Türbe Bölümleri

Tilâvet Odası
Tilâvet Odası 1024 683 Hz. Mevlâna Dergâhı

Tilâvet Arapça bir kelime olup, “Kur’an-ı Kerîm’i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okunması” anlamına gelir. Dergâh açıkken burada Kur’ân okumakta vazifelendirilmiş dedeler bulunduğundan, bu odaya Hücre-i Tilâvet yani, Kur’ân okuma odası denilmiştir. Halen Hat Dairesi olarak kullanılmaktadır.

Tilâvet Odası, bitişiğindeki Mescid’in batısında yer alan Son Cemaat Mahalli’nin devamı gibidir. Odaya basık kemeri ve söveleri mermerden olan, çift kanatlı oyma ahşap kapıdan girilir.

Tilâvet Odası’nın girişinde yer alan kapı ile mermer sütunlar arasında altta 60 cm. yüksekliğinde kesme taş duvar, üzerinde ise 62,5 cm yüksekliğinde oyma mermer şebeke vardır. Şebekenin üzerinden başlayıp kapı yüksekliğinde biten iki adet pencere yer ahr. Pencerelerin ve kapının hemen üzerinden başlayan ve kemerlere kadar araları ıhlamur ağacından yapılmış ince çıtalarla kafes şekli görünümü verilmiş ahşaptan üçgen çerçevelere yer verilmiştir.

Hat Dairesinde Mahmud Celâleddin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarîzâde gibi devirlerinin meşhur hattatlarının levhaları yanında, Sultan II. Mahmud’un yazdığı altın kabartma bir levha da burada sergilenmektedir.

Ahşap. Env. No. 272.147 x 88 cm. Osmanlı. 1251 / 1835.

Hattatı. Yesârizâde Mustafa İzzet.

Zıvanalı 7 parça tahtanın birbirine geçmesiyle oluştu­rulan ahşap pano üzerine, iki sütun halinde Talik hatla altın yaldızla Pertev Paşa Divanı’ndan alınan beyitler yazılmıştır. Çerçevenin alınlığı kabartma altın yaldızlı gül ve yaprak motifleriyle süslenmiştir. Levhada şunlar yazılıdır:

Budur Dergâh-ı Mevlâna Celâl’ud-din-i ve’d dünyâ
Bu Dergâh Ka’be-i cân u cenandır cümle uşşâka
Bu meşhed nurdan derya o hazret dürre-i beyza
Hubâbı kubbe-i hazrâ disem hami itme igrâka
Bunun her evc-i pâki uç virir şems-i hakîkatden
Muhâzi her biri ma’nide tâk’ı çarh-ı bisâka
Elezdir ney-şekerden çûb-i matbah çille-keş câne
Müreccah zevk-ı hıdmet yanlarında başka ezvâka
İderler sikke ber-ser sikke-i zer-gerden istiğna
Olub bi gıll u gışş iksir-i hâs’ı pûte-i faka
Girift-i aşk olurlar bâş keserler tavk-ı teslime
Ezelden beste gelmişler visâk-ı ahd-u misâka
Yanarlar şem’i cânâne cihân-u cân bir yâna
Dönerler hemçu pervane virirler varın ihrâka
Gehfâzâd olub gamdan gecüb fikr-i dü’âlemden
Rebâb-u nâyi eylerler bedel takyıd-u itlâka
Bununla şehr-i Konya fahr ider İran-u Turana
Bu bık’a kıble-kâh-ı arzudur bunca uşşâka
Murûr-ı vakt ile hacet olub ta’mire bu hayrı
Müyesser kıldı hak Şâhenşeh-i pâkize ahlâk

Zihi kutb-ı himem sâhib-kerem Sultân Mahmud Han
Odur şems-i ziyâ-bahş-ı inayet cümle âfâka
Dil-i agâhı mail bittabi hayr-u meberrâta
Mübarek tab’ı mukbil adl’ü dâd-u rahm-u eşfâka
Kalemler münhasır ahkâm-ı adlin neşr-u tahrire
Hazâin sû besû meşgul atasın bezi u infâka
Cemâl-i şevketi tenvir-i sırr-ı sûre-i veşşems
Cebin-i tal’atı teşbîh-i rûşen subh-i berrâka
Muvaffak olduğu bişübhedir her kâr u bârından
İder her emrini tefviz zirâ rabb-ı hallâka
O şah-ı mu’ciz-âyinin nevâ-yı feyzidir herdem
İder bu nây-ı kilki böyle mazhar sırrı intaka
İki târih mülhem oldu Pertev matla’ı dilden
Sezadır benzedilse ferkadeyn şems-i işrâka
Yapıldı dergeh-i munlâ budur çün ka’be uşşâka
Tavafa gel du’a it yapdıran sultan-ı âfâka
Feyz alur dergeh-i Mevlânada Eser-i kilk-i yesârizâde
Nutk-ı niyaz bende-i işân Pertev-i nâçiz ü nâtüvân”

GÜMÜŞ KAPI

Huzur-ı Pîr’e bu kapıdan girilir. Kapı ceviz ağacından yapılmış olup iki kanatlıdır Kapıyı oluşturan ahşabın üzeri gümüş levhalar ile kaplanmıştır Kapının halkaları da işlemeli gümüştür Bu nedenle kapı “Gümüş Kapı” adıyla tanınmaktadır

Kapı adeta cilt kapağı gibi düzenlenmiş, panoların köşeleri ve ortalarındaki motifler kabartma olarak işlenilmiştir Motiflerin üzerine yapıldığında altın suyu çekilmişse de zamanla silinmeden dolayı altını büyük ölçüde kaybolmuştur.

Kapı kanatları üzerinde yer alan dört adet pano üzerinde yer alan kitabesinden anlaşıldığına göre, kapıyı Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Hasan Paşa H. 1008-M.1599 yılında yaptırmıştır.

Sadr-ı a’zam Muhammedin halefi
Vüzerâ serveti Hasan Paşa
Âsitânına bâb-t Monlânın
Etdi elf ü semânede ihdâ
(H.1008-M.1599)

Gümüş Kapının mermer kemerinin kilit taşı üzerinde yer alan hayat ağacı motifi

 

Sema’hâne
Sema’hâne 709 472 Hz. Mevlâna Dergâhı
Sema’hâne Bölümü, Dâhil-i Uşşak Bölümünün kuzey-doğu köşesinde, Mescid Bölümünün ise doğusunda yer alır. Bu bolümün mescid bölümü ile birlikte XVI. yy.da, Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapıldığı söylenilir.

Semahane Bölümünde 1996 yılında çürümeye yüz tutan taban döşemelerinin yenilenmesi sırasında, zeminde de bir araştırma kazısı yapıldı. Bu araştırma sırasında, Semâhâne’nin girişinde zeminde 8×8 m ebadında bir mekânın küçük taşlarla döşenilmiş yüzeyine, döşemenin doğusunda iki sıra halinde 8 adet mezara ve döşemenin kuzeyinde ince ve büyük taşlarla döşenilmiş yaklaşık bir metre eninde bir yola rastlanılmıştır Yapılan bu araştırma kazıları sırasında bol miktarda tamamen veya kısmen çürümüş ahşap hatıllar bulundu. Bulunan ahşap hatıllardan alınan numuneler, Amerika Cornel Üniversitesinden Peterjan Kuniholm tarafından “ahşap tarihlendirilmesi” yapıldı. Yapılan tarihlendirmede ahşapların kesim tarihlerinin 1571 yılı olduğu belirlendi. Kanunî Sultan Süleyman’ın ölüm tarihinin 1566 tarihi olduğunu. Semahane zemininde hatıl olarak kullanılan ahşapların kesim tarihlerinin de 1571 olduğunu kabul edersek. Semahane ve Mescidin Kanunî zamanında değil, oğlu Sultan II. Selim (1566-1574) zamanında yapıldığını söyleyebiliriz.

Binanın dışında sekizgen kasnaklı bir görünüm veren kubbe, zeminde, kuzey-güney sütunları arasında 12.35 m., doğu-batı sütunları arasında ise 11.80 m olan kareye yakın ölçülerde bir mekâna ulaşır. Kubbe, içeride her yönde ikişer adet olan sivri kemerler üzerine basmaktadır. Batı ve güneydeki kemerler birbirlerine gergi ahşapları ile bağlanırken, doğu ve kuzey yönündeki kemerlerin birbirine bağlanma işini, kadınlar mahfellerini oluşturmak için yapılan ara kat döşemeleri yapmaktadır.

Kubbenin ortasında, çok büyük daire şekilli zemin içerisinde, hattı, nebatî, rozet ve şemselerden oluşan motiflere yer verilirken içleri ve çevreleri rumi ve hatayi motiflerle doldurularak kubbede zengin bir kompozisyon elde edilmiştir. Bu daire şeklinin tam ortasında bir kabaranın etrafında adeta bir geometrik örgü oluşacak şekilde,  يا عالماً بحالى “Yâ âlimen bi-hâlî”(Ey hallerden haberdar olan) ibaresi altı kere tekrarlanmıştır Göbek kompozisyonunun motiflerinde kırmızı ve lacivert zeminler üzerine sarı, kırmızı ve yeşil renkler kullanılmıştır.

Kubbenin kasnağında ise kıvrımlı dallar üzerine kufî hatla

“Allahümme yâ muhavvilel havli vel ahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl.” (Ey hâlleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren büyük Allah’ım, bizi en güzel hâle çevir! Bize iyi hâller ihsan eyle! ) ibaresi kırmızı zemine beyaz renkle, beyaz zemine sarı renkle kuşak halinde bütün kubbeyi dolaşmıştır.

