, Defter, nr. 988, Rumeli 2, s. 249-254; Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, Hanya Mevlevîhânesi zarfı; Karaabdal Süleyman Şemsî Dede, Tuhfetü’l-Mesnevî alâ hubbi’l-Hayderî ve Dîvançe-i Kara Şemsî, İstanbul 1305, s. 5-7; İbnü’l-Cemâl M. Râgıb, “Hanya Mevlevîhânesi”, Sâda-yı Hak, İzmir 28 Mayıs 1340 [1924]; “Cenaze Merasimi: Hanya’dan İzmir’e Nakl-i Kubûr”, a.e., 1 Haziran 1340 [1924]; Abdülbaki Gölpınarlı, “Konya’da Mevlânâ Dergâhının Arşivi”, İFM, XVII/1-4 (1955- 59), s. 156-178; İsmail Kara, “Gittikçe Uzaklaşan Hanya Mevlevîhanesi”, TT, sy. 135 (1995), s. 133-137; a.mlf., “Hanya Mevlevîhanesi, Şeyh Ailesi, Müştemilâtı-Vakfiyesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 1, İstanbul 1997, s. 115-153 (maddenin yazımında şeyh ailesine mensup Kevser Atay, Bedri Özmen ve Ahmet Özmen’den İsmail Kara arşivine gelen belgelerden de istifade edilmiştir).

Kahire Mevlevihanesi
Kahire Mevlevihanesi 450 393 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kahire Mevlevihanesi/MISIR

16. Yüzyılda Divane Mehmet Çelebi tarafından kurulmuştur. Kahire’de kalenin yakınında, Tolunoğlu Camii civarında Sharia es Sıyufiyya caddesi üzerinde yer alır. Kahire’de yer alması, hac yolu üzerinde bulunması, Asitane olması dolayısı ile Mevlevihaneler arasında önemli bir yeri vardır.

Mevlevihane Sungur Sadi Medresesi (1315), Emir Kuson, Emir Baştak sarayları ve hasan sadaka türbesinin bulunduğu yerde tesis dilmiştir. 1979 yılından beri Kahireddin İtalyan kültür heyeti adına prof. G. Fanfoni tarafından yapılan arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları sonunda mevlevihanenin sahip olduğu mekanlar belirlenmiş ve semahanesi özgün haliyle restore edilmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki Divane Mehmet Çelebi 15120’lı yıllarda Mevlevihane’yi harap vaziyette sungur sadi medresesi ve emir kusun sarayı harabeleri üzerine kurmuştur. İlk şeyhi Safi Ahmed Dede’dir. Veled Çelebi’ye göre Ademe Dede Efendidir. 1540 yılında Abdül Vahhap Dede minyatürlü olarak Sevakıb-ı Menakıb adlı kaynak eserini burada yazmıştır.

Hafız Ahmet Paşa 1545’de, Yusuf Sinan Paşa 1607’de Mevlevihane’yi ziyaret etmiş ve büyük bir Asitane olduğunu belirtmiştir. Karamanlı Hamza Dede, Kıbrıslı Siyahi Mustafa Dede, Konyalı Nesip Yusuf Dede, Nazmi Hasan Dede, Arif Dede 17-18. yüzyılda tekkede görev yapan postnişinlerdir.

Sezai Küçük beyin tespitlerine göre 19.yüzyılda Fikri Dede, Nakşi Dede, Hüseyin Azmi Dede (1893 yılına kadar) Mevlevihane’de görev yapan önemli postnişinlerdir. Türkiye’de tekke ve zaviyeler 1925 yılında kapatıldıktan sonra Kahire Mevlevihanesi görevine devam etmiştir. 1922 yılında postnişini hattat Abdül Aziz Rifai’dir. Tekke’de asılı “Ya Hazreti Mevlana” levhası günümüze gelmiştir. 1945 yılında Mevlevilik ilga olmuş ve tekke kapatılmıştır. Mevlevihane’nin ve müntesiplerin 500 yıllık hatıraları eski yapı kalıntılarında, fotoğraflarda ve El Ahram gazetesinin solgun sayfalarında kaldı. Daha sona Mevlevihane, Mısır Eski Eserler Müdürlüğü’nün korumasına alınmış, 1979’da da Prof. Dr. G. Fanfoni başkanlığında Mısır ve İtalyanların ortaklaşa kurduğu Profesyonel Restorasyon Merkezince kazı ve restorasyon yapılmaya başlamıştır. Mısırlı ve İtalyan uzmanların katkılarıyla 1984-1988 yılları arasında restorasyonlar geniş ölçüde tamamlanmış ve semahane, medrese ve eyvanı ve Hasan Sadaka Türbesi’nde Mevlevilikle ilgili sergileme yapılarak burası müze haline getirilmiştir.

Velede Çelebinin listesine gör 1912’deki şeyhi Mehmet Bahaeddin Efendidir. Mevlevihane’nin yerleşim planı, yapı kalıntılarına göre Prof. Dr. Fanfoni tarafından belirlenmiştir. Fanfoni bu plana göre yapılar topluluğunun İzometrik planını çizmiştir. Cümle kapısından girenler semahanenin kuzeyinden geçtikten sonra birinci avluya ulaşırlar. Avlunun ortasında dairevi bir havuz bulunur. Burada kuzey doğu köşede L planı derviş hücreleri bulunmaktadır. Hücrelerin üst katına bir merdivenle çıkılmaktadır.

Büyük avlunun doğusunda matbah-ı şerif, mescid, fırın vb. yapılar yer alır. Kuzeyde dar bir koridor bulunan yan yana hücreler ve helalar bulunur. Batıda esas cephede şeyh dairesi ve selamlık odaları bulunmaktadır.

Semahane; ara girişte hemen türbe ve medresenin eyvanına bitişik olarak inşa edilmiştir. Kazılar sonunda tamamen medresenin üzerine oturulduğu anlaşılmıştır. Kare planlı yapıya kuzeydeki cümle ile girilir. Semahanenin temelleri taş, yan duvarları tuğla kubbesi bağdadı olarak inşa edilmiştir (Fanfoni, 2000, 10). Kuzey tarafında bir merdivenle çıkılan L şeklinde bir ahşap mahfili bulunmaktadır.

Semahane sekizgen planıdır. Galata ve Kütahya Mevlevîhânesinde olduğu gibi kubbeyi sekiz ahşap ayak taşımaktadır. Ayaklar birbirine bursa kemerleri ile bağlanır. Ve bunun üzerinde kubbe yükselmeye başlar. Kemer aralarında daire biçimli Cahar-yar-i Güzin yazıları, üzerinde kitabe kuşağı, daha üstte ise yarım barok kıvrım dalları tepelikler arasında hayali kent görünümlerine yer verilmiştir. Kubbenin ortasında hayali kent görünümlerine yer verilmiştir. Kubbenin ortasında çok kollu şemse ve içinde ayetlere yer ve içinde ayetlere yer verilmiştir.

Semahane mekanının evreni simgelediği bu mekan içinde sema hareketlerinin belirli bir dairesel, kozmolojik kurgusu olduğu semazenin bu kurgu içinde Allah’a varmaya çalıştığı üzerinde Fanfoni durmuş ve bunu çizimle göstermiştir.

Türbe; Mevlevihane kurulduktan sonra Hasan Sadaka Türbesi’ne bazı Mevlevilerin defnedildiği eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır.

Günümüzde Kahire Mevlevîhânesi’nde restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Semahane kültürel etkinliklerde toplantı salonu olarak kullanılmaktadır. Medrese eyvanı, hücreleri de Mevlevilikle ilgili sergi salonu haline getirilmiştir. Böylelikle Mevlevihane eski günlerinde olduğu gibi kültür ve sanata ev sahipliği yapıyor.

MISIR MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. BARİHÜDA TANRIKORUR

Kahire Mevlevîhânesi olarak da anılan yapı, Osmanlı idare merkezinin yer aldığı Kahire Kalesi’nin ayağında daha çok Türkler’in oturduğu tarihî Hilmiye semtinde Şâriussüyûfiye’nin başlangıcında bulunmaktadır. Osmanlı döneminde Emîr Sungur es-Sa‘dî Külliyesi ile Yeşbek Min Mehdî ve Akberdî saraylarının kalıntıları üzerine yaptırılan mevlevîhâne, tarikatın ihtiyaçlarına uygun olarak büyüyüp zaman içinde şekillenerek XIV-XV. yüzyıldan kalan bu Memlük eserleriyle iç içe yapılanmış ve sokaktan göz alıcı bir Memlük ön cephesiyle gizlenmiştir. 3850 m2’lik bir alanı kaplayan mevlevîhâne müstakil iki katlı semâhâne-türbe, minare, şeyh / harem dairesiyle iki ayrı bahçeli avlu etrafında düzenlenmiş dede hücreleri, mescid, meydân-ı şerif, somathâne, matbah-ı şerif, çilekeş odası, helâlar, selâmlık ve büyük bir mihman evinden müteşekkil olup aynı zamanda menzil vazifesi ifa eden tam teşekküllü bir âsitâne özelliğine sahiptir. Genellikle İstanbul’dan ya da Anadolu’dan Hicaz’a giden dervişler Kahire’ye uğramadan geri dönmedikleri için Mısır Mevlevîhânesi devamlı misafir ağırlayan bir kuruluş olarak hizmet vermiştir.

Mevlevîhânenin tesis tarihi tam olarak bilinmemektedir. Mevlevî kaynaklarına göre, Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethinden birkaç yıl önce bazı dervişleriyle birlikte Mısır’a uğrayan Divane Mehmed Çelebi, o sırada hapiste bulunan İbrâhim Gülşenî’yi ziyaret ederek onu hapisten kurtarıp Kahire’de bir süre kaldığı sırada mevlevîhâneyi kurmuş, dönerken Safî Ahmed Dede’yi halife olarak bırakmıştır. Ayrıca Abdülvehhâb es-Sâbûnî’nin 947’de (1540) Kahire Mevlevîhânesi’nde ikamet ettiğini ve tekkenin kütüphanesinde bulunan Menâḳıbü’l-ʿârifîn’in muhtasarı S̱evâḳıbü’l-Menâḳıb adlı Farsça eseri burada yazdığını belirtmesi dergâhın bu tarihten önce açıldığını göstermektedir. Yemen Valisi Yûsuf Sinan Paşa’nın 17 Safer 1016’da (13 Haziran 1607) burada bir vakıf kurduğu bilinmektedir. Vakfiyede mevlevîhânenin gelirleri, bugünkü arsanın sınırları ve XVII. yüzyıl başında mevlevîhânede elliye ulaşan görevli sayısı ile maaşları belirtilmektedir. Bu görevliler, Mevlevî dedeleriyle mescidin imam ve müezzininin dışında otuz kişilik bir semâ grubu, birer mesnevîhan, duahan ve hânende ile üçü neyzen, biri kanunî, biri tamburî olmak üzere sâzendelerden meydana geliyordu. Ayrıca mevlevîhâne civarında bir sarayı olan Defterdar Emîr Hasan, 1037’de (1627) on beş derviş hâfız tarafından Kur’an okumak üzere bir vakıf kurmuş, daha sonraları bunu bazı yeni vakıfların tesisi izlemiştir (bk. Fanfoni, EJOS, IV [2001], s. 17).

Evliya Çelebi, XVII. yüzyıl sonlarına doğru ziyaret ettiği mevlevîhânenin kat kat hücreleri ve semâhânesiyle büyük bir âsitâne olduğunu söyler. Ancak XIX. yüzyıla kadar mevlevîhânenin mimari durumunun nasıl olduğu ve ne şekilde kullanıldığı yeterince bilinmemektedir. Son kazılardan çıkan neticelere göre medreseyi türbeye bağlayan ana eyvanla önünde bulunan ve bugünkü semâhânenin altında kalan orta avlunun ibadet ve semâ, avlu etrafında dizilmiş hücrelerin ise dervişlerin ikametgâhı olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Abdurrahman Fehmi’ye göre mevcut semâhânenin inşası, dervişler ribât ve Akberdî Sarayı kısmında ikamet ettikleri zaman 1225’te (1810) gerçekleşmişti. Ancak tezyinatından ve bazı kitâbelerden anlaşıldığı kadarıyla buranın XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı ve Said Paşa’nın inşa ve tamirleriyle bugünkü halini aldığı söylenebilir. Semâhânenin kubbe göbeğinin kitâbesi 1274 (1857), sütunların üzerindeki kitâbesi ise 1282 (1865) tarihlidir. Ancak daha sonra da eyvandan mutrip balkonuna ilâve edilen merdiven gibi bazı müdahalelerin yapıldığı görülmektedir. Buna göre Mevlevîler dergâhı terketmeden önce semâhâne ve müştemilât birkaç defa daha tamir görmüştür.

XIX. yüzyıl sonundan XX. yüzyıl başına kadar semâ cuma namazından sonra icra ediliyor ve toplumun seçkin tabakasından gelen hanımlarla yabancı ziyaretçiler de seyirci olarak iştirak edebiliyordu. 1903’te mevlevîhâne Dîvânü’l-evkāf’a bağlanıp şeyhin tayini ve tekkenin vakıfları buradan yönetilmeye başlandı. 1916’da hükümet Mevlevîler’in faaliyetlerine engel olmak istediğinden sıkıntılı günler yaşandı. Ancak mihrabın önündeki 1341 (1922) tarihli Azîz er-Rifâî imzalı “Yâ Hazreti Mevlânâ” levhasından bu yıllarda mevlevîhânenin belirli bir destek görmüş olabileceği düşünülebilir. Zira meşhur Türk hattatı Aziz Efendi o yıl Kral I. Fuâd’ın davetiyle Kahire’ye gelerek kendisi için bir mushaf yazmış ve onun ısrarı üzerine buraya yerleşip hat sanatının gelişmesine hizmet etmiştir.

