Yearly Archives :

2024

Hz. Mevlâna Dergâhı’nın Ziyaret Saatleri Değişiyor!
Hz. Mevlâna Dergâhı’nın Ziyaret Saatleri Değişiyor! 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı

Konya’nın simgelerinden biri olan Hz. Mevlâna Dergâhı’nın ziyaret saatleri Şeb-i Arus törenleri kapsamında tekrardan güncellendi.

Hazreti Mevlana’nın 751. Vuslat Yıl Dönümü dolayısıyla düzenlenen Uluslararası Anma Törenleri kapsamında Hz. Mevlâna Dergâhı’nın ziyaret saatlerinde düzenleme yapıldı.

Hazreti Mevlana’nın 751. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenleri (Şeb-i Arus) dolayısıyla Hz. Mevlâna Dergâhı, 7-16 Aralık 2024 tarihleri arasında, 09:00-19:00 saatleri arası, 17 Aralık 2024 tarihinde ise 09:00-23:00 saatleri arası ziyarete açık olacak.

 

 

KONYA MEVLÂNÂ DERGÂHI SEMÂHÂNESİ VE KUBBE KASNAĞINDAKİ KUŞAK YAZILARI
KONYA MEVLÂNÂ DERGÂHI SEMÂHÂNESİ VE KUBBE KASNAĞINDAKİ KUŞAK YAZILARI 842 541 Hz. Mevlâna Dergâhı

KONYA MEVLÂNÂ DERGÂHI SEMÂHÂNESİ VE KUBBE KASNAĞINDAKİ KUŞAK YAZILARI

KONYA MEVLÂNÂ DERGÂH’S SEMÂHÂNE (WHIRLING HALL) AND ITS DOME DRUM BELT INSCRIPTIONS

MİLAD SALMANİ*

Sorumlu Yazar
ŞERMİN BARİHÜDA TANRIKORUR**

Rahmetli Prof. Dr. Yılmaz Önge’nin Aziz Hâtırasına***

Öz

Kubbe kasnağı kuşak yazıları; bir mimarî mekânı örten, kubbe kasnağını kuşatan, kesintisiz, anlam ve stil bakımından birbiriyle bağlantılı, uzun şerit yazılarıdır. Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki tarihî Mevlânâ Dergâhı’nın semâhâne kubbe kasnağında çepeçevre kuşatan Arapça kûfî kuşak yazılar bulunmaktadır. 400 yılı aşkındır bu semâhâne kubbesi altındaki meydanda, âdâb ve erkânıyla her Cuma namazından sonra Mevlevî Âyîn-î Şerifleri, güneyindeki Kubbe-i Hadra altında yatan Mevlevî tarikatının pîri, meşhur mutasavvıf Mevlânâ Celâleddin Rumî ve tarikatın kurucusu oğlu Sultan Veled’ın huzurlarında icra ediliyordu. Bu çalışmada Mevlânâ Dergâhı’nın semâhâne kubbe kasnağı kuşak yazıları incelenmiştir. Söz konusu kuşak yazıları, kubbe ve pandantifler üzerinde yer alan yazı ve kalem işleri ile birlikte 1982 ve 1986 yılları arasında yapılan geniş onarım çalışmaları sırasında, 20. yüzyılda ilk defa meydana çıkarıldı. Onarımda nakkaş Mahbûb Efendi’ye ait 19. yüzyıl Türk Ampir üsluplu kalem işlerini örten muhdes, sıva raspalarından sonra çıkarılıp nakkaş Mustafa Baytal tarafından restore edildi. 1980’den beri doğru çözülmemiş kuşak yazıları, ilk defa mısraların kaynağı, transkripsiyonu ve anlamı verilerek bu çalışmada deşifre edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ Celâleddîn, Dîvân-ı Kebîr, Mevlânâ Dergâhı, Semâhâne, Kuşak Yazıları, Kûfî Hat.

Abstract

Dome drum inscriptions are an uninterrupted row of calligraphic inscriptions connected to each other in both meaning and style, found encircling the drum of a dome. This study aims at deciphering the uninterrupted row of kufic Arabic inscriptions found encircling the drum of the dome covering the semâhâne (whirling hall) of the historical Mevlânâ Dergâh located in the present-day Konya Mevlânâ Museum. For over 400 years the ritualistic Whirling Ceremony of the Mevlevî Order of dervishes was performed under this semâhâne dome, in the presence of the pîr (head) of the order, Mawlana Jalaluddin Rumî and his son, Sutan Veled, the founder of the order, who are buried under the Kubbe-i Hadra (green dome) located to the south of the semâhâne. These inscriptions were first discovered in the 20th century, during the extensive 1982-1986 cleaning and repairs of Mustafa Baytal, when the covering plaster layers of the painter Mahbûb Efendi’s 19th century Turkish Empire style painted decorations were rasped off the semâhâne’s kubbe and pendentive surfaces. However, since their 1980’s discovery these kufic dome drum inscriptions have not been read correctly. In this study by revealing the sources, transcriptions and meaning of the lines of the kufic verses, these dome drum inscriptions were finally deciphered for the first time.

Key Words: Mawlana Jalaluddin Rumi, Divan-i Shams, Mevlânâ Dergâh, Semâhâne, Dome Drum Inscriptions, Kufic Calligraphy.

 

Giriş

Konya Mevlânâ Dergâhı, 600 yıla yakın, Mevlevî tarikatinin hem Pîr Evi/Makamı hem Asitâne-i Âliyye yani ana idare merkezi idi. Tekke, zâviyeler ve medreseler lağvedilinceye kadar, tüm mevlevîhaneler ve tarikat mensupları buradan yönetilirdi (Tanrıkorur, 2004). 1925’ten sonra, Mevlânâ Dergâhı önce 1927’de “Konya Asâr-ı Atikâ Müzesi” adıyla müzeye dönüştürüldü ve ondan sonra 1954 yılında yeniden yapılan teşhir ve tanzimle “Konya Mevlânâ Müzesi” olarak kapılarını açarak günümüze kadar her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edildi (Bakırcı, 2007).

Mevlevi tarikatının pîri, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273) ve tarikatinin kurucusu, oğlu Sultan Veled (1226-1312); Mevlânâ Dergâhı külliyesinin “Kubbe-i Hadra”sı altında medfundur. Kubbe-i Hadra, yüksek, yeşil çiniyle kaplı, silindrik dilimli bir kubbe ile örtülüdür (Şekil 1 ve 3). Mevlevi semâzenler 400 yılı aşkın Kubbe-i Hadra’nın kuzeyinde yer alan Post Kubbesinden sonra, geniş, kare planlı, kubbeli semâhâne meydanında mutrıb eşliğinde Mevlevî Âyîn-i Şeriflerini, pîrin huzurunda, âdâb ve erkân ile icra ettiler. Bu düzen, tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali’nin 16. yüzyılın son çeyreğine ait Nusret-name’sindeki “Lala Mustafa Paşa’nın Mevlânâ türbesini ziyareti” adlı minyatüründe açıkça görülür (Şekil 2). Bu minyatürde Kubbe-i Hadrâ altında, set üzerinde bulunan Hz. Mevlâna ve Sultan Veled sandukaları önünde; orta koyu pembe zemin kısmında Post Kubbesi altında Mustafa Ali Nusret-name’sini münşisi olarak çalıştığı Serdar Lala Mustafa Paşa’ya takdim ederken, semâhâne kubbesi altındaki mavi zemin kısmında ise Mevlevi semâzenler dairevî halka şeklinde Mevlevî semâ âyini icra ederken görülmektedir. Minyatürün alt sol köşesinde mutrib’da bu sahneye eşlik ederken görülür.

Kubbe kasnağı kuşak yazıları, kubbe kasnağını kuşatan, kesintisiz, anlam ve stil bakımından birbiriyle bağlantılı, uzun şerit yazılarıdır (Özkafa, 2008). Çalışmamızda deşifreye aldığımız Arapça kufî yazıları, bugünkü semâhâne kubbe kasnağını kuşatır (Şekil 1). Dikkat edilmesi gereken ilginç husus, hem semâ meydanını örten kubbe kuşak yazıları mısralarının, hem de semâ meydanında icra edilen Mevlevî Âyîn-i Şeriflerinin güfte mısralannın Kubbe-i Hadra altında yatan tarikatin pîri, Hz. Mevlânâ’nin Divân-ı Kebîrimin gazellerinden alındığıdır. Demek ki tarihte, okunan âyin güfteleri ve meydanı örten kuşak yazıları önemli bir manevi hürmet ve mimarî fonksiyon bütünlüğü sağlamaktadır.

Maalesef bu bütünlük, Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde, 1887-88’deki onarım sırasında kesintiye uğratıldı. Bu onarımda semâhânenin kuzey ve doğu tarafları genişleterek iki katlı ziyaretçi ve mutrib mahfilleri ilâve edildi (Uzluk, 1946, 142­158-189) (Şekil 3). Ana ünitenin Kubbe-i Hadra bölümü hariç tüm kubbe ve duvar yüzeylerindeki hat ve kalem işleri, nakkaş Mahbûb Efendi[1] tarafından tamamen kapatılarak 19. yüzyıla ait Türk Ampir üsluplu kalem işleri ve hatlar ile yeniden tezyin edildi. Kalem işlerinin yenilenmesi esnasında, semâhâne kubbe kuşak yazıları üzerine bitkisel motiflerden oluşan bir süs şeridi nakşedildi.[2] Ancak 96 yıl sonra, 1983-1984’te, Mevlânâ Müzesi’nde nakkaş Mustafa Baytal ve ekibi tarafından gerçekleşen geniş çaplı onarım çalışmaları sırasında Mahbûb Efendi’nin yazılarının ve kalem işlerinin üzerlerini örten muhdes sıvalar raspalanarak altındaki yüzlerce yıllık kalemişleri ve yazılar meydana çıkarılıp yeniden boyandı.[3]

Şekil 1: Konya Mevlânâ Dergâhı: Kubbe-i Hadra-Ali’nin Nusretname’ PostKubbesi-SemâhâneGüney-KuzeyKesidi. (Rolöve çizimi: Mimar M. Argun Kocadağıstanlı, 2008) Saray Müzesi H 1365,

 

Şekil 2: Gelibolulu Mustafa sinden Lala Mustafa Paşa’nın ziyareti Minyatürü. (Topkapı y36a)

Maalesef, Mevlânâ Müzesinde büyük değişimlere meydana getiren 80’li yıllar onarımı, günümüze kadar uzmanlar tarafından tam bir değerlendirme yapılıp yayınlanmadı (Bakırcı, 2019, 325).[4] Onarımda yeniden ihya edilen semâhâne kubbe kuşak yazıları ise, sadece bir makalede ele alındı (Baysal, 2023).[5]

Çalışmamızın amacı, 80’li yıllarda yeniden keşfedilen ve bugüne kadar çözülmemiş semâhâne kubbe kasnağı Arapça kuşak yazıları; mısraların Divân-ı Kebir’indeki gazel kaynakları, transkripsiyonu ve anlamı vererek ilk defa deşifre etmektir.

1. Konya Mevlânâ Dergâhı Semahanesinin mimarîsi ve tezyinatına kısa bir bakış:

Kuşak yazılarının doğru deşifre edebilmek için bulundukları Mevlânâ Dergâhı semâhânesi mimarî ve tezyinat tarihini gözden geçirmek gerekecektir. Böylece yazıların tahmini tarih ve geçirdiği önemli onarım, tadilât ve inşa ilâveleri gibi müdahaleleri de anlaşılacaktır.

Mevlânâ Dergâhı’nın mimarî manzumesi, 13. yüzyıldan 1925’e kadar hayır ve hasenat sahiplerinin inşa, onarım, tadil-tağyir ve ilâveleriyle sürekli çehre değiştirerek günümüzdeki karmaşık halini almıştır. Zamanın sultan veya beyleri Mevlânâ’ya duydukları büyük saygıdan dolayı, dergâha herhangi bir hizmette bulunmayı şeref addediyorlardı. Ancak Selçuklu çağındaki şeklinden bambaşka bir hüviyete bürünmüş olan Mevlânâ türbesinin, Mimar Bedreddin’in eseri olan ilk yapısından başlayarak sonraki müdahalelerle hangi şekillere girdiği ve yapılan değişikliklerin hangi kısımlara inhisar ettiği kesinlikle bilinmemektedir. Mamafih türbenin; Karamanoğulları zamanındaki gelişme ile Osmanoğulları Dönemi’nde 16. yüzyıl başlarındaki mescit ve semâhâne ilâveleri gibi değişik zamanlardaki çeşitli onarım ve tadilât sonunda, etrafındaki türbeler, dedegân hücreleri ve matbah-ı şerîf gibi tekke yapılarının ilâvesiyle şimdiki görünüşünü aldığı anlaşılmaktadır. Çok uzun ve karışık olan bu konuda, Mevlânâ Dergâhı’nın başlangıçtan son durumuna kadar bilinen veya tahmin edilen ana mimarî tarih gelişmeleri bir kronoloji[6] krokisinde özetlenmeye çalışıldı (Şekil 3).

Birçok araştırma ve neşriyata rağmen, Mevlânâ Dergâhı ve türbesinin mimarlık ve sanat tarihi yönünden gelişimini ve değişimini konu alan, yeterli bir bilimsel inceleme yapılmamıştır. Dergâh ve türbenin inşa safhaları hakkında tarihî bilgiler çok mahdut olduğundan sadece belli kitâbelere, Eflâkî, Şikârî, Evliyâ gibi yetersiz yazılı kaynak ve arşiv kayıtlarına, minyatür ve gravür gibi eski resimli belgelere, mimarî üslûp, malzeme ve süslemelere dayanılarak tahminler yapılabilmiş, her araştırmacı kendine göre yorumlar ileri sürmüştür. Türbe-semâhâne-mescit ana ünitesinin inşa gelişim safhalarının tarihlendirilmesindeki çözülmemiş meselelerin ancak detaylı bir sondaj ve araştırma kazısından sonra sağlıklı olarak çözümlenebileceği kanaatindeyiz.

Nitekim 1983-86 arasındaki onarımı,[7] Mart 1996’da yapılmış semâhâne sondajı (Bakırcı, 1999) ve 2018-2019 arasındaki Kubbe-i Hadra onarımında,[8] daha önce tahmin edilmeyen ve sanat tarihçileri tarafından henüz tam değerlendirilmemiş eski türbe/ semâhâne/ mescit sınırları ve tezyinat kalem işleri ortaya çıkmıştır. Kaynaklardaki bilgi ağırlığı ve değerlendirmeler, Dergâhın diğer birimlerinden ziyade Kubbe-i Hadra türbe kısmının mimarisi ve kalem işleri üzerinde odaklanmıştır. Bu yüzden semâhâne, mescit, hücre, matbah gibi ünitelerin tarih içinde ne şekil aldığı ve ne gibi gelişmeler geçirdiği tam anlamı ile karanlıktadır.

Şekil 3: Konya Mevlânâ Dergâhı Kronolojik Mimarî Kroki Denemesi. (Tanrıkorur, 2000)9

Mevlânâ Dergâhının kuruluşu, 13. yüzyıl Selçuklu Döneminde, 1231’de Mevlânâ’nın babası Sultanü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled’in, Selçuklu Sultan I. Alâeddin Keykubâd (ö. 1237) tarafından bağışlanan Konya şehir surları dışındaki gül bahçesine defnedildiği zamana dayanır. Sonra 1273’te, Mevlânâ vefat edince babasının türbesi batısında bulunduğu Sultan Bağı Mezarlığına defnedildi ve kabrinin üstüne Alemeddin-i Kayser bir türbe yaptırdı (Eflaki, 2006,589-590).

Mevlânâ türbesi bir ziyaretgâh halini alınca, Çelebi Hüsameddin zamanından (1273-1284) itibaren oraya zengin vakıflar yapılmağa başlanmış; müezzin, hâfız, mesnevîhan ve mıtrıb elemanları görevlendirilmiş, türbede her cuma namazından sonra Kur’ân ve Mesnevî okunup semâ’ yapılması âdet olmuştu (Eflaki, 2006). Bu tarihte bu kadar kalabalık toplantı ve semâ meclisleri yapılabilmesi, misafirlerin ağırlanabilmesi ve görevlilerin barınması için türbenin yanına muhakkak tekke yapıları inşa edilmiş olmalıdır. Nitekim Şikârî’nin naklettiğine göre, 1277’de, Karamanoğlu Şemseddin 1. Mehmed Bey (ö. 1277) Konya’yı işgal ettiği zaman, Hankâh-ı Mevlânâ’ya gidip ününü duyduğu Mevlânâ’yı ziyaret etmiştir (Şikârî,1946,43-44).

Sultan Veled zamanında (1284-1312) Mevlevî tarikatı kurulmuş ve yayılmıştır. Öyle ki 1332’de, İbni Batutâ dergâhı Konya’nın en büyük tarikat merkezlerinden biri olarak seyahatnamesinde yazmıştır (İbnBatuta, 1333,322-323).

1396’da Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey (1357-1398), Görkes seferine çıkmadan önce, Mevlânâ Türbesini ziyaret edip sefer başarıyla sonuçlanırsa seferin ganimetleriyle Mevlânâ’nın üzerine bir yeşil türbe yapacağını va‘detmiş ve sonra bunu yerine getirmiştir (Şikârî: 1946, 107). 1402’de ise, Karamanoğlu Nasrüddîn II. Mehmed Bey (ö.1423) ve 1443’de, oğlu Karamanoğlu Sârimüddin İbrahim Bey (ö.1464) Mevlânâ Türbesi ve derviş hücrelerinde bazı genişleme ve tamirler [9] gerçekleştirmiştir.[10] Karamanoğullannın son zamanlarına rastlayan bu inşa faaliyeti muhtemelen türbenin genişletilmesiyle ilgili olup Kubbe-i Hadrâ’nın batı ve doğusunda bulunan “Kubâbü’l-Aktâb” (kutupların kubbeleri) denilen türbe kısmıyla çift kubbeli türbe aralığı ve bugünkü Kubbe-i Hadrâ’nın kuzeyindeki içi stalaktitli fenerli post kubbesinin bulunduğu yerde bir kubbe ilâve edilmiştir (Şekil 3).[11]

15. yüzyılın ilk yarısında, Karamanoğullannın son Dönemi’nde inşa edilen eserlerde, çağdaşı oldukları II. Murad ve Fatih Dönemleri Osmanlı mimarîsinin etkisi ve rekabeti kuvvetle hissedildiğinden,[12] söz konusu birimlerin, Konya’nın Osmanlılara intikal ettiği Fatih Dönemi’nde eklenmiş olmaları da ihtimal dâhilindedir.[13]

1499’da II. Bayezid Dönemi’nde (1481-1512) türbe içi onarılmış ve nakışları mevlevî sanatkârı Halepli Mehmed oğlu Abdurrahman tarafından yenilenmiş olduğu, Kubbe-i Hadra’nın güney iç duvarındaki bugünkü (eksik) nakış kitâbesinden anlaşılıyor. Kitâbenin alt tarafı silindiği için onarımın yapıldığı tarih ve nakışların dışında ne içerdiğini tam olarak bilinmemektedir. Ancak bu kalem işleri ve hat yenilemesinin Kubbe-i Hadra[14] ve Kubâbü’l-Aktâb üzerindeki erken Osmanlı damgasını arttırdığı bellidir.

1.1. Semâhânenin Mimarî Tarihi:

1512’de Yavuz Selim’in Mısır seferine giderken Konya’da konaklayıp Mevlânâ Dergâhının su sıkıntısını gidermek üzere Tutlu’dan su getirtmiş ve türbe avlusunda yeni bir şadırvan inşa ettirmiş olduğu, üzerindeki suluklu kitâbenin tarih mısraında geçen ve ebcedle 918 /1512’yi gösteren ‘havz-ı cinân’ (cennetler havuzu) ibaresinden anlaşılmaktadır. Yavuz kifayetsiz vakıfları arttırdı ve dergâh tamirinde Kubbe-i Hadrâ’nın güney duvarında görülen bir yatıklığı gidermek maksadıyla dıştan destekleyen kalın payanda duvarı yaptırmış, kubbelerin üstünü ilk defa kurşunla kaplattırmış ve dergâh etrafına bir ihata duvarı çektirmiştir. Bazı kaynaklar, I. Selim’in semâhâne-mescit kanadı da inşa ettiğini yazarken (Erdoğan, 1950; Konyalı, 1964; Uzluk, 1946) başkaları semâhâne-mescit ile iki minareli Selimiye Camiinin Kanunî tarafından yaptırıldığını iddia etmekteler.[15] Bu hususta kaynaklar arasındaki ihtilâf, mescit-semâhâne kanadının kitâbesiz oluşu ve Akyurt (1930) gibi çoğu yazarların III. Selim’in hediye ettiği Mevlânâ sanduka örtüsü üzerindeki işlemeli 973/1565 tarihini,[16] semâhâne ile mescidin inşa tarihi olarak kabul etmelerinden kaynaklanır.

Şekil 4: Matrakçı Nasuh’un 1534 Tarihli Konya Minyatürü.

Şekil5:Konyalı Nakkaş Mahbûb Efendi’nin(a) Mescit ve (b) Semâhânedeki 1305 ve 1306 Tarihli İmzaları. (Foto: Polat,2009)

15. yüzyılın sonunda veya 16. yüzyılın ilk çeyreğinde, yani ya II. Bayezid (1481­1512) veya Yavuz Selim (1512-1520) Dönemlerinde, yapılan tadilâtta türbenin kuzeyine günümüzdeki semâhâne-mescit ünitesinin ilâve edilmiş olabileceğini de tahmin edebiliyoruz. Tahminimizin ilk mesnedi, II. Bayezid devrinin sosyo- politik durumunda Anadolu’da Safevî propagandasına karşı ehl-i sünnet tarikat merkezlerinin güçlendirilmesidir (meselâ Hacı Bayram Külliyesinin türbe kapısı ve minare ilâveleri ile Balım Sultan aracılığıyla Hacı Bektaş Dergâhı’nın tevsî ve reorganizasyonu yapıldı). Bu faaliyet ile birlikte Mevlânâ Dergâhı II. Bayezid tarafından da genişletilmiştir. İkinci mesnedimiz, Hz. Mevlânâ’ya büyük hürmeti olan ve Mısır seferinden dönüşte Şam’da Şeyh Muhiddin Arabî Külliyesini inşa ettiren Yavuz Selim’in, Mevlânâ Dergâhını tamir ettirirken önüne sadece yeni bir şadırvan yaptırmakla kalmayıp Dergâhın mescit-semâhâne ihtiyacını da gidermiş olması ihtimalidir. Üçüncü mesnedimiz ise, Matrakçı Nasuh’un 1534’te Kanunî’nin Bağdat seferine giderken Konya’yı ziyaretini konu alan minyatüründe Mevlânâ Dergâhının tasvir edilişidir (Şekil 4).[17] Minyatürün sağ alt köşesinde, “Mevlâna Hz. Molla Hünkâr” külliyesinde Yavuz Selim’in inşa ettirdiği şadırvanı, çektirdiği ihata duvarı, kurşunla kaplattırdığı kubbeli türbe bölümünün kuzeyinde minareli iki kubbeli, mescit-semâhâne kanadı görünmektedir.[18] Şu hâlde bu kanat 1534’ten önce, ya Kanunî Dönemi’nden önceki bir tarihte ya da Kanunî saltanatının ilk yıllarında (1520[19] ve 1534 arasında) inşa edilmiş olmalıydı. Bu tarih diliminin de 1520-1523 arasına kadar indirilmesi mümkündür.[20] Ancak kaynaklarda bu yıllarda Kanunî’nin Konya’da bir inşa faaliyeti gösterilmemektedir. Eğer Sinan’ın mimarbaşı olduğu yıllarda bir onarım veya mescit-semâhâne kanadı yaptırılmış olsaydı, bu önemdeki bir görev, Şeyh Abdülkadir Geylanî ve Şeyh Muhiddin Arabî Tekkelerinin tamirlerinde olduğu gibi, mutlaka Sinan’a verilirdi ve bu da bütün tezkirelerde zikredilirdi.[21] Ayrıca mescit-semâhâne kanadında Osmanlı klasik üslûbundan ziyade daha erken Osmanlı Dönemi’nin üslûp ipuçları vardır. Kanaatimizce Kanunî’nin 1565-1566’daki türbe- mescit-semâhâne onarımında, Kubbe-i Hadra’da Mevlânâ ve Sultan Veled için bir gök mermer sanduka yaptırılmasından (Konyalı, 1964, 648-649) başka sadece post kubbesinin yeniden düzenlenmesi ve son cemaat yeri gibi eksik mimarî elemanların tamamlanması söz konusudur.

Tüm bu karışık tarihlendirme iddialarına rağmen, elimizdeki bilgi, çalışmamızın asıl konusu olan kuşak yazıların bulunduğu Mevlânâ Dergâhı semâhânesinin, 1523’ten önce, erken Osmanlı Dönemi’nde bir tarihte inşa edildiğini işaret etmektedir.

Konya Mevlânâ Dergâhı yazı ve kalemişleri:

“Mimari yapılardaki yazı ve kalemişlerinin dönem dönem (sık) onarımlar geçirmesi mukadderdir. Kubbe, tavan gibi birimlerde iklimden kaynaklanan yağmur ve kar sularının sızıntıları nedeniyle sıva yüzeyin nemlenip kabarması, ısı ve ışık kaynaklarından çıkan duman, is gibi çevresel faktörler veya insan nefesinin sıva yüzeyinde oluşturduğu tabaka gibi etkenler nakışların bozulmasında önemli rol oynar. Bunların yanı sıra kişilerin dış müdahaleleri ve bilinçsiz onarımlar da kalemişlerinin kalıcı hasara maruz kalmasında etkendir.” (İrteş – Baysal, 2021, 129).