Semahane kısmında yapılan araştırma ve raspalar sonunda etek ve kubbelerde muhdes sıvaların altından orijinal kompozisyonlar ortaya çıkarılmıştır. Kubbenin kasnağında, etrafları hatayî motiflerle ve taçlarla süslenilmiş 8 adet küçük alçı pencere yer almaktadır. Bu pencerelerin zemin ve motifleri bir kırmızı bir beyaz renkle dönüşümlü olarak renklendirilmiştir.

Kubbenin köşe payelerine inerken oluşan üçgen şekilli dört pandantifi vardır. Sarı kıvrımlı dal ve yeşil renk dolgulu rumî yapraklardan oluşmuş motiflerle süslenilmiştir Ayrıca pandantiflerin içlerine müsenna olarak celî sülüs hatla “Allah, Muhammed, Ebubekr, Ömer, Osman, Ali” yazılmıştır.

Semâhâne’nin dört yönünde yer alan ikişer kemerinin ortadaki sütunlara basarken oluşturduğu kemer boşluklarına, koltuklarda adeta oturur şekilde resmedilen sikke motiflerinin içlerine, önce dört Mevlevî büyüğünün ismi istif edilerek yazılmış, sonrada ikisi koltuk şeklinin sağında ve solunda, birisi de koltuk şeklinin altında yer almak üzere yapılan daire şekilli madalyonların içlerine 12 imâmın ismi yazılmıştır.

Şimdi sırası ile her kemer boşluğuna yazılmış olan bir Mevlevi büyüğü ile, üç imâmın isimlerini sırası ile görelim.

Kuzey duvarı üzerindeki kemer boşluğunda;

Ortada Mevlevî büyüğü olarak;
Yâ Hazret-i Celâleddin Rumî Bin Sultanü’l Ulemâ
Sikke şeklinin içine ve sağ alt boşluğuna
Reseme Muhammed Mahbûb 1306 (M.1888) yazılmış
Sağda;
Yâ Hazret-i İmâm Alî Ettakî
Solda;
Yâ Hazret-i imâm Muhammed El-Mehdi
Altta;
Yâ Hazret-i imâm El-Askerî bin Hüseyn

Batı duvarı üzerindeki kemer boşluğunda;

Ortada Mevlevî büyüğü olarak;
Yâ Hazret-i Şeyh Hüsâmeddîn
Sağda;
Yâ Hazret-i imâm Alî
Solda;
Yâ Hazret-i imâm Hüseyn
Altta;
Yâ Hazret-i imâm Hasan

Güney duvarı üzerindeki kemer boşluğunda önce solda Allah, sağda Muhammed;

Ortada Mevlevî büyüğü olarak
Yâ Hazret-i Sultân Veled bin Mevlânâ
Sağda;
Yâ Hazret-i imâm Zeyn El-Abidîn
Solda;
Yâ Hazret-i imâm Ca’fer Es-sâdık
Altta;
Yâ Hazret-i imâm Muhammed El-Bâkır İbni Zeyn El-Abidîn

Doğu duvarı üzerindeki kemer boşluğunda;

Ortada Mevlevî büyüğü olarak;
Yâ Hazret-i Şeyh Şemseddîn Tebrizî
Sağda;
Yâ Hazret-i Musa El-Kâzım
Solda;
Yâ Hazret-i imâm Muhammed El-Takî
Altta;
Yâ Hazret-i İmâm Nakî

yazılmıştır.

Güney yönünde yer alan iki adet sivri kemerden birisi, Semahane girişi olarak kullanılmaktadır Kemerin altında yer alan gergi ahşaplarının üzerinde iki adet “tek parça mermerden yapılmış zincir” sergilenmektedir “Selçuklu Devrinde şehir giriş kapılarının üzerine, o şehirde yaşamakta olan insanların arasında, nedenli büyük sanatkârların var olduğunu anlatabilmek için, bazı sanat eserleri sergilenirmiş.” işte bu iki sanat eseri de, Konya şehrinin 12 giriş kapısından birisinin kenarına, “Konya’da ne denli güçlü sanatkârlar vardır anlaşılsın diye” asılmış olan iki eserdir.

İkinci kemerin zemini yerden 165 cm yükseltilmiş ve üzerine 75 cm yüksekliğinde çıta işçiliği ile kafes görünümü verilen çerçevelerle semahaneden ayırarak “Naat Kürsüsü” yapılmıştır. Kürsüye çıkış, Semâhâne’nin güney-doğu köşesindeki ahşap merdivenle sağlanılmıştır.

Semahanenin kuzeyinde alt katta yer alan iki adet erkekler mahfelinden biri, (küçük olanı) yerden 80 cm yükseltilmiş, ön tarafına 80 cm yüksekliğinde yapılan demir parmaklıkla ayrılmış ve ahşap merdivenle çıkış sağlanarak semâ musikisini icra edecekler için “mutrib” hücresi haline getirilmiştir.

Semâhâne’nin batı yönünde yer alan iki sivri kemeri, Mescid bölümü ile ortak kemerlerdir. Bu kemerlerin altlarına yapılan ince taş duvarlar zeminden 133 cm yükseltilmiş ve üzerine yapılan 210 cm yüksekliğinde demir parmaklıklarla mescid bölümünden ayrılmıştır.

Semahane’nin kemerlerin altında vitrinler vardır. Bu vitrinler çeşitli dönemlerde farklı eserler sergileniyor. Bazı dönemlerde, 1926 yılında Âsitâneden müzeye devredilen ahşap eserler, içlerinde Selçuklu devrine tarihlenen pek nadir bulunan rahleler, bazı astronomik olayların ve özellikle de namaz saatlerinin hesaplanmasında kullanılan usturlaplar, sedef kakma, kadife üzerine işleme ve oyma teknikleri ile yapılan çekmeceler ile, kömür ateşine hava üflemede kullanılan “Körük” sergilenmiştir. Selçuklu ve Osmanlı devirlerine tarihlenilen aralarında şamdanlar, kandiller ve şifa tasları gibi eserlerin yer aldığı madeni eşyalar, başta Mevlânâ’ya ait giysilerden kaftanı, namaz seccadesi, omuz atkısı gibi giysileri ile Sultan Velede ait deste-gül adı verilen gömleği, Şems-i Tebrizîye ait olduğu söylenilen serpuş ve alemler ile Memlüklular devrine ait olan “Şeffaf Cam Kandiller” sergilenmiştir.

Lihye-i Şerif Kutusu olarakta bilinen bu eser 17 Şubat 1955 yılında Konya’da bulunan Selçuklu Sultanlarının Türbesinde yapılan onarımlar sırasında pencere boşluğunun içerisinde bulunmuştur. Türbede teşhire konulan eser 16.3.1956 yılında Valilik tarafından Mevlana Müzesine verilmiştir. Hz. Peygamberin kestirdiği saç ve sakalının arkadaşları tarafından toplanılarak teberrüken saklandığı bilinen bir gerçektir. Bir cam fonus içerisinde konulmuş olan Sakalı Şerif kıymetli kumaşlarla sarılmış ve Sedef kaplı çekmece içerisine konulmuştur.

Semahane’nin doğu ve kuzey yönünde yer alan 4 kemerinin bitim noktaları ara kat ile ikiye bölünmüştür. Böylece semahanenin doğu ve kuzey yönünde yukarıda ve aşağıda ikişer adet olmak üzere toplam sekiz adet mahfel oluşturulmuştur. Yukarıdaki mahfellerin önlerine, yine çıta işçiliği ile kafes görünümü veren 123 cm yüksekliğindeki çerçeveler yapılmış ve bu mahfeller, kadınlar mahfeli olarak kullanılmıştır. Aşağıdaki dört mahfelin üçü ise erkekler mahfeli olarak düzenlenmiştir.

Kadınlar mahfellerinin güney-doğu köşesinde yer alan arka kapısından, semahanede Perşembe akşamları yapılan Mevlevî mukabelesine katılmak üzere hanımlar, kuzey-batı köşesinde yer alan bir diğer kapıdan da erkek seyirciler semâı seyretmek üzere alınmışlardır.

Halen alt katta bulunan erkekler mahfelinin duvarlarında, değerli halılar ve puşîdeler ile aplik seccadeler sergilenmektedir.

Sultan III. Selimin hediye ettiği Pûşîde

Pûşîde Sultan III. Selim tarafından 1205 H- 1790 M yılında, Mevlânâ’nın sandukası için yaptırılmıştır. 107×160 cm ebatlarındadır. Pûşîdenin malzemesi yeşil renk atlas kumaştandır.

Pûşîdenin işlemeleri gümüş sim ile yapılmıştır. Gümüş sim, işlemelerin ve motiflerin özelliklerine göre, çeşitli kalınlık ve görünümlerde kullanılmıştır. Gümüş sim bazen tek katlı, bazen üç katlı bükülmüş olarak, veya bükülmüş iki katlı sim, ince bir pamuk ipliği üzerine sarılmış olarak kullanılmıştır. Böylece işlemeler aynı malzeme ile yapılmış olmalarına rağmen, çeşitli görünümler elde edilmiştir.

Pûşîdede “Maraş ve Sırma İşi Teknikleri” ile işlenilmiştir. Bu husust işlemelere ayrıca bir güzellik verirken, işlemeyi yapan sanatkâra da büvük ölçüde hüner gösterme fırsatı tanımıştır. İşlemelerin malzeme ve işleme özelliği ve güzelliği bu pûşîdeyi “Bir işleme şaheseri” haline getirmiştir. Ancak aradan geçen 200 yılı aşan zaman içerisinde, gümüş simler kararmış, atlas kumaşta yer yer büyük ölçüde erimeler oluşmuştur. Bu nedenle de, Pûşîdenin muhteşem güzelliği farkedilemez hale gelmiştir.