1925’ten sonra Türkiye’de tekkelerin kapatılması üzerine Mısır Mevlevîhânesi, Halep Mevlevîhânesi’nde yeni kurulan çelebi makamından yönetilmiş, hükümet ve Kahireli aydınlar bu faaliyetleri himayeye devam etmiştir. 1928’de el-Ehrâm gazetesinde semâ hakkında yazılmış bir yazıyla yayımlanan resimlerden ve 1932’de burada toplanan Arap Müziği Kongresi sırasında kaydedilen Mevlevî mûsikisinden o tarihlerde mevlevîhânenin hâlâ faal olduğu anlaşılmaktadır. Fakat 1946’da mevlevîhâne Cem‘iyye Kāhiriyye’ye tahsis edilince huzurevi ve fakirler için bir dispanser haline getirilmiştir. Bu dönemde yaşlılarla birlikte birkaç derviş de burada kalmıştır. Aralık 1954’te Evkaf Bakanlığı Mısır’daki diğer tekkeler gibi mevlevîhâneye de el koyunca gelirleri kesilen dervişler buradan ayrılmıştır. Bakımsız kalan mevlevîhânede İtalyan Dışişleri Bakanlığı, Mısır Eski Eserler Komisyonu ve Roma Üniversitesi’nin iş birliğiyle ve Guiseppe Fanfoni’nin nezareti altında 1984’ten beri geniş çaplı bir onarım gerçekleştirilmiştir. Bugün mevlevîhâne Mısırlı öğrenciler için bir restorasyon ve arkeoloji okulu olarak kullanılmaktadır. Mevlevîhâne kapatıldıktan elli yıl sonra 1998’de Türkiye’den gelen bir heyetle, semâhânede bir mevlevî semâ mukabelesi icra edilmiştir.

Mevlevîhâne iki avlu etrafında düzenlenmiştir. Türbe, semâhâne ve şeyh dairesine geçişi sağlayan kapı yapının kuzeybatı köşesindedir. Kapının solunda minare, sağında türbe yer almakta, içeride doğuya doğru uzanan koridorun güneyinde semâhâne bulunmaktadır. Semâhânenin doğusunda kareye yakın küçük bir avlu vardır. Bu avlunun kuzey ve doğu yönünde “L” şeklinde sıralanmış, önü ahşap revaklı, iki katlı on sekiz derviş hücresi mevcuttur. Revaklar altta taç sütunlu, üstte ahşap direklidir. Avlunun güneyinde fevkanî olarak düzenlenmiş büyük bir toplantı odası görülür. Bu mekânın altına abdest muslukları yerleştirilmiş olup batı yönünde iki kemer açıklığı ile dışa açılmaktadır. Avlu ortasında daire şeklinde büyük bir havuz mevcut olup avlunun iki yanında üst katlara bağlantıyı sağlayan merdivenler yer almaktadır. Güneydeki büyük avlunun kuzey kanadında idarî odalar, mutfak, kiler, yemekhane, mescid, temizlik bölümleri ve toplantı odaları bulunmaktadır. Doğuda dergâhın müştemilâtı, batıda sokağa cepheli misafirhane yer alır. Avlunun güneyinde ise Yeşbek Min Mehdî’nin sarayının kalıntıları görülür.

Kare planlı olan türbenin üzeri altta sekizgen, üstte silindir biçiminde iki kasnakla yükseltilmiş sivri bir kubbe ile örtülmüştür. Sekizgen kasnağın her cephesinde birer sivri kemerli pencere açılmış, silindirik kasnak bir dizi pencere görünümlü dekoratif nişle süslenmiştir. Kubbe eteğinde ise bir yazı kuşağı mevcuttur. Türbede Seyyid Ahmed el-Bedevî’nin kardeşi Şeyh Hasan Sadaka yatmakta olup bitişikteki eyvanla bunun yanında meşâyihe ait sikkeli sandukalar bulunmaktadır.

Yine kare kaide üzerinde yükselen minarede kare gövdenin cephelerinde altta ikişer, üstte birer pencere görünümlü niş vardır. Üstteki nişlerin içine birer mazgal pencere açılmıştır. Şerefeden itibaren sekizgen gövdeli olan minarenin şerefesi sekizgene uygun biçimdedir. Petek kısmında her cephe altta dilimli kemerlerle, üstte mukarnaslarla süslenmiştir. En üstte dilimli bir külâhla tamamlanan minarenin alemi Mevlevî sikkesi şeklindedir.

Kare planlı (15 × 15 m.) semâhânenin duvarları kesme taştan olup kısmen tuğla örgülüdür. Her katı bir sıra oval ve restorasyondan sonra aralarda açılmış dikdörtgen pencere ile aydınlatılır. Semâhânenin ortasında 13 m. yüksekliğinde geniş ve kasnaksız, ince bir bağdâdî kubbe ile örtülü, ahşap döşemeli, dâirevî planlı (çapı 10,65 m.) semâ meydanı, torna işi ahşap parmaklıklar ve ince sütunlarla sınırlanan iki katlı ahşap zeminli bir izleyici mahfiliyle çevrilmiştir. Mahfilin alt katı halk için ayrılmıştır. Bunun doğu duvarında yuvarlak kemerli bir mihrap nişinin önüne asılmış, Hattat Aziz Efendi’nin yazdığı “Yâ Hazreti Mevlânâ” levhası dikkati çeker. Asma kat mahfilinin mihrap üstündeki kısmı özel misafirler için ayrılmış olup tam karşısında mutribin kullandığı çıkma balkon bulunur. Asma kattaki mahfilin kafesli güney kısmı kadınlar mahfili olarak kullanılmıştır. Semâ meydanını sınırlayan on iki sütun, üstte birbirlerine “C” ve “S” kıvrımlarıyla bağlanan zarif Bursa kemerleriyle kubbeyi taşımaktadır. Kemer aralarında çiçekle çevrilmiş bir madalyonun içinde on iki imamın isimleri yazılıdır. İmam Muhammed el-Bâkır’ın adının yanında 1282 (1865) tarihi ve ressam Muhammed Kāsım Tebrîzî’nin imzası okunmaktadır. Kubbe eteğinin alt kuşağında bir sıra koyu zeminli, on sekiz kartuş içinde ta‘likle yazılmış “Bismillâh” ve “Yâ Hazreti Mevlânâ” ile “semâ-ı Mevlevî” redifli dokuz Türkçe beyitten oluşan bir methiye yer alır. Bu yazı kuşağının üstünde kubbe eteğini çeviren bir sıra zencirekten sonra çepeçevre dolaşan geniş kuşaklı bir manzara resmiyle çeşitli bitkilerden oluşan serbest bir kompozisyon vardır. Burada ayrıca merkezden muhite doğru yayılan güneş ışınlarını sembolize eden bir çeşit şemse kuşak bulunur. Bunun ortasında iç içe iki halka halinde kubbe göbeğinin merkezine yerleştirilmiş, celî sülüs hattıyla iki âyet yer almaktadır.

Kahire Mevlevîhânesi’ndeki semâhâne olgun dâirevî planıyla, çeşitli unsurların nisbetli ve zarif âhengiyle, süslemeleriyle birlikte semâ mukabelesi için inşa edilmiş en güzel ve en uygun örneklerden biridir. Bursa ve Kütahya mevlevîhânelerinin semâhâneleri de plan ve tezyinat bakımından buna benzemektedir.

BİBLİYOGRAFYA

Yûsuf Sinan Paşa’nın 17 Safer 1016 (15 Şubat 1607) Tarihli Vakfiyesi, Kahire Vizâretü’l-evkāf, Vakf, nr. 3301.

, II, 397.

, IX, 31, 419.

, I, 15.

Esrar Dede, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 756, vr. 318-319.

F. M. Hessemer, Arabische und Alt-Italienische Bau-Verzierungen, Paris 1843, I, 39.

H. de Vaujany, Le Caire et ses environs, Paris 1883, s. 317-319.

Ali Paşa Mübârek, el-Ḫıṭaṭü’t-Tevfîḳıyye, Kahire 1969, II, 160; VI, 17-19.

Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 61-64, 132-133.

Max van Berchem, Matériaux pour un Corpus inscriptionum Arabicarum I: Égypte, Le Caire 1903, s. 733-736.

E. W. Lane, The Manners and Customs of the Modern Egyptians: 1833-1835, London 1914, s. 168.

G. Wiet, Répertoire chronologique d’épigraphie arabe, Le Caire (1931 –), XIV, 98-99, 162.

K. A. C. Cresswell, The Muslim Architecture in Egypt, Oxford 1959, II, 267-269.

F. de Jong, Ṭuruq and Ṭuruq-Linked Institutions in Nineteenth Century Egypt, Leiden 1978, s. 170.

Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1982, s. 109-110, 324.

G. Fanfoni, “Restauri del complesso architettonico dei Dervisci Mewlewi al Cairo”, Architettura nei Paesi Islamici, IIa Mostra internazionale di architettura, Biennale di Venezia, Venezia 1982, s. 258-259.

a.mlf., Il restauro della Sama’khana dei Dervisci Mevlevi, Cairo 1988.

a.mlf., “The Italian-Egyptian Restoration Center’s Work in the Mevlevi Complex in Cairo”, The Restoration and Conservation of Islamic Monuments in Egypt (ed. J. L. Bacharach), Cairo 1995, s. 59-75.

a.mlf., “Il complesso architettonico dei Dervişti Mewlewi in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 29, London 1982, s. 1-12.

a.mlf., “Il complesso architettonico del Dervisci Mevlevi in Cairo”, , LII (1983), s. 77-92.

a.mlf., “An Underlying Geometrical Design of the Mawlawî Sama’hâna in Cairo”, , sy. 24 (1988), s. 207-232, plan IX-XI.

a.mlf., “The Foundation and Organization of the Cairo Mawlawiyya”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 17, Venezia 1999, s. 105-122.

a.mlf., “Historical and Architectural Aspects of the Cairo Mawlawiya”, EJOS: Electronic Journal of Oriental Studies (www2.let.uu.nl/solis/anpt/EJOS-1.html), IV (2001), s. 1-35.

a.mlf. – C. M. Burri, “Notes on the Restoration of the Small Theatre of the Dancing Dervishes at Share Helmeia in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 14 (1978), s. 62-65.

a.mlf.ler, “The Mawlawiyya and the Madrasa of Sunqur Sa’di with the Mausoleum of Hasan Sadaqa”, a.e., sy. 16 (1980), s. 62-65.

Hasan Özönder, “Mevlevîliğin Mısır’daki Temsilciliği: Kahire Mevlevîhânesi”, II. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi 3-5 Mayıs 1990 Tebliğler, Konya 1991, s. 175-194.

D. Behrens-Abouseif, Islamic Architecture in Cairo: An Introduction, Cairo 1989, s. 107-108.

a.mlf., Institutions and Foundations in Ottoman Egypt in the 16th and 17th Centuries, Leiden 1994.

Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 221-224.

Abdurrahman Fehmî, “Beyne edebi’l-maḳāme ve fenni’l-ʿimâre fi’l-Medreseti’s-Saʿdiyye (Ḳubbetü Ḥasan Ṣadaḳa)”, Mecelletü’l-Mecmaʿi’l-ʿilmî el-Mıṣrî, LII, Kahire 1970-71, s. 39-64, figür 1-24.

J. Dickie (Yaqub Zaki), “The Mawlawi Dervishery in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 15 (1979), s. 9-15.

Tiziana Battain, “Architettura e misticisma sufi: la Tekke Mawlawi del Cairo”, Islàm. Storia e Civiltà, sy. 12 (IV/3), Roma 1985, s. 165-173

G. Canova, “Iscrizioni e documenti relativi alla takiyya dei Dervisci Mevlevi del Cairo”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 17 (1999), s. 123-146.

Atina Mevlevihânesi
Atina Mevlevihânesi 1024 691 Hz. Mevlâna Dergâhı

Atina Mevlevihânesi

Atina’nın Plaka semtinde Roman Agora denilen sit alanı içindedir. Bir adı da “rüzgarlar kulesidir.”

İçerisinde eski döneme ait sadece mihrap kalıntıları bulunmaktadır. Yıkılma tehlikesine karşı içerisine demir bir iskele kurulmuştur.

Bu yapının küçüklüğü sebebi ile semahaneden ziyade talim yeri olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu yapının eski halini gösteren gravürle, Mevlevi dervişlerin sema yaptığını gösteren bir başka gravürde bu kanaatimizi güçlendirmektedir.

Mevlevihane avlusu içinde günümüze ulaşan Fethiye Camii ‘de bulunmaktadır. Mevlevihanenin diğer kısımları günümüze ulaşamamıştır.

Kırım Gözleve Mevlevihânesi
Kırım Gözleve Mevlevihânesi 338 450 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kırım Gözleve Mevlevihânesi

Ukranya’nın Kırım Muhtar Cumhuriyeti’nin Gözleve şehrinde Eski odun pazarı semtindedir. Mevlevihane ve camii aynı avlu içinde yer alır.

Semahane kiremit çatılı bir binadır. 1944 yılında Stalin döneminde bombalan minare yıkık vaziyettedir.

Semahaneye girdiğinizde en çok dikkatinizi çekecek olan şey derviş hücrelerinin direkt semahaneye açılıyor olmasıdır. Kubbeli bir yapı olan semahane de mıtrıban mahfili de bulunmamaktadır.

Semahanenin kemer formlu pencerelerindeki vitraylar yakın zamana ait.

Semahanenin içerisinde bulunan rahlelerden burasının tıpkı eskiden olduğu gibi şimdide insan eğitiminde kullanılan bir mekan olduğu anlıyoruz.

Bahçeyi gezmeye başladığımızda geçmişte tahrip edilen ve son yıllarda yeniden yapılan Mevlevihane’nin banisine ait olduğu söylenen bir mezarla ve su kuyusu ile karşılaşıyoruz.

Mevlevi tekkesi 15. yüzyıl yapısıdır. Ayrıca tarihi ve arkeolojik bulgular ile 1830 yılında burayı ziyaret eden bir Alman seyyahta caminin adının Cuma camii olduğunu zikretmektedir.


Kırım Gözleve Mevlevihânesi

Kırım Tatarların deyişiyle Kezlev’in Rusçası ise Yevpatoria’dır. Başkent Akmescit’e 65 km. mesafededir. Kırım Mevlevîhanesi bu şehirdedir. Gözleve Kırım’da Osmanlı etkisinin en yoğun olduğu şehirdir. Bir Türk Kavmi olan Musevi Karaimler burada yaşamaktadır. Bunlara ait birde sinagog vardır. Gözleve aynı zamanda Kırımlı meşhur şair – ozan Aşık Ömer’in de doğduğu yer olarak bilinir. Evliya Çelebi’ye göre şehrin ismi, buraya kurulan “Gözlü Ev” adlı bir Tatar köyünden gelmektedir. Nüfusu yaklaşık 115 bin civarındadır. Han Camii’nin yakınında bir de 16. yüzyılda inşa edilen çifte hamam vardır. Hamam viran haldedir. Gözleve, Kırım’ın en önemli kara, demiryolu ve denizyolu kavşak noktalarından ve aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın en önemli ihraç limanlarından biri konumundadır. Meşhur şifalı çamur banyolarının bulunduğu turizm merkezlerinden birisidir. Ayrıca özellikle çocukların tedavi edildiği pek çok sağlık merkezi (sanatoryum) vardır. Bu tesislerde özellikle çocuk hastalıkları ve göğüs hastalıkları tedavi edilmektedir. Yunus balıkları ile çocukların tedavi edildiği merkezlere dünyanın dört bir yanından hastalar gelmektedir.