Yukarıda zikredilen sebeplerinden dolayı, semâhâne kubbe kasnağı üzerine fırça ve boya ile işlenmiş kuşak yazılarının ilk hâlini tahmin etmek ve son hâlini tarihlendirmek, semâhânenin mimarisinden daha da karışık ve zor bir konudur. Kuşak yazıların 400 yıl içerisinde geçirdiği onarımların detaylı arşiv kayıtları olmadığı için, son iki onarımın dışında, yazılara ne değişikleri geçirdiği ve kimin tarafından müdahale edildiği tam bilinmiyor.

19. yüzyılda Dergâhın 1808-1839, 1814-1858, 1861-1876 yıllarında geçirdiği onarımlar arasında 1816’daki hayli geniş çaplı onarım ve yenilenmeleri dikkat çekmektedir. Bu onarımda, semâhânenin döşemesi ve semâhâne ile mescidin kubbe içleri yapılmış, üç tarafında bulunan duvarların üç kat badanayla pencerelerin etrafının çeşitli renklerde boya ile nakışın yenilendiği dikkat çekmektedir. 1817’te Sultan Selim Camii ile birlikte semâhâne, mescit ve diğer yerlerin sıva ve nakışları; pencerelerin tel örme kafesleri ve kubbelerin kurşunlarının tamir ve yenilenme işlerinin, noksanların tamamlanmış olduğu görülmektedir (Özönder, 1987, 24).

Kuşak yazıları etkileyen en önemli onarım ise, II. Abdülhamid zamanında 1886-1889’da gerçekleşti. Mescit onarıldı,[22] semâhânenin kuzey ve doğu tarafları genişleterek mutrib heyeti, erkek ve kadın ziyaretçiler için iki katlı mahfiller inşa edildi (Uzluk, 1946, 142, 158-189); (Şekil 3). Onarım esnasında 1305-1306/1886- 1887’de, Tilâvet Odası, Kubâbü’l-Aktâb, Post Kubbesi, semâhâne ve mescidin bütün duvar ve kubbelerinin kalem işleri ve yazıları, nakkaş Mehmed Mahbûb el-Konevî b. Hamdi Mustafa Rüşdî (d.1843-ö.1897; imzası: Şekil 5a, 5b)[23] tarafından kapatılarak üzerlerine 19. yüzyıl Türk Ampir üsluplu tamamen yeni kalem işleri ve hatları nakşedildi (Şekil 6a, 6b, 12a).

Ancak 96 yıl sonra, Cumhuriyet Dönemi’nde, 1982-1986 yıllarındaki kapsamlı onarım çalışmaları sırasında Mahbûb Efendi’nin nakşettiği kalem işleri ve muhdes sıva raspalanarak altından daha erken Osmanlı dönemlere ait kalem işleri ve yazılar açığa çıkarılıp üstlerinden geçilerek yeniden boyandı. (Şekil 7a, 7b). Bu onarım çalışmaları Manisa’da ikamet eden Özbek asıllı, kalemkâr Mustafa Baytal ve ekibi gerçekleştirdi (Bakırcı, 2019, 325). Onarım sırasında, zamanın müze müdürü Erdoğan Erol[24] ve Önge’ye göre, “çalışmanın bilimsel niteliğini ortaya koymak” için “sıva ve badana raspaları sonucu bulunan yeni kompozisyonların kalıpları alınmış; fotoğrafları çektirilmiş; onarım öncesi ve sonrası durumlan albümler hâlinde belirlenmiş” “çünkü sanat ve mimarlık tarihi araştırmacıları, burayı gezen ziyaretçiler, dönemlerin nakışlarını mukayese imkânından mahrum bırakılmışlardır” (Önge, 1990, 323).

Şekil 6a, 6b: Nakkaş Mehmed Mahbûb Efendi’nin Kubâb’ül Aktab’daki 1887’li Yıllara Ait Bazı Hat Yazıları. (Fotolar: Tanrıkorur’un 1980’lara ait arşivinden)

Şekil 7a,7b: Nakkaş Mustafa Baytal’ın Aynı (Şekil 6a, 6b) Yerlerinde İhya Ettiği 1980’li Yılların Hat ve Kalem İşleri. (Fotolar: Haşim Polat, 2009)

Maalesef alınan kalıplar ve hazırlanan fotoğraf albümleri Mevlânâ Müzesi arşivlerinden kaldırıldığı için[25] 1980’li yıllar onarımında semâhâne kubbe ve pandantif yazı ve kalem işlerinin ne safhalar geçirdiğini inceleme imkânımız olmamıştır.

Ancak Mahbûb Efendi veya Mustafa Baytal’a ait kalem işleri ve yazıları incelendiği zaman, çok motif ve harf deformasyonu görüldüğü için bu kalem işleri ve yazıların belki birkaç yüzyıl çok hatalı yenilenme onarımları geçirdikleri ortaya çıkıyor. Yanı bunların vasıflı nakkaş ve hattatların ellerinden çıkmadığı anlaşılmaktadır.

2. Semâhâne kubbe kuşak yazıların bulunduğu tezyinat ortamı

Mevlânâ Dergâhı’nın semâhânesi (11.57 m. x 11.93 m.) kare plana yakın, semâ meydanına sahiptır. Semâhâneyi örten 11.05 m. çapı ile 5.27 m. yüksekliği kubbe ve pandantifler tamamen benzeyen erken bir döneme ait kalem işleriyle tezyin edilmiştir. Buna karşın semâhânenin kubbe kemerlerinin altındaki duvar yüzeyleri 19. yüzyıla ait yazılar ve Türk Ampir tezyinatına sahiptir (bk. Şekil 1, 3 ve 12a).

2.1. 1888-89 Tarihli semâhâne kubbe kemerlerinin altındaki duvar tezyinatı ve yazıları:

Semâhâne kubbesini taşıyan kemerlerin sınırlandırdığı duvar yüzeyleri üzerine, 1306/1888-1889’da nakkaş ve hattat Konyalı Mahbûb Efendi tarafından resmedilen ayaklı sehpalar üzerinde, dikdörtgen miğfer başlıklı, Mevlevi destarlı sikkeleri ve çelenk içine alınmış dairevî yazı levhaları (Şekil 8, 9, 10, 11) hemen dikkati çeker. 19. yüzyıla ait Türk Ampir üslûpla resmedilen bu semboller, özgün haline bırakılmış ve 1983-1984 onarım sırasında dökülmemiştir (Önge, 1990, 322). Bu semboller ve içerdikleri yazılar incelediğinde: miğfer başlıklı destarlı Mevlevî sikkeler üzerine en önemli Mevlevî meşayih adları yazıldığı ve çelenkli levhaların İslâm’ın on iki imam ve dört halifesinin adlarını içerdiği fark ediliyor. Resmedilen sembollerin bir nevi silsile-i Tarikat-i Mevlevîyye’yi temsil ettikleri hemen anlaşılıyor. Mevlevî âyinlerinin icrâ edildiği semâ meydanının etrafındaki duvarlarda silsile-i Tarikat-i Mevlevîyye bulunması, âyinlere ciddi bir manevi atmosfer katmaktaydı. Kuzey kemerinin altındaki duvarda destarlı Mevlevî sikkesi üzerine Mevlevî tarikatının pirî Mevlânâ Celâleddin Rumî b. Sultan-ül ulemâ (Şekil 8, Tablo 1); kıble tarafındaki güney kemerinin altındaki duvarda Allah ve Muhammed’in levhaların ortasında, destarlı Mevlevî sikkesi üzerine Mevlevî tarikatının kurucusu, Sultan Veled b. Mevlânâ (Şekil 9, Tablo 2); doğu kemerinin altındaki duvarda destarlı Mevlevî sikkesi üzerine Hz. Mevlânâ’nın hocası, Şeyh Şemseddin Tebrîzi (Şekil 10, Tablo 3) ve batı kemerinin altındaki duvarda destarlı Mevlevî sikkesi üzerine Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerîf inin kâtibi ve ilk halifesi, Şeyh (Çelebi) Hüsameddin’in (Şekil 11, Tablo 4) adlarının yazıldığı dikkati çeker.

Şekil 8. Kuzey Kemerin Altındaki Duvar
Yazıları

Tablo 1: Kuzey Kemerin Altındaki Duvar Yazıları

Tablo 2: Güney Kemerin Altındaki Duvar Yazıları

Şekil 11: Batı Kemerin Altındaki Duvar Yazıları

Tablo 3: Doğu Kemerin Altındaki Duvar Yazıları

Tablo 4: Batı Kemerin Altındaki Duvar Yazıları

Şekil 12a: Nakkaş Mehmed Mahbûb Efendi’nin 1887’li Yıllara Ait Mevlânâ Dergâhı Semâhâne Kemer, Pandantif ve Kubbe Kuşak Yazısı,1982’deki Onarımdan Önceki Durumu. Foto: (Özönder, 1994, 104)

2.2. 1980’li Yıllarda ihya edilen semâhâne kubbe pandantifi ve yüzeyindeki tezyinatı ve yazıları:

Semâhâne kubbe kemerlerinin altında yer alan 19. yüzyıla ait duvar tezyinatı ve yazıları dışındaki tüm semâhâne kalem işleri ve yazılar 1983-84 yıllarındaki onanm sırasında, kalemkâr Mustafa Baytal ve ekibi tarafından muhdes sıvaların altından çıkarılıp yeniden ihya edilmiş ve 19. yüzyıldan öncesine ait olduğu iddia edilmektedir (Baysal, 2023; Önge, 1990). Ancak bu kubbe pandantifleri ve kubbede yer alan kalem işleri ve yazıların sağlıklı bir değerlendirmesini yapabilmek için muhakkak Önge ve Erol’un söz ettikleri, onarım safhalarını gösteren arşiv dosyasındaki fotoğrafların ve çıkartılan kalıpların incelenmesi gerekmektedir.[26] Ancak daha önce söz ettiğimiz sebeplerle bu arşiv dosyasındaki fotoğraflara ve kalıplara ulaşılamadığı için, kalan semâhâne kubbe tezyinatı ve yazılarında görülen motif ve yazı deformasyonlarının veya bozuk noktaların -yani 1980’li yıllarda yapılan onarımda veya önceki yüzyıllardakilerde- neyden kaynaklandığını söylemek mümkün değildir. Ama arşivimizde bulunan Mahbûb Efendi’ye ait eski yazıların çoğunu, 1980’li yıllarda sıva altından çıkarıp ihya eden Mustafa Baytal’a ait yeni yazıların farklı kalem işleri olmamasına rağmen yazıların benzer ibâreler içerdiklerine tanık olmaktayız (Bk. Şekil6a, 6b ve 7a, 7b ve 12a, 12b).

Şekil 12b: Mevlânâ Dergâhı Semahane Kubbesi, Pandantif ve Kemer Altındaki Tezyinatı (Foto: H. Polat)

Damla Şeklindeki ‘Mübarek bâd’ Makıli Hat, Kubbede Böyle Görünmeliydi.
(Hattat Ali Toy, Ekim 2023)

2.2.1 Semâhâne kubbe pandantifleri üzerindeki yazılar:

Nakkaş ve hattat Mustafa Baytal ve ekibinin 1983-84 yıllarındaki onarımında ihya ettikleri, turuncu, yeşil ve beyazla tahrirlenmeyen semâhâne üçgen kubbe pandantiflerinin sarı kıvrım dal ve yeşil dolgulu rumî yapraklardan oluşan turuncu bir zemin üzerine, siyahla tahrirlenmeyen beyaz renkli iri celî sülüs, müsennâ olarak yazılmış Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali radiyallahu anhum ibâreleri, şaşırtıcı ve nadir görülen bir kompozisyondur (Şekil 12b).27

2.2.2. Semâhâne kubbe üzerinde kalem işleri ve yazılar:

Kubbenin dairevî tezyinat tasarımının başlangıç noktası olarak kubbe merkezinde yer alan yarım küre biçimdeki beyaz kabara etrafındaki siyah renkli zemin üzerine 0 dairevî örgü yazı kompozisyonu sayılabilir. Beyaz kabara etrafında (يا عالماً بحالي – Yâ âlimen bi-hâlî – Ey her halimizi bilen Allah) beyaz celî sülüs ibaresi altı defa tekrarlanarak üstteki *ye’ bağlantılarıyla dairevî örgü yazı kompozisyonu oluşturuluyor (Şekil 13a).

Dairevî yazı örgü etrafında oluşan sarı zemin üzerine siyah rumî motifleri ile dolu radyal altı köşeli yıldızın her köşenin uçuna, içleri siyah renkli damla motiflerinin üzerinde (مبارک باد -mübarek bâd – mübarek olsım) ters işlenmiş turuncu Makılî hat ibareleri bulunduğu dikkat çekicidir (Şekil 13b). Ters işlenmiş damla şeklindeki ‘mübarek bâd’ Makıli hatları, hattat Ali Toy’a göre, kubbede ya tamamen doğru işlenmiş (Şekil 13c ve 14b) veya bir düz – bir ters, münavebeli olarak işlenmiş (Şekil 14b) olarak görünmeliydi. Bu ters işlenmiş damla şeklindeki motifler, ister istemez 1980’li onarımda alınan bazı kubbe tezyinatı kalıpların yanlış uygulandığı şüphesini [27]de uyandırıyor. Ama maalesef böyle bir şüphe, ancak arşivlenen kalıplar ve çekilmiş fotoğrafların detaylı bir incelemesinden sonra giderilebilir.

Damla motiflerin bulunduğu daireden sonra kubbenin ana dairevî tezyinat tasarımının üçüncü dairesi, beşgen bir malakarî kabara etrafında dönen beş iri turuncu münhani, rumî motif ve beş şeritten oluşan yeni, olağan dışı, altı tane çark-ı felek şekilden meydana gelmektedir.[28] Kubbenin dairevî tezyinat tasarımının dördüncü ve son dairesi çok deforme edilmiş hatayî ve rümî motiflerle dolu altı yarım şemse motiften oluşuyor. Kubbenin dairevî tezyinatı siyah ve kırmızı çizgili bir kenar ile sınırlanmış ve püsküllü tığ askı motifiyle saçaklanmıştır. Kubbenin tezyinat ağının merkezden başlayan altı köşeli yıldız kompozisyonu etrafında gelişen, radyal olarak dizilmiş ve birbirlerine yeşil şeritlerle bağlanmış çarkı felekler ve yarım şemselerden oluşan tasarımın 15. yüzyılın sonunda veya 16. yüzyılın ilk çeyreğinde, yani ya II. Bayezid (1481-1512) veya Yavuz Selim (1512-1520) Dönemleri’nde yapıldığı tahmin edilebilir. Bursa Muradiye’de bulunan Cem Sultan Türbesi kubbe tezyinatı tasarımının yazıları ve nakışlarıyla büyük benzerlik gösterdiği (İrteş, 2018, 125-126) halde maalesef geçirdiği kötü onarımlar neticesinde semâhâne kubbe tezyinatında yer alan çoğu motif ve yazı deforme olmuştur.

2.2.3 Semâhâne kubbe kasnağındaki pencere etrafındaki tezyinat:

Kubbe kasnağındaki sekiz pencerenin etrafı, hatayî motiflerden oluşan bir çerçeve ve taçla süslenmiştir. Ancak bu iki parçalı kompozisyon yan yana gelen pencerelerde, münavebeli olarak kırmızı zemin üzerine beyaz veya beyaz üzerine kırmızı desenle tekrarlanmıştır. 19. yüzyılda yapılmış natüralist çiçek ve yaprak motiflerinin altında bulunan bu kompozisyonlar muhtemelen yukarıda söz edilen 18. yüzyıl ve 1817’deki onarımlara ait olmalıdır (Özönder, 1987, 24). 1980’li onarım sırasında, sonradan konuldukları belli olan ahşap çerçeveli, basit pencere içlikleri yerine, fevkanî duvar pencerelerinden alınan örneğe göre yapılmış, camlı alçı içlikler yerleştirilmiş ve dış yüzlerine de basit filgözü dışlıklar takılmıştır (Önge, 1990, 322).

2.2.4 Semâhâne kubbe kasnağında bulunan Arapça kuşak yazıları:

Sekiz kubbe kasnak pencerenin hemen altında ve üçgen pandantiflerin üzerinde, kubbe eteğinin içbükey profilinde turuncu zemin üzerinde, makalemizin deşifresini konu edindiği beyaz kûfî ile yazılmış Arapça kuşak yazı şeridi bulunmaktadır.

3. Semâhâne kubbe kuşağındaki yazıların özellikleri

1980’li yıllardaki onanma ait fotoğraflarla hazırlanmış arşiv dosyalarını ve 1983-1984 yıllardan önce semâhâne kubbe kasnak eteğindeki bugünkü kuşak yazı şeridin yerini gören, inceleyebilme fırsatı bulan Mevlânâ Müzesi müdür yardımcısı Naci Bakırcı’ya göre, şimdiki kuşak yazı şeridi yerine 1306/1888-1889’da nakkaş ve hattat Konyalı Mahbûb Efendi’nin resmetttiği “zeytin dalı yapraklı, birbirine zincir gibi geçmeli bir bordür” yer alıyordu.[29] Bugünkü kuşak yazı yerindeki bu zeytin dalı yapraklı süs şeridi (Şekil 12a) Özönder’in Mahbûb Efendi hakkında makalesinde açıkça görünmektedir (Özönder, 1994, 104). Bu bilgiye göre, günümüzdeki kuşak yazıları üzerinde daha önceden, Şekil 6a, 6b ve Şekil 7a, 7b’de olduğu gibi, Mahbûb Efendi’ninkilere benzeyen bir yazı şeridi yer almamaktadır. Ayrıca 1980’li yıllardaki Mevlânâ Müzesi müdürü Erdoğan Erol’a göre, bugünkü kuşak yazı şeridi meydana çıkıncaya kadar, üzerindeki muhdes sıvanın derin kazınmasıyla yüzlerce kova dolusu fazlalığın giderilmesinden sonra “kubbe kasnağın çapı 5 m. daha genişledi”.[30] Erol’un verdiği bilgiye göre ise, 1888-1889’de Mahbûb Efendi’ye ait bitkisel şeridi düz bir yüzey üzerinde işlenmiş ve kuşak yazıların bugün bulundukları içbükey yüzeye ancak çok derin muhdes sıvaların kazınmasından sonra ulaşılabiliyordu. Ama bu iki bilgi, ancak arşivlenen kalıpların ve çekilmiş fotoğrafların detaylı bir incelemesinden sonra tam onaylanabilir.

Yirmi beş buçuk Arapça mısradan oluşan kuşak yazıları, semâhâne kasnak pencerelerinin altındaki 34,73 m. uzunluğu ve 37 cm. yüksekliği olan içbükey profil şerit üzerindedir. (Şekil 1) Yazı kuşak şeritte, kırmızı bir zemin üzerine beyaz renkte serbest düğüm ve helezoni rumî motifleriyle zenginleştirilmiş beyaz tezyînî çiçekli[31] veya Yapma Doğu Kufî[32] hat Arapça ibâreleri bulunuyor. Düğüm motiflerinin oluşturduğu kapalı formların iç bünyeleri siyah rengi ile doldurulmuştur. Yazı şeridinin altında 8 cm. ve üstünde 10 cm. yüksekliği olan birer bordür yer alır. Bordürler siyah renkli bir zemin üzerine tekrarlanan, bir ters – bir düz, basit beyaz palmet ve yarım rumî motiflerinden meydana getirilmiştir (Şekil 15). Bu yazı kuşağı, Bursa, Muradiye’de bulunan 15. yüzyılda inşa edilmiş Cem Sultan Türbesindeki kubbe kasnağının altındaki içbükey profilindeki bordürsüz, “Esma’ül Hüsna” ince yazı kuşağının muntazam sıralanmış düğüm ve kufî yazısının renk ve motifleriyle bazı benzerlikler arz ediyor[33] (Şekil 16). Ancak Mevlânâ Dergâhında 1980’lerdeki onarım raspalarından sonra, 19. yüzyıldaki muhdes sıva altından meydana çıkartılan tüm yazılar ve süsleme motiflerinde olduğu gibi, uzman bir hattat ve müzehhip tarafından onarılmadığı için, bu kûfîler vasıflı değildir, hem yazandan hem işleyenden kaynaklanan çok harf hataları ile motif şekil bozuklukları görülmektedir.

Şekil 15: Mevlânâ Dergâhı Semâhâne Kubbe Kasnak Kuşak Yazıları. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 16: Bursa Cem Sultan Türbesi Kubbe Kuşak Yazıları. (htps://www. semerkanddanbosnaya.com/portfolio/cem-sultan-turbesi/erişimtarihi 21.10.2023)

Mevlânâ ve Arapça:

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273) XIII. Belh’te doğduktan sonra küçük yaşlarda ailesiyle birlikte terk-i diyâr etmiş, vefatına kadar Konya’da yaşamıştır. Babası Bahâeddîn Veled (ö. 628/1231) yaşadığı dönemin ileri gelen din âlimlerinden biri olmakla beraber, Maârif adlı eserin müellifidir. Mevlânâ, ilk tahsilini babasından görmüştür. Rûmî, yirmi dört yaşındayken babasını Konya’da kaybetmiştir. Bunun üzerine, bir rivayete göre babasının vasiyeti başka bir rivayete göre Konya hükümdarı Alaeddîn Keykubad’ın (1220-1237) isteği ve yine bir diğer rivayete göre babasının müritlerinin ricası üzerine babasının müftülük makamına oturmuş, “tarikatten uzak, şeriatin müftüsü” olmuştur (Füruzanfer, 2005, 79). Çocukluktan itibaren Arapçayla haşır neşir olan Rûmî’nin eserlerine ve özellikle Divân-ı Kebîr’e bakıldığında, onun İran ve Arap edebiyatına iyi derece vakıf olduğu ve iki dilde de edebî eserler üretmede yetkin olduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, Mevlânâ’nın şiirlerinde Rumca ve Türkçe unsurların var olduğu, büyük sûfînin bu dilleri de bildiğini göstermektedir.[34]

Mevlânâ, her ne kadar düşüncelerini şiir aracılığıyla paylaşsa da şâirlikten nefret ettiğini, onun için şâirlikten daha kötü bir iş olmadığını ve “yârân” için şiir yazdığını belirtmiş, şiir yazmayı işkembe içindeki dışkıyı temizlemeye benzeterek şiirin “en alçak metâ” olduğunu vurgulamaktan çekinmemiştir (Rûmî, 1400, 92). Mevlânâ şiir yazmayı ayıp saysa yaşadığı dönem ve bulunduğu kültür çevresindeki şartları gözeterek düşüncelerini insanlara iletmenin en kestirme ve keskin yolunun şiir olduğunun farkındaydı. Dolayısıyla, düşüncesinin şiir aracılığıyla sonraki asırlar için konuşma yetisinin kanal kazmasına[35] mâni olmamış ve şiir yazmayı tercih etmiştir.

Mevlânâ için lisan bir araçtır ve bu durumu, eserlerinde özellikle vurgulamıştır.[36] Rûmî, eserlerinin büyük bir kısmını Farsçayla yazmayı tercih etse de, Mesnevî nin III. defterinde Arapça ve Farsça arasında bir kıyas yapmış, Arapçanın “daha hoş” olduğunu ifade etmiştir (Rûmî, 2015, 438). Mevlânâ, gazellerinden birinde de Arapçayı Farsçaya nazaran daha hoş bir dil olarak kabul ettiğini vurgulamıştır (Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Mevlevî, 1394, 458).

Arapçayı Farsçadan daha üstün ve hoş görmek sadece Mevlânâ ile sınırlı değildir. Esasında bu durum, Arapçanın Kurân-ı Kerîm ve İslâmiyet dili olmasıyla alakalı bir durumdur. Nitekim Rûmî’nin çağdaşı olan Sa’dî-i Şirazi (ö. 691/1292) de Gülistan” da Arapçanın Farsçadan daha üstün olduğunu ima eder cümleler kurmuştır (Sadi-i Şirazi, 1394, 142). Hâfız-ı Şirazi (ö. 792/1390 ?) de aynı durumu ima ve ifade etmiştir (Hâfız-ı Şirazi, 1395, 143).

5. Dîvân-ı Kebîr’de Arapça Unsurlar:

Divân-ı Kebîr, Mevlânâ’nın gazellerini ve rubâilerini ihtivâ eden eseridir. Mevlânâ, şiirlerinin büyük bir kısmını Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247 ?) ile tanıştıktan sonra söylemiş (Yazıcı, 1994, 9/432) ve bu şiirler Mevlânâ’nın etrafındakiler tarafından kayıt altına alınmıştır.[37] Çok hacimli bir divan olması hasebiyle bu esere Dîvân-ı Kebîr denmiştir. Bununla birlikte Mevlânâ, şiirlerinde kendi adı veya lakabı yerine Şems veya Şems-i Tebrîzî kelimelerini mahlas olarak kullandığı için onun bu eseri Dîvân-ı Şems, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî olarak da bilinmektedir. Ayrıca, Mevlânâ’nın bazı gazellerinde mahlas kelimesi yerine “Hâmûş, Hâmoş, Hamoş” gibi kelimeler vardır ki bazı araştırmacılara göre bu kelimeler Mevlânâ’nın mahlası olarak kabul edilmiştir (Şefîi-i Kedkenî, 1387, 1/44).