Semâ-hâne

Meydân-ı Şerife semâ için çıkan semâzenlerin tennurelerinin açıldığı zaman, bir birine çarpıp dönüşü engellemeyecek genişlikte olan ve semâzenlerin ayaklarına giydikleri çorap mestin, dönüş sırasında (çark atmak) rahat hareket etmesini sağlayacak düzgünlük ve kayganlıkta olan her açık ve kapalı alana ” Semahane” diyebiliriz.

Ancak bir mevlevihânedeki ideal ölçülerdeki Semâ-hâneyi tarif etmek için, tarifte yer alacak şartname maddelerini çoğaltmamız gerekmektedir. Her ne kadar Mevlevîhânelerde bulunan Semahanelerin çoğunluğu, kare ve kareye yakın dikdörtgen şeklinde isede, ideal semahane daire, altıgen, veya sekizgen şeklinde olanlarıdır.

Daire şeklinde olan bir Semahanenin çapı kaç metre olmalıdır? Semâzenler Semâya, genellikle 3-5-7-9-11 gibi tek sayılarda çıkarlar. Ancak semâzen sayısının 7, hele 5 den az olması semânın görselliğini bozmaktadır. Bu duruma göre semahane mekânı, en az 6 m çapında olmalıdır Mevlevîhâneler içinde en ideal ölçülere sahip olan İstanbul Galata Mevlevîhânesi’nin Semahanesi sekizgen olup 11.80 m çapında, Kıbrıs Lefkoşe Mevlevîhânesinin Semahanesi ise, oval şekilde olup 6×9 m ebatlarındadır.

Semahanenin zemininin, birbirine geçmeli ceviz veya benzeri sert özellikli ağaçların ahşabından yapılmış olması, döşemesinin iyice zımparalanıp temizlendikten sonra verniklenmesi şarttır. Zeminin döşemesi granit veya mermerden de olabilir Her ne kadar semâzenler ayaklarına giydikleri çorap mestin zemine daha iyi uyum sağlayıp rahat kayması için, pudra serpmekte iseler de, zeminin kayganlık derecesinde vernikli olması daha uygundur. Zira her semâ yapıldıktan sonra, böyle hazırlanmış zemin üzerindeki kayganlık biraz daha artacaktır.

Semahane meydanının güney yönüne, çemberin hemen önüne şeyhin koyu kırmızı renkli postu serilirdi. Post geyik, kaplan, koyun ve tiftik keçisi gibi yumuşak tüylü, terbiye edilmiş hayvan derilerinden yapılırdı. Post daima makama işaretti. Bunun için.

Mevlevi Şeyhlerine de “Posta oturan” manasına gelen “Poşt-nişîn” denilmiştir

Tarikat inancına göre, postun beş köşesi, beş vakit namazı ifade ettiği gibi, her köşesinin de ayrı bir manası vardır.

Şeyh postu koyu kırmızı renkde olurdu. Çünkü koyu kırmızı renk zuhur ve tecelli rengidir Yine gece ” Şafak” denilen ve güneşin batmasıyla ortaya çıkan kızıllıkla başlar. Mevlânâ’da 17 Aralık 1273 tarihinde, güneşin battığı, ancak akşamın kızıllığının henüz devam ettiği bir saatte vefat etmiştir. Ayrıca kırmızı renk, mevlevîlikte makama işarettir işte bu nedenlerle Şeyh Postu, koyu kırmızı renkte olurdu.

Pir ve Şeyh postu da denilen Postnişin’in oturduğu kırmızı renkli posttan gayrı, Sultan Veled Postu, Sertabbah (Aşçı Dede) Postu, Sertarîk Postu, Meydancı Dede Postu, Ateşbâz-ı Velî Postu da vardı. Bu makam postları da kırmızı renkli olurdu.

Meydan kâinatı temsil eder. Koyu kırmızı renkli postun ucundan başlayıp, kuzeye doğru giden ve merkezden de geçtiği için, semâ alanını iki eşit parçaya bölen mevhum (görülmeyen-hayali) bir çizginin varlığından söz edilir ve çizginin Allah’a giden en kısa yol olduğu kabul edilirdi. Hatt-ı istiva denilen bu çizginin üzerine asla basılmazdı.

Hatt-ı İstiva çizgisinin kuzeyde çembere ulaştığı yerde, mevlevî müziğini icra eden heyet bulunurdu. Bu yere ” mutrib” veya “mutribhâne”, bu heyette yer alanlara ise ” mutribân” veya “mutrib heyeti” denilirdi. Mutribde ney, kudüm, rebab ve halîle mutlaka bulunurdu. Son zamanlarda ud, kanun, tambur gibi pekçok musiki aleti de mutribe girmiştir. Hatta Türkiye’ye gelen ilk piyano da, İstanbul Kulekapısı Mevlevîhânesinde bir semâ âyini sırasında bir defa icra heyeti içinde yer almıştır. Ancak piyanonun mevlevî musikisinin icrasına uygun olmadığı görüldüğünden, bir daha icra heyetine dahil edilmemiştir.

Ney, kudüm, rebab ve halileyi çalanlara Neyzen, Kudümzen, Rebabzen ve Halîlezen denilirdi.

Bütün âyinler Peygamber’e sevgiyi ve saygıyı ifade eden Naat denilen övgüyle başlardı. Onun için pek çok mevlevîhânenin Semahanesinde, Naathân için, naat kürsüsü denilen özel bir bölüm vardı. Naat kürsüsü olmayan semahanelerde, naathânda âyinhânlarla birlikte, mutribde yer alırlardı.

Kırmızı renkli postun sol tarafına, yani Semâhâne’nin batı yönüne, başta semâzen başının postu olmak üzere semâzenlerin postu, düzgün bir dizgi şeklinde yan yana yere serilirdi. Semâzenbaşı en başta yer alır, diğer semâzenler bu postların üzerine kıdem sırasına göre geçerlerdi.

Mevlevi Semâhânelerindeki bu dizilişe uymayan tek yer, Konya Mevlevîhânesinin yani Âsitânenin Semâhânesindeki diziliştir.

Âsitânenin Semâhânesinde semâ sırasında yukarıdaki resimdeki gibi dizilinirdi. Evvela koyu kırmızı renkli postun üzerinde duran Şeyh’in Postu güneye serildiğinde, Mevlânâ’nın sandukasına, dolayısı ile Mevlânâ’ya arkasını dönmüş gibi olacağından, post güneye değil, kuzeydeki sütunun önüne serilirdi. Bu semahanede Hatt-t istiva çizgisi postun uçundan başlamadığı gibi, semâ meydanını da iki eşit parçaya bölmez. Zira Hatt-ı istiva çizgisinin başlama noktası, mutribin çıkış merdiveninin hemen yanında yer alan Rubu tahtası şeklinde yapılıp yere raptedilmiş olan ahşabın önünden başlar Güneye doğru yani Mevlânâ’nın sandukasına doğru devam eder ve sandukanın baş tarafında biter Böylece kırmızı renkli post üzerinde oturan ve Mevlânâ’yı temsil eden postnişine gerek kalmaz. Zira, Mevlânâ’nın kendisi buradadır. Kuzeye serilen kırmızı renkli post üzerinde duran Postnişînin buradaki fonksiyonu, Mevlânâ’yı temsil etmek değil, yalnızca semâyı idare etmektir. Semâzenbaşı ve Semâzenlerin postları, yine, postnişînin solunda, ancak bu defa postnişînin kırmızı postu Mevlânâ’ya arkasını dönmemek için kuzeyde bulunan sütunun önüne serildiğinden, semahanenin doğu yönüne serilirdi.

Semâ ve Sima lügatlarda işitmek ve iyi şöhreti anılışı duymak anlamına gelir. Semâ etmek, müziğin ritmine uyarak vecde gelip dönmeye denilmiştir.

“Evvela semâm ehliyetini elde et. Ondan sonra semâ yap. Ben dün şekeri burnuma tuttum, fakat burnum şekerden bir şey anlamadı. Çünkü o anlamağa istidatlı değildi”(Hz. Mevlana – Eflaki’den)

“Kâmil bir Şeyhe semâ, beş vakit kılınan namaz ve Ramazan orucu gibi farzdır. Hâlis ve ikbâl sahibi mürîdlere iktidarları nisbetinde semâ mubahtır Şeyh ve mürîd olmayan ayak takımına ise haramdır “ (Hz. Mevlana – Eflaki’den)

 

Mescid Bölümü
Mescid Bölümü 1022 1024 Hz. Mevlâna Dergâhı

Mevlânâ Dergâhı’nın Mescidi, Semahane ile birlikte XVI.yy da yapılmıştır. Mescidin doğusunda Semahane, güneyinde Huzur-ı Pîr (Horasan Erleri), kuzeyinde Valideler Mezarlığı, batısında ise Son Cemaat Mahalli yer alır.

MESCİD kelime olarak “secde edilen yer manasına gelir.”

Caminin küçüğüdür diyenler varsa da, mescidlerde Minber olmadığı için Cuma Namazları kılınamaz. Bu nedenle Mescidi, “Kurum, kuruluş, mahalle, köy veya askeri birliklerde bulunan az sayıdaki müslüman cemaatin ibadet etmeleri için, çoğunlukla da ahşaptan yapılan ibadethanelerdir.” diye tarif edebiliriz.