Mevlevîhane, Han Camii’nin yakınında, surların içinde eski Odunpazarı semti’ndedir. Mevlevîhane hakkında pek tatmin edici bilgi yoktur. Derviş Tekkesi, Cuma Camii, Aziz Baba Mevlevî Tekkesi olarakta bilinir. Tekkenin 16. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Elife Hanım’ın anlattığına göre 2. Yekaterina zamanında mevlevîhaneyi tahrip eden Ruslar, Mevlevî dervişlerini de idam etmişler. Mevlevîhane 1944 sürgünü sırasındada Rus uçakları tarafından bombalanmış. Cami ve tekkenin restorasyonu sırasında avlu içerisindeki kuyuda Müslümanlara ait yüzlerce iskeletin bulunması da bu anlatılanları doğrular mahiyettedir. Mevlevîhaneden günümüze sadece yıkık bir cami ve semahane ulaşmıştır. Semahane oldukça sağlamdır ve şu anda eğitim amaçlı olarak kullanılmaktadır. Mevlevîhaneye ait bir su kuyusu, bazı mezar taşları ve birde kime ait olduğu bilinmeyen mezar mevcuttur. Cami harap vaziyettedir. Sadece dört duvarı ve yarım minaresi ayakta kalmıştır. Çatısı içine göçmüştür. Semahane muntazam taştan inşa edilmiştir. İçten ve dıştan kare planlıdır. Semahane içerisinde 20 gözden oluşan derviş hücreleri sıralanır. Derviş hücreleri farklı büyüklüktedir. Semahanenin batı cephesinde tek girişi vardır. Semahane 1996 yılında restore edilirken tuzlu kum kullanıldığı için bir müddet sonra duvarlardaki sıvalar toz halinde dökülmektedir. Daha sonra başlayan ikinci restorasyon ise kaynak yetersizliğinden ağır ilerlemektedir.

Mevlevîhanenin arsasına inşa edilen yeni bir bina Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Semahane ve caminin batısında yer alan bina yakın bir zaman önce inşa edilmiştir. Su kuyusu bu bina ile cami arasındadır. Mevlevîhane, etrafı duvarlarla çevrili geniş bir arazi içerisindedir. Batıdaki cümle kapısının üzerinde Kırım Hanlığı’nın simgesi vardır. Bu binaların korunması ve Etnografya Müzesi’ne dönüştürülmesi büyük oranda Elife Hanım ve Onun gibi şuurlu Kırımlı kardeşlerimiz sayesinde gerçekleşmiştir. Etnografya Müzesi aynı zamanda Kırımlı Müslüman kardeşlerimize bir halk eğitim merkezi gibi hizmet vermektedir. Burada Elife Hanım gözetiminde el işleri, güzel sanatlar, Kuran-ı Kerim kursları düzenlenmektedir. Müzede sergilenen eşyalar Kırım bölgesinden toplanan kıymetli etnografik eserler ve Rus zulmünü belgeleyen fotoğraflardan oluşmaktadır. Mevlevîhanenin bahçesi çok bakımlı ve mamurdur. Ayrıca Etnografya Müzesi’nin ana kapısından giriverince sağ duvara bitişik bir çeşme yapılmıştır. Bu çeşme Gözleve ile kardeş şehir olan Silifke Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.

Gözleve’de Osmanlı döneminden kalma en önemli eser ise Han Camii’dir. Kırım Hanı 1. Devlet Giray Han’ın Moskova’ya düzenlediği seferden zaferle dönmesinin şerefine 1552 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Cami 1830 depreminde ciddi biçimde hasar görmüş ve iki minaresi yıkılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Alman işgal kuvvetleri tarafından cami ve minareleri tamir edilmiştir. 1944 sürgününden sonra domuz ahırı olarak kullanılan cami, daha sonra yine Komünist yönetim tarafından 1970 yılında propaganda amacıyla tamir ettirilmiştir. Bu tamirden sonra cami “Ateizm Müzesi” olarak kullanılmıştır. 1991 yılında Kırım Tatarları tarafından geri alınarak yeniden ibadete açılmıştır.

KAYNAKÇA

KARPUZ, Haşim – DIVARCI, İbrahim – KUŞ, Ahmet – ŞİMŞEK, Feyzi, Dünya Mevlevîhaneleri Fotoğraf Albümü, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2006, s. 240 – 253

YAVUZ, Umut, “Balkan İzlenimleri 4 – Türkiye Kırım’da Söz Sahibi Olmalı”, Yeni Asya, 27 Ocak 2007, s. 15

Kırımın Sesi Gazetesi


Gözleve Mevlevîhânesi:

Karadeniz’in kuzeyinde, en uzaklardaki mevlevîhânelerden biriside Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyetindeki Gözleve – Yevpatoria’da kurulmuştur. Surların dışında, Eski Odun pazarı semtinde bir camii ile aynı alan içerisindedir.

Mevlevîhânenin tarihi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bazı kay­naklarda geçen Aziz Arap Baba’nın kimliği ve tekke ile ilişkisi de meçhul­dür. Rus mimarlık tarihçileri cami ve tekkenin mimari özellikleri üzerinde durmuşlardır.

Tekkenin hemen yakınında harap bir cami bulunmaktadır. Son yıllarda burada birde müze ve eğitim merkezi yapılmıştır.

Tekkenin yakınındaki cami harap durumdadır. Kırma çatılı olduğu sa­nılan yapının duvarlarının bir kısmı ile mihrabı da ayakta kalmıştır. Yapıyı 18-19. yüzyıla tarihleyebiliriz. Bu caminin tekkeye ait olup olmadığım bil­miyoruz.

Mevlevîhâne muntazam taş işçiliği göstermekte, içten ve dıştan kare plânlı olup, dış köşeleri pahlıdır. İçte avlunun etrafında derviş hücreleri bulunmaktadır. Ana girişi batı cephededir. Derviş hücreleri farklı büyük­lüktedir. Yan yüzlerde alt sırada ve üst sırada avluyu aydınlatan dikdört­gen formlu sivri kemerli pencereler bulunmaktadır. Merkezi büyük kubbe içten pandantiflere, dıştan yüksek bir kasnak ve piramidal bir çatıya sahip­tir.

Yapının tarihi gibi müştemilatı hakkında da bilgimiz yoktur. Mevcut hücreleri derviş hücresi, avluyu da semâhâne olarak tanımlayabiliriz.

Mimari özelliklerinden dolayı mevlevihâneyi 17. yüzyıla tarihleyebili­riz. Bazı Rus araştırmacılar bu yapının Gözleve Han Camisi gibi Mimar Sinan tarafından yapılmış olabileceğini belirtirler. Katkıları için Prof. Dr. Bozkurt Ersoy’a teşekkür ediyorum.

Haşim Karpuz: BALKANLAR’DAKİ MEVLEVÎHÂNELERDEN
GÜNÜMÜZE KALANLAR

 

 

Filibe Mevlevihânesi
Filibe Mevlevihânesi 1024 685 Hz. Mevlâna Dergâhı

Filibe Mevlevihânesi – Bulgaristan

Bulgaristan’ın Filibe şehrinde eski mahalle diye anılan semttedir. Taş döşeli sokaklardan geçerek ulaştığınız girişinde sizi Mevlevihane yazılı bir tabela karşılar. Girişin hemen sağında binanın geçmişi anlatan tasvirlerle karşılaşırsınız. Bu alan aynı zamanda mevlevihane’nin kuyunun da bulunduğu eski bahçeye açılmaktadır. Bu kısımdan bir kapı yardımı ile misafir ağırlama salonuna, oradan uzun bir koridor vasıtası ile de şimdilerde yemek salonu olarak kullanılan semaheneye ulaşır- sınız.
Semahane formu korunarak 1999 yılında restore edilmiştir. Eski döneme ait şamdanlar muhafaza edilmiştir. Ayrıca tavan, duvar ve sütun süslemeleri elden geçirilmiş ve yenilenmiştir.

Semahanenin altında eski antik bir kalıntı bulunmaktadır. Buradan geçmişte depo olarak kullanılan bölüme ve arka bahçeye ulaşmak mümkündür. Geçmişte derviş hücresi olarak kullanılan odalar bu bahçeye bakmaktadır. Bu bahçeden ayrı olarak ön tarafta kullanılmayan bir ayrı bahçe daha mevcuttur.

Biraz vaktiniz varsa Mevlevihanenin sokağında Osmanlı dönemine ait başkaca konakları da görme fırsatı bulabilirsiniz.

 

SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ
SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ 1024 647 Hz. Mevlâna Dergâhı

SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ

Ahmet KUŞ

Ahmet KuşSaraybosna’ya ilk olarak 2006 yılında “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli” için gitmiştim. O zaman Gazi Hüsrev Bey Çeşmesi’nden su içen buraya tekrar gelir demişlerdi. Birçok tarihî şehirde olduğu gibi Saraybosna’da da böyle bir inanış var. Suyun hikmetinden mi bilinmez ama gerçekten de birkaç yıl sonra yeniden Saraybosna’ya gitmek nasip oldu. 2009 yılında gerçekleşen ikinci seyahatimiz “Rumeli’de Osmanlı Mirası” projesinin çekimleri içindi. Bu proje bugüne kadar yaptığımız en kayda değer işlerden biriydi fakat maddi destek bulamadığımız için dört ülkeyle sınırlı kaldı. Beş cilt olarak öngördüğümüz çalışmanın sadece iki cildini yayınlayabil-dik(1). Arnavutluk ve Makedonya birinci ciltte, Kosova ve Bosna Hersek ikinci ciltte yer aldı. Çok istememize rağmen kaynak bulamadığımız için Rumeli’de yer alan diğer ülkelerin çekimlerini yapamadık.

Evlad-ı Fatihan olan Boşnaklar tarihin her döneminde biz Türklere karşı kardeşten de öte bir hukuka sahip olduğu için projenin bu etabı benim için son derece önemliydi. “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli”nin hazırlık çalışmalarını yaparken Saraybosna Mevlevihanesi’nin yıkıldığını bildiğimiz halde burayı da projeye dahil ettik. Bundaki amacımız hem Saraybosna’daki Mevlevîlikle ilgili izleri tespit etmek, hem de oradaki Osmanlı yapılarının durumunu araştırmaktı.

Saraybosna Mevlevîhanesi şehrin merkezinde yer alan Bent-başı semtinde Milaçka Nehrinin kenarında bulunuyormuş. Küçük bir duvar kalıntısı haricinde mevlevîhaneden günümüze hiç bir şey ulaşmamış. Daha önce burada Bosna Sancakbeyi İsa Beyin yaptırdığı İsa Bey Zaviyesi bulunuyormuş. Mevlevîhanenin Milaçka Nehri kenarında kurulduğunu, ağaçlar içerisinde yer aldığını ve birçok yapıdan meydana geldiğini eski fotoğrafarından anlıyoruz.

Zaviye, XV. – XVI. yüzyılda yoksulların, yolcuların iaşe ve ibadeti için hizmet veriyormuş. 1659 yılında zaviyeyi ziyaret eden Evliya Çelebi buradan Mevlevî Tekkesi olarak bahsetmektedir. Evliya Çelebi’nin eserinde anlattığına göre o dönemde Saraybosna’da 47 tane derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de İsa Bey Tekkesi’dir. Evliya Çelebiye göre bu tekke; “Malaçka Nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup, semahane ve meydanlı, yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfeli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş hattat Mustafa gayet güzel
yazı yazar.”(2)

Mevlevîhane, 1697 yılında Avusturya işgalinde yanmış, bir müddet harap kalmış ve 1840 yılında Vali Vecihi Paşa tarafından tamir ettirilmiş, daha sonra bir sel felaketi sonucunda yıkılmış, 1886 yılında faaliyeti durdurulmuş. L planlı tekkenin alt katında mat-bah ve diğer bölümler, üst katta ise bir semahane ve meydan odası bulunuyormuş. Bu yapı da 1957 yılında yıkılmış, mevlevîhanenin yerine otel ve benzin istasyonu yapılmış. 1999 yılında kurulan bir dernek, mevlevîhaneyi yeniden kurmak için hükümet nez-dinde girişimde bulunmuş fakat bu girişimden uzun bir süre herhangi bir sonuç alınamamış.

Saraybosna’daki Mevlevîhaneyi Evliya Çelebi’den başka seyyahlar da ziyaret etmiştir. Fransız seyyah Quiclet 1657’de Venedik’ten başlayıp Balkanları geçerek İstanbul’a kadar faytonla yaptığı seyahat sırasında Saraybosna’ya da uğramıştır. Notlarında sema eden Mevlevî dervişlerinden de bahsetmiştir.

Saraybosna’daki Mevlevî zaviyesine yolu düşenlerden birisi de William Miller’dir. Saraybosna’yı 1895 civarında ziyaret eden Miller, İngiliz gazeteci ve tarihçidir.

Miller eserinde Sinan Tekkesi adını verdiği Mevlevî Tekkesinde izlediği sema ayininden bahsetmiştir. İskoç tıp doktoru ve arkeolog olan Robert Munro 1895 yılında Saraybosna’yı ziyaret etmiştir. Sa-raybosna’daki tekkeyi ziyaret eden Batılı seyyahlardan birisi de Roy Trevor’dur. İngiliz uyruklu seyyah Trevor, Saraybosna’yı 11209 yılının Ramazan ayında gezmiştir. Trevor, çok arzu etmesine rağmen bazı sebeplerden dolayı hükümet tarafından sema yasaklandığı için sema icrasını izleyememiştir.