Divân-ı Kebîr, ömrünü Mevlânâ araştırmalarına adayan merhum Bedîüzzamân Fürûzanfer (ö. 1970) tarafından on cilt hâlinde neşredilmiştir.[38] Fürûzanfer, çokça yazma eserden faydalandığı için onun neşrinde Mevlânâ’ya ait olmayan şiirlerin bulunması ihtimâl dâiresindedir. Fürûzanfer’in neşrinde toplamda 36,360 beyit bulunmaktadır ki bunların 3,229’u gazel, 1,983’ü rubâî ve 44’ü tercî-i bend formundadır (Şefîi-i Kedkenî, 1387, 1/44). Bu gazellerin büyük bir kısmı Farsçadır. Eserin tamamına göre büyük bir yekûn oluşturmasa da Dîvân-ı Kebîr”de Arapça şiirler de bulunmaktadır. Söz konusu Arapça şiirler genel olarak iki kategoride toplanabilir: 1. Tamamen Arapça olan şiirler, 2. Mülemma (yani bir mısra, bir beyit veya bir kısmı Arapça olan şiirler). Divân-ı Kebîr”de yer alan ve bütünüyle Arapça yazılmış olan gazellerin toplam sayısı 76’dır (Tabatabai, 1381, 2).[39]

6. Konya Mevlânâ Dergâhı Semâhânesi’nin kuşak yazıları:

Şimdiye kadar Mevlânâ Dergâhı semâhânesi’nin kuşağındaki yazıları konu eden bir akademik çalışma yayımlanmıştır.[40] Söz konusu çalışmada, kuşaktaki yazıların okunuşun zor olduğu ifade edilmiş, yazıların mâhiyeti ve içeriği hakkında bilgi verilmemiş ve deşifre edilmemiştir (Baysal, 2023, 29). Oysa ki söz konusu eserler okunaklıdır ve deformeler yazıların okunması için bir mâni teşkil etmemektedir.

Semâhane kuşaktaki yazıların tamamı Mevlânâ’nın Arapça gazellerinden seçilmiştir. Yukarıdada belirtildiği üzere, Mevlânâ’nın gözünde Arapça Farsçadan daha hoş bir dildir. Bu durumdan haberdar olan dergâhın mimarları ihtimal ki bu sebepten dolayı böyle bir tercihte bulunmuşlar ve Arapça gazellerden seçmeler yaparak kuşağa işlemişlerdir. Kuşaktaki yazıların bilgileri şu şekildedir: Sırasıyla kuşakta Kebîr’deki 278 numaralı gazelin tamamı, 288 numaralı gazelin 9 ve 10. beyitleri ve 3221 numaralı gazelin ilk dört beyti yer almaktadır. Bu gazellerin tamamı Arapçadır ve mülemmâ değildir. Kuşakta bulunan şiirler, Türkçe transkripsiyonları ve Türkçe tercümeleri aşağıdaki gibidir:

6.1. 278 Numaralı Gazel: (1. Beyit Şekil 17’de ve son beyit Şekil 18’de bulunmaktadır):[41]

[Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün]

Tercüme:

1. Ben, bize sâdık erler dışında kimseye yemin etmem. Ben bize âşık olan tatlı sevgililer dışında kimseye âşık olmam.

2. Önce onlar bize âşık oldu, sonra biz onlara âşık olduk. Bize geldiler, biz de onlara doğru geldik. Onların fazileti, hep bizim rehberimiz olduklarındandır.

3. Gözlerimizi açtık, keremlerinden nasiplendik. Çalınacakları çaldık, sonra ansızın onlar bizi çaldılar.

4. Kalplere galip geldik, gaipleri öğrendik. Allah bize bir bâde içirdi, bize bakanların gözlerini şaraba doyurdu.

5. [Tam zamanında] fazilet bize ulaştı. Aksi takdirde rüsva ve helâk olacaktık. O ikisi bize tam ulaşacakken ürktük ve kaçtık.

6. Allah’ın gazabından korkmasam “Ölümle göz göze geldik ve onlar tekrar bizi yarattılar!” derdim.

7. Canların altında bulunan Şemslere/güneşlere yönel. Bize, rızkımız olarak belirledikleri kâselerle şarap içirdiler. (Füruzanfer, 1378, 1/173; Tabatabai, 1381, 40­41).

Şekil 17: 278 Numaralı Gazelin 1. Beyit. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

Şekil 18: 278 Numaralı Gazelin Son Beyit. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

6.2. 288 Numaralı Gazel: Divan-ı Kebîr neşrine göre toplamda on beyitten oluşan bu gazelden üç buçuk mısra (bir buçuk beyit) alınmıştır. Alınan mısralar ise 9. ve 10. beyitlerdir. Anlam bütünlüğünü görmek açısından yarım olan beytin eksik kısmı köşeli parantez içinde verildi. Ayrıca transkripsiyon ve tercüme numaraları gazelin beyit sırasına göre yazıldı.(Mısralar şekil 19 ve 20’de bulunmaktadır):

[Müstef’ilâtün, Müstef’ilâtün veya Fa’lün Fa’ûlün Fa’lün Fa’ûlün)]

Tercüme:

9. [Benim aşkım] en güzel mânâlara [götüren merkeptir]. Bana bu yeter, bize zulmetmeyin!

10. Aşk bana ‘hâl’dir;[42] mal ve mülktür. Benim uyku uyumam muhâldir, bize zulmetmeyin. (Füruzanfer, 1378, 1/177; Tabatabai, 1381, 48).

Şekil 19: 288 Numaralı Gazel. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

Şekil 20: 288 Numaralı Gazel. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

6.3. 3221 Numaralı Gazel: Toplamda beş beyitten oluşan bu gazelin ilk dört beyti kuşağa yazılmıştır. Kuşaktaki ilk beyit Şekil 21 ve son beyit ise Şekil 22’de bulunmaktadır:

[Mefâ’ilün Faûlün Mefâ’ilün Faûlün]

Tercüme:

  1. Ey Leylâ’nın hanminin sâkinleri! Benden size selam olsun! Zira siz katıksız şarabı bize doğru dolaştırdınız.
  2. Bu, vuslat baharı ve buluşma zamanıdır! Bu, tüm halkı çevreleyen nimettir!
  3. Kadehleri dolaştırın! Büyükleri sarhoş edin! Yücelerin ziyafeti gerçekten de böyle olmalı!
  4. Vuslatınız uzundur. Hemen vuslata kavuşun! Ziyafet yemeğiniz bereketlidir, onu yiyin, size zararsızdır. (Füruzanfer, 1378, 7/80; Tabatabai, 1381, 206).

Şekil 21: 3221 Numaralı Gazelin İlk Beyit. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

Şekil 22: 3221 Numaralı Gazelin Son Beyit. (Foto: Ahmet Kuş, 19.09.2023)

Sonuç

Bu çalışmada öncelikle yaklaşık 600 yıllık bir geçmişe sahip olan Konya Mevlânâ Dergâhı hakkında tarihî bilgiler verilmiştir. Akabinde, Mevlânâ Dergâhı’nın semâhânesi üzerine durulmuş ve semâhânenin tarihlendirilmesi, mimarî özellikleri, tezyinatı ve geçmiş dönemdeki tamir faaliyetleri incelenmiştir. Araştırmalar sonucu, şimdilik kesin bir tarihî belgeye ulaşmamakla birlikte, semâhânenin taşıdığı mimarî özellilkleri ve açığa çıkarılan tezyinatından hareketle, büyük ihtimalle 15.nci yüzyıl sonu ile 16.ncı yüzyılın başında inşa edildiği tahmin edilmiştir. Çalışmanın devamında semâhânedeki kalemişleri ve yazılar incelenmiştir ki bu yazıların en önemli kısmı kuşak kasnağında bulunan ve okunması zor olan Arapça yazılardır. Çalışmada kûfî hatla yazılan bu yazıların tamamının Mevlânâ’nın Arapça gazellerinden seçilen beyitlerden oluştuğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda Mevlânâ Dergâhı’nın tarihi hakkında bilgi verildikten sonra Mevlânâ’nın Arapçaya verdiği ehemmiyet açıklanmış ve Divân-ı Kebîr”deki Arapça unsurlar üzerine bilgi verilmiştir. Mülemma gazeller haricinde Füruzanfer neşrine göre Divân-ı Kebîr”de tamamı Arapça olan toplamda 76 gazel bulunmaktadır. Mevlânâ Dergâhı’nın semâhâne kubbe kasnağı kuşak yazıları incelendiğinde kuşaktaki yazıların Divân-ı Kebîr”in 278, 288 ve 3221 numaralı gazellerden alındığı tespit edilmiştir. Sırasıyla kuşakta Divân-ı Kebîr’deki 278 numaralı gazelin tamamı, 288 numaralı gazelin 9 ve 10. beyitleri ve 3221 numaralı gazelin ilk dört beyti yer almaktadır. 288 numaralı gazelden alınan iki beyitten ilki (gazelin 9. beyti) yarımdır. Bu gazellerin tamamı tasavvufî mâhiyettedir. Böylelikle Mevlânâ Dergâhı semâhânesi kubbe kasnağında yer alan 34,73 metrelik kuşak yazılarının tamamının Divân-ı Kebîr”den seçilmesi, gerek dil gerekse üslup ve anlam bakımından birbiriyle bağlantılı uzun şerit kuşak metni için uygun olmuştur. Bununla birlikte kullanılan istifsiz kufî hat ve erken dönem Osmanlı tezyinatı sade, estetik ve okunaklı bir stilin oluşmasını sağlamıştır.

Kaynaklar/References

Akyurt, Mehmet Yusuf. Konya Asar-ı Atika Müzesi Muhtasar Rehberi. İstanbul: Alaeddin Klişe Fabrika ve Matbaası, 1930.

Bakırcı, Naci. “1997 Yılı Mevlana Müzesi Semahane Kurtarma Kazısı”. IX. Müze Kurtarma Kazıları Semineri. 97-109. Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi, 1999.

Bakırcı, Naci. “Konya Mevlana Dergahı”. İSTEM 10 (01 Aralık 2007), 191-202.

Bakırcı, Naci. “Mevlâna Müzesi Kubbe-i Hadrâ’nın Kalem İşi Süslemeleri ve Yapılan Restorasyon Çalışmaları”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Özel Sayı (2019), 322-338.

Baysal, Ali Fuat. “Konya Mevlânâ Dervish Lodge, Ritual Hall (Semahâne) Painted Decoration and Periodic Analysis”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 108 (2023), 21-38. https://doi.org/10.60163/hbv. 108.002

Baysal, Ali Fuat. Kubbe-i Hadra Kalemişi ve Tezyinatı ve Onarımı. Konya: Palet Yayınları, 2020.

Baysal, Ali Fuat – Sayin, Ayşe Zehra. “Restorasyon Sonrası Kubbe-i Hadrâ Kalem İşleri Üzerine Değerlendirme”. İSTEM 33 (2019), 39-64. https://doi.org/10.31591/istem.550810

Çelebi, Evliya. Seyahat-name. İstanbul: İkdam Matbaası, 1314.

Demir, Elif. Mevlânâ’mn Dîvan-ı Kebîr Adlı Eserinde Geçen Arapça Unsurlar (Bedî’uzzamân-i Furûzânfer ’in, Dîvân-ı Kebîr, Kulliyât-ı Şemsi Tebrîzî, Tovzihât-ı Fihrist ve Keşfu’l-Ebyât Eseri’nin Birinci Cildine Göre). Sosyal Bilimler Enstitüsü: Kırıkkale Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2013.

Demirci, Mehmet. “Hal”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 15/216-218. İstanbul: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 1997.

Diez, Ernest vd. Karaman Devri Sanatı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınevi, 1950.

Dülgerler, Osman Nuri. Karamanoğullar Dönemi Mimarisi. İstanbul Teknik Üniversitesi, Doktora Tezi, 1994.

Eflaki, Ahmed. Ariflerin Menkıbeleri. çev. Tahsin Yazıcı. İstanbul: Kabalcı, 2006.

Erdoğan, Muzaffer. “Yavuz Selim Devrinde Konya”. Anıt 15 (1950), 9-16.

Erol, Erdoğan. “Onarılarak Hizmete Sunulan Kültür Vakıflarımız, Mevlana Müzesi”. Eski Eserler ve Müzeler Bülteni 7 (1986), 20-25.

Erol, Erdoğan. “Padişah III. Selim’in Mevlânâ’nın Türbesi için Yaptırdığı Pûşide”. Türk Etnografya Dergisi 69 (1991), 9-31.

Füruzanfer, Bediüzzaman (ed.). Külliyât-ı Şems veya Dîvân-ı Kebîr (Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Meşhûr be Mevlevî). 10 Cilt. Tahran: İntişarat-ı Emir Kebir, 4. Basım, 1378.

Füruzanfer, Bediüzzaman (ed.). Külliyât-ı Şems veya Dîvân-ı Kebîr (Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Meşhûr be Mevlevî). 10 Cilt. Tahran: İntişarat-ı Emir Kebir, 4. Basım, 1378.

Füruzanfer, Bediüzzaman. Mevlana Celaleddin. çev. Feridun Nafiz Uzluk. Konya: T.C. Konya Valiliği, 2005.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Mevlânâ Celaleddin (Hayatı, Eserleri, Felsefesi). İstanbul: İnkılap Yayınevi, 2015.

Hâfız-ı Şirazi. Divân-ı Hâfız (be Sa’y-ı Sâye). ed. Sâye (Huşeng-i İbtihac). Tahran: İntişârât-ı Kârname, 19. Basım, 1395.

Hammer-Purgstall, Joseph von. Devlet-i Osmaniye Tarihi. çev. Mehmet Ata Bey. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1332.

İbn Batuta. Seyahatname-i İbni Batuta. çev. Memmed Şerif Paşa. 3 Cilt. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333.

İrteş, M. Semih. “Mevlana Türbesi Kubbe-İ Hadra Kalemişi Restorasyon’unda Yeni Buluntular”. Lale 1/1 (22 Ocak 2020), 6-21.

İrteş, M. Semih. “ŞehzadeMustafa ve Cem SultanTürbesi Kalem İşleri”. Cem Sultan veDönemi. ed. Bilal Kemikli – Olcay Kocatürk. 123-136. Bursa: OsmangaziBelediyesiYayıniarı, 2018. http:// ktp.isam.org.tr/detayilhmklzt.php?navdil=tr&midno=147948750&Dergivalkod=2482

İrteş, Muammer Semih – Baysal, Ali Fuat. “II. Bayezid Dönemi Kalemişlerinde Bir Üslûp: Yaprak Çıkıntıları”. İSTEM 37 (30 Haziran 2021), 125-140. https://doi.org/10.31591/istem.959181

Kamacı, Ayşegül. Bursa Cem Sultan Türbesi Kalem İşleri ve Kompozisyon Özellikleri. Sosyal Bilimler Enstitüsü: Necmettin Erbakan Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2021.

Karaçelebizade, Abdülaziz Efendi. Süleymân-nâme. Kahire: Bulak, 1248.

Kaya, Murat. “Cem Sultan Türbesi”, 12 Mart 2024. https://www.semerkanddanbosnaya.com/ portfolio/cem-sultan-turbesi/

Konyalı, İbrahim Hakkı. Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi. Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1964.

Küçükdağ, Fatih. “Konya’da Bir Mevlevi Manzumesi (Pîri Mehmed Paşa Zâviyesi ve Vakfiyesi)”. Vakıf Haftası Dergisi 9 (1992), 159-178.

Küçükdağ, Fatih. “Sultan Selim Camii ve Külliyesi”. TDVİslâm Ansiklopedisi. 37/516-517. İstanbul: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 2009.

Matrakçı, Nasuh. Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn-i Sultan Süleyman Hân. ed. Hüseyin Gazi Yurdaydın. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1976.

Matrakçı, Nasuh. Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i İrakeyn- i Sultan Süleyman Hân. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi:

Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Mevlevî. Külliyât-ı Şems. ed. Bediüzzaman Füruzanfer. Tahran: İntişarat-ı Danişgah-ı Tahran, 1394.

Önge, Yılmaz. “Konya Mevlana Dergahında Yapılan Son Onarımlar Hakkında Bazı Düşünceler”. VII. Vakıf Haftası Bildirileri (Konuşmalar ve Tebliğler). 319-324. Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1990.

Özkafa, Fatih. İstanbul Selâtin Camilerinin Kuşak Yazıları. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2008.

Özönder, Hasan. “Mevlana Türbe ve Külliyesinin Tamir ve İlaveler Kronolojisi”. Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi 2 (1987), 13-75.

Özönder, Hasan. “Mevlânâ Türbesi Mescid ve Semâ-hânesi’nin Son Nakkaş ve Hattatı Konyalı Mahbûb Efendi”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 1 (1994), 93-108.

Peçevi, İbrahim. Peçevi Tarihi. ed. Murat Unaz. İstanbul: Neşriyat Yurdu, 1968.

Ramazanzade, Mehmed Çelebi. Tarih-i Nişancı Mehmed Paşa. İstanbul: Tab’hane-i Amire, 1290.

Rûmî, Mevlânâ Celâleddîn. Fîh-i Mâ Fîh (ve Peyvest-ha-i Nev-Yâfte). ed. Tevfik Subhani. Tahran: Bungah-ı Tercüme ve Neşr-i Kitab-ı Parse, 5. Basım, 1400.

Rûmî, Mevlânâ Celâleddin. Mesnevî-i Ma’nevî. çev. Hicabi Kırlangıç Derya Örs. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2015.

Sadi-i Şirazi. Gülistan. ed. Muhammed Ali Füruği. Tahran: İntişarat-ı Harezmi, 12. Basım, 1394.

Sakıb Dede. Sefîne-i Nefîse-iMevleviyân. Kahire: Matbaa-i Vehbiyye, 1283.

Solakzade, Mehmed Hemdemi. Solakzade Tarihi. İstanbul: Mahmud Bey Matbaası, 1297.

Şefîi-i Kedkenî, Muhammed Rıza. Gazeliyât-ı Şems-i Tebrîz. 2 Cilt. Tahran: İntişarat-ı Sühan, 1387.

Şikârî. Karamanoğulları Tarihi. çev. Mesut Koman. Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1946.

Tabatabai, Seyyid Hasan. Tercüme-i Eş’âr ve İbârât-ı Arabî-i Dîvân-ı Şems. Edebiyat ve Sosyal Bilimler Fakültesi: Tahran Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 1381.

Tanrıkorur, Şermin Barihüda. “Mevleviyye”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 29/468-475. İstanbul: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 2004.

Tanrıkorur, Şermin Barihüda. Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri. Sosyal Bilimler Enstitüsü: Selçuk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2000.

Tuncer, Orhan Cezmi. Anadolu Kümbetleri 2: Beylikler ve Osmanlı Dönemi. Ankara: Sevinç Matbaası, 1991.

Uzluk, Şahabettin. Mevlana’nın Türbesi. Konya: Konya Halkevi Yayınları, 1946.

Uzluk, Şahabettin. “Türk Mimarisinde Mevlana Türbesi ve Onun Mimari Değeri”. Konya Halkevi Kültür Dergisi Mevlana Özel Sayısı (1943), 144-147.

Yaltkaya, M. “Mevlana’da Türkçe Kelimeler ve Türkçe Şiirler”. Journal of Turkology 4 (24 Aralık 2010), 112-168. https://doi.org/10.18345/tm.16465

Yazıcı, Tahsin. “Dîvân-ı Kebîr”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 9/432-433. İstanbul: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 1994.

Zennun, Yusuf – Serin, Muhittin. “Kûfi”. TDVİslâm Ansiklopedisi. 26/342-345. İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi, 2002.

Extended Abstract

This study was made to examine the history, location and context of the uninterrupted row of kufic Arabic inscriptions found encircling the dome drum covering the semâhane (whirling hall) of the historical Mevlânâ Dergâh located in present day Konya Mevlânâ Museum. Mevlânâ Dergâh for almost 600 years was the home of the pîr (head) and administrative center of the Mevlevi Sufi Order of dervishes. Mevlevihanes (Mevlevi dervish lodges) and members of the order were governed from this center until activities of all dervish lodges and madrasas was prohibited in 1925 and the dergâh was converted into a museum.

The head of the Mevlevi sufi order, Mawlana Jalaluddin Rumi (1207-1273) and his son Sultan Veled (1226-1312), the founder of the order, are buried in the Mevlânâ Dergâh complex under the tall cylindrical green dome known as the Kubbe-i Hadra. For over 400 years, after every Friday prayer, the Mevlevi Âyini Şerif (ritualistic Whirling Ceremony of the Mevlevi dervishes) used to be performed in the presence of Rumi and Sultan Veled, in the square- planned semâ meydan (space under the dome) of the semâhâne located to the north of the Kubbe-i Hadra. An integrity of meaning and harmony existed in the semâhâne because both the couplets of the uninterrupted row of kufic Arabic inscriptions found encircling the semâhane’s dome drum and most of the lyrics of the Mevlevi Âyini Şerîfs were selected from Rumi’s Divân-ı Kebîr. However, this integrity was disrupted after the late 19th century renovation and restoration carried out during the time of Abdülhamid II. between 1886 and 1889, when the semâhane was extended on its northern and eastern sides and lodges for the mutrib (accompaning dervish musicians) and spectators were constructed on the first and mezzanine floor. During this renovation, in 1305-1306 /1886-1887, all the painted decorations and calligraphy on the dome and pendentives of the semâhâne were totally covered and repainted by painter Mehmed Mahbûb el-Konevî b. Hamdi Mustafa Rüşdî in a 19th century Turkish Empire decoration style, resulting in the covering of the kufic Arabic inscriptions in the dome drum belt.

The semâhane dome drum belt inscriptions were first exposed in the 20th century during the extensive 1982-1986 repairs carried out in the Konya Mevlânâ Museum. During this renovation the covering plaster layers of Mahbûb Efendi’s 19th century calligraphy and Turkish Empire style decorations were rasped off the dome and pendentive surfaces of the semâhâne to expose the underlying inscriptions which were then repainted by Mustafa Baytal and his team between 1983 and 1984. To date no extensive evaluation has been made of the major changes brought about in almost all of the painted decorations and calligraphy of the Mevlânâ Dergâh during these 1980’s repairs and the kufic dome drum inscriptions in the semâhâne have not been properly deciphered.

In this study, the architectural history of the Mevlânâ Dergâh’s semâhâne with its renovation and restorations were examined in an attempt to date and reveal the physical decorative context of its dome drum inscriptions. These inscriptions share similar stylistic and decorative elements with late 15th to early 16th century Bursa and Edirne Ottoman examples. Then for the first time, by revealing their sources in Rumi’s Divân-i Kebir and giving the transcriptions and Turkish meaning of the lines of the kufic Arabic verses, the dome drum inscriptions in Mevlânâ Dergâh’s semâhâne were finally deciphered. It was shown that these inscriptions were all taken from the Arabic ghazals found in Rumi’s Divân-i Kebîr. They consist of the seven couplets of the 278th ghazal, the 9th and 10th couplets of the 288th ghazal and the first four couplets of the 3221 ghazal. These 25 1/2 lines of poetry taken from the same source are all of Islamic mystical nature in their content. Connected to each other in terms of similar language, form, style and content, they provide perfect text material for the uninterrupted row of 34,73 metre long inscriptions encircling the dome drum of Konya Mevlânâ Dergâh’s semâhâne.

Araştırma Makalesi / Künye: SALMANİ, Milad – TANRIKORUR, Şermin Barihüda. “Konya Mevlânâ Dergâhı Semâhânesi ve Kubbe Kasnağındaki Kuşak Yazıları”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 110 (Haziran 2024), s. 303-328. https://doi.org/10.60163/tkhcbva.1458383.


* Dr. Öğr. Üyesi, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi, milad.salmani@mgu.edu.tr, ORCID: 0000-0002-4261­8760.

** Dr. E-mail: tanrıkorurb@gmaıl.com, ORCID: 0000-0002-4868-243X.

*** Çok kıymetli mimar-restoratör Prof. Dr. Yılmaz Önge, makalemizin yazarı Ş. B. Tanrıkorur’a Selçuk Üniversitesi’nde doktora danışmanlığı yaptığı sırasında, 1992’de kalp krizi geçirerek vefat etti. 1983-84 yılları arasında incelemeye aldığımız kubbe kuşak yazılarını meydana çıkaran ve restore eden nakkaş Mustafa Baytal’ın yanında iskeleye çı­kıp incelemeler yapan Yılmaz Hoca’nın danışmanlığı sayesinde bugün Konya Mevlânâ Dergâhı’nın semâhâne kubbe kuşak kûfi yazılarının okumasını ve deşifresini yapabiliyoruz. Yılmaz Hoca’nın o zaman yeni çıkarılan kalem işleri­nin çözülmesi ve değerlendirilmesi için ipuçlarıyla dolu, değerli makalesi hâlâ sanat tarihçilerine yol göstermektedir (Önge, 1990).

-Bu makalenin bütün bölümleri her iki yazar tarafından müşterek bir şekilde yazılıp kontrol edilmişse de özellikle semâhâne tarihi ve tezyinatı ile ilgili bölümler Dr. Ş. B. Tanrıkorur, Arap harfli yazıların deşifresi ve yorumları ile ilgili bölümler Dr. M. Salmani tarafından kaleme alınmıştır.