Bir ibadethaneye minber ilave edilip camiye dönüştürülmesi, geçmişte padişahlık makamının iznine tabi idi. Bu izni almakda oldukça zordu. Örnek verirsek, 13. y.y. da, Selçuklular zamanında, Konya’da 300 adet mescide karşılık, yalnızca 7 adet cami vardı.

Mevlânâ Dergâhı’nın Mescidi, Semahane ile birlikte XVI.yy da yapılmıştır. Mescidin doğusunda Semahane, güneyinde Huzur-ı Pîr (Horasan Erleri), kuzeyinde Valideler Mezarlığı, batısında ise Son Cemaat Mahalli yer alır.

Son Cemaat Mahalli dört küçük kubbeden oluşur Bu dört küçük kubbenin, güney ve kuzeyindeki bitim noktaları, kesme taş duvarlarla kapatılmıştır Batı yönünde üç mermer sütun üzerinde, kesme taş ile yapılmış dört adet kemer yer almaktadır. Bu küçük kubbelerden güneyde yer alanı, sonradan bölünerek bir odaya dönüştürülmüş ve odaya Tilâvet Odası işlevi verilmiştir.

Son Cemaat Mahallini oluşturan duvar ve kemer taşlarının incelenmesinden anlaşıldığına göre, Son Cemaat Mahalli Tilâvet Odası ile birlikte, ancak Mescid ve Huzur-ı Pîr bölümlerinden ayrı bir zamanda yapılmış olmalıdır. Her ne kadar ikinci kemerin üzerinde ( Sene I Muharrem 1307), üçüncü küçük kubbenin içinden geçen tek şerefeli mescid minaresinin bedeninde ise, (1337 Rebîü’l-evvel) tarihleri varsa da, bu tarihler yapımla alakalı değil, minarenin ve son Cemaat Mahalli’nin tamirleri ile alakalı kitabelerdir.

Son Cemaat Mahalli’ni oluşturan üç küçük kubbe ve kemerden ikisinin altlarına gelen alanlar, zeminden 55 cm yükseltilerek doldurulmuş ve üzerleri kesme taş ile kaplanmıştır. Böylece ortada kalan kubbe ve kemer, giriş kapısına ulaşılan koridor görünümü kazanmıştır.

Mescidin Taç Kapısı mermerdendir 465 cm en ve 810 cm yüksekliğindeki Taç Kapının (portalin) kapı açıklığı basık kemerli olup, içeriye doğru bir metre kadar girinti yapmaktadır. Yanlara mukarnas kavsaralı birer mihrabiye açılmıştır. Gri ve beyaz mermerden zıvanalı (geçmeli) olarak örülen basık kemerin kitâbelik kısmı bugün boştur. Burada bulanan II.Mahmud’un mermerden kabartmalı olan tuğrası, 1926 yılında kaldırılmıştır.

Son Cemaat Mahalli ile birlikte Tilâvet Odası’nı oluşturan dört küçük kubbenin önünde, üzeri kurşunla kaplanılmış olan bir saçak da yer almaktadır

Taç kapının mukarnas dolgulu kavsarası zengin tutulmuş ve köşeliklere birer püskül sarkıtılmıştır Ayrıca giriş boşluğunun iki yanındaki köşelerde, birer sütunçe yükselmektedir. Gövdesi sade bırakılan sütünçelerin kaide ve başlıkları iki ters vazo formunda işlenilmiş olup, yüzeyleri geometrik ve bitkisel süsleme ve mukarnaslarla tezyin edilmiştir.

Mescid 12.80 x 13.70 m ölçülerinde, kareye yakın dikdörtgen şeklindedir. Bu dikdörtgenin içinden 11.20×12.20 m lik bölüm, zeminden 28 cm yükseltilerek bir podyum oluşturulmuş, namazlar burada kılınmış, zikir tesbihleri ile İsm-i Celâl (Zikir) burada çekilmiş.

MESCİDDE ZİKİR TESBİHİ NASIL ÇEKİLİRDİ?

Zikir Tesbihi daha çok abanoz, ceviz veya ıhlamur ağacından yapılırdı. Teşbihlerin taneleri iri, adedi ise 1001 olurdu. Tesbihin imamesi ve durakları “Mevlevi Sikkesi” şeklinde yapılırdı.

Zikir, Allah’ın isminin veya isimlerinden birkaçının tekrarlanması demektir. Sabah namazlarından sonra, ihya geceleri denilen pazar ve perşembe geceleri ile, kandillerde yatsı namazından sonra yapılırdı. Zikirler eğer zikir tesbihleri ile yapılırsa “Halkaya girmek” denilirdi.

Zikir yapılacağı zamanlarda Şeyh mihrabın önüne serilen kırmızı postun üzerine sırtı mihraba, yüzü cemaata dönük olarak otururdu. Dervişler ise daire şeklinde (Halka halinde) yere diz çökerek otururlardı. Oturma işlemi bitince, bir derviş zikir tesbihini getirir, imamesini öperek Şeyh’e verir, sonra da diğer tesbih tanelerini halka halinde yere sererdi. Dervişler kendi önlerinde olan tesbih tanesini öperek ellerine alırlardı.

Zikir Şeyh’in Besmele çektikten sonra, yüksek sesle “Allah” demesiyle başlardı. Dervişler her Allah dedikten sonra, ellerindeki tesbih tanesini sağa doğru yürüterek, kendi sağında oturan dervişe devrederdi.

Şeyh zikri kâfi görünce işaret verir, okunacak dua ve çekilecek gülbanktan sonra zikir biterdi. Sonra bir derviş yerde serili olan zikir tesbihini usulüne uygun olarak toplar ve yerine kaldırırdı.

* * *

Mescidin kuzey ve batısındaki duvarları moloz taşla yapılmış olup, duvarlar dıştan kesme taş ile kaplanmıştır iki duvar da içten sıvalıdır Bu iki duvardan kuzeyde bulunanın üzerinde dört, batı duvarının üzerinde ise iki adet pencere yer almaktadır Pencerelerden üstte yer alanları alçı, altta yer alanları ise ahşaptandır.

Mescidin güney ve doğusu açıktır Bu yönlerde bir sütun ve ikişer sivri kemer vardır. İki yöndeki dört sivri kemer ile batı ve kuzeydeki iki duvar, yukarıda bir kasnakta birleşmekte ve büyük bir kubbe ile son bulmaktadır. Kasnağın hemen üzerinde 8 adet alçı pencere yer almaktadır. Büyük kubbe dışta sekiz köşeli olup, kubbenin dış yan duvarları, araları derzli taş ve tuğla işçiliktir. Kubbenin üzeri kurşun kaplıdır.

Mescidin güneyinde iki kemerin kesiştiği kemer boşluğunda, defne yapraklı iki yuvarlak çelenk motifi içerisinde ” Allah” ve “Muhammed” yazılıdır, iki çelenk motifi arasında ise, kabartma olarak yapılmış meyve tabağı motifi yer almaktadır. Meyve tabağı motifinin altındaki dikdörtgen panonun içerisinde ise dergâhın tamamına yapılan rokoko süslerin ustasının adının ve yılının geçtiği kitabesine yer verilmiştir.

Mescidin kubbe kasnağına kufî hâtla ” Ayetel- Kursi”, kubbeye ise “char-ı yâr”ın adları yazılmıştır.

Mescidin içinde, bir tarafı kuzey duvarına dayalı olan, diğer tarafı ise üç adet ince sütun üzerine basan, kesme taştan yapılmış iki basık kemer üzerinde, Müezzin Mahfeli vardır. 1982- 1990 yıllan arasında yapılan onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında, Imagesütunların ve mahfelin ahşaplarının üzerlerine sürülmüş olan yeşil yağlıboyalar temizlenmiş, temizlenen yağlıboyaların altından XVII.yy’a tarihlenen orjinal nebatî ve geometrik motiflere ulaşılmıştır. Yine mahfelin altındaki duvarın üzerinde yer alan müsenna “HÛ” hattı da, badana tabakalarının altından çıkarılmıştır.

Mescid duvarının güney-batı köşesinde tek şerefeli minarenin küçük ahşap kapısı yer alır. Hemen üzerinde ” Mesnevîhân Kürsüsü” vardır. Dergâh açıkken, namazlardan sonra ” Mesnevîhânlar” tarafından buradan Mesnevi okunuyormuş. ImageBu kürsü üzerindeki geometrik motiflerde, yine yeşil renkli yağlıboyaların altından çıkarılmıştır.

Mescidin mihrabı güney duvarı üzerinde, sütunun önündedir. Mihrap 3.50 X 1.80 m ebadında ve gök mermerden yapılmış, mihrap alındığına (Buraya giren güven bulur) Âyet-i Kerîmesi kabartma olarak yazılmıştır.

Mescidin üç adet de kapısı vardır. Birincisi Son Cemaat Mahallinin girişindedir. İki kanatlıdır. Kanatlar 84 cm eninde ve295 cm yüksekliğindedir. Kündekârî tekniğinde yapılmıştır. Kanatların alt, üst ve yan yüzleri sade tutulmuş, aralarındaki geniş yüzeyler kuşaklarla panolara ayrılmıştır. Alt ve üstteki madeni ince kuşaklar bitkisel bezemelidir. Diğer iki ahşap kuşak daha kalın olup, yüzeylerine ajurlu metal kabaralar çakılmıştır. Alınlık kısmı iç içe geçmiş dikdörtgen silmelerle dekore edilmiştir. Yukarıdaki iki pano içerisine Kur’ân-ı Kerîm’in (Mescidler Allah’ındır Onun için Allah’tan başkasını davet etmeyiniz.) Ayeti kabartma olarak yazılmıştır.