Seyyahlar semadan ve dervişlerden bahsetmelerine karşın tekkenin mimarisinden hiç söz etmemişlerdir. Sadece Miller biraz bahsetmiştir. “Sinan Tekkesini ziyaret ettiğimde, her şeyden evvel, bir takım insanların oturduğu, kâğıt oynadığı ve kahve içtiği bir kahvehaneye kadar refakat edildim. Bir ahır veya tavla avlusunu bir yandan öbür yana geçerek, dervişlerin icrada bulunduğu mahallin ahşap mahfline eriştim. Her iki yanından sadece birer sütunla taşındığından ve seyircilerin her hareketiyle gıcırdadığı ve inlediğinden, her an mahflin düşeceğini zannettim. Keza, kadınlar için kafesli bir mahfil vardı. Binada, üç saf halinde dizilmiş, sırasıyla her safta, bir, dokuz ve dört olmak üzere on dört derviş vardı.”(3)

Hacı Munic EfendiMevlevîhane yıkılsa da Bosna Hersek’te hâlâ güçlü bir tasavvuf geleneği bulunuyor. Halveti, Kadiri tekkelerinin çoğu halen faaliyetine devam ediyor. Mevlevîlik de halen yaşayan bir kültür öğesi. 2006’daki ziyaretimiz sırasında Hafız Halit Hacı Muliç Efendi (1915-2011) sağdı ve Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin Mesnevisini Boşnakçaya çeviriyordu. Çok yaşlı olduğu için görüşme taleplerini genellikle kabul etmiyormuş. Bizim ekiple de görüşmeyi kabul etmedi. Boşnakça çevirisi tamamlanan Mesnevi daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesinin bir alt kuruluşu olan Kültür A.Ş. tarafından yayınlandı. Hacı Muliç Efendi 8 Ocak 2011 Cumartesi günü 96 yaşında vefat etti. Mesnevi asırlarca Saraybosna’da okunmuştur. Birçok şehirde olduğu gibi burada da Mesnevi mesnevihanlar tarafından topluluklara okunup şerh edilmiştir. XVI. yüzyılda yaşamış olan Bosnalı Siyâhî Mustafa, XVII. yüzyılda yaşamış olan Tevekkulî Dede Bosna’nın en fazla bilinen mesnevihanlarındandır. Bosna’da sadece Mevlevî şeyhleri değil diğer tarikatların şeyhleri de zaman zaman Mesnevî dersleri vermişlerdir. Bu mesnevihanlar arasında Merhum Emin İseviç’in adını da zikredebiliriz.

Saraybosna Mevlevîhanesi yurtdışında bulunan şanslı mevlevîhanelerden birisidir zira 2013 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

Mevlevîhane ne yazık ki Bentbaşı’nda bulunan ve günümüzde bir kısmı yol bir kısmı da özel mülkiyete geçen aslî yerine yapılamamıştır. Mevlevîhane, Saraybosna’ya hakim bir tepe olan Sarı Tabya’nın alt tarafına yapılmıştır. Burası aynı zamanda Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarına da 50 metre uzaklıktadır.

Mevlevîhane, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Selçuklu Belediyesi’nin işbirliği ile inşa edilmiştir. Binanın projesi Saraybosna’da mesnevîhanlık geleneğinin son halkalarından biri olarak bilinen Hacı Muliç Efendinin vasiyeti üzerine mimar Namık Muftiç tarafından aslına benzer şekilde hazırlanmıştır. Mevlevîhane, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve Türkiye’den giden bir heyetin de bulunduğu bir tören sonucunda hizmete girmiştir. Bina Hacı Muliç Efendinin yetiştirdiği talebeleri Hafız Mehmet Efendi Ka-rahodsiç ve Veli Kukurozoviç yönetimindeki Hacı Muyaga Vakfı tarafından “Balkanlar Mevlâna Araştırmaları Merkezi” olarak Mevlevî kültürünü araştırmak ve yaşatmak hedef doğrultusunda hizmet verecektir.

KAYNAKLAR:

Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s. 458-459.

Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul, 1984, c. 5-6, s. 298, 299.
(1) Kuş, Ahmet – Şimşek, Fevzi – Duvarcı, İbrahim, Rumeli’de Osmanlı Mirası / Ottoman Heritage in Rumelia, Nildem Global Sigorta Resürans Broker-liğ, İstanbul 2010.

(2) Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik,

(3) Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul 1984, C. 5-6, s. 298, 299.

rumi-motif

SARAY BOSNA’DA İSA BEY MEVLEVÎHÂNESİ

Mehmet Ali UZ

GİRİŞ

Kur’an-ı Kerim’e göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır.(1)

Madde ve manasıyla da bir bütünlük arzeder. Her iki cephesini geliştirdiği nisbette yaradılışında-ki sırrı kavramış, dünya ve ahiret saadetine ermiş olur. İslâm âleminde, insanın mânevi gelişmesi daha çok, tasavvuf yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun teşkilatlandırılmış şeklini de tekkeler, zaviyeler, mevlevîhaneler ve âstaneler teşkil etmiştir.

Tekke, zâviye, dergâh, mevlevîhâne, hângah ve âstane gibi adı ne olursa olsun, bütün bunlar, asırlarca dinî yönden olduğu kadar, ictimâî, iktisadî ve kültür yönünden de önemli görevler üstlenmiştir. İslâm âleminde tarih boyu bunlar, insanlığın, zarâfetin, nezaketin, ahlâkın, sabrın, derin bir tefekkürün, insan ve Allah sevgisinin, hizmetin, san’atın, ilmin, irfânın, ma’rifetin, özellikle kendini bilişin müşterek adı olmuştur. “Nefsini bilen Rabb’ini bilir” buyrul-masındaki hikmet budur. Bütün bunların gayesi insan-ı kâmil dediğimiz o, faydalı, ideâl ve güzel insanı yetiştirebilmektir. Bir anekdot bunu ne güzel ifade eder:

Galata Mevlevîhanesi postni-şinlerinden Şeyh Cemâleddin Efendi, Mevlevîhane’yi ziyarete gelen bir Fransız misafri gezdirirken, orta avluda izahat veriyormuş:

“-Efendim, bizim iki mutfağımız vardır, birisi burası” diyerek gerçek mutfağı göstermiş. “Öteki de bu mutfak efendim” diye de semahaneyi işaret etmiş. Mevlevîhaneleri bilen Fransız misafr, şaşkın şaşkın Şeyh Efendi’nin yüzüne bakınca:

“-Efendim, birinci de yemekler, ikincisinde de insanlar pişer” deyivermiş.(2)

İşte asırlarca her gittiği yere medeniyet, eşitlik din ve vicdan hürriyeti götürmekle kalmayan, her yerde açmış olduğu mektep ve medreselerle; ilmî gelişmenin temellerini atan, zirveye ulaştırdığı vakıfarla; şehirleri süratle mamur hâle getiren, almış olduğu siyasî ve iktisadî tedbirlerle; refah ve zenginliğin imkânlarını hazırlayan Osmanlı döneminde, bütün yurt sathına yayılan Mevlevîhaneler ve âsitaneler,(3) asırlarca eğitim ve öğretim görevini sürdürmüş, yurt çapında nice meşhur âlim, ârif, şâir ve san’atkar insan yetişmesine vesile olmuştur.

Burada bir hususa dikkat çekmek isterim. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri dahil Türk aydını, medreseleri de, tekkeleri de, içiyle ve dışıyla yıpranmaya ve harap olmaya yüz tuttuğu şekliyle tanımış ve bu yüzden de bunlara düşmanca tavırlar takınmıştır. Bu husus da üzerinde durulması gereken bir bahs-i diğer…

İşte Osmanlı’nın yükselme dönemlerinde kurulan ve bugüne kadar asırlarca hizmet veren Mevlevîhaneler’den birisi de, Bosna’nın merkezi Saraybosna’da diğer adıyla Sarayova’da bulunan tebliğ konumuz olan İsabey Mevlevîhanesi’dir. Buraların uzun zaman önce sınırlarımız dışında kalmış olmaları dolayısıyla, adı geçen mevlevîhaneden söz açmazdan önce, bölgenin tarihi ve çevresi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda mülâhaza ediyorum.

Tarihi ve Kültürel Çevre:

Bugün medeni geçinen dünyanın gözleri önünde, tarihte ender görülen bir vahşetin sergilendiği Bosna-Hersek bölgesine yapılan akınlar daha Murad Hüdavendigâr döneminde başlamış. Fatih zamanında, üst üste yapılan üç seferle, Bosna’nın fethi tamamlanmıştır. Bu seferlerden birincisi 1462, ikincisi 1463 ve soruncusu da 1464 yılında geçekleşmiş ve son seferle Bosna, tamamıyla Osmanlı topraklarına katılmış, hersek de tâbî ülkeler arasına alınmıştır. Hammer, Bosna’nın ikinci sefer sırasında fethedildiğini zikreder. Bosna’nın merkezi durumunda olan Sarayova ise, daha önce fethedilmiştir.

Bosna ve Hersek’in fethi, Türk tarihi yönünden son derece verimli olmuştur. Müslüman Bosna halkını oluşturan Boşnaklar da Arnavutlar’dan sonra, geniş ölçüde müslüman olan iki Balkan kavminden birisidir. Onların, karşı mezheplerin baskısı ve mezheplerindeki İslâm’a yakınlık dolayısıyla İslâm’a geçişleri son derece kolay olmuştur. Hırvatça’nın bir lehçesini konuşurken, Müslüman olmaları sonunda, dillerine giren Türkçe, Arapça ve Farsça
kelimelerle dilleri son derece zenginleşmiştir(4).

Evliya Çelebi, Bosna halkının kendilerine “Boşnak” denmesinden ziyade “Bosnavî” yani “Bosnalı” denmesinden hoşlandıklarını kaydettiği gibi, bu bölgenin Osmanlılar döneminde gelişip güzelleştiğini de zikreder.(5) Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi Bey de, “Maddi güzelliğini unutturacak derece rûhani ve mânevî hazinesi olan büyük bir şehir ararsanız, yani bir Osmanlı şehri görmek isterseniz; Saraybosna’ya gidiniz” der.(6) Tabii bugün bu güzel ve tarihi şehirden eser kalmamış gibidir.

1464 yılında bir Sancakbeyliği (vilâyet) olarak Osmanlı topraklarına katılan Bosna, 1552 yıllarında Rumeli eyâletinden (Beylerbeyliği) ayrılıp, müstakil bir Sancak (Eyalet) hâline getirilir. Sancak Beyi olarak da Gazi Ferhat Paşa, Beylerbeyi unvanını alır. İlk Sancakbeyi de Minnetoğlu Mehmet Bey’dir.

İsa Bey Mevlevîhanesi:

1071 H. 1659 M. yılında bölgeyi gezen Evliya Çelebi, Saray-Bosna’nın tarihi ve çevresi hakkında oldukça faydalı ve geniş bilgiler verir. O yıllarda Saraybosna’da yüz yetmiş yedi cami ve mescid vardır. Bunların yetmiş yedisinde Cuma namazı kılınır. Medreselerle ilgili olarak, rakam vermezse de pek çok müderris ve müfessirinin bulunduğunu kaybeder. Sekiz yerde Dârülkurra, on yerde Darülhadis, seksen yerde de mektep vardır. Yüz on çeşmesi, üç yüz sebili, ye-diyüz su kuyusu, yüz yetmiş altı eğirmeni, üç kervansarayı, yedi adet kuvvetli köprüsü mevcuttur. Beş adet hamamı yanında, her âyân ve ileri gelen Sarayovalı’nın evinde hanedan hamamları vardır. Bugün Sırp vahşeti altında, bölgenin şideddli soğuğunda yok olmama mücadelesi veren Bosnalılar, bundan üç-üçbuçuk asır önce, güçlü vakıfarı sayesinde imaret kazanları kadar, büyük kazanlarda kaynatılıp, bütün musluklarından akıtılan sıcak sularla abdest almaktadır. Dünya böyle bir medeniyete ve insanlara sunulan hizmete, ne şahit olmuştur ve ne de bundan sonra şahit olacaktır.

Yine Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, Saraybosna’da aynı yıllarda kırk yedi de derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de anlatacağımız İSA BEY TEKKESİ’dir. Evliya Çelebi’ye göre bu tekke: “Malaçka nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup semâhane ve meydanlı yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfelli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş Hattat Mustafa gayet güzel yazı yazar.”(7)

Vakıfar Kuyud-ı Kadimesi’nde de zikredildiği üzere, zâviye ve zaviye çevresinde mevcut sosyal tesislerin vakıfı, Bosna Sancak Bey’i, İshak Bey oğlu İsa Bey’dir. Tekke bünyesinde üç ev, ahır, hamam ve ona lüzumlu olan kısımlar vardır. İsa Bey (1464-1470) sadece bu tekke çevresindeki sosyal tesisleri vakfetmekle kalmamış, bunlara gelir getiren değirmenler, nehir kenarında dükkânlar, bir han, muhtelif mezraa ve yoncalıklar da vakfetmiştir.(8)
Tarihte Zenta Savaşı adı verilen meşhur bozgunu müteakip, cesareti artan Prens EUGEN, dört bin süvarî, ikibin beşyüz piyade ve on dört topla Saraybosna’ya 17 Ekim 1967 tarihinde bir saldırı düzenler. Büyük bir kuvvetle, yeni Bosna Beylerbeyi’nin üzerine gelmekte olduğnu duyması üzerine, süratle geri çekilir. Saraybosna’da ancak yirmi dört saat kalabilen Prens EUGEN, bu süre içerisinde büyük bir vahşet sergiler. Yüz yetmiş yedi camiden yüz yirmisini yaktırır. Şehir büyük ölçüde tahrip edilir, insanlar katledilir. İsa Bey Külliyesi de tamamen yanar, kül olur.

Bugün bütün dünya bir kere daha Saraybosna’nın tahribine ve tarihi eserlerin yok olmasına şahit olmaktadır. Saraybosna’da sadece insanlar ve küçük çocuklar katledilmekle, ırz ve namuslar paşimâl edilmekle kalmıyor, açık bir şekilde tarih de katlediliyor. İşlenen bu cinayetlere bütün Avrupa ortaktır ve onun himayesinde işlenmektedir. Avrupa Hristiyanları, içlerinde Müslüman bir ülke istememektedir. Sırplar ise bu cinayette, cellatlık görevini üstlenmişlerdir.
Mevlevîhâne, tahrip edildiği 1697 tarihinden, 1781 – 1782 yıllarına kadar, seksen küsur yıl, harap vaziyette kalır ve bu tarihde yeniden yapılanır. İkinci bir tamiri ise, kendisi de bir Mevlevî olan Bosna Valisi Vecihi Paşa tarafından bir cami ilâvesiyle temelden yeniden inşa olunur.

Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Zavod’dan alıp çizdiği plân taşlağında Mevlevîhane, aşağıda mutfak ve müştemilat, üstünde 6.120 x 6.120 ebadında bir semâhane ve bunun yarısı ebadında bir meydan odası ve açık bir hayattan ibarettir.
Verilen bu plânla Evliya Çelebi’nin vermiş olduğu bilgi karşılaştırıldığında, Mevlevîhane’nin ana yapı korunmakla beraber, yakınındaki pek çok binanın yıkılmış olduğu açıkça görülür. Yine Ayverdi’nin Mujezinoviç’den verdiği resim, Mevlevîhane’nin 1955 yılındaki durumunu aksettirmektedir.