[1] Günümüzde bu tezyinat onarımına ait 1305/1887 ve 1306/1888 tarihli kitâbeler, mescit mihrabın üstün­de vesemâhâneningüneykemerialtındayeralmaktadır.Bk.23nolu dipnot ve Şekil5a ve5b.

[2] Bk.Resim6(Özönder,1994. 104).

[3]  Bk. (Bakırcı,2019;Erol, 1986; Önge,1990).

[4]  Vakıfların 1989 tarihli toplantısında, Yılmaz Önge onarımda yapılan işlem ve değişimleri özetleyip kısaca bir değerlendirme yaptı (Önge, 1990). 2023’te yayınlanan makalede ise, daha önce yüzyıllara ve özellikle 1888’e ait onarımdaki örtülü kalem işlerinin incelemesi ve mukayesesini yapmadan, sadece semâhâne kalem işleri ve yazılarının bugünkü durumunu değerlendirdi (Baysal, 2023).

[5] Makalede, tablo halinde sunulan kuşak yazılarındaki yirmi beş Arapça mısradan sadece dokuz tanesi doğru tespit edilebilmiş ve ‘çok bozulmuş ve okunması zor’ olan mısraların Divân-ı Kebîr gazel kay­nakları, transkripsiyonu ve anlamı verilememiştir (Baysal, 2023, 23).

[6] Mevlânâ türbesinin detaylı onarım ve inşa kronoloji cetveli için bk. (Konyalı, 1964; Özönder, 1987; Tanrıkorur, 2000; Uzluk, 1946).

[7]  1983-86 arasındaki onarım hakkında bk. (Bakırcı, 2019; Erol, 1986; Önge, 1990).

[8]  Detaylı bilgi için bk. (Bakırcı, 2019; Baysal, 2020; Baysal – Sayin, 2019; İrteş, 2020).

[9]  Tanrıkorur, bu şekil 2000 tarihli doktora tezinden alarak tekrar gözden geçirerek bazı değişiklikler yap­mıştır.

[10]  Detaylı bilgi için bk. (Özönder, 1987, 17-18; Uzluk, 1943, 53-56; Uzluk, 1946, 84-92).

[11]  Detaylı bilgi için bk. (Dülgerler, 1994, 191; Konyalı, 1964, 638-639; Tuncer, 1991, 99-100).

[12] Karamanoğlu Dönemine ilişkin kaynak bk. (Diez vd., 1950).

[13]  Nitekim Veled Çelebi’ye göre II. Murad zamanında hücreler ve türbe etrafında bazı onarımlar yapılmış­tır. Bk. (Uzluk, 1946).

[14]  Detaylı bilgi için bk. (Baysal, 2020; Baysal – Sayin, 2019; İrteş, 2020).

[15]  (Çelebi, 1314, I/160; Karaçelebizade, 1248, 197; Peçevi, 1968, I/426; Ramazanzade, 1290, 266; Sakıb Dede, 1283, I/143; Solakzade, 1297, 587; von Hammer-Purgstall, 1332, VI/153) gibi yazarlar bu görüş- teler. Bk. (Konyalı, 1964, 646-649; Küçükdağ, 2009).

[16]  Tarih şöyledir: “Allah onun sırrını mukaddes eylesin! Şah Sultan Süleyman, Mevlânâ’nın bu makamını ve menzillerinin yapımını emretti 973.” Bizce burada kastedilen makam, pûşidenin altında bulunan Mevlânâ ve Sultan Veled’in mermer sandukaları olmalıdır. Bk. (Erol, 1991).

[17] Bk. İst. Ü Ktp.no. TY 5964, 1533-36 tarihli Nasuhü’s-Sılâhî Matrakçı (1533) v. 17a ve (Matrakçı, 1976, 67).

[18] Minyatürde 16. yüzyıl ortalarından itibaren dergâhın batısında değişik tarihlerde inşa edilecek (halk arasında Selimiye Camii olarak bilinen) Kanunî Sultan Süleyman Camii (Küçükdağ, 2009) ve Şehzade II. Selim’in 1563 tarihli imaret henüz inşa edilmemiş görünüyor.

[19] Kanunî 1520’de tahta çıkmıştır.

[20]  Çünkü 1523-1524’de Kanunî’nin sadrâzamı Pirî Mehmed Paşa, dergâhın batısında ve dergâha ait bir arsanın üzerine hücrelerin çevrelediğin bir ön avlulu camiyi ihtiva eden bir mevlevî zâviyesini inşa ettir­miştir (Küçükdağ, 1992). O tarihte Pir Evinde mescid-semâhâne ünitesinin ihtiyacı söz konusu olsaydı, Pirî Mehmed Paşa veya Kanunî kendisi daha önce onu inşa ederlerdi ve kaynaklarda geçerdi.

[21] Tezkiretü’l-Bünyan, Tezkiretü’l-Ebniye ve Adsız Risale’deki listelerde Konya’da Mimar Sinan tara­fından yapılmış herhangi bir âbide görünmemekte, sadece Sinan’ın o vakitler hassa mimarbaşı olduğu belirtilmektedir.

[22] Bu onarıma ait 1307/1889 tarihli kitâbemescidinsoncemaatyeri üzerinde bulunmaktadır.

[23] Konyalı Mahbûb Efendi’nin imzası hem mescit mihrabının üstündeki mavi zeminli “Resseme hâzi- hi’l-hutût ve’n-nukûş Mehmed Mahbûb el-Konevî b. Hamdi Mustafa Rüşdî sene 1305” tarihli kitâbe- sinde (Şekil 5a) hem semâhânenin güney kemer dolgusundaki en üstteki resmedilmiş dikdörtgen başlık içerisinde “Yâ Hazret-i Celâleddîn Rumî b. Sultanü’l-ulemmâ kuddise sırruhu Mehmed Mahbûb res­seme 1306” yazılarının sonunda yer almaktadır (Şekil 5b). Mahbub Efendi hakkında daha detaylı bilgi içinbk.(Özönder, 1994,93-108).

[24]  Kasım 2023 tarihli görüşmemizde eski Konya Mevlânâ Müzesi müdürü, Erdoğan Erol “Onarım öncesi, sırası ve sonrası çekilen fotoğraflar büyük albümlere yerleştirilerek Mevlânâ Müzesinin arşivine kaldı­rılmıştır.” dedi.

[25]  2023 Kasım’da şimdiki Konya Mevlânâ Müzesi müdürü yardımcısı Naci Bakırcı’ya albümleri görmek istediğimi söylediğimde bu albümlerin Müze arşivinden kaldırıp Konya Müze Müdürlüğüne teslim edildiğini söylemiştir. Ancak albümlerin akıbetini öğrenip çekilen fotoğrafları görüp inceleyemedik.

[26]  Detaylı bilgi için bk. (Önge, 1990, 323) ve dipnot 25.

[27]  Kompozisyondaki yazılar, Mevlânâ Dergâhında 1980’li yıllardaki onarımda mescid mahfili arkasında ve Kubâb-ül Aktâb bölümü batı, güney ve doğu duvarlarında çıkarılıp yeniden ihya edilen celî sülüs müsennâ yazılar, erken Osmanlı Dönemi’ne ait Edirne’de Eski Cami, Muradiye Camii ve Üç Şerefeli Cami, Bursa’da Ulucami, Yeşil Cami ve Cem Sultan Türbesi içindeki 15. yüzyıla ait yazı ve nakışlarla büyük benzerlik göstermektedir.

[28]  Bk. (Baysal, 2023, 27) Figure 3.1. Rotational Symmetry Form Drawing.

[29]  Bu bilgi Mevlânâ Müzesi müdür yardımcısı Naci Bakırcı ile yapılan 2023 Ekim’deki yazışmalarımız­dan alındı.

[30]  Bu bilgi eski Mevlânâ Müzesi müdür Erdoğan Erol ile yapılan 2023 Kasım’daki telefon görüşmemiz­den alındı.

[31]  Zennûn-Serin’in tanımına göre “tezyînî ve çiçekli kufî (el-kûfıyyü’l-muzarhef) yazısında harflerin uç­ları ve yazı boşlukları; yaprak kıvrımları, stilize çiçek ve hayvan motifleriyle bezenmiştir” (Zennun -Serin, 2002,26/344).

[32]   Doç. Dr. Ali ToyHoca’nın“YapmaDoğu Kûfisi” tanımıve yardımlarıiçinşükranlarımızı arzederiz.

[33]   Detaylıbilgiiçin bk. (Kamacı, 2021, 95;Kaya,2024)

[34]  Mevlânâ’nın şiirlerinde Rumca unsurlar için bk. (Gölpınarlı, 2015, 256). Ayrıca, Mevlânâ’da Türkçe unsurlarla ilgili bk. (Yaltkaya, 2010).

[35]  Mesnevî’nin III. defteri, 2535 numaralı beyit. Bk. (Rûmî, 2015, 394).

[36]   Meselâ MesnevVnin II. defterinde “Rûhun Türkçeyle Arapçayla işi ne?” demiştir. Bk. (Rûmî, 2015, 180).

[37    Mevlânâ’nın Şems’ten önce de şiirler yazdığı ileri sürülmüştür. Bk. (Gölpınarlı, 2015, 251).

[38]  Eserin dördüncü baskısının künyesi şu şekildedir: (Füruzanfer, 1378). Divan-ı Şemsem İran’da birçok yayınevi tarafından neşredilmiştir. Bununla birlikte on cilt olan yayın bir araya getirilerek tek cilt hâ­linde 1394 hicrî-i şemsî (2015-2016) yılında bir daha Tahran Üniversitesi Yayınları tarafından neşredil­miştir (Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Mevlevî, 1394).

[39]  Divân-ı Kebîr’de yer alan Arapça ibâreler ve beyitlerle ilgili İran’da 2002 yılında bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Bu tezde Divân-ı Kebîr’deki Arapça ibareler 3 kategoride toplanmıştır: 1. Bütünüyle Arapça olan gazeller, 2. En az bir mısra veya beyit Arapça içeren şiirler (mülemma şiirler), 3. Tam bir mısra olmayıp Farsça bir mısra içinde yer alan Arapça ibâreler. Detaylı bilgi için bk. (Tabatabai, 1381). Bununla birlikte, Türkiye’de 2013 yılında aynı konuda bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Bk. (Demir, 2013).

[40]   Söz konusu çalışma yayımlandığında makalemizle ilgili çalışmamızın büyük bir kısmı hazırlanmıştı ancak dergiye gönderilmemişti.

[41]  Eylül 2023’te fotoğrafları titizlikle bize ulaştıran Doç. Dr. Mustafa Akkuş ve Ahmet Kuş Bey’e şükran­larımızı arz ederiz.

[42]  Hal bir tasavvuf terimidir. Detaylı bilgi için bk.(Demirci, 1997).

 

Ziyaretçi Rekoru Kırdı
Ziyaretçi Rekoru Kırdı 750 464 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un açıklamalarıyla yılın başında Türkiye’deki müze ve ören yerlerine ilgi arttı. Konya Mevlâna Müzesi’nin ziyaretçi rekoru kırması dikkat çekti. İşte, yılın ilk 3 ayında en çok ilgi gören müze ve ören yerleri!

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, müze ve ören yerlerine ilişkin ilk 3 aylık verileri sosyal medya hesaplarından paylaşırken, müze ve ören yerlerinin Ramazan Bayramı süresince ziyaretçilerini ağırlamaya devam edeceğini hatırlattı.

ANKARA (İGFA) – Türkiye’de müze ve ören yerleri ziyaretçi sayısı 2024 yılının ilk 3 ayında 4 milyona yaklaştı.

Müze ve ören yerlerinin Ramazan Bayramı süresince ziyaretçilerini ağırlamaya devam edeceğini hatırlatan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, “Müzekartlarınız hazır mı? diyerek yaptığı paylaşımda, “Bakanlığımıza bağlı 300’den fazla müze ve ören yeri ile Cumhurbaşkanlığına bağlı Millî Saraylar Başkanlığı bünyesindeki müzeler #RamazanBayramı boyunca sizleri bekliyor” ifadelerini kullandı.

Bakan Ersoy, Türkiye’nin bu dönemde en çok ziyaret edilen müze ve ören yerlerini de şöyle paylaştı:

1- Konya Mevlâna Müzesi
2- Denizli Hierapolis (Pamukkale) Ören Yeri
3- İzmir Efes Ören Yeri
4- Nevşehir Göreme Ören Yeri
5- Nevşehir Zelve – Paşabağları Ören Yeri
6- Ankara Cumhuriyet Müzesi
7-  İstanbul Arkeoloji Müzesi
8-  İstanbul Galata Kulesi
9- Şanlıurfa Göbeklitepe Ören Yeri
10- Nevşehir Kaymaklı Yer Altı Şehri

Geçen sene yaklaşık 30,5 milyon ziyaretçi sayısına ulaşan müze ve ören yerleri bu yılın ilk 3 ayında 3 milyon 886 bin 998 ziyaretçi ağırladığı kaydedilirken verilere göre Konya Mevlâna Müzesi ilk sırada olduğu belirlendi. Konya Mevlâna Müzesi 383 bin 392 kişi ile 3 ayın en çok ziyaret edilen müzesi olurken, Denizli Hierapolis (Pamukkale) Ören Yeri 259 bin 25 ziyaretçi ile ikinci, İzmir Efes Ören Yeri de 249 bin 482 ziyaretçi ile üçüncü sırada yer aldı. Yılın ilk 3 ayında en çok ziyaretçi ağırlayan müze ve ören yerlerini sırasıyla 249 bin 482 kişi ile İzmir Efes Ören Yeri ve 149 bin 23 kişi ile de Nevşehir Göreme Ören Yeri izledi.

Öte yandan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un, vatandaşların tarihî ve kültürel zenginliklere ulaşımını kolaylaştırmak üzere fiyatını 60 liraya sabitlediği Müzekart satışlarında da rekor artışlar devam belirtirken, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 300’den fazla müze ve ören yeri ile Cumhurbaşkanlığına bağlı Millî Saraylar Başkanlığı bünyesindeki müzelerde geçerli olan Müzekart satışlarının 2024 yılının ilk 3 ayında 701 bin 162’ye ulaştığını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un paylaştığı verilere göre 2024 yılının ilk üç ayında Türkiye’deki müze ve ören yerleri ziyaretçi rekoru kırdı. Müzelerin Ramazan Bayramı boyunca açık olacağını duyuran Bakan Ersoy, vatandaşların tarihi ve kültürel miraslara ulaşımını kolaylaştırmak için Müzekart satışlarında rekor artış olduğunu belirtti. Konya Mevlâna Müzesi’nin başı çektiği listede, Denizli Hierapolis (Pamukkale) Ören Yeri, İzmir Efes Ören Yeri ve Nevşehir Göreme Ören Yeri gibi önemli tarihi mekanlar da yer aldı.

 

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasından Sonra Türkiye Mevlevihanelerinin Durumu
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasından Sonra Türkiye Mevlevihanelerinin Durumu 150 150 Hz. Mevlâna Dergâhı

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasından Sonra Türkiye Mevlevihanelerinin Durumu

Te Status of Mevlevihanes in Türkiye after the Closure of Dervish Lodges and Zawiyas

Büşra Çakmaktaş*

Öz

Bu makalede tekke ve zaviyelerin kapatıldığı 1925 yılında Türkiye sınırları dahilinde bulunan, dolayısıyla tekke ve zaviyelerin seddi kanunundan doğrudan etkilenen mevlevîhanelerin durumu incelenmektedir. Makale bu kapatılma sürecinde mevlevîhanelerin hangi değişiklikleri geçirdikleri, hangi maksatlarla kullanıldıklarını ele alınmaktadır. 1925 yılında hangi mevlevîhanelerin faaliyet halinde olduğu da araştırmanın odaklandığı konulardan biridir. Makalede 1925 tarihinde Türkiye’de 49 mevlevîhanelerin faaliyet halinde olduğu tespit edilmiştir. Bu mevlevîhanelerden 29’unun 1925-1950 yılları arasındaki durumu hakkında bilgiye ulaşılabilmiş, 20’sinin durumları hakkında ise bir bilgiye ulaşılamamıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından tıpkı diğer dergâhlar gibi mevlevîhanelerin pek çoğunun da yok olmaya yüz tuttuğu, hatta bir kısmının tamamen yok olduğu, cüzi bir kısmının ise kamu yararına kullanıldığı araştırmanın temel bulgularından biridir.

Anahtar Kelimeler: Tekke, asitane, zaviye, Mevlevihane, tekke ve zaviyelerin seddi, 1925.

Abstract

In this article, the situation of the Mevlevi lodges, which were in the borders of Türkiye in 1925, when the lodges and zawiyas were closed, and were therefore directly afected by the law on the closure of lodges and zawiyas, is examined. Te article discusses the changes the Mevlevi lodges went through and for what purposes they were used during this closure process. Which Mevlevi lodges were active in 1925 is also one of the subjects that the research focuses on. In the article, it was determined that 49 mevlevi lodges were active in Turkey in 1925. Information about the status of 29 of these Mevlevi lodges between 1925 and 1950 could be reached, and information about the status of 20 of them could not be reached. It is one of the main findings of the research that after the closure of lodges and zawiyas, just like other dervish lodges, many of the mevlevi lodges began to disappear, some of them even disappeared completely, and a small part of them was used for public benefit.

Keywords: Lodge, asithanah, zawiya, Mevlevi lodges, closure of lodges and zawiyas, 1925.

Giriş

İslam medeniyetinin ve tasavvufî eğitimin temel kurumlarından biri olan tekkeler, Osmanlılar döneminde toplumun neredeyse tüm kesimlerinin dahil olduğu bir geniş bir ağ oluşturmuş, uzun yüzyıllar çok çeşitli görevler üstlenerek hem ferdî hem de ictimâî düzeyde büyük faydalar sağlamıştır. Tekkelerde zaman zaman idari ve mali meselelerde birtakım sorunların yaşandığı Osmanlı döneminde, bu sorunların özellikle 19. yy. itibariyle dikkat çekici bir biçimde tebârüz etmeye başladığı görülmektedir. 19. yy.’dan itibaren bunların çözümü maksadıyla Meclis-i Meşâyıh’ın kurulması, II. Meşrûtiyet döneminde tarikatlar ve tekkeler meselesinin gündeme alınması, bazı talimatnamelerin yürürlüğe konulması gibi birtakım girişimler söz konusu olduysa da kayda değer bir iyileşme yaşanmamıştır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Şeriyye ve Evkâf Vekâleti’nin kaldırılıp, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasıyla tekke ve zâviyelere yönelik ilk büyük değişim de gerçekleşmiş, 1924’te tekke ve zâviyelerin idaresi Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmıştır. Bu karar 3 Mart 1924’te tarihli 429 sayılı kanunun 5. maddesinde “ Türkiye Cumhuriyeti memâliki dâhilinde bilcümle cevâmi ve mesâcid-i şerîfesinin ve tekâyâ ve zevâyânın idâresine, imam, hatip, vâiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve sâir müstahdemînin tayin ve azillerine Diyanet İşleri reisi memurdur.” ifadeleriyle anlatılmıştır (Resmi Gazete, 3.3.1924: 24; Kara, 2003: 24; Kara, 2016: 98).

13 Şubat 1925 tarihinde Nakşî-Hâlidî şeyhi Şeyh Saîd’in liderliğinde başladığı kabul edilen ve Şeyh Saîd isyanı olarak bilinen (Kurşun, 2019: 560) hadise de tekke ve tarikatları problemli bir alan olarak gündem haline getirmiştir. Bu isyanı bastırmak için 4 Mart 1925 tarihli 578 sayılı Takrîr-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girmiştir. Kanunda durum “İrticaa ve isyana ve memleketin nizâm-ı ictimâîsi ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bâis bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, reisicumhurun tasdikiyle resen ve idareten men’e mezundur. İşbu efal erbabını hükümet, İstiklal Mahkemesi’ne tevdi edebilir.” şeklinde izah edilmiştir (Resmi Gazete, 4.4.1925: 36; Kara, 2003: 102; Kara, 2020: 493).

Bu menfi durumların nihayetinde 30 Kasım 1925’te çıkan 677 sayılı “ Tekke ve zâviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile birtakım ünvanların men ve ilgasına dair kanun”la birlikte tekke ve zâviyeler kapatılmış, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, çelebilik, babalık gibi tüm lakapların kullanılması da yasaklanmıştır (Resmi Gazete, 13.12.1925: 113).

Ayrıca 5 Eylül 1925’te yayınlanan kararnameye göre de tekke, zâviye ve türbelerin kapıları mühürlenecek, esas inşa sebebi cami ya da mescid olanlar bu şekilde kullanılacaktır. Mektep olarak kullanılmaya uygun olanlar ise mektep olarak hizmet verecektir. Mektep olarak kullanılamayacak durumda olanlar satılacaktır. Tekke ve zâviyelerde bulunan eşyalar da tutanakla kayıt altına alınacak, teşhire uygun olanlar ise İstanbul’da bulunan Evkâf Müzesi’ne gönderilecektir. Tekkelerde yaşayan şeyhler kayd-ı hayatla orada yaşamaya devam edebileceklerdir (Resmi Gazete, 5.09.1925; 445-446).

Her ne kadar tekke binalarının ve içindeki eşyaların kontrollü bir şekilde muhafazası yönünde birtakım uygulama esasları kararname yoluyla belirlenmiş olsa da yaşanan tecrübe farklı bir doğrultuda seyretmiştir. Bazı dergâhlar cami, mescid, okul, karakol, cephanelik gibi kamu hizmetleri için kullanılmış, ancak bu kullanım sırasında gerçekleştirilen bazı değişiklikler sebebiyle yapılar kendi mimari özelliklerini büyük ölçüde kaybetmiştir. Pek çok tekke binasının ise bakımsızlıktan kullanılmaz hale gelip yıkıldığı, bir kısmının yol yapımı vb. gibi gerekçelerle yıktırıldığı, bir kısmının satılıp, fabrika, depo, ahır vb. gibi tamamen farklı amaçlarla kullanılarak bu zengin kültürel mirasın büyük ölçüde korunamadığı görülmektedir.

Bu makalede Türkiye’de tekke ve zâviyelerin kapatılmasından hemen önce varlığını hala sürdürmekte olan dolayısıyla ilgili kanundan doğrudan etkilenen mevlevîhanelerin kapatıldıktan sonraki durumları tespit edilmeye çalışılacaktır. Makalede öncelikle 1925 yılına kadar faaliyetini sürdürüp ilgili kanunla kapanan mevlevîhanelerin isimleri tespit edilip tasnif edilecek, tekke ve zâviyelerin kapatılması kanunun ardından akıbetlerinin ne olduğu ortaya konulacaktır. Bu makalenin amacı ise manevi ve kültürel bir miras olan mevlevîhanelerin 1925-1950li yıllar arasındaki portresini ortaya koymak, varlıklarını hangi ölçüde koruyup koruyamadıklarını ve hangi amaçlarla kullanıldıklarını tespit etmektir.

Çalışmanın sınırları gereği mevlevîhanelerin kurumsal açıdan tarihleri ve safahatına dair detaylı bilgi verilmeyecek, özellikle 1925 ile 1950li yıllar arasındaki durumları üzerinde durulacaktır. Yine çalışmanın sınırları gereği mevlevîhanelere ilişkin listelere ve bu listelere dair oluşturduğumuz tablolara dünya mevlevîhaneleri dahi edilmeyecektir.

1. Mevlevîliğin Merkezi Olarak Mevlevîhaneler

Mevlevîliğin âsitâne, zâviye ve dergâhlarına verilen genel isim olan mevlevîhaneler kuruluş döneminden itibaren tarîkatın kurumsallaşmasının ve yayılmasının en önemli aracı olmuştur. İlk kurulan Mevlevî dergâhı Hz. Mevlânâ’nın türbesinin de içinde bulunduğu “pîr evi”, “âsitâne”, “âsitâne-i âliyye”, “huzûr-ı pîr” adlarıyla da anılan Konya Mevlânâ Dergâhı’dır. Tarihi süreç içerisinde Anadolu’da ve dünyanın dört bir tarafında kurulmuş olan tüm mevlevîhaneler Konya Mevlânâ Dergâhı’na bağlı olarak yönetilmiştir (Gölpınarlı, 1983: 330; Tanrıkorur, 2004: 471).

Bu Mevlevî dergâhları nitelikleri bakımından âsitâne ve zâviye olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Âsitâneler bin bir günlük Mevlevî çilesinin çıkarılabildiği tam teşekküllü dergâhlarken, zâviyeler daha küçük ölçekli, çile çıkarmak için uygun olmayan dergâhlardır (Gölpınarlı, 1983: 330; Tanrıkorur, 2004: 471).

13. yy.’dan günümüze kadar farklı zamanlarda inşa edilip faaliyete geçen, bazen faaliyetini uzun yüzyıllar sürdüren, bazen ise kısa bir süre faaliyet gösterdikten sonra kapanan Mevlevî dergâhları bulunmaktadır. Bu mevlevîhanelerin başta Konya olmak üzere, İstanbul, Anadolu, Balkanlar ve Orta Doğu’da yoğunlaştığı görülmektedir. Tarih boyunca kurulmuş olan Mevlevî dergâhlarının ne zaman ve nerelerde kurulduğuna, geçirmiş olduğu süreçlere dair pek çok çalışma yapılmış olmakla birlikte, Mevlevî dergâhlarının sayısı ve bazı dergâhların hangi tarihlerde faal oldukları hakkında birtakım müphemlikler bulunmaktadır. Bu müphemliklerin hiç şüphesiz en önemli sebebi bazı dergâhlar hakkında bugün ulaşılabilecek bilgi, arşiv belgesi ve kaynağın bulunmaması/ sınırlı olmasıdır. Bu sınırlılığa rağmen dünyada kurulmuş olan Mevlevî dergâhlarının listelenmesine ilişkin nadir de olsa bazı belgeler bulunmuş ve günümüzde yapılmış birtakım çalışmalar yapılmıştır.