İkinci kapı Semahane ile Mescid arasında ve Mescidin kuzey-doğu köşesindedir. Söveleri ve basık kemeri kesme taşla yapılmıştır. Kapı çift kanatlıdır. Buranın eski oyma çift kanatlı ahşap kapısı mescidin güney duvarı üzerinde halen teşhirdedir.

Üçüncü kapı mescidin güney- batı köşesinde, Huzur-ı Pir ile Mescid arasındadır “Çerag Kapısı” adı ile tanınır. Burdaki iki kanatlı kapı da ahşaptandır. Kapının kenarındaki söveleri ve üzerindeki basık kemerleri kesme taştan yapılmıştır.

 

Kibâbü’l-Aktâb
Kibâbü’l-Aktâb 1024 501 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kibâbü’l-Aktâb kutupların kubbeleri manasına gelir. Kubbe-i Hadrâ’nın batısında kalan 1. kısmı, 63 cm yüksekliğindeki mermer taş kaplama duvar ve duvar üzerine yapılan 70 cm yüksekliğindeki madeni parmaklıklarla ayrılarak, özel bir bölüm elde edilmiş ve Dâhil-i Uşşâkdan ayrılmıştır.

Kıbâbü’l- Aktâb’ın 6.80 x 14.50 m. ebatlarındaki bu ilk kısmına çıkış, kuzey-batı köşesinde yer alan iki basamaklı mermer merdivenden sağlanmaktadır.

Bu bölümde iki küçük kubbe yer alır Kubbeler doğuda ve kuzeyde sivri kemerlere, batıda ve güneyde ise iç yüzeyi sıvalı moloz taş duvarların üzerine basarlar. Birinci kubbenin tam ortasında daire şeklinde etrafı tığ, ortası nebati motifli bir madalyona, köşelerde ise yine daire şeklinde yapılmış madalyonların içerisine de Allah, Muhammed, Ebubekr ve Ömer hatlarına, 2. Kubbede yine ortada etrafı tığ, içi nebati motifli daire şeklinde madalyona, kenarlarında ise daire biçimli madalyonlar içerisine yazılmış Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin isimlerine yer verilmiştir.

Bu bölümün duvarları üzerinde üstte üç adet alçı, altta ise biri batı duvarı üzerinde, diğeri ise Niyaz Penceresi adı ile bilinen iki adet ahşap pencere yer alır. Güney duvarı üzerinde. Hasan Paşa Türbesi giriş kapısının hemen üzerinde yer alan alçı pencerenin yeri, 1982-87 onarımları sırasında sıva altından çıkmıştır Burada bulunan pencere, Hasan Paşa Türbesi yapılırken kaldırılmış ve yeri kapatılmış olmalıdır.

Batı duvarı üzerinde yer alan alttaki kapaklı ahşap pencerenin iki yanına biri ters, biri düz olarak “El-Müteâlî “ yazılırken, pencerenin üzerindeki madalyon içerisinde de “Besmele” hattına yer verilmiştir.

Güney duvarı üzerinde yer alan Hasan Paşa Türbe kapısının batı yanına “Yâ Vâlî”, kapının üzerindeki madalyon içerisine ise “El-Hâlık El-Bârî” müsenna olarak yazılmışlardır. Kapının kenarından başlayıp doğu istikametine doğru devam eden duvar üzerindeki 475×132 cm’lik siyah zeminli çerçeve içerisine ise, Allah, Muhammed, Ebubekr, Ömer, Osman, Ali yazılmıştır.

Bu duvar üzerinde yer alan Niyaz Penceresi’nin üzerine yine madalyon içinde ve müsenna şekilde “El-Hâlık- El-Bârî” hattına, pencerenin yanındaki duvar üzerine ise, yine müsenna hat ile “El-Hayy” ismine yer verilmiştir.

Birinci bölümde 29 adet mezar bulunmaktadır. Bu bölümde bulunan 29 mezardan dördünün kimlikleri belli değildir. Geriye kalan 25 mezardan 9’u Mevlânâ’nın soyundan gelen hanımlara, 15’i ise yine Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere aittir. Bu mezarlardan yalnızca bir adedi, Mevlevîlikte makam sahibi olan Çelebi Hüsameddin’e aittir.

Kıbâbu’l-Aktâb’ın ikinci kısmı da iki küçük kubbeden oluşur. Kubbeler güneyde ve doğuda moloz taş duvar üzerine basarlarken, batı ve kuzey yönünde sivri kemerler üzerine basmaktadırlar. Bu bölümde Dâhil-i Uşşak bölümünden 83 cm yüksekliğindeki mermer kaplama taş duvar ve üzerine yapılmış olan 55 cm yüksekliğindeki mermer şebeke ile ayrılmıştır.

Bu bölümde üstte üç adet alçı pencere, altta ise üç adet kapaklı ahşap pencere yer almaktadır Bunlardan güney duvarında yer alan ahşap pencerenin iki yanma, biri düz diğeri ters olarak “Yâ Vehhâb” yazılmıştır Doğu duvarı üzerinde yer alan 2 ahşap pencereden birinin bir kenarında müsenna olarak “El-Cabbâr” ve “El-Tebdi” yazılarına, diğer pencerenin iki yanında ise, düz ve ters olarak yazılmış “El-Bâkî” hatlarına yer verilmiştir.

Kubbelerin tam ortalarına, madolyon şekli verilmiş stilize bitkisel motifler yapılmıştır. Ayrıca kubbelerden birinin köşelerine Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, diğerine ise Hasan, Hüseyin, Osman, Ali yazılmıştır.

Kubbe-i Hadrâ’nın altında bulunan Mevlâna ve oğlu Sultan Veled’in kabirlerini de bu bölümde sayarsak, İkinci bölümde toplam olarak 31 adet kabir vardır. Bu bölümde bulunan 31 kabirden 6’sının kimlikleri belli değildir. Diğer kabirlerden üçü Şeyh Kerîmeddîn, Selâhattin Zerkubî ve Karaman Beylerbeyi Haşan Paşa‘ya aittirler ve soydan gelmezler .Yine burada üç adet de hanım kabiri vardır. Bunlar da Vesile Hanım (Osman Çelebi kızı), Zübeyde Hanım (Edhem Çelebi kızı) ve Emetullah Hanım (İbrahim Çelebi kızı) dır.

Diğer 19 adet kabir Mevlânâ’ya ve Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere aittir.

Kıbâbü’l- Aktâb bölümündeki toplam 60 kabirden 10 adedinin kimlikleri belli değildir. Kimlikleri belli olan 50 kabirden “4 u Mevlevi büyüklerine”, 12’si Mevlânâ’nın soyundan gelen hanımlara”, “34 adedi de Mevlânâ ve Mevlânâ’nın soyundan gelen erkeklere” aittir. Altı adet “Horasan Eri”ni de Mevlevi büyükleri arasında sayarsak, dergâhta toplam 66 adet kabir vardır.” Geçmişte bu mezarların arasına yalnızca Bevvaplar ile Türbedârlar girebilirlerdi. Postnişinler ile diğer dervişler giremezlerdi. 

AHŞAP SELÇUKLU SANDUKASI

Mevlânâ için yapılan ahşap oyma sanduka 2,91 m uzunluğunda, 1,15 m eninde, baş tarafında 2,65 m, ayak tarafında ise 2,13 m yüksekliğinde ve ceviz ağacından yapılmıştır.

Sandukanın üzerinde özellikle ölüm temalarına yer verilmiştir. Bu temaya uygun olarak Kur’ân-ı Kerîm’den ölümle alakalı Âyet-i Kerîmeler ile, Mesnevi ve Divân-ı Kebîr’den yine ölümle alakalı beyitler ve gazeller seçilmiştir.

Sandukada Selçuklu ahşap sanatında sık sık karşılaştığımız rumîler, kıvrım ve girift dal motifleriyle, geometrik desenler kullanılmıştır. Yazı ve motifler, şeritler veya panolar halindedir.

Sandukanın ustasının ismi ayak tarafında aynı zamanda kapak görevini yapan panonun üzerindedir Kitabede “Bu merkad. Tanrı affetsin. Selim oğlu Abdülvâhidin sanat eserlerindendir.” yazmaktadır

Bu sanduka 1565 yılında Kanunî tarafından Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin üzerine yeni ve büyük bir mermer sanduka yaptırılınca, kaldırılmış ve Mevlânâ’nın babası Sultânü’l Ulemâ Bahaeddin Veledin Horasan çamurundan yapılmış sandukasının üzerine konulmuştur. Kubbe-i Hadrâ’nın ön cephesinden bakılınca, kubbenin kuzey-doğu sütununun hemen yanından, yalnızca 291 cm yüksekliğindeki ahşap sandukanın ön cephesi görülmektedir. Sandukanın ön cephesi, halen Mevlânâ’nın üzerindeki sandukaya nazaran çok yüksek olduğundan, “Mevlânânın cenazesi türbesine defin için geldiğinde, babası oğlunun ilmine hürmeten ayağa kalkmış” şeklinde bir halk rivayeti oluşmuştur

Sanduka üzerine oyularak yazılmış olan Divân-ı Kebîr’den ölümle alakalı bir gazel.

1- Öldüğüm gün, benim tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihanın derdi var sanma.

2- Bana ağlama, yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen, vah vahın sırası o zamandır. Yazık yazık o zaman denir.

3- Cenazemi gördüğün zaman ayrılık, ayrılık deme. Benim buluşmam, görüşmem zamanıdır.

4- Beni mezara koyunca elveda, elveda deme. Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.

5- Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneş ve aya batmadan ne ziyan gelir ki.