Muhterem hanımefendiler, beyefendiler! Önceleri, vakfyesinde hiçbir tarikata tahsis edilmeyen, fakat sonradan bir Mevlevîhane olarak teşkilatlanan bu zâviye, son derece önemi haizdir ve özel bir durumu vardır. Yukarıda da belirttiğimiz şekilde Sarayova, Bosna’dan çok önce fethedilmiştir. Bu zaviye de, Sarayova’da inşa edilen ilk zaviyedir. Şehir, bu zaviye ve sosyal tesisler etrafında gelişme göstermeye başlamıştır. O vakitler bir köy durumunda olan Sarayova, yarım asra varmadan bir Osmanlı şehri haline gelmiştir. Zaviyenin haziresinde mevcut kabir taşları tapu senedi mahiyetindedir. İşte zaviyenin önemi buradan gelmektedir. Bunu bir tebliğ konusu olarak almamızın sebebi de budur.(9)

KAYNAKLAR:
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, (Yugoslavya) II. c. 3 Kitap, s. 306.
Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.
Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Senemoğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.

(1) Bakara Suresi, 30. ayet.
(2) Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Sene-moğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
(3) Âstâne: Mevlevî tekkeleri, âstâne ve zaviye olarak iki kısma ayrılmıştır. Âstâne, zaviyeden büyük sayılmıştır. Mutfağı vardır. Çile burada çıkarılır. Dervişler de bu tekkelerde yetişirdi. Bknz. Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.<br>
(4) Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.
(5) Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
(6) Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî
(7) Evliya Çelebi, a.g,e., s. 298, 299.
(8) Ayverdi, Ekrem H., a.g.e., s. 3120.
(9) Şahin, İlhan, Bosna – Hersek, T.D.A.V. İst. 1992, s, 28.

rumi-motif

Peç Mevlevihânesi
Peç Mevlevihânesi 300 180 Hz. Mevlâna Dergâhı

Peç Mevlevihânesi – Macaristan

Peç şehir hastanesi bitişiğindedir. Günümüze camisi ve semahane kalıntılarının bazıları ulaşabilmiştir.

Arka avlusunda semahanenin sütunları ile birkaç mezar taşı bulunmaktadır.

Giriş kapısındaki tabelada burayı yaptıran Yakovalı Hasan Paşa’nın adı görmek mümkündür. Bu gün Türkler müzesi olarak kullanılan mekanda Mevlevilik ve Konya’ya ait tablolar ve Mevlevihanenin eski bir gravürü ile Osmanlı dönemine ait eşyaların ve savaş aletlerinin sergilendiği camekanlarda bulunmaktadır.

Semahanenin sütunlarının yerlerini belli etmek için temsili demirden sütunlar yapılmış, eski döneme ait kalıntılar bunların üstlerine yerleştirilmiştir.

Uzun bir koridor vasıtası ile ulaşılan camii 1957 yılında Türk ve Macar Hükümetleri tarafından restore edilerek yeniden camii haline getirilmiştir.

Lefkoşa Mevlevihanesi
Lefkoşa Mevlevihanesi 466 310 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kıbrıs Lefkoşa Mevlevihanesi

İbrahim Numan

Lefkoşe’de fetihten kısa bir süre sonra kurulan Mevlevî tekkesi.

Fethin tarihini anlatan Ârif Dede’nin Mevlevî oluşu dikkate alınarak Mevlevîliğin Kıbrıs’a 1571’de fetihle birlikte girdiği söylenebilir. Bazı kaynaklarda, dergâh binalarının Lefkoşe’de tekkede medfun Emine adlı bir hanımın bağışladığı arazi üzerine XVII. yüzyılda yapıldığı belirtilmekte, çeşitli arşiv belgelerinde ise tekke Arap Ahmed Paşa’nın vakıfları arasında zikredilmektedir. Mevlevîhâneden bahseden en eski belgelerden biri olan 1003 (1595) tarihli şer‘iyye sicilinden, Girne Kapısı yakınlarındaki tekkenin Arap Ahmed Paşa vakıfları arasında bulunduğu, burada bir mesnevîhanın görevli olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı belgede vakıf sahibinin tekkenin bahçesini halka mesire yeri olarak vakfettiği kaydedilmektedir. Bu bahçenin bir bölümü 1960’lı yıllarda şehitliğe dönüştürülmüşse de çarpık kentleşmeden burası da payını alarak beton yığını haline gelmiştir. 1016 (1607) tarihli diğer bir belgede ise mevlevîhânenin yerinin şehid Seyyid Ahmed Paşa’nın malı olduğu ve buraya Ferhad Paşa’nın emriyle mevlevîhâne inşa edildiği belirtilmektedir. Bu belgeye göre Ferhad Paşa’nın başvurusu üzerine Konya Âsitânesi seccâdenişini Şeyh Ebûbekir tarafından Derviş Sâdeddin Lefkoşe Mevlevîhânesi’ne şeyh tayin edilmiştir. Bunun yanında mesnevi okuyan şeyhe 3 akçe, imama 2 akçe, müezzine 1 akçe ve diğer fukaraya 8’er akçe günlük vazife verilmesini şart koşan diğer bir vakfiye ile görev dağıtımı merasiminden bahseden bir başka belge de göz önüne alınarak Lefkoşe Mevlevîhânesi’nin XVII. yüzyılın başında teşkilâtını tamamlamış olduğu söylenebilir.

Tekkeye ilk şeyh olarak tayin edilen Sâdeddin Efendi’nin ardından sebebi bilinmeyen bir aradan sonra 1132’de (1720) Şeyh Sadri Dede postnişinliğe getirilmiş ve arkasından sırasıyla Kıbrıslı Şeyh Mustafa Siyâhî Dede, oğlu Ârif Efendi (ö. 1138/1726), Lefkoşeli Hızır Dede (ö. 1140/1727), Konya’dan Ârif Dede (ö. 1179/1765), Kıbrıslı Seyyid Abdullah Dede (bir yıl süre ile), Lefkoşeli Şeyh Mustafa Dede (ö. 1228/1813), Feyzullah Dede (ö. 1267/1851), Derviş Ali Dede ve Mustafa Saffet Dede (ö. 1311/1893-94) postnişin olmuştur. Adanın 1878’de İngilizler’e kiralandığı dönemde mevlevîhâneye yapılan şeyh tayinlerinde usulsüzlükler görülmeye başlanmıştır. 1894’te Saffet Dede’nin oğlu Mehmed Celâleddin Efendi’nin tayininde geleneğe aykırı olarak İstanbul’dan berat çıkarılamamıştır. Mevlevîhâneye büyük hizmetler veren Şeyh Mehmed Celâleddin Efendi 12 Eylül 1931’de vefat ettiğinde Kıbrıs İngiliz idaresine geçmiş, adadaki Türk vakıflarının yönetimi de İngilizler’in denetimine girmişti.

Celâleddin Efendi’nin ölümünden sonra Türkiye’de diş hekimliği öğrenimi gören oğlu Saffet Bey adaya döndü. Saffet Bey, şeyhlik talebinde bulunmayıp sadece babasının idaresindeki vakıfların yönetiminin kendisine verilmesini istedi. Zamanın evkaf murahhası, yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine İngiliz kraliyeti tarafından “sir” unvanı verilen M. Münir Bey, tekke vakıflarının gelirlerini İngiliz valisine bağlı Vakıflar İdaresi’nde tutmak için Saffet Bey’in isteğini reddetti. Bu sırada, Türkiye’de tekke ve zâviyelerin kapatılması üzerine Konya’dan Halep’e nakledilen çelebilik makamında bulunan Muhammed Bakır Çelebi mevlevîhânenin postnişinliğine Selim Dede Efendi’yi tayin etti. Ancak M. Münir Bey dergâhı mühürleterek Selim Dede’nin posta oturmasına engel oldu. Konunun Masum Millet gazetesinde millî mesele haline dönüştürülmeye çalışılması üzerine Selim Dede’nin dergâhtaki görevi maaş karşılığı üstlenmesine izin verildi. Tekkenin vakıflarının yönetimi ise İngiliz idaresinde kaldı. Selim Dede Efendi 1953 yılında vefat edince çelebilik makamı onun yerine oğlu Cemaleddin Efendi’yi tayin etmek istediyse de İngiliz idaresi görevi Kıbrıslı Hâfız Şefik Efendi’ye verdi. Ancak mevlevîhâne esasen dervişlerini kaybetmiş ve Kıbrıs Türk toplumu da Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını benimsemiş bulunduğundan Kıbrıs’ta Mevlevîlik Selim Dede’nin vefatıyla sona ermiş oldu.

Şehrin eski kesiminde Girne Kapısı’nın iç tarafında yer alan mevlevîhâne bugün, semâhâne ve buna bitişik, kuzey-güney istikametinde ilerleyen birbiri yanında altı kubbe altında yer alan türbe kısmından ibarettir. 1960 öncesi derviş odaları, mutfağı ve misafir odalarının ayakta olduğu, meşrutasının 1970’lere kadar kimsesiz çocuklar yurdu olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mevlevîhânenin en eski halini, 1880’li yılların başlarında İngiliz kaptanı Kitchener tarafından çizilen Lefkoşe planından öğrenmek mümkündür. Dergâh, belgelerde müştemilâtı ile birlikte mesire yeri olarak tekkeye vakfedildiği kaydedilen geniş bahçenin kuzey kısmındaki külliye olmalıdır.

1934, 1962, 1967, 2002 yıllarında tamir gören ve günümüzde Lefkoşe Türk Etnografya Müzesi olarak kullanılan mevlevîhâneye Girne caddesine bakan basık kemerli bir taçkapıdan girilmektedir. Süslemesiz kesme taştan iki çerçeve içine alınmış kapının iki yanındaki taşlara birer sütunçe yapacak şekilde profil verilmiştir. Kapının basık kemerinin üst kısmında alçı sıvalı bir çerçeve içerisine celî ta‘lik yazı ile “Yâ Hazret-i Mevlânâ” ibaresiyle iki Mevlevî sikkesi nakşedilmiştir. Giriş, yanındaki sivri kemerli bir niş içerisine yerleştirilmiş çeşme ile âdeta bütünleşmiştir. Çeşmenin ta‘lik kitâbesi çok yıpranmış olduğundan ancak bazı kelimeleri okunabilmektedir.

Taçkapıdan, aslî hali daha geniş olması gereken bir alanın “T” şeklinde bir parçası durumunda bulunan avluya girilmektedir. Mevcut bazı kemer kalıntıları yanında daha önce yapılan çeşitli planlarda avlunun güney tarafında gösterilen kemer duvar izleri burasının daha büyük bir külliye olduğunu düşündürmektedir. Avlunun kuzeybatısındaki basık kemerli bir kapıdan dergâhın harimine girilmektedir. Harim muhibban mekânı, semâhâne ve mescid olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Binanın taşıyıcı sistemi bu bölünmeyle uyuşmaktadır. İki dikdörtgen pâyeyi bağlayan üç kemer, kuzey-güney istikametinde girişi ve aynı zamanda âyin izleyicilerine ait mekânını semâhâneden ayırmaktadır.

Pâyeleri dış duvarla bağlayan iki kemer kuzeydeki yükseltilmiş mutrıp mahfiliyle semâhâneyi, aynı istikamette ilerleyen üçüncü kemer ise güneyde yer alan mescidle semâhâneyi ayırmaktadır. Diğer kısımlardan iki basamak daha aşağıda bulunan dairevî semâ meydanının etrafı diz boyu yüksekliğinde ahşap parmaklıkla çevrilidir. Tamamen ahşaptan inşa edilen kuzeydeki mutrıp mahfiline yine dik ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.

Mescidde basit bir niş teşkil eden mihrabın üzerinde zeytin dalı çelenk motiflerinin oluşturduğu boyalı nakışlar bulunmaktadır. Mescidin kıble duvarındaki bir kapıdan Girne caddesi boyunca kuzey-güney istikametinde bir aks üzerinde uzanan türbelere geçilmektedir. Birbirinden geniş kemerle ayrılan altı kubbe ile bir tonozun örttüğü sekiz gözlü hacim doğu ve batıda pencerelerle dışarıya açılmaktadır. Türbe kısmında on altı kabir bulunmaktadır. Mevlevîhâne şeyhlerinden Siyâhî Dede, Ârif Dede, Mustafa Dede, Feyzullah Dede, Mehmed Celâleddin Efendi ve Selim dedelerin dergâha defnedildikleri bilinmektedir. Diğer kabirlerin kimlere ait olduğu tam olarak bilinmemekteyse de kuzeyden itibaren birinci kabrin Selim Dede’ye, ikinci kabrin Arap Ahmed Paşa’ya, üçüncü kabrin Şeyh Celâleddin Efendi’ye, onuncu kabrin bir şeyhin lalası olduğu bilinen Arap Abdullah Efendi’ye, on altıncı kabrin şeyh hattat Feyzullah Dede’ye ve eşine ait olduğu kabul edilmektedir.

360 derece gezmek isterseniz

http://www.evkaf.org/site/360/Mevlevi_Tekkesi/index.html

 

 

 

Kudüs Mevlevihanesi
Kudüs Mevlevihanesi 155 94 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kudüs Mevlevihanesi / İsrail

İslâmın üç kutsal şehrinden bir olan Kudüs’te de bir Mevlevihane tesis edilmiştir. Haremi Şerif’in kuzeyinde, surlarla çevrili eski kent içerisinde, Şam Kapı civarında 1587 yılında kurulmuştur.

Sur içinde, El Mevleviye Sokağı ile İbni Cerrah Sokağı’nın kesiştiği yerde bulunur. Mevlevihane XII. yüzyıl haçlı dönemi kilisesi olan St. Agnes’un etrafında kurulmuştur. Tekke’nin tarihçesi üzerinde Küçük (Küçük; 2003; 321-323), mimarinin üzerinde ise Tanman (Tanman; 2001; 529-530) ile Tütüncü (Tütüncü; 2006; 699-723) araştırma yapmıştır.

Mevlevihaneye ait iki vakfiye Tütüncü tarafından yayımlanmıştır. Bunların birincisi 1587 Emir Hüdaverdi Bey’e, ikincisi ise 1626 tarihli olup Muhammed paşa’ya aittir.

11209 yılında Mevlevihane’yi teftiş eden Ahmet Remzi Dede raporunda ayrıntılı bilgiler verir (Küçük; 2000; 322-323). Tütüncü, Küçük’ten de yararlanarak Mevlevihane’de görev yapan şeyhlerin bir listesini çıkarmıştır (Tütüncü; 2006; 704). Sokaktan girince üzeri tonozla (Kantara) kapalı uzun bir merdivenle birinci avluya çıkılır. Burada doğuda küçük bir bina, batıda Mevlevihane’nin harem bölümüne ait olduğunu sandığımız evler bulunmaktadır.