Mevlevî dergâhlarını listeleyen çalışmalar tespit edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:

  1. Fâzıl Paşa’nın 1283/1867 tarihinde neşredilen Şerh-i evrâdi’l-müsemmâ adlı eserinde zikrettiği 50 mevlevîhaneden 30’u Türkiye mevlevîhanesidir (Fazıl Paşa, 1283: 420).
  2. 1889-90 tarihli Konya Vilâyet Salnâmesi’nde 39 (Eminoğlu, 2022: 23/212-216), 1894 tarihli salnamede ise 37 tane Türkiye mevlevîhanesinin ismi geçmektedir (Şafak, 2014: 85-89).
  3. Veled Çelebi’nin âsitâne ve mevlevîhaneler arasındaki yazışmalardaki hitap şekillerini kaydettiği bir belgede de 1330/1911 tarihinde faal olan mevlevîhanelerin listesiyle karşılaşmaktayız. Bu liste de Türkiye sınırları açısından ele alındığında 1330/1911’de 48 mevlevîhanenin faal halde olduğu anlaşılmaktadır (KMMA, 47/16; Erol, 1994: 56-58).
  4. Mevlevî dergâhlarının listelenmesine dair en dikkate değer kaynak Veled Çelebi’nin Menâkıb’ında zikrettiği 1331/1912 tarihinde faaliyet halinde olan mevlevîhanelerin adları ve şeyhlerinin listesidir. Bu listeye göre o tarihte Türkiye sınırlarında 48 mevlevîhane bulunmaktadır (Şafak, 2004: 342-344).
  5. Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik adlı eserinde de dünyadaki Mevlevî âsitâneleri ve zâviyeleri ayrı ayrı listelenmiştir. Bu listede 54 tane Türkiye mevlevîhanesi bulunmaktadır (Gölpınarlı, 1983: 334-335).
  6. Mevlevîhanelere dair elimizdeki en önemli çalışmalardan birisi Süheyl Ünver’in 1964 tarihli “Osmanlı İmparatorluğu Mevlevîhaneleri ve Son Şeyhleri” başlıklı Ünver’in listesinde Türkiye sınırlarında bulunan 53 mevlevîhane ve bunların son şeyhlerinin adı hakkında çok kısaca bilgi verilmiştir (Ünver, 1964: 31-38).
  7. Konuyla ilgili bir diğer çalışma ise Konya Mevlânâ Müzesi’ne 1954 yılında müdür olarak atanan Mehmet Önder’in makalesidir. Önder’in listesinde Türkiye’de kurulmuş olan 38 mevlevîhanenin adı zikredilmekte ve yeni araştırmalarla bu listenin geliştirilebileceğini ifade edilmektedir (Önder, 1994: 141-142).
  8. Mevlevîhaneler üzerine geniş hacimli bir doktora tezi hazırlamış olan Barihüda Tanrıkorur’un “Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimari Özellikleri” başlıklı bu tezinde 71 tane Türkiye mevlevîhanesi tespit edilmiştir (Tanrıkorur, 2000: 69-70).
  9. Yine Barihüda Tanrıkorur’un “Diğer Mevlevîhanelerin Listesi” başlıklı makalesinde tarih boyunca kurulmuş olan dünya Mevlevîhanelerine dair geniş bir liste verilmiştir (Tanrıkorur, 2007: 237-240).
  10. Sezai Küçük’ün 19. yy.’da Mevlevîlik ve mevlevîhanelerin durumunu kapsamlı bir şekilde ele aldığı Mevlevîliğin Son Yüzyılı adlı eserinde Konya vilâyet salnâmelerine dayanarak oluşturduğu listede 1901-1925 tarihleri arasında faaliyetini sürdüren 46 tane Türkiye mevlevîhanesi bulunmaktadır (Küçük, 2003: 465-469).

Biz de bu listeleri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki mevlevîhanelerle sınırlayarak karşılaştırdık. (Bkz. Tablo 1)

2. 1925’ten Sonra Türkiye Mevlevîhanelerinin Durumu

Mevlevîhanelere dair yapılmış listeleri ve özellikle 1925 yılına en yakın tarihli Konya Vilâyet Salnâmeleri’ni karşılaştırarak belirlemiş olduğumuz 49 mevlevîhanenin 1925 yılına kadar faaliyet halinde olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ortaya çıkabilecek yeni kaynaklar ışığındaki değerlendirmelerle ortaya koymuş olduğumuz bu listenin yeniden ele alınıp güncellenmeye açık olduğunu da ifade etmek gerekir.

1925 yılına kadar faaliyet halinde olan bu 49 mevlevîhaneyi Konya’daki mevlevîhaneler, İstanbul mevlevîhaneleri, Anadolu’da kurulmuş olan mevlevîhaneler ve 1925 yılından hemen sonraki durumlarına dair bilgi edinemediğimiz mevlevîhaneler olarak tasnif ettik.

2.1.1. Konya’daki Mevlevîhaneler

2.1.1. Konya Mevlânâ Dergâhı

Hz. Mevlânâ 672/1273 tarihinde vefatıyla birlikte babası Bahaeddin Veled’in (ö. 628/1231) kabri yakınına defnedilmiş ve oraya bir türbe yapılmıştır. Türbe ve etrafında yapılan birtakım yapılarla genişleyen mekan “Mevlânâ Dergâhı” haline gelmiştir. (Bakırcı, 2007: 195; Önder, 1994: 137; Tanrıkorur, 2000: 7) Yaklaşık 700 yıllık süreç içerisinde Mevlevîliğin merkezi olarak varlığını sürdüren dergâh, pîr makamı olduğu için sonrasında inşa edilen tüm Mevlevî dergâhlarının her açıdan en ideal örneği olmuştur. (Gölpınarlı, 1983: 345)

1925’ten sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla Konya Mevlânâ Dergâh’ı mevcut eşyalarıyla birlikte müze olarak düzenlenmiş, 1927 yılında dergâh Konya Âsâr-ı Atîka Müzesi olarak kullanıma açılmıştır. (Cumhuriyet Arşivi, 30-18-1-1/18-24-4) Bu müzede arkeoloji müzesine ait birtakım eserler de sergilenmeye başlamıştır. Ancak bu düzenleme sırasında derviş hücrelerinin arasındaki duvarlar yıkılarak salon haline getirilmiş, avludaki mezar taşları sökülerek bir kenara atılmıştır. Avlu ve derviş hücrelerinde bazı heykeller, seramikler ve mimari parçalar sergilenmiş, 1948 tarihinde ise bu eserler buradan Konya İplikçi Camii’ne taşınmıştır. Dergâh 1954 yılında yeniden düzenlenerek Mevlânâ Müzesi olarak hizmete girmiştir. (Bakırcı, 2007: 195; Karaduman, 2005: 138; Karpuz, 2004: 452; Önder, 1994: 138; Özönder,1989: 88; Tanrıkorur, 2000: 19)

2.1.2. Şems-i Tebrîzî Zâviyesi

Konya’da Şems-i Tebrîzî’nin makamını da içinde barındıran bu zâviye erken dönemde inşa edilmiş Mevlevî zâviyelerinin başında gelmektedir (Küçük, 2003: 28; Tanrıkorur, 2010: 516). Vakfiyesi ve kitâbesi bulunmadığı için zâviyenin hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir (Tanrıkorur, 2010: 516). F. Nafiz Uzluk Şems Zâviyesi hakkında “887/1482’de yazılan defterle, ondan sonra yazılan vakıfar defterinde, adı geçmektedir.” demektedir (Şafak, 2012: 269). İ. Hakkı Konyalı ise Vakıfar Genel Müdürlüğü arşivindeki bir vakfyeye dayanarak 911/1505 tarihine ait Şems Zâviyesi’ne dair bazı kayıtlar bulunduğunu ifade etmektedir (Konyalı, 1964: 937). Bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda Şems Zâviyesi’nin 887/1482’den beri varlığının bilindiği düşünülebilir (Şafak, 2012: 270).

Sakıb Dede Şems Zâviyesi’nin Karamanoğulları döneminin en gözde Mevlevî zâviyelerinden birisi olduğunu ve bu zâviyede pek çok çelebinin şeyhlik yaptığını söylemektedir (Odunkıran, 2020: 1018). Evliya Çelebi ise zâviyeyi “Hazret-i Şems-i Tebrizi tekkesi, yüksek bir kubbedir. Burada Mevlânâ ayini yapılır. Mahkeme yakınında eski tekkedir.” sözleriyle anlatmaktadır (Evliya Çelebi, 2008: 3/29).

Şems zâviyesiyle ilgili bir diğer bilgiye Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ’sında rastlanmaktadır. Vassâf burası hakkında “Hz. Şems tagayyüb eylemiştir. Medfeni gayr-i ma’lûmdur. Namlarına olarak inşa olunmuş ve halen ziyaret edilmekte bulunmuş olan türbe-i münîfeleri Konya’da ma’mûr ve müzeyyendir. Ziyaret-i Mevlânâ’ya gidenler evvel emirde buraya gelir ve şeref-yâb-ı ziyaret olurlar.” demektedir (Vassaf, 2015: 1/362).

Ünver Şems Zâviyesi’nin son şeyhinin Hacı Rıza Dede olduğunu ifade etmektedir (Ünver, 1964: 37). Ancak Yakup Şafak’ın F. Nafiz Uzluk’un notlarına dayanarak verdiği bilgiye göre ise 20. yy.’ın başlarındaki Şems Zâviyesi’nin türbedarı Hacı Ahmed Dede 1319/1903’te vefat edince yerine oğlu Hacı Rıza Dede türbedarlık görevini üstlenmiştir (Şafak, 2007: 344; Şafak, 2012: 275). Hacı Rıza Dede’nin 1924 yılında vefatı üzerine ise yerine Celâleddin Çelebi türbedarlığa başlamış, ancak o da 1925 yılında vefat etmiştir. Aynı yıl Derviş Ahmed (Günhan) Çelebi (ö. 1943) türbedarlık görevine gelmiş, 1925’e kadar bu görevi sürdürerek zâviyenin son şeyhi olmuştur (Şafak, 2012: 275; Şafak, 2014: 89).

Nail Bülbül de yazısında Derviş Ahmed (Günhan) Çelebi’yi son türbedar olarak tanıtmaktadır. Derviş Ahmed (Günhan) Çelebi tekke ve zâviyelerin seddi kanunu çıkana kadar dergâh bünyesindeki evde yaşamış, tekkelerin kapatılmasından sonra da dergâhın anahtarı uzun yıllar çelebinin ailesinde kalmıştır (Bülbül, 2009: 441).

Yazar bir başka yazısında “Şems-i Tebrîzî türbe, mescid ve mezarlığından teşekkül eden manzume, 1925’te çıkan tekke ve türbelerle ilgili kanunla kapatılmıştı. Semahane olarak yapıldığı tahmin edilen türbe ve bitişiğindeki mescidin avlu kapısı, eskiden kuzey batıya açılırdı. Kapıdan girince 1331’de Halil Rıza Efendi’nin yaptırdığı şadırvan, sonra da bir kuyu vardı. 1944 yılında kaldırılan mezarlıktan geride sadece, Emir İshak Bey için yaptırılan türbenin etrafında, 1950’li yılların başında otlar içinde birkaç mezar taşı kalmıştı. Türbe ve ibadete açılan mescit tamir edilirken, mezarlığın yeri de park haline getirildi.” sözleriyle zâviyenin serencamı hakkında bilgi vermektedir (Şafak, 2012: 276).

Bu sınırlı bilgilerden anlaşılan zâviyenin 1950lere kadar yıllar içinde mescid olarak kullanılan kısımları dışındaki bölümlerinin harap hale geldiğidir.

2.1.3. Meram Mevlevîhanesi

Meram’da Turud bölgesinde “Cemel Ali Dede Zâviyesi” olarak da tanınan bu dergâhın 13. yy.’da kurulduğu düşünülmektedir (Barihüda, 2000: 60; Erdem, 2019: 39; Karpuz, 2007: 439). Zâviyeye dair Sakıb Dede’nin verdiği bilgilere göre zâviye Cemel Ali’nin kabrine bitişik olarak inşa edilmiş, Çelebi Abdülkerim ve oğlu Çelebi Said adlı iki kişi de dergâhta şeyhlik görevi yapmıştır (Küçük, 2003: 48; Odunkıran, 2020: 1038-1039, 1041). 1312/1894 tarihli Konya salnamesine göre bu tarihte zâviyede Ziya Çelebi Efendi postnişinlik yapmaktadır (Şafak, 2014:88).

Veled Çelebi ve Ünver’e göre Meram dergâhının son şeyhi Nizameddin Çelebi’dir (Ünver, 1964: 36; Şafak, 2007: 343). Şafak ise hayatı hakkında çok fazla bilgi sahibi olamadığımız Nizameddin Çelebi’nin 1326/1909 tarihinden itibaren tekkeler kapanana kadar Konya Mevlânâ Dergâhı’nın aşçıbaşılığı görevini sürdürdüğünü ifade etmektedir (Şafak, 2017: 73).

1925’ten sonra zâviyenin iç kısmında son şeyh Nizamettin Çelebi yaşamaya devam etmiş, dış kısmı ise belediye tarafından 500 lira karşılığında istimlak edilmiştir. 1961’den önce zâviyenin pek çok bölümü yıkılmış, yalnızca semahane ve türbe kısmı ayakta kalabilmiştir (Barihüda, 2000:61).

2.2. İstanbul’daki Mevlevîhaneler

2.2.1. Galata Mevlevîhanesi

Galata Mevlevîhanesi Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devrinde devlet adamı olan İskender Paşa tarafından 897/1491 yılında kurulmuştur (Gölpınarlı, 1983: 337; Tanman, 1996: 317; Tanrıkorur, 2000: 338; Yücel, 1979a: 31). Tarihi boyunca İsmail Rusûhî Ankaravî (ö. 1041/1631) ve Şeyh Gâlib (ö. 1213/1799) gibi çok önemli postnişinlerin görev yaptığı Galata Mevlevîhanesi, Osmanlı’da özellikle III. Selim döneminde (1789-1807) gerçekleşen reformları destekleyen önemli bir merkez haline gelmiştir (Küçük, 2003: 83; Özdemir, 2018: 114).

III. Selim’in Şeyh Gâlib’e olan muhabbeti, II. Mahmud’a da sirayet etmiş, padişahların dergâha olan bu ilgisi Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde de aynı çizgide devam etmiştir (Küçük, 2003: 87). Özellikle III. Selim döneminde geniş çaplı bir onarımdan geçen dergâhın bazı kısımları yeniden inşa edilmiş, bazı kısımlar ise restore edilmiştir (Yücel, 1969: 31).

1288/1871 tarihinde dergâhın postnişini olarak tayin edilen Mehmed Ataullah Dede’nin (ö. 1328/1910) tarihinde vefatının (Ünver, 1994: 218) ardından dergâhın son şeyhi olan Ahmed Celaleddin Dede (ö. 1946) posta oturmuştur. (Özdemir, 2018: 128, 183-184; Uçman, 1989: 53; Ünver, 1964: 34)

Tekkelerin kapatılmasıyla birlikte 1925 tarihinden sonra İstanbul Vilâyeti Meclis-i Umûmîsi’nin aldığı kararla dergâhın semahane bölümü ilkokul olarak, Sebilküttab kısmı ise Tepebaşı Polis Karakolu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dergâhın matbah, harem, derviş hücreleri, türbeler gibi kısımları yıkılmıştır. 1940larda Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu üyelerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver dergâhın hâmuşânkısmına bir ilkokul binası yapmak istemiş ancak bunu gerçekleştirememiştir. (Özdemir, 2018: 176; Yücel, 1979a: 82)

1945-1947 yılları arasında ise dergâhın hâmuşân kısmındaki mezarlar kaldırılarak yerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi yapılmıştır (Arpaguş, 2015: 293; Erdoğan, 1976: 28; Özdemir, 2018: 179; Tanman, 1996: 317; Tanrıkorur, 2000: 343; Yücel, 1969: 31).

Ayrıca 1946 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun çabalarıyla dergâhın Mevlevî kültürü müzesine dönüştürülmesine dair karar alınmıştır. Dergâhın vakıfarda olan mülkiyeti ise Maarif Vekâleti’ne verilerek Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlanmıştır. Fakat müzeye dönüştürme projesi ancak 1975’te tamamlanmıştır (Arpaguş, 2015: 293; Özdemir, 2018: 182; Tanman, 1996: 317; Tanrıkorur, 2000: 343).

2.2.2. Yenikapı Mevlevîhanesi

Yeniçeri Katibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından 1006/1597 tarihinde yaptırılan Yenikapı Mevlevîhanesi, Mevlevîliğin İstanbul’daki en önemli merkezlerinden birisi olmuştur (Erdoğan, 1976: 30; Işın, 2006: 272-273; Tanman, 1992: 93; Tanman, 2013: 463; Ziya, 1911: 35, 48). Yenikapı Mevlevîhanesi zamanla devlet ricalinin de teveccüh etmeye başladığı bir dergâh haline gelmiş, I V. Murad (1623-1640) tarafından dergâha önemli ölçüde yardımlar yapılmıştır (Ziya, 1911: 61; Tanman, 1992: 94).

Dergâh 1324/1906 tarihinde büyük bir yangın geçirmiş ve neticede büyük ölçüde zarar görmüştür. (Ziya, 1911: 258; Tahir, 1326: 8-9). 1327/1909 tarihinde ise Sultan V. Reşad tarafından yeniden inşa ettirilmiştir (Tanman, 1992: 96).

Dergâhın son şeyhi Abdülbaki (Baykara) Dede (ö. 1935) 1326/1908 tarihinde postnişinlik vazifesine başlamış ve 1925 tarihine kadar bu vazifeyi sürdürmüştür (Kunt, 2013: 133; Özcan, 1992: 246-247; Ünver, 1964: 38).

Yenikapı Mevlevihanesi 1925’te tekkelerin kapatılmasının ardından kaderine terk edilmiş, semahane ve türbe kısımları harap olmuştur. Harem bölümünde ise bir süre Abdülbaki Dede ve ailesi yaşamıştır. 1940 yılında dergâhın bir bölümü yıktırılmış, bir kısmı ise ilkokul ile yetiştirme yurdu olarak kullanılmıştır (Tanman, 1992: 97). Yenikapı Mevlevîhanesi 1961’de çıkan bir yangında ise tamamen harap hale gelmiştir (Erdoğan, 1976: 32; Işın, 2006: 293; Tanman, 2013: 467; Yücel, 1969: 32).

2.2.3. Kasımpaşa Mevlevîhanesi

Fırıncızâde Şeyh Sırrî Abdî Dede (ö. 1041/1631) tarafından 1032-1041/1623-1625 yılları arasında kurulan Kasımpaşa Mevlevîhanesi (Evliya Çelebi, 2008: 1/323; Tanman, 2001: 554), Galata ve Yenikapı Mevlevîhanelerinden sonra İstanbul’da açılan üçüncü mevlevîhanedir (Tanman, 2001: 554). 18. yy.’dan itibaren Osmanlı padişahlarının da katkılarıyla çeşitli tadilatlar geçiren ve alanı genişletilen dergâh, III. Selim, II. Mahmud ve III. Ahmed tarafından zaman zaman ziyaret de edilmiştir (Tanman, 2001: 554; Yücel, 1979b: 81).

1925 tarihinde dergâhın postnişini Seyfettin Dede’dir (ö. 1945) (Ünver, 1964: 35). Kasımpaşa Mevlevîhanesi tekke ve zâviyelerin kapatıldığı 1925 yılında Vakıfar Genel Müdürlüğü idaresine geçmiş, dergâhın bir kısmı zamanla yıkılmış (Erdoğan, 1976: 33; Yücel, 1979b: 77), bir kısmı Cumhuriyet döneminde bir süre Kasımpaşa Güreş Kulübü tarafından güreş salonu olarak, geri kalan kısmı ise ilkokul olarak kullanılmıştır (Işın, 1993: 4/483; Tanman, 2001: 554; Tanrıkorur, 2000: 285).

10 Haziran 1942 tarihinde Beyoğlu Vakıfar Müdürlüğü’nün verdiği bir ilandan dergâhın satıldığı anlaşılmaktadır (Yücel, 2015: 210). 1946’dan önce ise dergâhın arsasının bir bölümüne Süruri İlkokulu inşa edilmiş, avluda bulunan türbe ise kaldırılmıştır. Bu süreçten sonra ana bina Vakıfar İdaresi tarafından oda oda kiraya verilmiştir. Bu süreç sonunda da hızla harap hale gelen yapıda kısmi çökmeler yaşanmıştır (Tanrıkorur, 2000: 285).

2.2.4. Üsküdar Mevlevîhanesi

Üsküdar Mevlevîhanesi 1207/1792 tarihinde Sultanzade Halil Numan Dede tarafından kurulmuştur.   19.   yy.   boyunca   Sultan   Abdülmecid   döneminde   birçok   bakım   ve onarımdan geçen dergâh 20. yy.’da son postnişini Ahmed Remzi Dede’nin 1338/1919’da posta oturmasıyla yeniden bir tamirat geçirmiştir (Erdoğan, 1976: 38; Şafak, 2021: 114; Tanman, 2012: 372). Bakımsız durumda olan dergâhı tamir ettirerek tekrar canlandıran ve faal hale getiren Ahmed Remzi Dede’ye (ö. 1944) tekkeler kapatıldıktan sonra da ölene kadar dergâhta kalma imkanı tanınmıştır (Erdoğan, 1976: 40; Özemre, 2003: 71; Şafak, 2021: 114). 1925 tarihinden sonra zamanla harap hale gelen dergâh ancak 1975-1980 yıllarında hayırseverlerin yardımlarıyla Vakıfar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır (Tanman, 2012: 372; Tanrıkorur, 2000: 404).

2.2.5. Bahariye Mevlevîhanesi

Bahariye Mevlevîhanesi, Beşiktaş Mevlevîhanesi’nin yıkılması üzerine 1291-94/1874-77 yılları arasında Eyüp’te Hüseyin Fahreddin Dede (ö. 1330/1911) tarafından kurulmuştur. Kuruluş aşamasında II. Abdülhamid’in dergâha büyük katkıları olmuştur. 1328/1910’da ise Sultan Mehmed Reşad’ın desteğiyle dergâh geniş çaplı bir tamir ve tadilat geçirmiştir (Tanman, 1991: 471; Tanman, 2017: 14; Yücel, 1982: 165).

Tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihinde dergâhın mülkiyeti hususunda baninin varisleri ile hazine ve vakıfar arasında anlaşmazlık yaşanmış, uzun süren bir dava süreci söz konusu olmuştur. Bu arada dergâhın son postnişini olan Bahaeddin Efendi’nin yaşadığı bölümler dışındaki kısımlar harap olmaya başlamıştır. 1935 tarihinde ise semahane ve türbe kısmı vakıfar tarafından yıkılmıştır. 1938/39 tarihinde harem kısmı çıkan bir yangında tamamen yok olmuştur. 1968 tarihinde geriye kalan yapılar ve arsa davayı kazanan varisler tarafından satılarak, tuğla imalathanesi ve mensucat fabrikası olarak kullanılmıştır (Demiral, 2017: 509; Erdoğan, 1976: 41; Tanman, 1991: 471; Tanman, 2017: 16; Yücel, 1969: 33).

2.3. Anadolu’daki Mevlevîhaneler

2.3.1. Afyonkarahisar Mevlevîhanesi

Ulu Arif Çelebi (ö. 719/1320) döneminde inşa edilen Afyonkarahisar Mevlevîhanesi (Küçük, 2003: 176; Tanrıkorur, 2001a: 418) Konya Mevlânâ Dergâhı’ndan sonraki en önemli Mevlevî asitanelerinden biridir. 600 yıllık tarihi boyunca yangınlar sebebiyle pek çok onarım geçiren dergâh (Akkoyun, 1997: 160; Özönder, 1992: 103-104; Tanrıkorur, 2001a: 418-419), II. Abdülhamid tarafından 1223/1905 tarihinde geniş çaplı bir tamirat yaptırılmıştır (Akkoyun, 1997: 160; Tanrıkorur, 2001a: 419).

1925 tarihinden sonra diğer tüm dergâhlar gibi faaliyetine son verilen Afyonkarahisar Mevlevîhanesi’nin ana kısmı bando binası, müftülük binası ve Kuran Kursu olarak kullanılmıştır (Tanrıkorur, 2001a: 419; Tanrıkorur, 2000: 455). Solmaz bu dönemde dergâhın bir kısmının cami olarak kullanıldığını ifade etmektedir (Solmaz, 2017: 221).

2.3.2. Antep Mevlevîhanesi

Antep Mevlevîhanesi 1048/1638 tarihinde Ayıntab Sancak Beyi olan Türkmen Mustafa Ağa b. Yusuf tarafından yaptırılmıştır (Evliya Çelebi, 2008: 9/381; Güler, 2017: 366; Güzelbey, 1992: 128; Küçük, 2003: 270; Tanrıkorur, 1996a: 475). İlk şeyhi Mehmed Emin b. Şaban Dede, 1048/1638’den 1089/1678 tarihine kadar kırk bir yıl bu vazifeyi sürdürmüştür (KMMA, 65/6).