6- Sana batma görünür ama, o doğmadır. Mezar, hapishane gibi görünür ama, canın (hapisten) kurtuluşudur.

7- Yere hangi tohum ekildi de, tekrar bitmedi. Neden insan tohumuna gelince, bitmeyecek zannına düşüyorsun.

8- Hangi kova kuyuya salındı da, dolu olarak çıkmadı. Can Yusuf’a kuyuya düşünce niye ağlasın.

9- Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Çünkü artık hay-huyun, mekânsızlık aleminin boşluğundadır.

Kubbe-i Hadrâ
Kubbe-i Hadrâ 1024 683 Hz. Mevlâna Dergâhı

Mevlânâ’nın Türbesi külliyenin ilk ve en önemli yapısıdır. Hz. Mevlânâ 17 Aralık 1273 tarihinde vefat edince, babası Sultanü’l-Ulemâ Bahaeddin Veledin baş ucuna defnedildi.

Mevlânâ’yı sevenlerden Alâmeddin Kayser, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Velede müracaat ederek “Mevlânâ’nın üzerine bir türbe yaptırmak istediğini” söyledi. Sultan Veled, babası Mevlânanın kabri üzerine türbe yapımına karşı çıkmadı. Bu fikir Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı ve Müineddin Pervane’nin kızı Gürcü Hatun tarafından da desteklendi. Kendisi de 80 bin dirhem verdi. Ayrıca Kayserin malından da 50 bin dirhem tahsis etti. Türbenin yapımına Tebrizli Mimar Bedreddin’in denetimde başlanıldı ve 160 bin dirhem harcanılarak türbe tamamlandı.

Türbenin yapımı yaklaşık bir yıl sürdü. Türbe 1274 yılında, dört adet fil ayağı denilen kalın sütun üzerine, yalnızca güney yönü kapalı olmak üzere tamamlandı, içi alçı kabartmalarla süslenen türbenin, dışardaki 16 dilimli külahı, “Turkuaz renkli çinilerle” kaplandığı için, türbe “Kubbe-i Hadrâ” (Yeşil Türbe) ismini aldı.

Bugünkü 16 dilimli gövde ve külahının Karamanoğlu Alaeddin Bey tarafından yapıldığını, Şikârînin Karamanoğlu Tarihinden öğreniyoruz. Dış görünüşü ile silindir şeklinde inşa edilen türbenin gövdesi, dikey ve bombeli olarak 16 dilime bölünmüş, üzerine koni şeklinde yine 16 dilimli bir sivri külah oturtulmuştur. Yeşil Türbe’nin çinileri 1963 yılında Kütahya’da yaptırılmıştır. Gövde ile sivri külah arasına, gövdeyi çepe çevre çevreleyen bir şerit halinde, sülüs hatla Âyete’l-Kursî yazılmıştır.

Türbenin sivri külahı üzerine ise, içinde sikke motifi de bulunan bir alem, 8 mikron altınla kaplanarak konulmuştur. Türbenin yapım kitabesi yoktur.

Türbe Selçuklu tipindedir Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin cesetlerinin defnedildiği mahzenin-(kriptanın) giriş merdivenleri, türbenin kuzeyindedir Merdivenlerin sonunda mahzende yer alan kriptanın kapısı, önüne yapılan bir duvarla kapatılmıştır Bu nedenle kriptanın ve giriş kapısının mimarî özellikleri hakkında bilgi veremiyoruz.

Dört adet fil ayağı denilen kaim sütun üzerinde yükselen türbenin, yalnızca güney yönünde bir duvar vardır. Türbenin duvarı, sütunları, kemerleri ve yıldız tonozlu üst örtüsü, mala-kârî tarzında alçı üzerine kırmızı, yeşil, mavi ve altın yaldızlı kalem işi süslemelere sahiptir. Burada bulunan süslemelerde, simetriye yer verilmiş, geometrik, bitkisel ve hattı motifler bir arada kullanılmıştır. Motifleri Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar, hatta Cumhuriyet devrinde zaman zaman elden geçirilmiştir.

Türbede bulunan son süslemelerin kitabesi, Türbenin güney duvarı üzerindedir Celî Sülüs Hatla kabartma olarak yazılan kitabenin türkçesi şöyledir;

“Yeşil Kubbe, Mehmet Han’ın oğlu, kendisinden yardım talep edilen, Allah tarafından saltanatı teyit edilen Sultan Bayezid’in hükümdarlığı zamanında, zayıf kulu, Halepli Mehmet oğlu Mevlevi Abdurrahman eliyle nakşedilmiştir.”

Kitabeden de anlaşıldığı gibi nakışlar, II. Bayezid devrinde Halepli sanatkâr Abdurrahman tarafından yapılmıştır.

Türbenin güney duvarı üzerinde yer alan alçı pencerenin üzerinde ve iki yanında servi, hurma ve nar ağaçları ile yapılan “Cennet Teması”, devrinin tüm özelliklerini göstermektedir.

Mevlânâ Müzesi’nin nakkaş, oymacı, müzehhip ve hattat olan ilk müze müdürü M. Yusuf Akyurt, (1926-1941) 1933 tarihli bir raporunda;

“1933 senesinde müzenin bazı aksamı evkafça tamir olduğu sırada, Yeşil Kubbe’nin şimalî- garbi tarafında köşede 3.5 metro tol ve 2.75 metro enindeki nakışları ve sıvaları kamilen dökülmüş ve bu sahadaki sülüs celisiyle kufî yazılar dahi eskimiş idi. Bu eski nakışları ve yazıları Konya’da tersim edecek bir nakkaşın mevcut olmaması nedeniyle, tarafımdan tersim ve ihzar edilmiş, diğer üç köşenin nakış ve yazılarından tefrik olunamayacak bir hale getirilmiştir” diyor.

Yine 1982-1987 yılları arasında müze Derneğince yaptırılan onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında “Türbenin kuzey-doğusundaki sütunun alt tarafında tamamen dökülmüş bir bölümün, güneydoğusundaki sütununun ortalarındaki dökülmüş nakışların ve sıvaların yenilenmesi ile, Mevlânâ ve oğlu Sultan Veledin hemen arkasında yer alan ve iki sütun arasını tamamen kaplayan ahşabın üzerindeki yağlı boyaların temizlenmesi ve altlarından yeni motiflerin çıkartılma işlemleri, Manisalı usta Mustafa Baytal tarafından yapılmıştır.”

Mevlânâ buraya defnedilince üzerine konulmak üzere 1274 yılında bir ahşap sanduka yapılır. Ancak bu Selçuklu şaheseri ahşap sandukanın, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veledin 11 Kasım 1312 yılında ölüp Mevlânâ’nın yanma defninden sonra, kaldırılma gereği ortaya çıkar Zira yapılan ahşap sanduka tek bombeli, yani tek kişiliktir, ancak iki mezarın birden üzerinde durmaktadır işte bu nedenle ahşap oyma Selçuklu sandukası, Mevlânâ ve Sultan Veledin mezarlarının üzerinden kaldırılır. Yerine Kanunî Sultan Süleyman tarafından yüksekliği 90 cm, eni ve boyu 310×380 cm olan gök mavisi mermerden yeni bir sanduka, 1565 yılında yaptırılır. Sonrada örtünün altında iki mezarın bulunduğunun işareti olarak, iki küçük ahşap sanduka yapılır ve mermer sandukanın üzerine konulur.

Mermer Sanduka’da kitabe yoktur. Kitabe özellikle konulmamış olmalıdır. Üzeri iki bombeli mermer sandukaya eğer kitabe konulacak olsa idi, üç adet kitabe birden konulması gerekecek idi. Bu kitabelerden birisine Mevlânâ’nın ölüm tarihi, birisine Sultan Veledin ölüm tarihi, üçüncüsüne de mermer sandukanın yapım tarihi yazılmalıydı. Bir sanduka üzerinde üç kitabenin fazla olacağı düşüncesiyle olsa gerek, yeni yapılan mermer sandukaya hiç kitabe konulmamış. Mevlânâ’nın ve oğlu Sultan Veledin ölüm tarihlerini gönüne kadar bildiğimize göre, sandukaya kitabe konulmayışı, yalnızca mermer sandukanın yapılış tarihini bilmemizi önlemiştir Bu husus aradan geçen yıllardan sonra sandukanın yapılış tarihinin unutulmasına sebep olmuştur.

Mermer sandukanın üzerindeki Pûşîde, deri üzerine koyu kırmızı renkli atlas kumaşla kaplanılarak yapılmıştır Atlas üzerine yapılan işlemeler, maraş ve sarma işi tekniklerinde altın sırma sim ile kabartma olarak işlenilmiştir.

Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Pûşide

Pûşîde II. Abdülhamid tarafından 1312 H – 1896 M yılında Mevlânâ ve oğlu Sultan Veled’in sandukaları için yaptırılmıştır. Pûşîde’yi yaptıran II. Abdülhamid, Pûşîde’nin ayak tarafına Sultan III. Selim’in tuğrasını işlettirmiştir. Pûşîdelerin hatları Hasan Sırrı’ya aittir. Örtünün üzerinde Ayete’l- Kursî, Esma-ı Nebî, Lafza-i Celâl ve Fatiha sureleri yazılıdır.

Pûşîdenin üzerinde aynı zamanda bitkisel gül ve lale motiflerine yer verilmiştir.

Kollu Şamdan

Müzenin 398 envanter nosunda kayıtlıdır. Eser XVI. yy’da Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa (Ö.1580) tarafından Konya Mevlevi Dergâhına hediye edilmiştir.