İkinci avluda ortada havuz, Şeyh Ali mezarı, kuzeyde mescid, güneyde türbe batıda ise derviş hücreleri bulunmaktadır. Zemin kattaki mescid aslında üç nefli bir plan sergiler. XII. yüzyılda yapılmıştır. Neflerin üzeri çapraz tonozlarla örtülmüştür. Güney duvarın ortasına mihrap yerleştirilmiştir.

Mescidin üzerinde semahane yer alır. Doğu girişinde caminin minaresi bulunur. Semahane kapısı üzerinde 1587 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeye göre semahane ve minareyi Kudüs Emiri Hüdavend Bey Ebu Sayfayin yaptırmıştır. İkinci avludaki tek mezar 1854 yılında vefat eden Seyyid hacı ali Dede’ye aittir. Güneydoğu köşede beşik tonozla örtülü türbede üç sanduka vardır. Bu türbede Hasan Dede, Ali Dede, ve Daniş Dedeler medfundur. Veled Çelebi’ye göre bani Daniş Ali Dede; Şeyh Hilmi Dededir.

Günümüzde vakıf idaresince Filistinli göçmenlere kiralık ev olarak verilmiştir.

Trablusşam Mevlevîhânesi
Trablusşam Mevlevîhânesi 300 180 Hz. Mevlâna Dergâhı
Trablusşam Mevlevîhânesi / LÜBNAN

Lübnan’ın kuzeyindeki Trablusşam eskiden hac yolu üzerinde önemli bir Osmanlı şehriydi. Trablusşam Mevlevîhânesi 1620 yılında kalenin kuzey tarafında Ebu Ali Nehri’nin kenarında yeşillikler içinde kurulmuştur. Oldukça harap durumda olan yapının semahane, türbe, haremlik, selâmlık kısımları ve kısmen derviş hücreleri günümüze kadar gelmiştir Mevlevîhane’nin kurucusu olarak Veled Çelebi, Mervî Ahmed Dede’yi gösterir. Tarihi boyunca birçok ünlü seyyah ve ilim adamı burayı ziyaret etmiştir.

İbni Mehâsin 1639 yılında tekkeyi gezmiş, Şeyhi Muhammed Dede ile sohbet etmiş “İki tepe arasında yeşillikler içinde bir mekan” olarak tanımlamıştır (Küçük 2003, 320). Evliya Çelebi ise 1672’de gezdiği Trablusşam’da yedi tekke olduğunu bunların hepsinden havası ve binasının güzel dediği Mevlevîhane’yi “mamur, binası güzel gezilebilir bir mesire, irem bağı gibi içinde limon, turunç ve gül gülistanı…” olan bir yer olarak tanımlar. Şamlı meşhur müellif Nablusi, tekkeyi 17. yüzyılın sonlarında iki defa ziyaret etmiş mimarisi hakkında bilgi vermiş, şiirleriyle Mevlevîhane’yi övmüştür (Küçük 2003, 320).

İbni Mehâsin tekkenin şeyhinin Antepli Fedayi Dede olduğunu, Türkçe divanı bulunduğunu hatta Feridüddin Attar’ın Mantık üt-Tayr’ını Türkçe’ye çevirdiği bilinmektedir. Tekkeyi 19. yüzyılda Jhon Karın, Lewis Lord gibi seyyahlar gezmiş ve gravürlerini yaptırmışlardır.

Sezai Küçük’ün tespit edebildiği şeyhler şunlardır: Celâli Ali Dede 1673, Abdülcelil Dede 1695, Mustafa Dede 1808, Şakir Dede, Ahmed Dede 1910 ve Şefik Dede 1931. Diğer şeyhler gibi Şefik Dede, Osmanlı’ya sadakat ve bağlılığı ile tanınmıştır. Fransız işgalinde Halep Mevlevîhânesi Şeyhi Celâleddin Bâkır Çelebi’nin yerine Arap bir şeyhin atanmasını protesto etmiştir. 1931 yılında tekke şeyhliğine Mehmed Enver Dede atanmıştır. Enver Dede 1964 yılında vefat etmiştir. 1985 Lübnan iç savaşında kaderine terk edilen Mevlevîhâne oldukça harap durumdadır.

Şeyh Enver Dede’nin oğlu ve torunları tekkeye ait eski belge fotoğrafları saklayarak bu mekânların geçmişteki mamûr günlerini özlüyorlar.

2000 yılı başlarında Trablus Tarihi Eserleri Koruma Derneği, bir kampanya başlatarak Mevlevîhane’nin önemli bir Osmanlı kültür mirası olduğunu vurguladı. Bu girişim sonuç vererek 2006 yılında Türkiye’nin katkılarıyla tekkenin onarımı ile ilgili çalışmalara başlandı.

Şam Mevlevîhânesi
Şam Mevlevîhânesi 1024 733 Hz. Mevlâna Dergâhı
Şam Mevlevîhânesi – Suriye

Şehir merkezinde, Nasr Caddesi üzerinde, Şam Tren istasyonunun karşısında yer alır. Avlu kapılarından birisi üzerinde ki kitabeye göre 1585 tarihinde kurulmuştur. Bazı araştırmacılar banisi olarak Lala Mustafa Paşa’nın ismini verseler de Şam Valisi Hasan Paşa tarafından kurulduğu kabul edilmektedir.

Osmanlı devleti için, Hac yolu üzerindeki Şam önemli bir ticaret, kültür ve sanat merkezidir. Ayrıca Şems-i Tebrizi ve Mevlana bir zaman bu şehirde bulundukları için Mevlevîlerin de önem verdiği bir şehirdir.

İlk şeyhi Kartal Dede’den sonra Sabuhî Ahmed Dede 1624’de, Hazma Dede 1639’da postnişin olmuştur. 17. yüzyılda Evliya Çelebi tekkeyi ziyaret etmiş ve büyük bir dergâh olduğunu belirtmiştir. (Küçük, 2003, 316)

19. yüzyılda Saîd Ahmed el Mevlevî ve oğlu Ahmed Saîd, aynı aileden Ataullah Dedeler ilim, ahlâk ve yardımseverlikleriyle tanınmışlardır. Bu ailenin torunları aynı soyadını taşımakta ve Mevlevîhâne ile ilgilenmektedirler.

Şam Mevlevîhâne’si I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin cephesine yardıma koşan Gönüllü Mevlevî taburunun da karargahı olmuştur. 1925 yılından sonra bir ara Halep dergâhına Muhammed Bâkır Çelebi’ye bağlanmıştır.

Eğimli bir arazide kurulan Mevlevîhâne doğu batı doğrultusunda dikdörtgen bir arsa üzerine kurulmuştur. Kuzeyinde yüksek istinat duvarları içerisine günümüzde dükkanlar yerleştirilmiştir. Cadde üzerinde en doğuda bir çeşme, çifte kemerli kapısı olan şeyh dairesi, arkasında matbah, sebil ve cami yer almaktadır. Şeyh dairesi bugün polis karakolu olarak kullanılmaktadır. Semahane ve türbesi ikinci sırada doğudadır. Kuzeydeki derviş hücrelerinin yerine üç katlı bir lojman binası yapılmıştır.

Cami, yapılar topluluğunun batısında yer alır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan yapının kuzeyinde tekkenin ilk şeyhi Karaman Kartal Dede’nin sandukası bulunur. Caminin iki bölümlü pencereleri oval/atnalı kemerlere sahiptir. Avlu kapısı üzerinde minare çifte şerefelidir.

Semahane bugün biraz çukurda kalmıştır. Kare planlı, ayaklara oturan bir kubbesi olup mutrip ve kadınlar mahfili bulunur. Semahaneye batıdan yine kubbe ile örtülü türbe açılır. Türbe içerisinde önemli Mevlevîlerin mezarları bulunur. Semahanede, bir merdivenle bir başka Mevlevî dedesinin mezarına inilmektedir.

Humus Mevlevihânesi
Humus Mevlevihânesi 1024 752 Hz. Mevlâna Dergâhı
Humus Mevlevîhânesi (Suriye)

Mevlevîhâne şehir merkezinde, belediye ve maliye binaları arasında yer almaktadır. Sadece mescit ve binaların bir kısmının duvarları günümüze ulaşabilmiştir. Mescitte son şeyhin torunlarından Abdurrahman Şeyh Osman imamlık yapmaktadır. Nur Muhammet Şeyh Osman’ın Humus’taki son şeyh olduğu, bütün Suriye’de tanındığı, Mevlevîhâne’nin bir kısmının 1950’lerde tarihi eser değildir denilerek istimlak edildiği ve yıkıldığı anlatılmaktadır. Abul’uf caddesinde sema yapılan ve bugünkü mescide bitişik semahane ve şeyh evinin de yaklaşık 30 yıl önce yıkılıp yerine iş hanları yapıldığı bilinmektedir.

Mevlevîhâne’nin hatırası halen Halid Bin Velid İslam Eserleri Müzesi’nde yaşatılmaktadır. Müze müdürü, Muhammed Faissal Sheikhany Burada bulunan, zil, ney ve def gibi çalgıların Mevlevîhâne’den buraya getirildiğini ama en önemli eşyanın 1954 yılında Mevlevîlerin önderlik ettiği yürüyüşte kullanılan sikkeli tarihi sancak olduğunu ifade etmiştir.

Humus Mevlevîhânesi’ne ait diğer eşyalar ise Şam’daki Kasr-ul Azam Müzesi’nin Mevlevîlik bölümünde sergilenmektedir. Bu eşyaların en dikkat çekenleri “ya hazreti Mevlana” yazılı bir tablo ve ahşap bir Mevlevi sikkesidir.

 

Humus Mevlevihanesi

Osmanlı arşiv belgelerinde ulaştığımız bilgilere göre XIX. yüzyılın ortalarında Humusta bir Mevlevihanenin olduğu ve muhtelif sıkıntıların yaşanması nedeniyle devlet merkezinden yardım almak için birtakım girişimlerde bulunulduğu ortaya çıkmaktadır. 14 Aralık 1853 tarihli Sadaret Mektûbi Kalemi’nden Mâliye Nezâreti’ne gönderilen bir yazıda belirtildiğine göre, Humus’ta bulunan Mevlevihane postnişini Yusuf Efendi, yiyecek masraflarının karşılanmasına dair görüşmeler yapmak üzere İstanbul’a gelmiş ve geriye dönmek için harcırah olmak üzere bir miktar para verilmesi için Meclis-i Vâlâ’ya müracaat etmiştir. Meclis-i Vâlâ bu talebi Sadaret’e ve Sadaret de gereğinin yapılması talebiyle Mâliye Nezâreti’ne havale etmiştir135. Bundan yaklaşık olarak bir yıl sonra bu defa Konya postnişini Çelebi Efendi, Humus’ta bulunan Mevlevi Zâviyesi’nin şeyh ve dervişlerinin içerisinde bulundukları zaruret ve sıkıntıları tafsilatıyla anlatan ve aynı zamanda yiyecek ve aylık tahsisine dair Meclis-i Vâlâ’ya bir yazı göndermiştir. Veclis-i Vâlâ bu yazıyı Sadaret’e, Sadaret de gereğinin bildirilmesi talebiyle Mâliye Nezâreti’ne havale etmiştir (1854)136.

Humus’taki Halid bin Velid kabrinin bulunduğu makamında da Mevlevi Şeyhi Ahmet Efendi tarafından zikir yapıldığı anlaşılmaktadır. Şeyh Ahmet Efendi’ye Halid bin Velid Vakfı’ndan 1288 (1871-1872) tarihinden Ağustos 1900 senesine kadar kayıtsız bir şekilde verilmekte olan beş şinik buğdayın değeri olan 650 kuruşun gelecek 1319 (1901-1902) senesi bütçesine dahil edilmesi için Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nden Şûrâ-yı Devlet’e gönderilen 15 Temmuz 1902 tarihli yazı Şûrâ-yı Devlet Dâhiliye Dairesi’nde görüşülmüştür. Şeyh Ahmet Efendi’ye buğday verilmesi esasen vâkıfın şartlarında olup olmadığı ve olmadığı halde ne zamandan beri, ne gibi bir emir ve karara dayalı olarak verilegeldiği sorulmuştur. 5 Eylül 1902 tarihli gelen cevapta verilen buğdayın vâkıfın şartında olmadığı, hazinede kaydının bulunmadığı ve aynı zamanda bu hususta bir emrin de olmadığı bildirilmiştir. Vakfın geliri almasından önce, mahallince tahsis olunarak 1288 (1871-1872) tarihinden beri teâmülen verilegeldiği bildirilmiştir. Bunun üzerine teâmülün vâkıfın şartları yerine geçemeyeceği ve Hazîne-i Evkâf-ı Hümâyûn’da da kaydının bulunmaması yönüyle söz konusu buğdayın tahsisi ile değerinin bütçeye dahil edilmesinin söz konusu olamayacağı ve ayrıca vâkıfın şartına dahil olmaması ve Evkâf-ı Hümâyûn Hazinesi’nden de izin bulunmaması dolayısıyla yapılan uygulamanın usulsüz olduğu ifade edilmiştir. Bundan sonra bu türden bir duruma ihtiyaç kalmaması ve uygunsuzluğun ortaya çıkmaması için söz konusu uygulamaya sebep olanların ortaya çıkarılması hakkında gerekli takibatın yapılmasının Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne havale edilmesi kararı alınmıştır (14 Ekim 1902)137. Bu karar bir mazbata halinde Şûrâyı Devlet Mâliye Dâiresi’nden Sadaret’e bildirilmiştir. Sadaret de 18 Ekim 1902 tarihli bir yazı ile durumu Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne bildirerek gereğinin yapılmasını istemiştir138. Gölpınarlı bu Mevlevihane için, “Küçük bir zaviyedir. Şeyhi, Kâdirî Tarikatı’na mensup Humus’lu bir zattır. Zaviye, Mevlevilerin elinden çıkmıştır” şeklinde bilgi vermektedir139

Mustafa KARAZEYBEK

Selanik Mevlevîhanesi
Selanik Mevlevîhanesi 960 665 Hz. Mevlâna Dergâhı

Selanik Mevlevîhanesi

Mevlevihane Selanik şehrini çevreleyen surların dışında Yenikapı (Letaia Kapısı) olarak bilinen mevkide 1615 senesinde inşa edilmiştir. İlk şeyhi Karamanlı Abdülkerim Dedemdir. Abdülkerim Dede vefat edince dergâha defnedilir ve yerine kendisinin yetiştirdiği Manisalı Ramazan Dede geçer. Ancak Ramazan Dede’nin bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple ayrılarak Siroza gittiği ve orada yeni bir mevlevîhane kurduğu görülür.