20. yy.’ın başlarında dergâhın etrafında bulunan akarlarından bazı dükkan ve hanlar yangında zarar görmüş, ancak sonrasında yeniden inşa edilmiştir (Gülbahar, 2010: 191; Güler, 2017: 369; Güzelbey, 1992: 131; Tanrıkorur, 1996a: 475).

Tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihinde dergâhın şeyhi Mustafa Dede’dir (Ünver, 1964: 32). Bu tarihten sonra dergâh Vakıfar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş, semahane, mescit ve hücreler Tekke Camii, şeyh evi kısmı ise İstiklal İlkokulu olarak kullanılmaya başlanmıştır (Gülbahar, 2010: 191-192; Güler, 2017: 370; Tanrıkorur, 1996a: 476; Tanrıkorur, 2000: 169).

2.3.3. Bursa Mevlevîhanesi

Bursa Mevlevîhanesi, 17. yy.’da Ahmed Cunûnî Dede (ö. 1030/1620) tarafından kurulmuştur (Kara, 1997: 495; Kara, 2017: 302; Küçük, 2003: 182). Ahmed Cunûnî Dede’nin altı yıllık postnişinliğinin ardından uzun yıllar faaliyetini sürdürmeye devam eden dergâha, Sultan Abdülmecid tarafından 1260/1844 yılında geniş çaplı bir tamirat yaptırılmıştır (Çetin, 2009: 70; Kara, 1997: 509).

Tekkeler kapatıldıktan sonra selamlık dairesi kışla olarak kullanılmıştır. Harem dairesi ise dergâhın son şeyhi olan Mehmed Şemseddin Dede (ö. 1350/1931) (Ünver, 1964: 32) ve ailesine bırakılmış, semahane kısmı mescid haline getirilmiştir. Mehmed Şemseddin Dede’nin vefatından sonra bu kısım da zaman zaman depo, karakol, ahır olarak kullanılmıştır (Kara, 2017: 306; Tanrıkorur, 2000: 244, 247).

Vakıfar Genel Müdürlüğü’nün 30 Nisan 1953 tarihli yazısına göre mevlevîhane bu tarihte harap durumda olup, hatta yıkılma tehlikesi bulunduğu için emniyetsiz bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bilirkişi raporuna istinaden dergâhın büyük bir onarımdan geçmesi gerektiği, ancak bunu gerçekleştirecek bütçenin bulunmadığı da belirtilmektedir. Ortaya çıkabilecek olan tehlikenin izalesi için Gayrimenkul Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun binanın yıkımı hususunda izni talep edilmiştir (Kara, 2017: 310).

Albert Louis Gabriel adlı Fransız mimar ve sanat tarihçisi 1958 yılında dergâhı ziyaret ettiğini, dergâhın o dönemde Balkan muhacirlerin konaklama yeri olarak kullanıldığını, semahanenin ayakta olduğunu ifade etmiştir (Öcalan, 2004: 47; Tanrıkorur, 2000: 248).

2.3.4. Çankırı Mevlevîhanesi

Çankırı Mevlevîhanesi’nin kuruluşu her ne kadar 13. yy.’a dayansa da ona dair ancak 18. yy.’dan itibaren bazı belgelere ulaşılabilmektedir (Coşguner, 2007: 382). Bu belgelere bakıldığında dergâhın 1328/1912 tarihinde tayin edilen postnişini ve son şeyhi Hasib Dede (ö. 1927) (KMMA, 69/4; Coşguner, 2017: 299; Ünver, 1964: 32) döneminde dergâhın yıkılmak üzere olduğu ve dolayısıyla tamirine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir (KMMA, 69/2). Ancak Hasib Dede’nin çabalarına rağmen bu tamiratın gerçekleştirilemediği anlaşılmaktadır (KMMA, 70/3, 14).

Tekkelerin kapatılmasıyla birlikte ise Hasib Dede vefat ettiği 1927 yılına kadar dergâhta yaşamış, dergâh daha sonra dergâhın Özel İdare yönetimine geçmiştir (Coşguner, 2017: 303; Haksever, 2012: 37). Zaten bakımsız ve harap halde olan dergâh kendi kaderine terkedilmiş, dergâhın ana kısmı yıkılmış, sadece Taş Mescid denilen kısmı ayakta kalmıştır (Küçük, 2003: 269). Taş Mescid ise 1940larda askeri mühimmat deposu ve ot ambarı olarak kullanılmıştır (Ata, 2017:31; Coşguner, 2017: 303; Önge, 1962: 252).

2.3.5. Çorum Mevlevîhanesi

Çorum Mevlevîhanesi’nin kuruluş tarihi tam olarak bilinemese de 984/1576 tarihine dayanan bir geçmişi bulunmaktadır (Tanrıkorur, 1994: 72). Çorum’da bu dönemden itibaren çoğunlukla faaliyetini sürdüren (Haksever, 2017: 340), ancak bir süre faaliyete devam edemeyen dergâh 1295/1878 tarihinde Muhammed İzzet Dede adlı postnişinin çabalarıyla tekrar faal hale gelmiş ve vakıf gelirleri de artmıştır (Haksever, 2017: 343; Küçük, 2003: 273; Tanrıkorur, 1994: 72). Yaklaşık 20 yıl postnişinlik vazifesini sürdüren Muhammed İzzet Dede’nin vefatının ardından (Şafak, 2014: 86), Muhammed Hüsameddin Dede (ö. 1955) postnişin olarak tayin edilmiştir (Şafak, 2007: 342; Ünver, 1964: 32).

Tekkelerin kapatılma sürecinde Muhammed Hüsameddin Dede’ye vefat edene kadar tekkede ikamet etmesine izin verilmiştir (Haksever, 2017: 343). Dergâh 1925’ten 1946’ya kadar semahane kısmı cami olarak kullanılmıştır (Tanrıkorur, 2000: 417).

Çorum Mevlevîhanesi Vakıfar Genel Müdürlüğü tarafından mimari bir değeri olmadığı düşünülerek eski eser olarak tescillenmemiştir. 1940’ta Muhammed Hüsameddin Dede tarafından selamlık ve avlunun da içinde bulunduğu kısmı satılmıştır. Satın alan sahıslar ise tekkenin türbe bölümünü 1940’lı yıllarda havlu dokumahanesi olarak kullanmışlardır (Haksever, 2007: 162; Haksever, 2017: 344; Tanrıkorur, 1994: 72; Tanrıkorur, 2000: 418). 1950lerde is harem, avlu ve matbahın bulunduğu alan da başka birine satılmıştır (Haksever, 2007: 162; Tanrıkorur, 1994: 72; Tanrıkorur, 2000: 418).

2.3.6. Edirne Mevlevîhanesi

Konya Mevlânâ Dergâhı’ndan hemen sonra kurulan ilk Mevlevîhanelerden biri olan Edirne Mevlevîhanesi 837/1433 tarihinde II. Murad tarafından kurulmuştur (Harmankaya, 2015: 86; Küçük, 2003: 261). Dergâhın ilk şeyhi Celaleddin Çelebi’dir (ö. 844/1440) (KMMA, 68/32; Sahih Ahmed, 2003: 239). Yusuf Sineçak (ö. 953/1546), Neşati Ahmed Dede (ö. 1083/1672) gibi meşhur simaların postnişinlik yaptığı Edirne Mevlevîhanesi’nin son şeyhi ise Ahmed Selahaddin Dede (ö. 1356/1937)dir (Küçük, 2003: 264; Ünver, 1964: 33).

Dergâh tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihinde ilkokul olarak kullanılmaya başlanmış, 1930 yılında ise Trakya Genel Müfettişi General Kazım Dirik tarafından imar hareketi nedeniyle büyük kısmı yıkılmıştır (Canım, 2007: 299; Kazancıgil, 1999: 42; Oral, 1999: 21; Şimşek, 2006: 749; Ünver, 1998: 625).Ayrıca hamuşandaki mezar taşları kaldırılmış, enkaz da satılmıştır (Canım, 2007: 299; Şimşek, 2006: 749).

29 Kasım 1934 tarihindeki bir rapora göre Edirne Mevlevîhanesi’nin bu yıkımdan kalan kısmının çok bakımsız halde olup, yıkılmak üzere olduğu ifade edilmiş, 1935 tarihinde ise dergâh bu sebeple yıktırılmıştır (Akçıl, 2009: 11-12; Harmankaya, 2015: 95; Oral, 1999: 21).

Ünver dergâhın yıkılması için 8 Nisan 1938 tarihinde Vakıfar İdaresi tarafından ihale edildiğinden söz etmektedir (Ünver, 1964: 33).

2.3.7. Gelibolu Mevlevîhanesi

17. yy.’da kurulmuş olan Gelibolu Mevlevîhanesi’nin ilk şeyhi Ağazade Mehmed Hakiki Dede’dir (ö. 1063/1652) (Vassaf, 2015: 5/185; Küçük, 2003: 225; Odunkıran, 2020: 1289; Öztürk, 2007: 101; Tanrıkorur, 1996b: 6). Kurulduğu dönemden itibaren faaliyetini etkin bir şekilde sürdüren asitane niteliği taşıyan bu dergâh, tarihi boyunca çeşitli onarımlardan geçmiştir (Öztürk, 2007: 103-106). Özellikle II. Abdülhamid döneminde 1326/1908 tarihinde geniş çaplı bir tamirattan geçen Gelibolu Mevlevîhanesi büyük ölçüde yenilenmiştir. Bu dönemde dergâhın kitabesinde yer alan “Çok mudur dense matâf-ı kudsiyân/Ka’betü’l-uşşâk-ı sânîdir bu câ” denilerek dergâhın o dönemde Konya Mevlânâ Dergâhı’nın ardından en önemli Mevlevî dergâhı olarak kabul edildiğine işaret etmektedir (Öztürk, 2007: 106, 121).

Gelibolu Mevlevîhanesi I. Dünya Savaşı (1914-1918) esnasından ilan edilen seferberlik gereği cephanelik olarak kullanılmıştır (Öztürk, 2007: 106; Tanrıkorur, 1996b: 7; Yazıcı, 2017: 109). 1925’te ise dergâhın faaliyeti zorunlu olarak sona ermiş ve mülkiyeti hazineye devredilmiştir. Çok geniş bir araziye sahip olan dergâh askeri alan içerisinde olduğu için kullanım hakkı Mili Savunma Bakanlığına verilmiştir (Öztürk, 2007: 108). II. Dünya Savaşı (1942-1945) döneminde de yapı yine cephanelik ve gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır (Öztürk, 2007: 106; Yazıcı, 2017: 109). Gelibolu Mevlevîhanesi Cumhuriyet sonrası dönemde semahane dışındaki bütün kısımları yıkılmış, hamuşan kısmı ortadan kaldırılmış, çatıdaki sikkeli alem sökülmüş ve kitabesindeki Abdülmecid tuğrası tahrib edilmiştir (Öztürk, 2007: 106; Tanrıkorur, 1996b: 7; Yazıcı, 2017: 109).

2.3.8. Karaman Mevlevîhanesi

Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun’un kabri etrafında 1312-1319 tarihleri arasında inşa edilen Karaman Mevlevîhanesi, Konya dergâhının ardından Anadolu’da kurulan ilk dergâh olarak kabul edilmektedir (Muşmal, 2019: 242).

19. yy.’a kadar faaliyetini sürdürüp çeşitli dönemlerde tadilatlardan geçen dergâh, 20. yy.’a gelindiğinde oldukça bakımsız hale gelmiş (Gülcan, t.y.: 31; Küçük, 2003: 245; Muşmal, 2019: 239-272) ve etkinliğini kaybetmeye başlamıştır (Özönder, 1994: 150). Bu haliyle 1925’e kadar faaliyetini sürdüren dergâh, bu tarihte kapatılmış ve cami olarak kullanılmaya başlanmıştır (Muşmal, 2019: 259; Tanrıkorur, 2001b: 447; Tanrıkorur, 2000: 145).

2.3.9. Kastamonu Mevlevîhanesi

Kastamonu Mevlevîhanesi’nin banisinin Çandarlı Süleyman Paşa (ö. 1455), ilk şeyhinin ise Dede Sultan (ö. 960/1553) olduğu bilinmektedir (Küçük, 2003: 275). Dede Sultan’dan sonra yaklaşık üç asır Nakşi sonra ise Kadiri tekkesi olarak kullanılan dergâh, 19. yy.’ın sonlarında Bolulu Kalender Dede’nin çabalarıyla tekrar mevlevîhane olarak faaliyetini sürdürmüştür (KMMA, 49/15).

Kastamonu Mevlevîhanesi’ne 1326/1909 tarihinde Mevlevî gelenek için çok önemli bir isim olan Ahmed Remzi Dede postnişin olarak tayin edilmiştir (KMMA, 49/15). Ahmed Remzi Dede postnişin olduğu dönemde harap halde bulunan dergâhı yeniden ihya etmiştir (Küçük, 2003: 279).

Ahmed Remzi Dede’nin Halep Mevlevîhanesi’ne tayin edilmesinin ardından, postnişin olarak Tahir Amil Çelebi (ö. 1953) tayin edilmiş (KMMA, 74/17) ve 1925’e kadar bu vazifeyi sürdürmüştür (KMMA, 49/15; Ünver, 1964: 35). Tekke ve zâviyelerin kapatılması hadisesinde ise dergâh 1935 yılına kadar kız ortaokulunun jimnastik salonu olarak kullanılmıştır. Bu süreçte dergâh bünyesindeki mezarlar başka yerlere taşınmıştır. 1952 yılı öncesinde ise dergâh tamamen yıkılmış (Durma, 2023), 1959 yılında yerine imam hatip okul inşa edilmek üzere belli bir bedel karşılığına hazineye satılmıştır (BOA, 30-18-1-2/151-71-2).

2.3.10. Kayseri Mevlevîhanesi

Kayseri Mevlevîhanesi’nin 638/1239 tarihinde Kayseri’ye gelen Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizi (ö. 624/1244) tarafından temeli atılarak bir tekke inşa edilmiştir (Efaki, 1973: 1/145). Onun vefatından sonra bu tekkenin yerine yeni bir mevlevîhane inşa edilmiştir. Kayseri Mevlevîhanesi’nin hemen hemen 19. yy.’a kadarki tarihine dair elimizde bir bilgi bulunmamaktadır (Küçük, 2003: 280). Yalnızca 17. yy.’da I V. Murad’ın veziri Bayram Paşa tarafından dergâh yeniden inşa edildiği ve dergâha bazı vakıfar bağlandığı bilinmektedir (KMMA, 52/5; Küçük, 2003: 281; Küçükdağ, 2005: 281).

20. yy.’a kadar faaliyetini kesintisiz şekilde sürdüren Kayseri Mevlevîhanesi’ne dair 1327/1911 tarihli bir belgeden dergâhın bu dönemde oldukça harap halde bulunduğu ve tamiratı için bazı girişimlerin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır (KMMA, 98/3-4; Küçükdağ, 2005: 282-284).

1925’te tekkelerin kapatılmasıyla birlikte dergâhın herhangi bir şekilde kullanılmadığı, harap olarak yıkıldığı, arsasına ise Bayrampaşa İşhanı yapıldığı bilinmektedir (Çayırdağ, 1996: 92; Kılıç, 2017: 92; Küçükdağ, 2006: 660).

2.3.11. Kilis Mevlevîhanesi

932/1525 tarihinde inşa edilen Kilis Mevlevîhanesi’nin banisi Vali Abdülhamid el-Murtaza’dır (Küçük, 2003: 295; Tanrıkorur, 2002: 8). Dergâhın ilk şeyhi ise Halep Mevlevîhanesi’nde de daha sonra şeyhlik yapmış olan Kilisli Fakrî Ahmed Dede’dir (ö. 950/1543) (KMMA, 51/7; Gölpınarlı, 1983: 121; Odunkıran, 2020: 1817; Tanrıkorur, 2002: 8).

Kuruluşundan 19. yy.’ın ikinci yarısına kadar hakkında kaynaklarda bilgi bulunmayan Kilis Mevlevîhanesi’ne 20. yy.’ın başlarında postnişin olan Sabuhi Dede tayin edilmiştir (Şafak, 2007: 343; Şafak, 2014: 87; Tanrıkorur, 2002: 8). Sabuhi Dede’nin postnişinlik yaptığı dönemde dergâhın tamire ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Sabuhi Dede bu tamiratın gerçekleşmesi yönünde yoğun çaba sarfetmiş, fakat tamirat gerçekleşememiştir (KMMA 90/3; Tanrıkorur, 2002: 8).

İ. Hakkı Konyalı dergâhın tekkelerin kapatılmasından sonraki bir zamanda Cumhuriyet meydanı açılışı için yıktırılmış, bu alanın bir kısmına da ayrıca havuzlu park yaptırılmıştır (Konyalı, 1968: 23, 60: Tanrıkorur, 2002: 9).

2.3.12. Kütahya Mevlevîhanesi

Kütahya Mevlevîhanesi 14. yy.’da Sultan Veled’in müridlerinden Emir İmamüddin Hezar Dinari mescidinin mevlevîhaneye dönüşmesiyle faaliyete başlamıştır (Küçük, 2003: 212; Tanrıkorur, 2003a: 1).

Konya dergâhının ardından Mevlevîliğin en önemli asitane niteliğindeki dergâhlarından biri olan Kütahya Mevlevîhanesi’nin (Gölpınarlı, 1983: 334) ilk şeyhi Celaleddin Ergun Çelebi’dir (ö. 775/1374) (Kemikli, 2010: 106; Küçük, 2003: 213; Küçük, 2006: 53; Tanrıkorur, 2003a: 1; Ziya, 1328: 236). Celaleddin Ergun Çelebi Kütahya Mevlevîhanesi’ndeki postnişinlik görevini 730/1330 tarihinden itibaren uzun bir müddet sürdürmüştür (Küçük, 2006: 53).

Dergâh 15. yy.’da Timur’un Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezit’i yenmesi ve savaşın ardında Kütahya’yı da işgal etmesiyle bir asrı aşkın bir süre faaliyetini sürdürememiştir (Kocaman, 2011: 55; Küçük, 2006: 56; Tanrıkorur, 2003a: 1). 950/1543 tarihinde Kütahyalı İbrahim Dede’nin (ö. 1010/1602) posta oturmasıyla dergâh tekrar faal hale gelmiştir (Tanrıkorur, 2003a: 1)

Tarihi boyunca Sakıb Dede (ö. 1148/1735) (Saylan, 2014a; Saylan, 2014b), Seyyid Ebubekir Dede (ö. 1189/1775), Sahih Ahmed Dede (ö. 1228/1813), Pesendi Hacı Ali Dede (ö. 1331/1931) gibi çok önemli Mevlevî simayla anılan Kütahya Mevlevîhanesi’ne (Saylan, 2014b: 61) 1327/1909 tarihinde yine önemli bir sima olan Ahmed Remzi Dede de postnişin olarak tayin edilmiştir (KMMA, 49/15).

Bazı tamirat süreçlerinden geçmiş olsa da dergâhın 19. yy.’dan itibaren oldukça bakımsız durumda olduğu, 1925 tarihinde tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla ise harap hale geldiği, mimari ve tezyinat açısından çok zarar gördüğü bilinmektedir (Kemikli, 2010: 113; Küçük, 2006: 62-63; Özönder, 1996: 74; Tanrıkorur, 2000: 431). Dergâh 1930lu yıllarda ise bir dönem ot deposu olarak kullanılmıştır (Taş, 2015: 175). 1947 tarihinde Vakıfar İdaresi tarafından satılmak istenmiş ancak muhtemelen dergâhın muhibbanı tarafından bu girişim engellenmiştir (Özönder, 1996: 74; Taş, 2015: 175). Dergâhın kütüphanesi Vahit Paşa İl Halk kütüphanesine aktarılmış (KMMA, 65/5; Tanrıkorur, 2000: 418), 1959 tarihinde ise Vakıfar Genel Müdürlüğü’nce tamir edilip yenilerek “Dönenler Cami” adıyla ibadete açılmıştır (Doğan, 2010: 61; Kemikli, 2010: 113; Küçük, 2006: 62-63; Özönder, 1996: 74).

2.3.13. Manisa Mevlevîhanesi

770/1369 tarihinde Saruhanoğlu İshak Bey tarafından inşa edilen Manisa Mevlevîhanesi (Evliya Çelebi, 2008: 9/83; Tanrıkorur, 2000: 76; Tanrıkorur, 2003b: 1), Konya’dan sonra asitaneler içinde en önemli merkezlerin başında gelmektedir (Emecen, 1995: 288; Gölpınarlı, 1983: 344; Küçük, 2002: 15; Tezcan, 1994: 190). Manisa Mevlevîhanesi kurulduğu dönemden itibaren etkinliğini sürdürmüş, 16. yy.’dan itibaren daha da dikkat çekici bir konum edinmiştir. Manisa’nın bu dönemde tahta çıkacak şehzadelerin görev yaptığı bir şehir olması Manisa Mevlevîhanesi’nin önemini arttıran en büyük etken olmuştur (Emecen, 1995: 294; Küçük, 2002: 15)

İlk kuruluşu itibariyle şehir merkezinin dışında konumlanan Manisa Mevlevîhanesi,1287/1870 yılında dergâhın postnişini Nakibzade Mustafa Şefik Çelebi tarafından şehir merkezinde bir yerde tekrar inşa edilmiştir (Emecen, 1995: 296; Küçük, 2002: 17; Tezcan, 1994: 191).

Osmanlılar dönemi boyunca dergâhın şeyhlerinin, Konya’daki Çelebi Efendi yerine geçecek olan ve çelebi ailesine mensup kimseler olduğu bilinmektedir (Emecen, 1995: 295; Gölpınarlı, 1983: 278; Tanrıkorur, 1995: 335; Tezcan, 1994: 191). Dergâhta 19. yy.’ın sonralarında Konya çelebilerinden Abdülhalim ve Murteza Çelebi’nin postnişinlik yaptığı, Murteza Çelebi’nin azledilerek yerine Celaleddin Çelebi’nin tayin edildiği kaydedilmektedir (Karadanışman, t.y.: 6; Tezcan, 1994: 193). Celaleddin Çelebi on dervişiyle birlikte 1. Dünya Savaşı sırasında Mevlevî alayına katılıp üç yıl Şam’da kalmıştır. 1925 yılına kadar da postnişinliği sürdürmüştür (Gökmen, 2014: 7; Şafak, 2007: 343; Ünver, 1964: 36; Tanrıkorur, 2012a: 37)

Tekkeler kapatıldıktan sonra dergâh Vakıfar İdaresi tarafından 1933 yılında 100 bin liraya satılmıştır. Satın alan kişi ise matbah dışındaki tüm kısımları yıkmıştır (Tanrıkorur, 2003b: 2; Tanrıkorur, 2012a: 38)

2.3.14. Maraş Mevlevîhanesi

Maraş Mevlevîhanesi Dulkadiroğlu beyi Alaüddevle’nin (ö.1515) yaptırdığı Yumn Baba Zâviyesi yerinde 19. yy.’ın sonlarında faaliyete başlamıştır (Öztürk, 2019: 105, 120). 1312/1895 tarihinde Mehmed Selim Dede isimli Mevlevî şeyhinin gayretleriyle binanın bakım ve tamiratı gerçekleşmiştir (Öztürk, 2019:121). Bu husustaki en büyük katkıyı II. Abdülhamid sağlamış, Hazine-i Hassa’dan belli bir meblağ harcanmasını sağlamıştır. 1315/1897 tarihinde ise Konya dergâhı postnişini Çelebi Efendi tarafından Mehmed Selim dede Maraş Mevlevîhanesi’nin postnişini olarak tayin edilmiştir (Öztürk, 2019:123). Mehmet Selim Dede döneminde dergâhın oldukça iyi durumda olduğu, bakım ve onarımlarının yapılıp gelirlerinin de arttığı görülmektedir (BOA, İ.ML: 1318/ L13; Öztürk, 2019:127).

Maraş Mevlevîhanesi kuruluş tarihi ve hizmet süresi açısından bakıldığında diğer Mevlevîhanelere göre geç dönemde kurulması ve ömrünün kısa olmasına rağmen oldukça faal bir dergâh olmuştur (Öztürk, 2019:127).

Mehmed Selim Dede’nin 1341/1923’te vefatıyla birlikte Mesnevihan Abdülhalim Çelebi posta oturmuştur (KMMA, 51/43). Ancak Ünver dergâhın son şeyhinin Selim Dede olduğunu ifade etmektedir (Ünver, 1964: 36)

Maraş Mevlevîhanesi Maraş’ın kurtuluşu (1920) hadisesinde düşman askerlerinin o bölgeyi ateşe vermesi sebebiyle yanmıştır (Avgın, 2019: 394). Bu süreçten sonra da dergâhın yeniden inşasıyla ilgilenen olmamış ve nihayetinde 1925’te tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla varlığı tamamen son bulmuştur. 1941 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla harap halde olan dergâh satılmış, satın alanlar ise dergâhın enkazını tamamen kaldırarak alanı köy garajı olarak kullanmışlardır (Öztürk, 2019:131).