Şamdan gümüş kaplamalı geniş kaidesi üzerinde, 4 parçadan oluşur Yüksekliği 126 cm, ağırlığı 73 kgr, kaidesinin çapı 72 cm’dir.

Şamdanın armudî boyun kısmının alt ve üst kısmında şamdanın kollarının takıldığı, dökümden yapılmış bronz yivli bir bilezik yer almaktadır Bu yivli bileziğe altta 8 adet büyük kol ile, üstte 8 adet küçük kol takılmaktadır Büyük kollar 66 cm, küçük kollar ise 50 cm uzunluğundadır Şamdanın 16 kolunun her birisinin gövdesi ejder figürü şeklinde tasarlanmıştır Ejderin vücudundan çıkan kollar, lale, karanfil gibi bitkisel motifler ve bunlar arasında bulunan kuş figürleri ile süslenmiştir Kollar, ejderin kuyruğu arasında yer alan haşhaş kozalağı ile son bulmaktadır.

16 kollu şamdanın, kişinin ruhunu tanrıya yükselttiği, kuşların insan ruhunu, haşhaş kozalaklarının ebedi uykuyu ve cenneti temsil ettiği, ejderin ise ölümsüzlüğü sembolize ettiği söylenilmektedir.

GÜMÜŞ ŞEBEKE

Gümüş Şebeke litaratürde “Gümüş Kapı”, “Gümüş Eşik”, “Sim-pâye”, “Gümüş eşik ve Şebeke” ve “Gümüş Şebeke” olarak geçmektedir. Biz bu isimlerden “Gümüş Şebeke”yi seçtik. Zira müzede iki tane gümüş kapı vardır. Ayrıca burada bulunan gümüş şebekeyi, hemen gümüş şebekenin altında bulunan “Gümüş Eşik” ile birlikte düşünmekte yanlış olur. Zira ikisinin malzemeleri aynıdır, ama işlevleri ayrı ayrıdır.

Gümüş şebeke üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, iki gümüş baba arasında yer alan bir panodan ibarettir. Pano 50×78 cm ebatlarındadır. ikinci bölüm iki gümüş baba arasında üç panodan oluşur Panolar 46×78 cm ebatlarındadır. Üçüncü bölüm ise aynı zamanda kapı görevini üstlenmiştir. Biri mermer, birisi gümüş iki babanın arasında yer alır 46x78cm ebatlarında iki pano ve bu iki panonun üzerinde yer alan, yüksekliği 40 cm, taban uzunluğu 89 cm olan bir adet üçgen panodan oluşmaktadır. Dikdörtgen şeklinde olan 6 panonun çerçeveleri de, 5 cm eninde ve gümüştendir. Panoların içleri, 1 cm çapındaki yuvarlak gümüş çubukların dikine ikiye ayrılması ile elde edilen parçalarla, kafes görünümü verilmiştir.

ImageGümüş babaların şekli ve üzerlerindeki palmet motifleri, burada daha önceden varolduğunu zannettiğimiz mermer şebekenin babasına benzetilmiştir Panoların iç ve dış yüzeyleri yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiş, ara arada şemse motiflerine yer verilmiştir.

Panonun üst kısmında eni 89 cm, yüksekliği 39,5 cm olan bir üçgen alınlık yer almaktadır Bu üçgen alınlığın altı iki panodan oluşmakta ve üçgen alınlıkla birlikte aynı zamanda kapı görevi yapmaktadır.

Üçgen alınlık önce 11 adet dikey sütuna bölünmüş, daha sonra oluşan bu dikey sütunlar sıra ile 2, 5, 7, 7, 5, 2 şeklinde enine çizgilerle bölünmüştür Kalın dikey ve ince yatay çizgilerle elde edilen 7×2,5 cmlik bölümlerin her birine, “Kıt’a-i Kebîre”nin bir beyti, Rik’a hattıyla yazılmıştır Yalnızca 6 ve 7. sütunların üzerinde kalan üçgen şeklindeki 17×3,5 cm’lik panoya, “Kelime-i Şahadet”, üçgen panonun en üst kısmında yer alan 9 cm yüksekliğindeki palmet şekilli bölmeye ise, “Allah” yazılmıştır. Beyitlerin araları yazıya engellemeyecek şekilde çiçek motifleriyle bezenmiştir. Panonun arka yüzünde ise yalnızca küçüklü büyüklü palmet ve çiçek motiflerine yer verilmiştir.

Gümüş Şebeke 1006 H-1597 M yılında, Maraş Valisi Mahmud Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yaptırılış nedenini anlatan “Kıt’a-i Kebîre”, Şair Manî tarafından yazılmış, hattat Mirza Ali hatlarını yazıp istifini yapmış, Kalemkâr İlyas adlı bir usta da, hatların ve motiflerin gümüş levhalar üzerine geçirme işlerini üslenmiştir.

Burada şair Manî’nin yazdığı 32 beyitlik Kıt’a-i Kebîre’nin okunuşunu ve beyit beyit açıklamasını vermek çok yer tutacağından, kısaca özetini verelim;

Maraş Valisi Mahmud Paşa, Mevlânâ’nın Türbesi’nde dua eder “Ben de padişah ile birlikte sefere katılırsam ve muzaffer olarak dönersek ve vezirler mertebesine veya yüce bir mertebeye erersem, varımı yoğumu harcayıp bu kapıyı gümüşten yaptırayım, der. Bu istek ve dilekleri duyan Valide Sultan (Safiye Sultan), Mahmud Paşa’nın başkalarıyla birlikte vezir olabilmesi için, kendisinin himmetine muhtaç olduğunu anlar. Gereği için oğluna yani Padişaha söyler. Bütün dileklerine kavuşan Mahmud Paşa da, Mevlânâ’nın yattığı yere bir gümüş kafes yaptırır.”

Gümüş Merdiven – Gümüş Eşik

Gümüş Eşik ve Sim-Pâye (Gümüş merdiven) olarak tanınır Gümüş iki basamaktan oluşur Basamaklar 57×28 cm. ebatlarında ve 23 cm yüksekliğindedir

Eşikler yapının temeli ve dervişlik makamı kabul edilir. Bu nedenle mukaddestir. Üzerlerine basılmaz ve oturulmaz.

Mevleviler dergâh açıkken özellikle Şeb-i Arûs törenlerinde buraya huşu içerisinde gelirler, dualar okurlar, niyazda bulunurlar ve bu gümüş merdiven ayağını gözyaşlarıyla ıslatırlardı.

 

 

Huzur-i Pir
Huzur-i Pir 1024 683 Hz. Mevlâna Dergâhı

Gümüş kapıdan bizim kısaca “Huzur” dediğimiz, 28.10X13.70 m ebatlarındaki dikdörtgen şeklindeki yaklaşık 350 m2’lik bir mekâna girilir.

Bu mekânda başta külliyenin ilk yapısı olan Kubbe-i Hadrâ, Mevlânâ’nın, aile efradının ve mevlevî büyüklerininde mezarlarının bulunduğu Kıbâbü’l-Aktâb ue Post Kubbesi’nin de içinde bulunduğu Dâhil-i Uşşak bölümü ile, ikili ve dörtlü Horasan Erleri’nin mezarları yer almaktadır Tabi bu büyük mekân, mimarî özellikleri bir yana, levhalarla, örtülerle, kandillerle, hatlarla süslenmiş durumdadır.
Huzûr-ı Pir Bölümü 6 parça

1. Dahil-i Uşşak

2. 2’li Horasan Erleri

3. 4’lü Horasan Erleri

4. Kibâbü’l Aktâb’ın batı bölümü (1)

5. Kibâbü’l Aktâb’ın doğu bölümü (2)

6. Kubbe-i Hadrâ

Horasan Erleri
Horasan Erleri 800 533 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kademât-ı Pir (Pîr’in mertebeleri), Huzûr-ı Pir (Pir’in huzuru) veya Dâhil-i Uşşak (Aşıkların içi) diye bilinen koridorun, Semahane girişi ile, Mescid girişinde yer alan “Çerağ Kapısı” arasındaki kalan bölümü, yerden 60 cm yükseltilerek seki haline getirilmiş ve iki ayrı bölüm halinde Horasan Erleri’ne ayrılmıştır.

Birinci bölüm 150x475cm, ikinci bölüm ise 150x450cm ebatlarındadır. Birinci bölümde iki, ikinci bölümde ise dört adet üzerleri işlemeli örtüler ile örtülmüş sandukalı mezar vardır. Bu sandukalı mezarlara defn edilenlerin kimlikleri belli değildir. Ancak Mevlânâ ve babası ile birlikte Horasan’ın Belh şehrinden göçüp gelen erenlerden oldukları söylenilir. Bu nedenle de kendilerine, “HORASAN ERENLERİ” ismi verilmiş, zamanla bu isim söyleniliş kolaylığı nedeniyle, “HORASAN ERLERİ”ne dönüşmüştür.

Horasan Erleri’nin yer aldığı iki bölümde, kuzey yönünde yer alan Mescid Bölümü’nden önce, altta üzeri oyma motifli 160 cm yüksekliğinde ve 18 cm kalınlığında kesme taş duvarla ayrılmıştır. Sonra duvarların üzerine 105 cm yüksekliğinde çeşitli ebatlardaki içleri çıta işçilikli kafes görünümü verilmiş, çerçeveler konulmuştur

Birinci bölümde ikili Horasan Erleri’nin ayak ucunda, ilhanlı Hükümdarı’nın yaptırdığı “Nisan Tası” teşhir edilirken, duvarlarda da değerli hattatların levhaları yer almaktadır. Horasan Erleri’nin yukarısında bulunan zincirlerde ise, hepsi birer şaheser olan cam, telkari ve dökme işçilikli kandiller sergilenmektedir.