Evliya Çelebi Seyahatnamede Selanik Mevlevîhanesi üe ilgili olarak “Yenikapı haricinde kale duvarına bitişik inşa edilen Mevlevihane’den bakıldığında bütün Akdeniz’in ayaklar altında olduğu görülür. Hatta bütün fukara hücrelerinin pencereleri dahi denize nazırdır. Demir kapılarla çevrili geniş meydanın ortasında bulunan semahanenin çok güzel oymalı nakışlarla süslü bir kubbesi vardır ki neccarlarm pîri Habib-i Neccar bile bu kadar süslü bir kubbe yapamaz. Mâni ve Haşan ve Bihzâd ve Ağa Rıza ve Şahkulu ve Erjeng isimli meşhur nakkaşlar bile bu kubbenin bir kalemini çekmeden aciz kalır. Semahane etrafında bulunan ahşap sütunlar da başka bir hangâhda yoktur. Mihrap ve kürsüdeki süslemeler ancak Budin serhaddinde Estergon kafasının minber ve mahfilinde ola. Çık kıymetli avizeler ile bezenmiş olan tekkede sıkıntı olmayıp mutfağında bolluk vardır. ıoo kadar dede Kur’an tilavet eder, diğer tekkelerin fukaralarının da katılımıyla ayinler yapılır.” diyerek hayranlığını ifade etmiştir.

Selanik Mevlevîhanesi geniş bir bahçe içerisinde ve yüksek duvarlarla çevrili olup giriş, doğu tarafından ve iki tarafında türbelerin bulunduğu hazireden sağlanmaktadır. Gelenek üzere hazirenin dış tarafa bakan duvarları demir parmaklıklarla çevrilidir. Burada bulunan türbelerin birisi sekizgen diğeri kare planlı olup kare planlı türbenin bir köşesinde de sebil yer almaktadır. Güneye yani denize bakan cephede iki katlı semahane yer almaktadır. Semahanenin mukarnas başlıklı sütunlarla taşman ahşap ve geniş saçaklara sahip zarif bir verandası bulunmaktadır. Verandanın sağ tarafında derviş hücreleri ve bitişiğinde ise imaret yer almaktadır. Bu yapıların arkasında bir avlu ve ortasında sekizgen planlı ve güzel bir kubbesi bulunan bir sebil vardır. Bu avlunun etrafında Mevlevihane’nin haremine ait odalarla, mutfak veya kiler olarak kullanılan yerler ile misafirlerin geceledikleri bölümler bulunur.

Avlunun bir kenarında (doğudaki hazirenin istinat duvarına bitişik olmak üzere) Mevlevihane’nin camisi yer almaktadır. Dikdörtgen planlı iki sıra pencereye sahip olan caminin tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan hayrat ve müberratı gösteren defterde 88. sırada Selanik Mevlevîhanesi’ne ilişkin bilgiler yer almaktadır. Banisi Ekmekçizâde Ahmed Paşa olan Mevlevi dergâhının semahane, cami, kabristan, derviş odaları ve sarı mermerden yapılmış bir şadırvandan oluştuğu bilgisi verilmektedir. 22 bin metre genişliğinde bir araziye konumlanmış dergâhın sınırları ise “Mevlevihane Mahallesinde üç tarafı namazgah isimli dağın etekleri ve bir tarafı cadde ile çınar ve çeşmeli arsa ve bir tarafı Mevlevihane’ye dâhil olan sebze bahçesi” olarak verilmiş ayrıca “küçük evkaf’ kaydı düşülmüştür.

Selanik Mevlevîhanesi’nin tamiratına ilişkin bir belgeden de Mevlevihane’nin bölümlerini ve durumlarını tespit etmek mümkündür. Mevlevihane’nin çok kalabalık ve harap durumda olması dolayısıyla Said Ağa tarafından yapılan keşif sonrası hazırlanan keşifnamede cami, türbe, şeyh dairesi, dedegân hücreleri, misafir odaları ve tuvaletlerin yıkılarak yeniden inşası, ayrıca yeni hazirenin dış tarafa bakan duvarları demir parmaklıklarla çevrilidir. Burada bulunan türbelerin birisi sekizgen diğeri kare planlı olup kare planlı türbenin bir köşesinde de sebil yer almaktadır. Güneye yani denize bakan cephede iki katlı semahane yer almaktadır. Semahanenin mukarnas başlıklı sütunlarla taşman ahşap ve geniş saçaklara sahip zarif bir verandası bulunmaktadır. Verandanın sağ tarafında derviş hücreleri ve bitişiğinde ise imaret yer almaktadır. Bu yapıların arkasında bir avlu ve ortasında sekizgen planlı ve güzel bir kubbesi bulunan bir sebil vardır. Bu avlunun etrafında Mevlevihane’nin haremine ait odalarla, mutfak veya kiler olarak kullanılan yerler ile misafirlerin geceledikleri bölümler bulunur.

Avlunun bir kenarında (doğudaki hazirenin istinat duvarına bitişik olmak üzere) Mevlevihane’nin camisi yer almaktadır. Dikdörtgen planlı iki sıra pencereye sahip olan caminin tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan hayrat ve müberratı gösteren defterde 88. sırada Selanik Mevlevîhanesi’ne ilişkin bilgiler yer almaktadır. Banisi Ekmekçizâde Ahmed Paşa olan Mevlevi dergâhının semahane, cami, kabristan, derviş odaları ve sarı mermerden yapılmış bir şadırvandan oluştuğu bilgisi verilmektedir. 22 bin metre genişliğinde bir araziye konumlanmış dergâhın sınırları ise “Mevlevihane Mahallesinde üç tarafı namazgah isimli dağın etekleri ve bir tarafı cadde ile çınar ve çeşmeli arsa ve bir tarafı Mevlevihane’ye dâhil olan sebze bahçesi” olarak verilmiş ayrıca “küçük evkaf’ kaydı düşülmüştür.

Selanik Mevlevîhanesi’nin tamiratına ilişkin bir belgeden de Mevlevihane’nin bölümlerini ve durumlarını tespit etmek mümkündür. Mevlevihane’nin çok kalabalık ve harap durumda olması dolayısıyla Said Ağa tarafından yapılan keşif sonrası hazırlanan keşifnamede cami, türbe, şeyh dairesi, dedegân hücreleri, misafir odaları ve tuvaletlerin yıkılarak yeniden inşası, ayrıca yeni bir hane ve taamhane ile yeni bir su mecrası yapılması için 300 bin kuruş masraf çıkarılmıştır. Bu ilk keşiften sonra önem derecesine dikkat edilerek daha ayrıntılı bir keşif yapılması kararlaştırılmıştır. İkinci keşifte minare, şadırvan, misafir odaları, matbah, kilâr, köşk ve bahçe duvarlarının tamiratının yeterli olacağı ancak cami, semahane, türbe, dedegân hücreleri ve şeyh odasının bitişiğindeki misafir odasının ve tuvaletlerin ilk keşifte de belirtildiği gibi yıkılarak tekrar yapılması kararlaştırılmıştır. Bu tespitlerden sonra 199.500 kuruş masraf öngörülmüştür.

Evliya Çelebinin verdiği bilgilerden ve tamirata ilişkin cetvellerden (kapı ve pencere süvelerine pembe foça taşı kullanılması vb.) Mevlevihane’nin işçiliğine önem verilen güzel ve özenli bir bina olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.

Bütün bu zorluklara rağmen işlevine XX. yüzyılda, da devam etmeye çalışan Mevlevihane Selanik’in elden çıkışı ile öksüz kalmıştır. 1917’de evsiz kalan Yahudilere, mübadele döneminde de bir süre Yunanlı göçmenlere ev sahipliği yapmıştır. 1920’li yılların onlarına doğru harap olan bölümleri de tamamen yıkılarak ortadan kaldırılan Mevlevihane’nin yerinde bugün büyük bir park bulunmaktadır.

Galata Mevlevihânesi
Galata Mevlevihânesi 650 488 Hz. Mevlâna Dergâhı

GALATA MEVLEVİHANESİ MÜZESİ

Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nin bir ucunda, Tünel meydanından Galipdede Caddesi’nden aşağıya doğru inmeden hemen solda tarihi Cümle kapısıyla Galata Mevlevihanesi Müzesi sizi karşılar. Yakın zamana kadar pek bilinmeyen ve Divan Edebiyatı Müzesi adıyla anılan müze, 2007 yılından itibaren gerçekleşen restorasyonlarla Galata Mevlevihanesi Müzesi adı ve konspetiyle yenilenerek 21 Kasım 2011 günü yeniden ziyarete açılmıştır.

17. Yüzyılın en önemli Divan Edebiyatı şairlerinden olup aynı zamanda tekkenin şeyhi olan Şeyh Galib (Mehmet Esas Dede)’Nin de türbesi bulunan Müzenin kurulu olduğu külliye, Osmanlı döneminde Galata, Galipdede ve Kulekapısı Mevlevihanesi adlarıyla da anılmakta olup 1481 yılında kurulmuş olan “Galata Sarayı Endurun Mektebi” ile birlikte Beyoğlu’ndaki en önemli Osmanlı eserlerindendir.

Galata Mevlevihanesi II. Bayezid (1447 – 1512) döneminde 1491 de Afyon Mevlevihanesi Şeyhi Divane (Semaî) Mehmed (Çelebi) Dede tarafından İskender Paşa’nın Galata’daki arazisi üzerinde kurulan İstanbul’un ilk Mevlevihanesidir.

“Küçük Kıyamet” adı verilen 1509 İstanbul depreminden etkilenen Mevlevihane yapıları 17.yüzyıl başından itibaren birçok onarım ve yenilemeler geçirerek büyük birkülliye halini almıştır. Bilinen ilk onarım 1649/ 50 tarihinde Tersane ve Matbah Emini İsmail Ağa’nın imar faaliyetleridir.

1765 de Büyük Tophane yangınında hasar gören Mevlevihane aynı yıl Sultan III. Mustafa (1717 – 1774) tarafından Sultan Yenişehirli Osman Efendi bina emini tayin edilerek onarılmıştır.

1791 de Şeyh Galib’in meşihata atanmasıyla Sultan III. Selim’in (1761-1807) gerçekleştirdiği onarımlar sonucunda Mevlevihane yenilenmiştir. 19.yüzyılda Sultan II. Mahmud döneminde (1784 – 1839) 1819 ile 1835 yıllarında, Sultan Abdulmecid (1823 – 1861) döneminde 1851 ile 1859 yıllarındaki imar faaliyetleriyle Mevlevihane son şeklini almıştır.

13 Aralık 1925 ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair kanun gereğince Mevlevihane fonksiyonu sona ermiş, İstanbul Vilayeti Meclisi Umumi’nin kararıyla Semahane binası İlk Mektep olarak kullanılmaya başlanmıştır. 35. İlkokul olarak hizmet verdikten sonra 2 Ekim 1946 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Semahane müze olması için Maarif Vekâleti ‘ne devredilmiştir. Bu arada kullabılmayan Matbah-ı Şerif, Harem Dairesi, Semahane girişindeki iki türbe ve Derviş Odalarının bir kısmının bulunduğu ahşap yapılar kullanılmadığından yıkılmıştır. 1942 yılında zamanın münevverlerinin karşı çıkmasına rağmen İstanbul Belediyesi tarafından Hamuşan’ın (Mevlevi Mezarlığı) bir bölümü üzerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi inşa edilmiştir.

Gelişigüzel vaziyette duran mezar taşları İstanbul Muhipler Derneği Başkanı Reşit Saffet ATABİNEN tarafından düzenlenerek günümüze ulaşması sağlanmıştır. Bu bina bugün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi olarak kullanılmaktadır. Bu arada Semahane ise müze olmasına karar verilip Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanmasına rağmen lojman olarak kullanılmıştır. Kültür Müsteşarı Mehmet ÖNDER’in çabalarıyla 1967-1975 yılları düzenlemelerinden sonra 27 Aralık 1975 günü “Divan Edebiyatı Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.Müzede günümüze ulaşan en eski taşınmaz 1649/ 50 tarihli Hasan Ağa Çeşmesi’dir.

Harem Dairesi, Matbah-ı Şerif ve Derviş Odaları’nın bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.

2005-2009 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Semahane binasının restorasyonu gerçekleştirilmiştir. Müze olarak yeniden işlev görmesi ve çevre düzenlemesi ise İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı katkılarıyla gerçekleşmiştir. İAKB Ajansı çalışmalarına 2009 yılında başlanmış, ilk olarak Halet Said Efendi Türbesi ve Şeyh Galip Türbeleri restore edilmiştir. Semahane binasında gerçekleşen “Müze Teşhir Tanzim ve Çevre Düzenlemesi” çalışmalarıyla projesi ve uygulaması ile çevre düzenlemeleri gerçekleştirildikten sonra Galata Mevlevihanesi 21 Kasım 2011 günü çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden ziyarete açılmıştır.

MÜZENİN BÖLÜMLERİ

Bahçede Şeyh Galip Türbesi ve Halet Efendi Türbeleri ziyarete açılmıştır. Müze sergi makamları Semahane binasında yer almaktadır. Semahane girişinde Sema alanı, alt katta Derviş Odaları ile üst kat mahfiller olmak üzere üç katlı bir plandan oluşmaktadır.

a) Semahane (Giriş);

Galipdede Caddesi üzerindeki Semahane’nin Cümle Kapısı’ndan girilip orta avluya vardığınızda sizi mermer döşemeli yoldan girilen Semahane binası karşılar. Üzerinde Sultan Abdülmecid dönemine ait onarıma işaret eden kapıdan girdiğinizde ceviz ağacından döşemeli Sema alanı sizi karşılar. Divan Edebiyatı Müzesi döneminde bu alanın etrafına yerleştirilen ve mekânın bütünlüğünü bozan vitrinler son restorasyonlardakaldırılarak özgün mimari doku ortaya çıkarılmıştır. Duvar ve tavanda bulunan kalem işlerinin temizliği yapılmış, tavanın ortasında bulunan sonradan getirilip yerleştirilen buraya statik açıdan uygun olmayan Sultan Abdulmecid Türbesi avizesi iade edilmiştir. Sol tarafta Bacılar Dairesi adı verilen Kadınlar Maksuresi, üst katlarda ise mahfiller görülmektedir.

b) Derviş Odaları (Alt kat) Sergilemesi;

Müzenin ana konusu Derviş odalarında anlatılmaktadır. Sufilik ve tarikatlar ile başlanarak bu bölüm Son Mevleviler konusu ile sona ermektedir.

Gezi sırasına göre; Soldan ilk oda buluntular, ikinci oda ikinci oda teber, keşkülü fukara, mutteka, nefir ve tacı şerif gibi tarikat eşyaları, üçüncü oda Matbah-ı Şerif, dördüncü odada Mevlevi kıyafetleri ve Galata Mevlevihanesi tarihçesi, anlatılarak özgün bağdadi duvar dokusu görülmektedir.