2.3.15. Muğla Mevlevîhanesi

Meşhur divan şairi Şahidi İbrahim Dede’nin (ö. 957/1550) babası Hüdai Salih Dede (ö. 885/1480) tarafından kurulan Muğla Mevlevîhanesi’nin (Esrar Dede, 2000: 152; Çıpan, 1996: 233; Küçük, 2003: 302) tarihine dair bilgiye ancak 19. yy.’ın sonlarında rastlanmaktadır (Küçük, 2003: 302). Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi’ndeki bir belgeye bakıldığında dergâhın son postnişininin Cemaleddin Dede olduğu anlaşılmaktadır (KMMA, 96/3; Şafak, 2007: 343; Ünver, 1964: 36). Muğla Mevlevîhanesi’ne dair arşiv belgelerinde postnişin olduğu dönemde Cemaleddin Dede’yle ilgili birtakım şikayetlerle karşılaşmaktayız (KMMA, 96/1-17; Çıpan, 1996). Örneğin 1326/1910 tarihinde Muğla eşrafından bir zat tarafından yazılan bir mektupta ise “Mevlevîhanelerde iktidara malik çilekeş kalmamış mı? Söz çok, lisana getirmeğe destur yok. Mademki Muğla şeyhinin euzu besmele okumakdan aciz olup, bu babda tekasülü ve iltiması hususunda bulunanlar Allah’ın Kahhar ismiyle kahrına uğrasın. Hazret-i pir-i destgir aşkına azliyle diğerinin tayinini Hak erenlere havale eylerim efendim.” ifadeleri yer almaktadır (KMMA, 96/3). Yine aynı yıla ait bir başka belgede de Cemaleddin Dede’nin dergâhın borçları sebebiyle dergâha gelenlere bir lokma dahi ikram edemediği, yalnızca maaşını alıp dergâhın sorunlarını çözmek için çabalamadığından söz edilmektedir (KMMA, 96/4; Çıpan, 1996: 234). Bunun üzerine dergâhı idare hususundaki eksiklikleri ve dergâhın harap halde bulunması sebebiyle Cemaleddin Efendi’yi denetlemek için Denizli Mevlevîhanesi şeyhi Hasan Ali Dede görevlendirilmiştir (KMMA, 96/1).

Yine 1328/1912 tarihli pek çok belgedeki mühürden de anlaşıldığı üzere Cemaleddin Dede yerine dergâhın şeyhliğine vekaleten Muhammed Hilmi Dede atanmıştır. 1328-1329/1912-1913 tarihli Mustafa Hilmi Dede mühürlü bu yazışmalarda Hilmi Dede’nin dergâhın tamiri ve yeniden ihyası için yoğun bir gayret içine girdiği görülmektedir (KMMA, 96/7-13).

1925’te tekkelerin kapandığı süreçteki durumuyla ilgili bir bilgiye ulaşamadığımız dergâha dair Namık Açıkgöz’ün çalışmasında ortaya koyduğu bir belge dergâhın bu süreçten sonraki durumuna dair önemli bir bilgi içermektedir. 25.03.1938 tarihinde Muğla Emniyet Müdürlüğü’nden Vilayet Müftülüğü’ne gelen bu belgeye göre tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra dergâha bakım yapılıp düzenli olarak temizlendiği, türbenin ihya edilmeye çalışıldığı fark edilmiş ve buna son verilmesi için bir uyarıda bulunulmuştur (Açıkgöz, 2017: 300). Bu durum da dergâhın 1938 tarihinde halen ayakta olduğunu ortaya koymaktadır.

2.3.16. Niğde Mevlevîhanesi

En eski Mevlevî dergâhlarından biri olan Niğde Mevlevîhanesi’nin kuruluşu Ulu Arif Çelebi (ö. 710/1310) döneminde gerçekleşmiştir (Gölpınarlı, 1983: 333; Küçük, 2005: 334). Dergâhın ilk postnişini Ulu Arif Çelebi’nin halifelerinden Nasûhiddin Sebbağ’dır (Gölpınarlı, 1983: 69; Küçük, 2005: 335).

Niğde Mevlevîhanesi’nin oldukça uzun kabul edilebilecek tarihiyle ilgili en önemli bilgiler dergâhın son şeyhi Hüsameddin Dede (ö. 1953) tarafından kayda geçirilmiştir.

1327/1911 tarihli bir belgede Hüsameddin Dede bu durumu “815/1412 tarihinden 1205/1790 tarihine kadar aralıkda mürur eden dört yüz sene zarfında dergâh-ı müşârun ileyhde kimler postnişin olunduğuna dair kimesnenin malumatı olmadığı gibi bir kitab ve evrak dahi yoktur.” sözleriyle ifade etmektedir (KMMA, 68/9; Küçük, 2005: 336).

Hüsameddin Dede’nin 1325/1909’de meşihata geldiği tarihten (KMMA, 68/9) itibaren dergâhın tamiri için yoğun gayretler gösterdiği ve bu tamirin tamamlanmasını da sağladığı görülmektedir (KMMA, 68/13). Hüsameddin Dede tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihine kadar Niğde Mevlevîhanesi’nde postnişinlik vazifesini sürdürmüştür (Şafak, 2007: 343; Ünver, 1964: 36).

Hüsameddin Dede’nin ailesinin anlatılarına göre tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla birlikte dergâhın kapısına kilit vurulmuştur. Hüsameddin Dede dergâhın mühürlendiği gün o ana şahit olmamak için ortadan kaybolmuştur. Dergâhın kapatılmasına çok üzülen Hüsameddin Dede, bir müddet daha tekkeyi düzenli olarak temizletip geceleri tekkedeki kandilleri uyandırmıştır. Bir süre sonra ise dergâh makineli tüfek bölüğüne tahsis edilerek askeri bir mekan olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu süreçte tüm varlığı Vakıfar Müdürlüğü’ne devredilen dergâh için Hüsameddin Dede tarafından dava açılmıştır. Hüsameddin Dede bu süreçte maddi ve manevi açıdan zor zamanlar geçirmiştir (Küçük, 2005: 342-343).

2.3.17. Samsun Mevlevîhanesi

Samsun Mevlevîhanesi 19. yy.’ın ortalarında kurulmuş olup, dergâhın ilk banisi Hasan Dede’dir. Ancak Hasan Dede dergâhın inşası tamamlanmadan 1281/1864 tarihinde vefat etmiş, eksik kalan kısımlar ise Bursalı Rıza Bey’in katkılarıyla tamamlanmıştır (KMMA, 87/35; Küçük, 2003: 252; Köse, 2012: 613).

20. yy.’ın başlarına kadar faaliyette olup çeşitli tadilat ve yenilemelerden geçen dergâh 1321/1903 yılında büyük bir yangın geçirmiş ve ağır hasar almıştır (Küçük, 2003: 251). Yangından sonra postnişin olan Ali Enver Dede’nin annesinin isteği üzerine dergâh arsası üzerine dükkan olarak kullanıma uygun bir bina inşa edilmiştir. Bu süreçte Ali Enver Dede’nin şeyhlik vazifesi halen devam etmekte ancak dergâhtan kalan küçük bir kısım ise harap haldedir (KMMA, 87/35; Küçük, 2003: 251-252). Ali Enver Dede dergâhın yeniden inşasına muvafak olamadığı ve diğer bazı gerekçelerle 1327/1909 yılında Veled Çelebi tarafından görevden alınıp, yerine Hüseyin Hasib Dede dergâha postnişin olarak tayin edilmiştir. Hüseyin Hasib Dede dergâhta yaklaşık iki yıl görev yaptığı düşünülmektedir (KMMA, 87/16; Küçük, 2003: 253). Hasib Dede o dönemde dergâhı tamir ettirerek, yeniden canlandırmıştır (Şafak, 2013: 273). Hasib Dede döneminde dergâh yoğun bir faaliyet halinde varlığını sürdürmüştür (Köse, 2012: 625).

Uzluk ve Köse Mehmed Emin Dede’nin dergâhın son şeyhi olduğunu belirtmektedirler (Köse, 2012: 626). Ünver ise dergâhın şeyhlerinden biri olarak Mehmed Emin Dede’nin adını zikretse de son şeyhin kim olduğunu bilmediğini ifade etmektedir (Ünver, 1964: 37).

Samsun Mevlevîhanesi 1925’e kadar Mehmed Emin Dede’nin postnişinliğinde varlığını sürdürmüş, 1940-1950 tarihindeki bir yol genişletme çalışması sırasında yıkılmıştır (Köse, 2012: 627).

2.3.18. Sivas Mevlevîhanesi

Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi (ö. 719/1320) tarafından kurulan Sivas Mevlevîhanesi’nin, Köprülü Mehmet Paşa (ö. 1072/1661) tarafından yenilendiği, daha sonra ise Zaralı Recep Paşa (ö. 1218/1803) tarafından gerekli tamirat ve yenilemelerinin yaptırıldığı ve dergâha vakıfar tahsis edildiği bilinmektedir (KMMA, 65/4; Göyünç, 1992: 83; Küçük, 2003: 247). Ancak mevlevîhanenin kuruluşundan 19. yy.’a kadar geçirmiş olduğu sürece dair yeterli bilgi bulunmamaktadır (Küçük, 2003: 247).

1325/1911 tarihli arşiv belgesine göre o sırada dergâhın şeyhi Mehmet Reşit Çelebi’dir (KMMA, 65/4; Şafak, 2007: 344; Şafak, 2014: 88). Bu döneme ait dergâha dair belgelere bakıldığında dergâhın faaliyet halinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim belgede masraf listesi, dergâhın müntesibleri ve görevlilerine dair birtakım kayıtlar bulunmaktadır (KMMA, 51/39).

1333/1917 tarihli bir belgede ise dergâhın oldukça bakımsız halde olup neredeyse yıkılacak hale geldiği tamiri için belli bir meblağa ihtiyaç duyulduğu kaydedilmiştir (Göyünç, 1992: 85; Küçük, 2003: 250). Göyünç’e göre bu tamirin yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir (Göyünç, 1992: 85).

Demirel tüm bu bilgiler ışığında dergâhın 1333/1917 tarihinden itibaren tamamen harap durumda olduğunu için daha sonraki yıllarda da kullanılmadığı neticesine ulaşmıştır (Demirel, 1995: 252). Göyünç ise dergâh başka bir mekana Ahi Baba Zâviyesi’ne taşınarak tekkeler kapanıncaya kadar faaliyetini bu yeni mekanında sürdürmüş olabileceğinden söz etmektedir (Göyünç, 1992: 85).

2.3.19. Tavşanlı Mevlevîhanesi

1720’lerde kurulan Tavşanlı Mevlevîhanesi (BOA, A.MKT.UM. 89/23), Defterdar Osman Paşa tarafından yaptırılmıştır (Eravcı, 2006: 672; Kocaman, 2011: 70). İlk postnişini Esif Mehmed Dede olan dergâhın son şeyhinin ise Ziya Dede olduğu bilinmektedir (Eravcı, 2006: 673; Kocaman, 2011: 101; Ünver, 1964: 37)

Tekkenin tarihi dair bilgilerimiz sınırlı da olsa tekkelerin kapatıldığı 1925 tarihine kadar faaliyetini sürdürdüğü bilinmektedir. Dergâh 1925 yılından 1930’a kadar beş yıl boş durmuş, 1930 yılında Tavşanlı Belediyesi dergâhın yıkılması kararı almıştır. Bu yıkım 1931’de gerçekleşmiş, yıkımdan kalan ahşap malzeme açık artırmaya çıkarılmış, ancak satılmamıştır. Bu ahşap malzemeler daha sonra tekrar ihale usulüyle satılmıştır. Mezarlık kısmındaki kabirler Konya’ya nakledilmiş, dergâhta bulunan özel eşyalar ise Konya Dergâhı’na gönderilmiştir (Eravcı, 2006: 672-673; Kocaman, 2011: 107; Urfalı, 2008: 33).

2.3.20. Tokat Mevlevîhanesi

Tokat Mevlevîhanesi’ne dair ulaşılabilen ilk bilgi 859/1475 yılına ait bir tahrir defterinde bulunmaktadır. Bu defterde Tokat’ta faaliyet halinde olan tekkeler arasında bir de mevlevîhaneden bahsedilmektedir (Gökbilgin, 1979: 405-406; Küçük, 2003: 258; Yüksel, 1996: 62). Tokat Mevlevîhanesi hakkında bundan sonraki en önemli bilgiyi Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde aktarmaktadır. Evliya Çelebi’ye göre Tokat

Mevlevîhanesi Sultan Ahmed Han’ın veziri Sülün Muslu Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1066/1656 tarihinde dergâh hakkında “Benzeri bir diyarda yoktur.” diyen Evliya Çelebi, Tokat Mevlevîhanesi’ni Beşiktaş Mevlevîhanesi’ne benzetmiştir. Mevlevîhanenin çok fazla vakfının olduğundan, burada haftada iki gün mukabele yapıldığından da söz etmiştir (Evliya Çelebi, 2008: 5/92).

Muslu Paşa tarafından yaptırılan bu dergâh zamanla yıkılmış, 115/1703 yılında postnişin olan Müderris Mehmed Efendi tarafından tekrar inşa ettirilmiştir (Tanrıkorur, 2012b: 228; Küçük, 2003: 258). Dergâh Sultan Abdülmecit (1839-1861) tarafından Ali Rıza Dede’nin postnişinliği döneminde tamir ettirilmiştir (Akar, 2012: 174; Küçük, 2003:260). Tokat Mevlevîhanesi’nde 1292/1875 yılında babası Ali Rıza Dede’nin vefatıyla posta oturan Mehmet Hadi Dede’nin (KMMA, 68/37) 1329/1913 tarihinde yazdığı mektubundaki ifadesine göre Tokat Mevlevîhanesi 1324/1909 yılında bir yangın geçirmiş, içindeki eşyalar kullanılamayacak duruma gelmiş ve bunların yerine Mehmet Hadi Dede tarafından yeni eşyalar alınmıştır (KMMA, 68/35; Akar, 2012: 174; Küçük, 2003:260-261).

Mehmet Hadi Dede tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar dergâhtaki postnişinlik görevini sürdürmüştür. Dergâh binası ise 1934 tarihinde Vakıfar Genel Müdürlüğü tarafından tescil edilerek binaya el konulmuştur. Bir müddet boş kaldıktan sonra 1939 yılında bina Jandarma Alay Komutanlığı’na bağlı kadınlar hapishanesi olarak kullanılmıştır (Atılgan, 2007: 452; Tanrıkorur, 2012b: 228; Yüksel, 1996: 66). 1951’de ise kapsamlı bir tadilattan geçerek Diyanet İşleri Başkanlığı yatılı erkek Kuran Kursu olarak düzenlenmiştir (Tanrıkorur, 2000: 269).

2.3.21.Urfa Mevlevîhanesi

Ne zaman kurulduğu tam olarak bilinemeyen Urfa Mevlevîhanesi’ne dair en eski arşiv kaydı 1172/1758 yılına aittir. Bu kayda göre Abdülkerim Efendi adlı bir şahıs 1118/1706 tarihinde Urfa Mevlevîhanesi vakfına ilk mütevelli olarak tayin edilmiştir. Bu kayıt dikkate alındığında mevlevîhanenin 18. yy.’ın başlarında kurulduğu düşünülebilir (Küçük, 2003: 290; Tanrıkorur, 2000: 184; Tanrıkorur, 2012c: 175).

Yine bir arşiv belgesindeki “Mevlevîhanemizin târih-i te’sîsi bilinmeyib ancak bânî-i evvel Hacı İbrahim Ağa ve bânî-i sânîsi Rakka valisi Hüseyin Paşa olduğu işitilmiştir.” ifadesine göre mevlevîhanenin ilk banisinin Hacı İbrahim Ağa, ikinci banisinin ise Urfa Valisi Darendeli Hüseyin Paşa olduğu görülmektedir (KMMA, 50/3; Küçük, 2003: 290; Palalı, 2007: 373; Tanrıkorur, 2012c: 175).

Dergâhın 20. yy.’ın başlarındaki durumuna bakıldığında Seyyid Ahmed Dede’nin postnişin olduğu 1327/1911 tarihinde hücre, semahane ve harem dairesinin tamirine (Yıldız, 2016) ihtiyaç duyulduğu (KMMA, 68/45) ancak bu tamiratın gerçekleştirilemediği görülmektedir (Eroğlu, 2006: 689; Küçük, 2003: 292; Palalı, 2007: 376; Yıldız, 2016: 85).

1329/1913 tarihinde ise dergâhın postnişini Hüseyin Hüsameddin Dede’nin Konya dergâhına gönderdiği bir mektupta dergâhın gelirinin cüzi olduğunu, babasından kalan sekiz bin küsur kuruş borcunun bulunduğunu öğrendiğini ifade etmiştir. Ayrıca hücresinin çürüdüğünü ve bu şekilde oturmanın tehlikeli olacağından dolayı hücrenin çatısını yenilediğinden bahsetmiştir (KMMA, 90/24; Yıldız, 2016: 85).

1337/1918’de vefat eden Hüseyin Hüsameddin Dede yerine posta oturan ve 1925’te tekkeler kapanıncaya kadar postnişinliğe devam eden Hasan Dede 1956 yılında vefat etmiştir (Kürkçüoğlu, 1996: 305: Ünver, 1964: 38).

1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla birlikte mevlevîhane zaten iyi durumda olmayan haliyle adeta kaderine terkedilerek, semahane dışındaki yapılar yıktırılmış ve yerine sebze-meyve hali inşa edilmiştir. Ayakta kalan semahanesi ise ambar olarak kullanılmıştır (Kürkçüoğlu, 1996: 304; Tanrıkorur, 2000: 186; Tanrıkorur, 2012c: 176; Yıldız, 2016: 86).

Palalı’ya göre 1925’te mevlevîhanenin bahçesinde bulunan mezarlar da yıkılarak üzeri toprakla örtülmüştür. Bu mezarların başka bir yere naklinin gerçekleşip gerçekleşmediği ise meçhuldür (Palalı, 2007: 378; Yıldız, 2016: 86). Tanrıkorur da bu mezar taşlarının bulunamadığını ifade etmiştir (Tanrıkorur, 2000: 187).

1925-1973 tarihi arasında ambar olarak kullanılan semahane 1973 tarihinde Vakıfar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilip camiye dönüştürülerek “Mevlevîhane Camii” ismiyle kullanıma açılmıştır (Kürkçüoğlu, 1996: 304; Tanrıkorur, 2012c: 176).

2.4. 1925’teki Durumu Hakkında Bilgi Olmayan Mevlevîhaneler

1925 tarihinde hala faaliyette oldukları bilinen ancak bu süreçte ya da sonrasındaki durumları hakkında herhangi bir bilgi edinemediğimiz Mevlevihaneler şunlardır:

Amasya Mevlevîhanesi, Ankara Mevlevîhanesi, Antakya Mevlevîhanesi, Antalya Mevlevîhanesi, Aydın Mevlevîhanesi, Bahriye Mevlevîhanesi, Beyşehir Mevlevîhanesi, Burdur Mevlevîhanesi, Demirci Mevlevîhanesi, Denizli Mevlevîhanesi, Eğirdir Mevlevîhanesi, Ermenek Mevlevîhanesi, Erzincan Mevlevîhanesi, Eskişehir Mevlevîhanesi, Isparta Mevlevîhanesi, İzmit Mevlevîhanesi, Marmaris Mevlevîhanesi, Sandıklı Mevlevîhanesi, Tire Mevlevîhanesi, Ulukışla Mevlevîhanesi.

Sonuç

Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması tasavvuf tarihinin en eski ve etkin tarikatlarından biri olan Mevlevîliği de derinden etkilemiş, ilk olarak Anadolu’da kurulup özellikle burada yaygınlaşan Mevlevî dergâhları için adeta sonun başlangıcı olmuştur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla 1925 tarihinde Türkiye sınırlarında faaliyet halinde olan ve dolayısıyla tekke ve zaviyelerin seddi kanunundan doğrudan etkilenen 49 Mevlevîhane bulunmaktadır (bkz. Ekteki harita). Bu Mevlevîhaneleri şehirlerdeki dağılımı açısından değerlendirdiğimizde en fazla Mevlevîhane bulunan şehrin beş mevlevîhaneyle İstanbul olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’u dört Mevlevîhaneyle Konya, ikişer Mevlevîhane ile Afyonkarahisar, Isparta, İzmir, Gaziantep, Karaman, Kütahya, Manisa ve Niğde takip etmektedir.

1925 tarihinde yürürlüğe giren kanuna göre tekke ve zaviyeler kapatılmış, dolayısıyla tüm   bu   mevlevîhaneler   mühürlenerek   faaliyetlerine   son   verilmiştir.   Faaliyetleri durdurulduktan sonra dergâhların serencamı konusundaki bilgi ve kaynaklar oldukça sınırlı ve dağınıktır. Tekkelerin kapatılma sürecinde mevlevîhanelerin durumuna dair bilgi veren araştırmaların sınırlılığı hatta müstakil araştırmaların olmayışı da bu konuda birçok mevlevîhane hakkında net ve somut sonuçlara ulaşmayı zorlaştırmıştır. Bu sebeple de pek çok dergâhın hangi tarihlerde hangi şekillerde kullanıldığını, 1925’ten sonra hangi duruma geldiğini tam bir zaman akışı içerisinde vermek mümkün olmamıştır. Bu sınırlı kaynaklar ışığında ulaşabildiğimiz sonuçlar şu şekildedir:

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili kararnamede dergâhların mühürlendikten sonra cami, mescid ve ilkokul olarak kullanıma sokulması, ilkokul olarak kullanıma uygun olmayanların satılması ve dergâhta yaşayan şeyhlerin hayatta oldukları müddet orada yaşamaya devam edebilmeleri hususunda bir esas belirlenmiştir. Bizim bu çalışmada tespit edebildiğimiz kadarıyla mühürlenip faaliyetine son verilen bu Mevlevîhanelerden yalnızca bir kısmı bu kararnameye mutabık olarak kısmen cami-mescid olarak, bir kısmı okul olarak kullanılmış, okul olarak kullanıma uygun olmayanlar da satılmıştır.

Buna göre Bursa, Çorum, Antep, Karaman ve Şems dergâhları kısmen cami ya da mescid olarak, Edirne, Galata, Antep, Kasımpaşa, Yenikapı Mevlevîhaneleri’nin bazı bölümleri ise ilkokul olarak kullanılmıştır. İlkokul olarak değerlendirilmeye uygun görülmeyen Çorum, Maraş ve Manisa Mevlevîhaneleri’nin bazı kısımları ise satılmıştır. Maraş Mevlevîhanesi satıldıktan sonra yıktırılarak üzerinde bulunduğu arsaya köy garajı yapılmıştır.

Araştırmamızın sonucunda dergâhların kapatıldıktan sonra kararnameyle belirlenmiş bu kullanım şekilleri dışında başka pek çok amaçlarla kullanıldığı da görülmüştür. Örneğin Bursa, Çankırı, Gelibolu ve Niğde Mevlevîhaneleri’nin bazı kısımları mühimmat deposu, kışla ya da askeri birim olarak kullanılmıştır. Yine Bursa ile Galata Mevlevîhaneleri ise kısmen karakol olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tokat Mevlevîhanesi hapishaneye dönüştürülmüş, Afyon Mevlevîhanesi ise bando binası, müftülük ve Kuran Kursu olarak kullanıma sokulmuştur. Bir kısmı güreş salonu olarak kullanılan Kasımpaşa Mevlevîhanesi’yle benzer bir kaderi taşıyan Kastamonu Mevlevîhanesi jimnastik salonu olarak kullanılmıştır. Ahır ya da ot ambarı haline getirilen Çankırı ve Şanlıurfa Mevlevîhaneleri’nin yanı sıra, Kütahya ve Bursa dergâhları depo ve meyve-sebze hali haline getirilmiştir. Çorum Mevlevîhanesi ise dokumahane olarak kullanılarak ticari bir işletmeye dönüştürülmüştür.

Çalışmamızda elde ettiğimiz bir diğer netice de tekkeler kapatıldıktan sonra bazı dergâhların benzer bir kaderi paylaşarak bakımsızlıktan, yangınlardan harap hale gelip yıkıldığı ya da yol yapımı vb. gibi gerekçelerle yıktırıldığıdır. Bahariye, Üsküdar, Yenikapı, Maraş, Kayseri, Şems, Kütahya ve Sivas Mevlevîhaneleri’nin zikredilen sebeplerden dolayı bazılarının kısmen, bazılarının ise tamamen yıkıldıkları görülmüştür.

1925-1950 tarihleri arasındaki durumları hakkında bilgiye ulaşamadığımız 20 mevlevîhanenin muhtemelen bakımsızlıktan yıkıldığı ya da yol genişletme çalışması, arsanın satılıp yerine yeni binanın inşası gibi maksatlarla ortadan tamamen kaldırıldığı muhtemeldir.

Tüm bu dergâhların aksine Konya Mevlânâ Dergâhı’nın alınan özel bir karar neticesinde 1927’de Asar-ı Atika Müzesi’ne dönüştürülmesi yapının tamamen tahrib olmasını engellemiştir. Ancak Konya Mevlânâ Dergâhı’nın müzeye dönüştürülme aşamasında da bazı kısımlarında yapısal değişiklikler yapıldığı da anlaşılmıştır.

Netice olarak bu makalede ele aldığımız tüm bu dergâhlardan bir kısmı tamamen tarih sahnesinden silinmiş, bir kısmı cami-mescid olarak kullanılmaya devam etmiş, bir kısmı ise 1960lardan sonra restorasyon yapılarak ya da yeniden inşa edilerek müze haline getirilmiş, kültür hayatına kazandırılmaya çalışılmıştır. Ancak 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılması ve dergâhların kapılarına mühür vurulması Mevlevi dergâhlarının da çok büyük ölçüde yok olmasına ve büyük bir kültürel miras kaybına yol açmıştır. Bu dönemde dergâhların korunması yönündeki cüzi miktarda olan ferdi gayretler de karşılıksız kalmıştır.