NİSAN TASI

Müze Envanteri’nin 384 no’suna kayıtlı olan “Nisan Tası” üzerindeki kitabesine göre İlhanlı Hükümdarı Ebû Sa’id Bahâdır Han tarafından Musul’da yaptırılmış ve Emir Sungur Ağa’nın aracılığı ile, 734 H -1333 M. yılında Mevlânâ Dergâhına hediye edilmiştir.

Nisan Tası 33.375 kg. ağırlığında ve 135 cm yüksekliğindedir. Bakırdan yapılmıştır. Kapak, gövde, bilezik ve kaide olmak üzere dört parçadan ibarettir Kapağın üzerinde, kuyruğu kırılmış olan bir horoz heykeli yer alır.

Kapak ve gövdede, Ebû Sa’îd Bahâdır Han için kûfî hât ile yazılmış övgü dolu şiirler vardır Ayrıca bedende yer alan 6 adet pano üzerinde, altın ve gümüş kakma sanatı ile yapılmış geometrik ve nebatî motiflere, başta ördek, kuş, kurt, keçi, tavşan, at, tazı gibi av hayvanları ve av sahneleri yanında, bazı tarihi olaylara, hükümdar, elçi ve cariyelerden oluşan toplantı ve eğlence motiflerine yer verilmiştir

Mevlânâ Müzesi’nin 1941-1954 yılları arasında müdürlüğünü yapmış olan M. Zeki Oral, 1954 yılında yazdığı ve T.T. Kurumunca bastırılan “NİSAN TASI” adlı kitapçığında, “NisanTası’nın kullanımı ve yeri” konusunda şöyle diyor:

NİSAN TASININ ADI

İhtiyar Mevlevilerin anlatışlarına göre Nisan Tası, Dergâh içinde ve Horasan Erleri kabirlerinin ayak ucunda, yani bugün methalden mescide geçilen kapının yanındaki, yüksekçe yerin nihayetinde bulunurdu.

Nisan yağmuru milli gelenek halinde uğurlu sayıldığı gibi, mevleviler de pek mübarek tutarlardı. Dergâhta bu yağmurdan, büyük kazanlara bol miktarda toplanır, üzerine dualar okunur. Çelebi evlerine ve büyük memurlara dağıtılırdı. Halktan isteyenlere de verirlerdi. Nisan Tasına toplanan suya, Hazreti Mevlânâ’nın sarığının ucu, taylasanı batırıldığı için destar suyu da denilirdi. Suyun iç sıkıntılarını gidermek için, şifa niyetine verildiği gibi, tarlalara bereket için saçıldığı da olurdu. İşte bu güzel eserin içine Nisan yağmuru konduğu için, adına Nisan Tası denilmiştir.

Dâhil-i Uşşak
Dâhil-i Uşşak 1024 407 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kısaca Huzûr-ı Pîr de denilen Dâhil-i Uşşak, 7×26 m ebatlarında, batıdan doğuya doğru uzanan dikdörtgen şeklinde bir salondur.

Salonun batısında Tilâvet Odası, kuzeyinde sırası ile Mescid girişinde yer alan Çerağ Kapısı, ikili ve dörtlü Horasan Erleri ile Semahane girişi yer alır. Salonun doğusu ve güneyi, Kıbâbü’l Aktâb (Kutupların Kubbeleri) denilen, Mevlânâ’nın, soyundan gelenlerin ve Mevlevi büyüklerinin mezarlarının bulunduğu bölümle çevrelenir.

Salonun güneyinde ve kuzeyinde, üçer adet sütun bulunmaktadır. Sütunlardan kuzeyde olanlar Semahane ve Mescid ile, güneyde olanları ise Kıbâbü’l-Aktâb ile ortak sütunlardır. Kuzeyde bulunan üç sütundan ikisi aynı zamanda Post Kubbesi’nin sütunları olduğu için, Beylikler Devrinde yapılmıştır, güneyde yer alan üç sütundan ikisi ise aynı zamanda Kubbe-i Hadrâ’nın sütunları olduğu için, 1274 yılında yapılmıştır diye tarihleyebiliyoruz.

Dâhil-i Uşşak ile Semahane ve Mescid arasında üç adet ortak sütuna, Semahane ve Mescid XV7. yüzyılda yapılırken, birazda statik kaygılarla kesme taştan takviyeler yapılmıştır Semahane ve Mescid ile Dâhil-i Uşşak arasında bulunan kemerlerin, ortak değil ayrı ayrı oluşuna dayanarak, “Dâhil-i Uşşak bölümündeki iki küçük kubbe ile, Kibâbü’l Aktâb bölümünde bulunan dört küçük kubbenin XVI. yy’dan önce yapılmış olduklarını, ancak Semahane ve Mescidin XVI. yy’da yeniden yapımı sırasında büyük ölçüde elden geçirildiğini ve tadilata uğratıldığını”söyleyebiliriz.

Dâhil-i Uşşâk’da bulunan 6 sütun üzerinde üç adet küçük kubbe yer alır. Kubbelerden sütunlara iniş, sivri kemerlerle olmaktadır Sivri kemerler birbirlerine kalın ahşap gergiler ile bağlanmıştır Burada bulunan üç küçük kubbeden ikisinin üzerinde bulunan 8 adet dairevi madalyonun içine, Celî Hatla, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin, ikinci kubbeye ise Allah, Muhammed, Ebubekr ve Ömer yazılmıştır.

Üçüncü küçük kubbe Beylikler Döneminde yaptımıştır. Ortasında ayrıca Aydınlık Feneri de bulunan kubbe, mukarnaslı ve tonozludur. Bu kubbeye “Post Kubbesi” de denilmektedir. 1982-87 yılları arasında yapılan onarım ve restorasyon araştırmaları sırasında, kubbe sıva ve badanalarının ve XX. yy’ın başlarında yapıldığını tahmin ettiğimiz rokoko süs ve motiflerin altından lale ve çeşitli stilize bitki motifleri çıkmıştır Çıkan bu motifler XVI. yy’a tarihlenmiştir.

Post Kubbesi, Kubbe-i Hadrâ’nın kuzey bitişiğinde yer aldığı ve aynı zamanda altında Gümüş Eşik ve Gümüş Kafesde bulunduğu için, buraya “Kademât-ı Pır” (Pîr’in makamları) ve “Huzûr-ı Pir” (Pîr’in huzuru) de denilmiştir

Post kubbesinde bazılarına göre Paşabahçe cam fabrikasının ilk mamulatlarından olan, bazılarına göre ise Bohemya Kristali olan büyük bir avize asılıdır Avizenin içindeki 3 cm çapında ve 6 cm uzunluğundaki gümüş boru üzerinde yazılı olan, “Cenâb-ı Hazret-i Mevlâ’nın bendesi Sahib’in hediye-i nâçizânesidir. Sene 1327. Receb-i Şerif Yevm Pazarirtesi” kaydından, avizenin 1327 H -1911 M yılında. Sahip tarafından hediye edildiğini anlaşılmaktadır.

Dâhil-i Uşşak bölümünün güneyinde, birisi Kubbe-i Hadrâ’nın kuzey-batı köşesinde bulunan fil ayağının (sütun) üzerinde, diğeri ise Dâhil-i Uşşak ile Kıbâbü’l Aktâb bölümleri arasındaki Çelebi Hüsameddîn’in sandukasının hemen önünde yer alan sütunun üzerinde olmak üzere, iki adet mihrap vardır.

I. Mihrap Kubbe-i Hadrâ’nın kuzey-batı köşesindeki sütunun içerisine oyularak yapılmıştır.

Mihrap nişi beş köşelidir Alınlığı yine beş sıra mukarnas dizisiyle kademelendirilmiştir. Mihrap nişinin iki yanında yer alan sütunçelerin üzeri, zikzak motifleriyle bezenmiştir. Mihrap alınlığının iki yanma birer buket çiçek resmedilmiştir. Mihrabın diğer bölümleri, stilize, nebatî ve geometrik motiflerle süslenilmiştir. Mihrabın hemen üzerinde ise, kırmızı zeminli çerçeve içinde alçı kabartma olarak yapılmış, sonra altın yaldızla boyanılmış, “Kelime-i Tevhid” yazısına yer verilmiştir.

II. Mihrap , Çelebi Hüsameddin’in önündeki sütunun üzerine, gri ve ak mermer kullanılarak yapılmıştır. Mihrabın alınlığındaki orta boşluğa ak mermer yerleştirilmiş, iki yanma ise birer adet dilimli sütünce yapılmıştır Mihrabın alınlığında Kur’ân-ı Kerîm’in (Buraya giren güven bulur) Âyeti kerimesine yer verilmiştir.

Dâhil-i Uşşak Bölümünün batı duvarı üzerinde bulunan yarım daire şekilli “Alçı Pencere” de, 1982-87 yılları arasında yapılan onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkartıldı. Onarım sırasında duvar üzerindeki sıva altından tuğla ile örülmüş bir pencere yeri ortaya çıktı. Tuğla örgüler kaldırılınca, bir pencere boşluğu, pencere boşluğunun içinden de, eskiden “Burada bulunan eski pencerelere ait iki ayrı kalınlıkta alçı pencere parçalarına” rastlanıldı. Bu parçalardan yola çıkarak rahmetli mimar ve sanat tarihçisi Prof. Dr Yılmaz Önge tarafından alçı pencerenin projesi çizildi. Ustamız Mustafa Baytal tarafından da, alçı pencere yapılarak yerine monte edildi. Böylece pencere orjinal görünümüne kavuştu.