Orta holün karşısındaki beşinci oda Mesnevi, orta holün sağ tarafındaki odalarda, oda vitrinler şeklinde Derviş odaları canlandırılmıştır. Altıncı oda Mevlevilik ve Edebiyat, yedinci oda Mevlevilikte İbadet ve zikir, sekizinci oda Mevlevilik ve Tekke Musikisi, dokuzuncu oda Mevlevilik ve Güzel Sanatlar sergilemesinden sonra onuncu odada Mevlevi Dedesi önünde bir semazen figürünün görüleceği hologram gösterisi mevcuttur. Onbirinci ve son oda ise “Son Mevleviler” konuludur.

Derviş odalarının orta meydanında vitrin içinde Gülabdan ve kandil sergilemeleriyle, oturma grupları, Müzenin tarihinin anlatıldığı sinevizyon gösterisi; mekanın duvarlarında hat levhaları, Mevlevihane’nin eski fotoğrafları, Türkiye ve dünya Mevlevihaneleri haritaları mevcuttur.

c) Mahfiller (Üst Kat);

Semahane’nin mihrap hariç üç bir yanını çevreleyen ve Sema alanına bakan mahfillerde Müze koleksiyonundaki diğer eserler sergilenmektedir. Soldan başlayarak üst kat arka oda ve mahfillerde sırasıyla;Mustafa Düzgünman ve Ebru sergisi, Hat Sanatı sergisi, Hilye-i Şerif levhaları sergisi, Mıtrıb Maksuresi’nden geçilerek sağ bölümde Çelebi Mahfili, Hünkar Mahfili be devamında Mehter ve Müzik aletleri sergilemeleri görülebilir.

Osmanlı döneminde yabancıların Mevlevihaneyi ziyaretlerinde Sema törenlerini izlediği bölüm olan Ecnebiler Mahfili duvarları Adolphe Jean-Baptiste Bayot,Emedeo Preziosi’nin Galata Mevlevihanesi’ni resmettikleri gravürleri ve Hans Christian Andersen’in Mevlevihaneyi ziyaretinden sonra izlenimleri bulunmaktadır.

DİĞER MEKÂNLAR:

Müze toplan 6800 m2’lik geniş bir alanda kurulu olup ana Müze binası Semahane haricinde aşağıdaki taşınmaz kültür varlıkları bulunmaktadır.

Halet Efendi, Kudretullah dede Türbesi: Cümle kapısının solundadır. 1819 tarihli, dikdörtgen planlı, çatısı özgün birbirine bindirilmiş mermer plaklarla örtülüdür.Halet Efendi’nin şahide taşı ile birlikte Kudretullah Dede ile eşi Emine Hanım, oğulları Ataullah Dede ve Selanik Mevlevihanesi postnişni Ubeydullah Dede medfundur.

Şeyh Galip (İsmail Rusuhi) Türbesi: Orta avludadır. 1819 tarihli, dikdörtgen planlı, çatısı farklı olarak kurşun örtülüdür. İsmail Ankaravi (ö. 1631), İsa Dede (1771), Selim Dede (ö.1777), Galip Dede (ö.1799), Hüseyin Dede (ö.1782) ve Mehmed Ruhi Dede (ö.1810) medfundur.

Sebilküttab: Cümle kapısının sağındadır. 1819 tarihli, altta sebil ve muvakkithane, üstte kütüphane kompleksinden oluşan özgün yapı kompleksidir. 1925-1946 yıllarında Tepebaşı Polis Karakolu olarak kullanılmıştır.

Hasan Ağa Çeşmesi: Sebilküttab binasına bitişik olup kesme küfeki taşıyla inşa edilmiştir. Su haznesine bir kapı açılarak Sebilküütab’ın karakol olduğu dönemde nezarethane olarak kullanılmıştır. Üzerinde 1649 inşa ve 1851-52 onarım kitabeleri bulunmaktadır.

Adile Sultan Sarnıç ve Şadırvanı: Sultan II. Mahmud’un kızı Adile Sultan tarafından 1847 de yaptırılmıştır. Hemen yanında inşa kitabesi bulunmaktadır.

Çamaşırhane: Adile Sultan tarafından 1847 de Şadırvan ile birlikte inşa ettirilmiştir. Dikdörgen planlıdır.

Cümle Kapısı: Osmanlı ampir üslubundaki kapının dış yüzünde II. Mahmud’un 1835 de inşasına dair onarım kitabesi, iç yüzünde 1791 de III. Selim tarafından Mevlevihane’nin yenilendiğine dair Şeyh Galib Dede’nin yazmış olduğu kaside mevcuttur.

Çilehane/Sarnıç: Muhtemelen Çilehane olarak kullanılmıştır.

Hamuşan: Mevlevi mezarlık haziresidir. 1946 yılında Beyoğlu Evlendirme Dairesi (Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi) yapılarak önemli bir bölümü yok edilmiştir. İbrahim Müteferrika (nakli kubur), Humbaracı Ahmed Paşa, Fasih Dede, Esrar Dede medfun önemli şahsiyetlerdendir.

Ayrıca hafta sonları Bakanlığımız Süreli Kullanım Yönergesi kapsamında Müze Danışma Kurulu onaylı dernek ve kuruluşlar tarafından aslına uygun olarak icra edilen özel Sema programları düzenlemektedir.

Hazırlayan: Yavuz ÖZDEMİR
Müze Müdürü- Arkeolog

İSTANBUL MEVLEVİLİĞİ

17.yüzyılın ilk çeyreğinde Galata Mevlevihanesi postnişini Furuncuzade Sırrı Abdi Dede’nin meşihatının Bostan Çelebi (ö.1630) tarafından kaldırılması ile Galata Mevlevihanesi’nden ayrılan Abdi Dede’nin Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni kurması, kendinden sonra da tekkenin ailesine mensup şeyhler tarafından yönetilmesiyle İstanbul’daki ilk “şeyh aileleri” dönemi başlamıştır.

Kasımpaşa Mevlevihanesi’nde başlayan bu sistem Galata Mevlevihanesi’nde Gavsi Ahmed Dede ailesi, Beşiktaş Mevlevihanesi’nde Eyyubi Mehmed dede ailesi, Üsküdar Mevlevihanesi’nde Abdullah Necip Dede ailesi ve en derin iz bırakan Yenikapı Mevlevihanesi Ebubekir Dede ailesi ile gerçekleşmiştir. 17.yüzyıldan 20.yüzyıl başına kadar geçen dönem içinde şeyh aileleri kendi kültürünü yerleştirmiştir .

Şeyh ailelerinin 17. yüzyıldan itibaren aşamalı olarak nüfuz kazanması ve modernleşme yanlısı bir politika izleyerek Osmanlı Sarayı’nın desteğini arkalarına almaları Konya’daki çelebilik makamını adeta bir tasdik merciine indirgemiştir. Kültürel açıdan ise İstanbul’un gündelik hayatıyla yoğrularak rafine bir Mevlevi estetiğinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şeyh Galip, İsmail Dede Efendi gibi kıymetli şahısların yetişmesinde, bu kültürel zeminin payı büyük olmuştur .

Mevlevilerin devlet içinde aktif olarak görünmeleri kendisi de Mevlevi olan III. Selim’in 1789 da tahta geçmesiyle olmuştur. Bu dönemle Osmanlı içindeki modernleşme ve batılılaşma uygulamalarının yapılanmasında Mevlevileri ön planda görülmektedir. Sultan III. Selim’in dostu olan divan şairi Şeyh Galib’in 17120 da Galata Mevlevihanesi postnişinine atanmasından vefatına 1798 (H.1213) e kadarki döneminde Mevlevihane altın devrini yaşamıştır.

19. yüzyılda Yenikapı Mevlevihanesi’nin özgür fikirlerin tartışıldığı modernleşme yanlısı bir kuruma dönüştüğünü görmekteyiz. Öyle ki Tanzimat’ın iki büyük sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa ve Ali Paşa Yenikapı Mevlevihaneleri muhiplerindendir. I. Meşrutiyet’in ilk tartışıldığı yer yine Yenikapı Mevlevihanesi olmuş, Yeni Osmanlılar hareketi içinde yer alan postnişin Osman Selahaddin Dede, diğer anayasacı aydınlar gibi V. Murad’ı desteklediğinden Yenikapı Mevlevihanesi Sultan II. Abdulhamid tarafından sürekli gözaltında tutulmuştur .

Birinci Dünya Savaşı sırasında çelebilik makamında olan Veled Çelebi’nin önderliğinde kurulan “Mücahidin-i Mevleviyye” alayına Veled Çelebi komutan tayin edilmiş, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Abdulbaki de binbaşı rütbesiyle bu alayın kumandan vekili olmuştur . Veled Çelebi 11208 ile Çelebilik Makamına atandığı 1910 yılına kadar Galata Mevlevihanesi potnişinliğine vekalet etmiş olup Cumhuriyetin kurulmasından sonra da İzbudak soyadını alarak Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında bulunmasının yanı sıra uzun süre milletvekilliğinde bulunarak Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Sonuç olarak 1491 de Galata Mevlevihanesi’nin kurulmasından Cumhuriyet döneminde 1925 de Tekkelerin kapatılmasına kadar geçen süre içinde İstanbul Mevlevihaneleri özellikle şeyh ailelerinin oluşmasıyla devlet ricali içinde etkin olmuş, her ne kadar Konya Çelebilik merkezli görünse de İstanbul Mevleviliği, Mevleviliğin gelişiminde ve devlet içinde söz sahibi olmasıyla ön plana çıkmıştır.

GALATA MEVLEVİHANESİ MÜZESİ TARİHÇESİ

1491
(H.897) Afyon Mevlevihanesi Şeyhi Sultan-ı Divane (Semai) Mehmed (Çelebi) Dede’nin Galata Mevlevihanesi’ni kurması.

1548
Mesnevihan Mahmud Dede’nin 1548 de vafatı ile Halveti zaviyesi ve medresesi olarak kullanılmıştır.

1509
Büyük İstanbul depreminden etkilenmesi muhtemeldir.
1608
Sırrı Abdi Dede’nin meşihatı ile Halveti tekkesinden Mevlevi tekkesine dönüş ve onarım.

1609
Bostan Çelebi tarafından Sırrı Abdi Dede’nin azli ve İsmail Ankaravi (Rusuhi) Dede’nin meşihat makamına atanması. Abdi Dede’nin Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni Kurması.

1631
İsmail Rusuhi’nin vefatı ve Hüseyin Adem Dede’nin meşihatı.

1649
Matbah Emini Hasan Ağa’nın Mevlevihane’de kendi adını taşıyan çeşmeyi yaptırması.

1650 (H.1061)
Matbah Emini İsmail Ağa’nın Mevlevihanede imar faaliyetleri.

1667 (H.1077)
Sultan IV Mehmed döneminde Vani Mehmed Efendi tarafından tarikatların faaliyetleri yasaklanmıştır.

1683 (H. 1095)
Tarikatlar yeniden açılıyor. 18 yıl geçiyor.

1673-1697
Gavsi Ahmed Dede’nin meşihatı ile Galata Mevlevihanesi’nden şeyh aileleri dönemi başlıyor.

1745
Hazirede medfun olan Humbaracı Ahmed Paşa’nın vefatı.

1765-1766
İsa Dede Meşihatında (1761-1771) Büyük Tophane yangını ile zarar ören Mevlevihane’de Sultan III. Mustafa tarafından Sultan Yenişehirli Osman Efendi’yi bina emini tayin ederek imar faaliyetleri.

1791-1799
Şeyh Galib’in meşihatı

1791-92 ve 1795-96
Şeyh Galip dönemi imar faaliyetleri.

17 Mayıs 1817
Mahmud Dede Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhliğine atanması

27 Mayıs 1817
Kudretullah Dede’nin meşihatı.

1819
II. Mahmud dönemi, Halet Said Efendi imar faaliyetleri.

1824 – 1835
1824 de yangın geçirerek mescid, matbah ve 9 hücre ortadan kalkmıştır. Kudretullah Dede’nin ricası ile Sultan II. Mahmud’un emriyle imar faaliyetleri.

1847
II. Mahmud’un kızı Adile Sultan tarafından sarnıç, şadırvan ve çamaşırhane inşası.

1851-52
Sultan Abdulmecid, Hasan Ağa Çeşmesini onartıp, Matbah’ı inşa ettiriyor.

1859-60
Sultan Abdulmecid Semahane, Selamlık ve Dedegan Hücrelerinin bulunduğu ana yapıyı bugünkü şekliyle inşa ettiriyor.

1871
Kudretullah Dede’nin vefatı üzerine Halet Efendi’nin baş taşının bulunduğu hazireye gömülüp türbenin üstü kapatılıyor.

1925
13 Aralık 1925 ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair kanun.

1925
İstanbul Vilayeti Meclisi Umumisinin Galata Mevlevihanesi’nin mektep ittihazına dair 25 Kasım 1925 tarihli Kararı.

1932 – 1946
(Ahmet) Cemal ÖZAYDIN’ın (doğ. 1892 – öl. 1970) Polenezköy’den 35. İlkokul’a (Galata Mevlevihanesi) atanarak Okul Müdürlüğü.

1942
İbrahim Müteferrika’da olmak üzere 17 mezarın nakli.

1945-47
TTOK İstanbul Muhibler cemiyetri ve Reşid saffet Atabinen’in çalışmaları. Hazire üzerine Belediye tarafından Beyoğlu Evlendirme Dairesi (Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi) inşası.

2 Ekim 1946
Müze olması için Maarif Vekâleti’ne devir için Bakanlar Kurulu Kararı

1946
Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlanıyor. Ancak lojman olarak kullanılıyor

1966
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8 Şubat 1966 gün ve 730.35 – 682 sayılı emirleriyle kurulan İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanması.

1967
Galata Mevlevihanesi’nin tamir ve restoresi için 18 Aralık 1967 günlü ihalesi.

27 Aralık 1975
Divan Edebiyatı Müzesi olarak ziyarete açılması.

01 Ocak 2005
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce yürütülen restorasyon faaliyetleri. Müzenin adının Galata Mevlevihanesi Müzesi olarak değiştirilmesi.

01.01.2005 – 09.06.2009
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Semahane binasındaki restorasyonun bitirilerek, eksik olarak Kültür Bakanlığı’na bırakılması.
Mart-Aralık/2009
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından Türbelerin restorasyonu.

2010 İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından Hamuşan haziresinin onarımı ve Müze Teşhir Tanzim Projesi’nin başlaması.

01 Mart 2011 Galata Mevlevihanesi Müzesi’nin ziyarete açılması.