 

Kaynakça

Resmi Gazete

Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi

Başbakanlık Osmanlı Arşivi

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

Açıkgöz, N. (2017). Muğla Mevlevihanesi. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Akar, H. (2012). Cumhuriyet Döneminde Tokat Mevlevihanesi’nin Kullanım Alanları Yapılan Restorasyonlar ve Bugünkü Konumu. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Akçıl, Ç. (2009). Günümüze Ulaşamayan Bir Tekke: Edirne’de Muradiye Mevlevihanesi. Sanat Tarihi Yıllığı, 21, 1-21.

Arpaguş, S. (2015). Galata Mevlevihanesi. Büyük İstanbul Tarihi, 5, 287-293.

Ata, F. (2017). Çankırı Mevlevihanesi’nin Tarihçesi Geçirdiği Son Restorasyon ve Günümüzdeki Konumu. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Akkoyun, T. (1997). Ömer Fevzi Atabek ve Afyon Vilayeti Tarihçesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları.

Atılgan, S. (2007). Tokat İlindeki Vakıfar Genel Müdürlüğü Mevlevihane Vakıf Müzesi Örneğinde Müzecilik Anlayışı ve Önemi. Vakıfar Dergisi, 30, 449-466.

Avgın, A. (2019). Vatan Savunmasında Maraş Mevlevihanesi.Uluslararası Milli Mücadele Döneminde Maraş Sempozyumu.

Bakırcı, N. (2007). Konya Mevlânâ Dergâhı. İstem, 10, 193-204.

Bülbül, N. (2009). Son Şems-i Tebrizi Türbedarı: Derviş Ahmed Çelebi. Merhaba Gazetesi Akademik Sayfalar, 28, 441-442.

Canım, R. (2007). Edirne Muradiye Mevlevihanesi ve Edirneli Mevlevi Şairler. Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlânâ ve Mevlevilik.

Coşguner, F. (2007). Çankırı Mevlevihanesi. Uluslararası Mevlânâ ve Mevlevilik Sempozyumu Bildirileri.

Coşguner, F. (2017). Çankırı Mevlevihanesi Son Şeyhi Hasib Dede. Çankırı’nın Manevi Mimarları. Yeni Gün Basın Yayın.

Çayırdağ, M. (1996). Kayseri Mevlevihanesi. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2, 91-95.

Çetin, A. (2009). Bursa Mevlevihanesi. Osmanlı Modernleşmesi ve Bursa. Bursa Osmangazi Belediyesi Yayınları.

Çıpan, M. (1996). Konya Mevlânâ Müzesi Hazine-i Evrak Arşivi’ndeki Belgelere Göre Muğla Mevlevihanesi. Türkiyat Araştırmaları Dergisi,2, 233-250.

Demiral, O. (2017). Yeniden Kültür ve Medeniyet Ocağı Olarak Bahariye Mevlevihanesi. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Demirel, Ö. (1995). Sivas Mevlevihanesi ve Mevlevi Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dair Bazı Tespitler. Vakıfar Dergisi, 25, 251-255.

Doğan, A. (2010). Kütahya Erguniyye Mevlevihanesi. İkinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevi ve Mevlevihaneler Sempozyumu Bildirileri.

Durma, A. (2023). Kastamonu’da Mevlevilik.Kastamonur: https://www.kastamonur.com/kastamonuda-mevlevilik/ [01.07.2023]

Efaki, A. (1973). Ariferin Menkıbeleri. Hürriyet Yayınları.

Emecen, F. (1995). Saruhanoğulları ve Mevlevilik. Ekrem Ayverdi Hatıra Kitabı. İstanbul Fetih Cemiyeti.

Eminoğlu, M. (2022). Konya Vilayeti Salnamesi, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları.

Eravcı, M. (2006). Tavşanlı’da Mevlevilik ve Mevlevihane. Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri.

Erdoğan, M. (1976). Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihaneleri. İÜEF Güney-Doğu ve Avrupa Araştırmaları Dergisi, 4-5, 15-46.

Eroğlu, S. (2006). Urfa Mevlevihanesi, Tarihçesi, Mimarisi, Restorasyon Öncesi ve Sonrası. Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri.

Erol, E. (1994). Veled Çelebi Zamanında Mevlevihaneler ve Çelebi’nin Şeyhlere Resmi Hitap Şekilleri. 7. Milli Mevlânâ Kongresi.

Esrar Dede. (2000). Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.

Evliya Çelebi. (2008). Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Yapı Kredi Yayınları.

Fazıl Paşa. (1283). Şerh-i Evradi’l-müsemma, İstanbul.

Gökbilgin, T. (1979). Tokat. İslam Ansiklopedisi, 12, 401-412.

Gökmen, E. (2014). Manisa Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Bahaeddin Efendi’nin Terekesi. Sufi Araştırmaları Dergisi, 9, 1-62.

Gölpınarlı, A. (1983). Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik. İnkılap ve Aka Kitabevleri.

Göyünç, N. (1992). Sivas Mevlevihanesi. IX. Vakıf Haftası Kitabı. Vakıfar Genel Müdürlüğü.

Gülbahar, Z. (2010). Gaziantep Mevlevihanesi. Vakıf Müzesi. Vakıfar Dergisi, 34, 189-195.

Gülcan, A. (t.y.). Karaman Mevlevihanesi, Mevlevilik ve Karamanlı Mevlevi Veliler. Mader-i Mevlânâ Cami Koruma Derneği.

Güler, M. (2017). Antep Mevlevihanesi’nin Tarihçesi, Geçirdiği Son Restorasyon ve Günümüzdeki Durumu ve Konumu. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Güzelbey, C. (1992). Gaziantep Camileri Tarihi. Oya Matbaası.

Haksever, A.C. (2007). Çorum’da Mevlevilik: Tarihi Süreci ve Son Temsilcileri. Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 19, 143-164.

Haksever, A.C. (2012). Çankırı’da Mevleviler ve Mesnevihanlar. Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 22, 29-46.

Haksever, A.C. (2017). Tarihten Günümüze Çorum Mevlevihanesi. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Harmankaya, Ç. (2015). Edirne Muradiye Mevlevihanesi. Şehir ve Toplum, 3, 85-97.

Işın, E. (2006). Yenikapı Mevlevihanesi. Surların Öte Yanı Zeytinburnu. Zeytinburnu Belediyesi Kültür yayınları.

Işın, Ekrem. (1993). Kasımpaşa Mevlevihanesi. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi.

Kara, İ. (2016). Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslam I. Dergâh Yayınları.

Kara, M. (1997). Bursa Dergâhları Yadigar-ı Şemsi I-II. Uludağ Yayınları.

Kara, M. (2003). Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri. Dergâh Yayınları.

Kara, M. (2017). Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler. Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları.

Kara, M. (2020). Türkiye’de Tarikatların Yasaklanışı ve Mahkumiyeti. Doğuşundan Günümüze Tasavvufa Dair Tartışmalar On Üç Asırlık İhtilaf ve Mücadele.

Karadanışman, K. (t.y). Manisa Tarihi Eser ve Kitabeleri. Emek Matbaası.

Karaduman, H. (2005). Belgelerle Konya Mevlânâ Müzesi’nin Kuruluşu. Vakıfar Dergisi, 29, 132-161.

Karpuz, H. (2004). Mevlânâ Müzesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 29, 452-454.

Kazancıgil, R. (1999). Edirne İmaretleri. Edirne Valiliği Yayınları.

Kemikli, B. (2010). Mevlevi Kültürünün Önemli Merkezlerinden Biri Olarak Kütahya ve Kütahya Mevlevihanesi. İkinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevi ve Mevlevihaneler Sempozyumu Bildirileri.

Kocaman, M. (2011). Tavşanlı Mevlevihanesi. Anıt Matbaa.

Konyalı, İ. H. (1964). Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi. Yeni Kitap Basımevi.

Konyalı, İ. H. (1968). Abideleri ve Kitabeleri ile Kilis Tarihi. Yeni Kitap Basımevi.

Köse, O. (2012). Samsun Mevlevihanesi. Belleten, 276, 607-629.

Kunt, İ. (2013). Yenikapı Mevlevihanesi Son Şeyhi Abdülbaki Mehmed Baykara Dede’nin Enfas-ı Baki’de Bulunan Farsça Şiirleri. İ.Ü. Şarkiyat Mecmuası, 22, 131-148.

Kurşun, Z. (2019). Şeyh Said. TDV İslam Ansiklopedisi, ek-2, 560-562.

Küçük, S. (2002). Manisa Mevlevihanesi. Manisa Araştırmaları Dergisi, 2, 15-19.

Küçük, S. (2003). Mevleviliğin Son Yüzyılı. Simurg Yayıncılık.

Küçük, S. (2005). Niğde Mevlevihanesi ve Son Şeyhi Hüsameddin Dede. Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 14, 331-346.

Küçük, S. (2006). Dünden Bugüne Kütahya Mevlevihanesi. Ekev Akademi Dergisi, 29, 51-64.

Küçükdağ, Y. (2005). Kayseri’de Bayram Paşa Mevlevihanesi’nin 1912’de Onarımı. Türk Tasavvuf Araştırmaları. Çizgi Kitabevi Yayınları.

Küçükdağ, Y. (2006). Kayseri’de Bayram Paşa Mevlevihanesi ve 1047 H/1637 M Tarihli Vakfiyesi. Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri.

Kürkçüoğlu, C. (1996). Urfa Mevlevihanesi. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2, 303-310.

Odunkıran, F. (2020). Mevlevi Tezkiresi: Sefine-i Nefise-i Mevleviyan. Basılmamış Doktora Tezi.

Oral, O. (1999). Edirne Mevlevihanesi. İstanbul.

Öcalan, H. B. (2004). Seyahatnamelerde Bursa Mevlevihanesi. U.U. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7, 35-48.

Önder, M. (1994). Konya Mevlânâ Dergâhı Arşivi ve Mevlevihaneler. Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 14, 137-142.

Önge, Y. (1962). Çankırı Darüşşifası. Vakıfar Dergisi, 5, 252-255.

Özcan, N. (1992). Abdülbaki Baykara. TDV İslam Ansiklopedisi, 5, 246-247.

Özdemir, Y. (2018). Galata Mevlevihanesi Müzesi. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu.

Özemre, A. Y. (2003). Üsküdar Dergâhları. Üsküdar Belediyesi Yayınları.

Özönder, H. (1992). Afyon Mevlevihanesi. 5. Milli Mevlânâ Kongresi, 97-123.

Özönder, H. (1994). Karaman Mevlevihanesi. Osmanlı Araştırmaları, 14, 143-152.

Özönder, H. (1989). Konya Mevlânâ Degahı. Kültür Bakanlığı Yayınları.

Özönder, H. (1996). Kütahya Mevlevihanesi. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2, 69-89.

Öztürk, N. (2007). Evkaf Arşiv Vesikalarına Göre Gelibolu Mevlevihanesi. Mevlânâ Celaleddin Rumi. Türk Yazarlar Birliği Yayınları.

Öztürk,  N. (2019). Yumn  Baba  Zaviyesi’nden  Hamidiye  Mevlevihanesi’ne  Maraş  Mevlevihanesi.  Mevlânâ Araştırmaları, 6, 105-167.

Palalı, İ. (2007). Urfa Mevlevihanesi ve Urfa’da Mevlevilik. Uluslararası Mevlânâ ve Mevlevilik Sempozyumu Bildirileri.

Sahih Ahmed Dede. (2003). Mevlevilerin Tarihi. İnsan Yayınları.

Saylan, B. (2014). Kütahya Mevlevihanesi Postnişini Mustafa Sakıb Dede ve Sefine-i Nefise-i Mevleviyan İsimli Eseri. Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2,165-180.

Saylan, B. (2014). Mustafa Sakıb Dede’n,n Gözünden Kütahya Mevlevihanesi ve Celaleddin Ergun Çelebi. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,5, 57-91.

Solmaz, D. (2017). Yeniden Uyanış Süreci ve Afyonkarahisar Mevlevihanesi Örneği. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Şafak, T. (2013). Ondokuz ve Yirminci Yüzyıllarda Samsun Mevlevihanesi. Samsun Araştırmaları. Alperen Kitabevi.

Şafak, Y. (2007). Veled Çelebi’nin Menakıb’ına Göre 1912’de Faal Olan Mevlevihaneler ve Şeyhleri. Sanat Tarihi Araştırmaları (341-346). Kıvılcım Kitapevi.

Şafak, Y. (2014). 1312/1894 Tarihli Konya Salnamesine Göre Mevlevihaneler ve Postnişinleri. Mevlânâ Araştırmaları, 5, 83-90.

Şafak, Y. (2021). Üsküdar Mevlevihanesi Son Postnişini Ahmed Remzi Dede’nin Soy Risalesi. Mevlânâ Araştırmaları, 7, 113-132.

Şafak, Y. (2012). Yirminci Yüzyılın İlk Yarısında Şems Zaviyesi. Şems Güneşle Aydınlananlar (269-276). Nefes Yayınları.

Şimşek, S. (2006). Dünden Bugüne Edirne Mevlevihanesi. Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri.

Tahir, M. (1326). Yenikapı Mevlevihanesi Postnişini Şeyh Celaleddin Efendi Merhum. Matbaa-i Mekteb-i Sanayi.

Tanman, B. (1991). Bahariye Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 4, 471-473.

Tanman, B. (1992). Yenikapı Mevlevihanesi. 9. Vakıf Haftası Kitabı. Vakıfar Genel Müdürlüğü Yayınları.

Tanman, B. (1996). Galata Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 13, 317-321.

Tanman, B. (2001). Kasımpaşa Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 23,554-555.

Tanman, B. (2012). Üsküdar Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 42, 372-374.

Tanman, B. (2013). Yenikapı Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 43, 463-468.

Tanman, B. (2017). Musiki Tarihimizde Önemli Yeri Olan Bahariye Mevlevihanesi’nin Tarihçesi ve Sosyokültürel Çevresi. Darulelhan Mecmuası, 8, 13-22.

Tanrıkorur, B. (1994). Tarihin Tahribi: Çorum Mevlevihanesi. 7. Milli Mevlânâ Kongresi.

Tanrıkorur, B. (1995). Manisa Mevlevihanesinin Restorasyonu Tenkid ve Teklif. Ekrem Ayverdi Hatıra Kitabı. İstanbul Fetih Cemiyeti.

Tanrıkorur, B. (1996). Gaziantep Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 13, 475-477.

Tanrıkorur, B. (1996). Gelibolu Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 14, 6-8.

Tanrıkorur, B. (2000). Türkiye Mevlevihanelerinin Mimari Özellikleri. Basılmamış Doktora Tezi.

Tanrıkorur, B. (2001). Karahisar Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 24, 418-421.

Tanrıkorur, B. (2001). Karaman Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 24, 447-448.

Tanrıkorur, B. (2002). Kilis Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 26, 8-10.

Tanrıkorur, B. (2003). Kütahya Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 27, 1-3.

Tanrıkorur, B. (2003). Manisa Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 28, 1-3.

Tanrıkorur, B. (2004). Mevleviyye. TDV İslam Ansiklopedisi, 29, 468-475.

Tanrıkorur, B. (2007). Diğer Mevlevihanelerin Listesi. Konya’dan Dünyaya Mevlânâ ve Mevlevilik.

Tanrıkorur, B. (2010). Şems-i Tebrizi Zaviyesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 38, 516-517.

Tanrıkorur, B. (2012). İkinci Manisa Mevlevihanesi. Sufi Araştırmaları Dergisi, 6, 31-50.

Tanrıkorur, B. (2012). Tokat Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 41, 227-230.

Tanrıkorur, B. (2012). Urfa Mevlevihanesi. TDV İslam Ansiklopedisi, 42, 175-177.

Taş, A. (2015). Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya Mevlevihanesi. Ergun Çelebi ve Kütahya Mevleviliği.

Tezcan, N. (1994). Manisa Mevlevihanesi. Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 14, 185-193.

Uçman, A. (1989). Ahmed Celaleddin Dede. TDV İslam Ansiklopedisi, 2, 53.

Urfalı, A. (2008). Tavşanlı Mevlevihanesi. Uyum Ajans.

Ünver, İ. (1994). Galata Mevlevihanesi Şeyhleri. Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 14, 195-219.

Ünver, S. (1964). Osmanlı İmparatorluğu Mevlevihaneleri ve Son Şeyhleri. Mevlânâ Güldestesi. Turizm Derneği Yayınları.

Ünver, S. (1998). Edirne Mevlevihanesi Tarihine Giriş. Edirne Serhattaki Payitaht. Yapı Kredi Yayınları.

Vassaf, H. (2015). Sefine-i Evliya. Kitabevi.

Yazıcı, G. (2017). Gelibolu Mevlevihanesi’nin Yarını. Günümüzde Yurt İçi Mevlevihanelerinin Durum ve Konumları.

Yıldız, B. (2016). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Urfa Mevlevihanesi’nin Tamir ve Restorasyonu Çalışmaları. İslam Tarihi ve Medeniyetinde Şanlıurfa II. Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları.

Yücel, E. (1969). İstanbul Mevlevihaneleri. Hayat Tarih Mecmuası, 11, 28-33.

Yücel, E. (1979). Galata Mevlevihanesi. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 2, 63-83.

Yücel, E. (1979). Kasımpaşa Mevlevihanesi. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 3, 76-86.

Yücel, E. (1982). Beşiktaş (Bahariye) Mevlevihanesi. Sanat Tarihi Yıllığı, 11, 161-168.

Yücel, E. (2015). Kasımpaşa Mevlevihanesi. Arkeoloji ve Sanat, 150, 207-216.

Yüksel, H. (1996). Tokat Mevlevihanesi. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2, 61-68.

Ziya, M. (1328). Bursa’dan Konya’ya Seyahat. Ta n Matbaası.

Ziya, M. (1911). Yenikapı Mevlevihanesi, Araks Matbaası.

 

TYB AKADEMİ | 2023 / 39: 82 – 109

 

*      Dr. Öğr. Üyesi, Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tasavvuf Anabilim Dalı, bcakmaktas@sakarya.edu.tr ORCID: 0000-0002-8670-3430 Makale Geliş Tarihi: 20.07.2023 | Kabul Tarihi: 23.08.2023

 

‘Mevlana Türbe Arkası Kentsel Yenileme Projesi’ tanıtıldı.
‘Mevlana Türbe Arkası Kentsel Yenileme Projesi’ tanıtıldı. 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı

‘Mevlana Türbe Arkası Kentsel Yenileme Projesi’ tanıtıldı.

Konya Büyükşehir Belediyesi ve Karatay Belediyesi iş birliğiyle hayata geçirilecek Türbe Arkası Kentsel Yenileme Projesi’nin Tanıtım Programı Taş Bina’da gerçekleştirildi.

Mevlana Türbe Arkası Kentsel Yenileme Projesi açılışında konuşan Karatay Belediye Başkanı Hasan Kılca 18 Mart Çanakkale Zaferi’ni kutladı. Kılca, “18 Mart Çanakkale Zaferinin 109. yıl dönümü her köşeye nakış nakış işlenmiş değerlerin saklandığı her bölgesinde ayrı bir tat ve güzelliğin armağan edildiği bu güzel coğrafya hepimize emanet edildi. Bu büyük sorumlulukla geçmişi ve geleceği daha güçlü bir şekilde birbirine bağlayan projelerimize bugün bir yenisini daha ekliyor olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyorum. Türbe arkası kentsel yenileme çalışmasının şehrimize ülkemize Hazreti Mevlana’nın öğretilerini ve düşünceleriyle hayır olmasını temenni ediyorum. Yatırım da omuz omuza olduğumuz ve bugün birlikte yeni bir heyecana ortak adımlarla yürüdüğümüz Uğur İbrahim Altay’a şükranlarımı iletiyorum. Şehrimizin kadim geçmişini ve değerlerini taşıyan önemli bir hafızanın miras güzellikleri yaşatan ve yarınlara ulaştıran bir anlayışla çalışmaya gayret ediyoruz. Bazı sorumluluklar da var tabii ki bizler unutturmayan bugünü koruyan ve yarını geçmişten koparmasan inşa edenler olmak zorundayız. Bu sorumluluğumuz ışığında bir hayalimizi daha önemli bir aşamaya getirdik. Türbe arkası projemizde çok büyük emekler ve çabalar var sizlere bunlardan bahsetmek istiyorum. 2021 yılından Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından yenileme alanı ilan edilen 250 bin metre karelik oldukça büyük bir alan Karatay Belediyesi olarak bölgenin projeye uygun hale gelmesi için başarıyla tamamladık elhamdülillah. Toplamda 2,5 milyar TL diğerinde 100 bin metrekare alanı çalıştırarak bölgeyi yeni projemizin uygulamasına yüzde 100 oranında hazır hale getirmiş olduk. Çalışmamızı yaparken bölgede bulunan geleneksel nitelikteki tek tek korumaya devam ediyoruz. Yaptığımız kamulaştırma çalışmalarıyla proje alanını sağlıksız yapılaşma baskısından tamamen kurtarmış olduk. Böylece geleceğe dönük kültürel mirasın korunmasına ve turizm odaklı yenilenmesine yönelik çalışmaların önünü açtık” dedi.

KONYA’NIN EN KAPSAMLI KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ OLACAK

Türbe Arkası Kentsel Yenileme Çalışması Hazreti Mevlana’nın türbesini de içine alan çok önemli bir bölge diyen Kılca, “Şu anda burası her yıl milyonlarca turist ağırlayan ülkemizin en yoğun turizm destinasyonlarından birisi. Aynı zamanda tarihin geçmişiyle de adeta şehrimizin hafızası. Böylesine kıymetli bir proje üretmek en ince detayları görmeyi en doğru adımları atmayı ve neticesinde en ideal planlamayı yapmayı gerektirir. Biz kendimiz yapabilirdik belediye olarak bunu ama ortak bir akılla yapalım dedik bakanlıklarımız, Büyükşehir belediyemiz, milletvekillerimiz, şehrin hafızasını birlikte oluşturmak için birlikte gayret ettik birlikte bu projeye baktık. Türbe arkası kentsel yenileme çalışması özet olarak taşıdığı mimari doku ile Konyamıza çok yakışacak. Tüm bunların yanında yeni türbe arkası konaklama alternatifleri özel proje ve programlara uygun alanları karşılama merkezleri çarşıları tarihi dokusu ve müzeleri de şehrimize katma değer sağlayacak. Mevlânâ hamamı bedesten yeni çarşılarımız kültür merkezilerimiz dükkanlarımız eski Konya evleri Konya evi müzemiz kahve kitap modern ve geleneksel yapıdaki konaklama merkezlerini kapsayan alanlarda inşallah Karatay Belediyesi olarak bizler çalışma yapacağız. Büyükşehir belediyemizin yapacağı Mevlânâ karşılama merkezi tarih ve medeniyet müzesi sultan velet medresesi Konya evi restoranlar kahvehane mutfağı bölümleri ile birlikte bölgede toplamda 106 bin metre karelik inşaat alanında şehrimizin en kapsamlı kentsel yenileme projelerinden birini daha Büyükşehir belediyemizle birlikte hayata geçiriyoruz hayırlı olsun diyorum” ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK İHYA PROJESİ

Mevlana Arkası Kentsel Tasarım Projesi’nin Konya’nın ruhunu ve kadim mirasını yeniden yeşertecek önemli bir proje olduğunu vurgulayan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, “Bu tarihi ana şahitlik edecek tüm misafirlere hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum. Konya, asırlar boyu birçok medeniyete kucak açmış, Selçuklulara 200 yıl başkentlik yaparak Darü’l Mülk unvanını gururla taşıyan bir şehir. Aldığımız her nefeste bu aziz şehrin kadim tarihini, binlerce yıllık hatıralarını ve birikimlerini kalbimizin derinliklerinde hissediyoruz. Hazreti Mevlana’nın; “Gerçek Aşk’ı bilen kalp, bir damla suya bile hürmetle bakar” sözüyle ifade ettiği gibi, Konya’mızın her bir değerine hürmet ediyor ve o değerleri yaşatarak yarınlara taşımak için büyük gayret gösteriyoruz. Bu gayretlerimizin en önemli sembollerinden biri, şüphesiz Türkiye’nin en büyük ihya projesi olan Darü’l Mülk Projemizdir. Dar’ül Mülk Projesi kısaca Anadolu’nun kadim başkentini aslına uygun bir mimariyle yeniden ihya etme projesidir. Bu proje kapsamında şehir merkezimizin 20 farklı noktasında çok önemli dönüşüm ve restorasyon projelerini hayata geçiriyoruz. Mevlana ve Altın Çarşı dönüşümleri, Taş Bina Restorasyonu, Alaaddin Caddesi’ndeki binaların dış cephelerinin yenilenmesi, Darü’l Mülk Sergi Sarayı, Eski Tekel Binasının Depo No:4 olarak yeniden ihyası gibi önemli projelerimizi tamamladık. Büyük Larende Dönüşümü, Şükran Mahallesi Dönüşümü, Kılıçarslan Meydanı’nda 13 evin restorasyonu ve Konya Velespit Müzesi gibi birçok projemiz de devam ediyor” diye konuştu.

KONYA’NIN KALBİ BURADA ATACAK!

Mevlana Arkası Kentsel Tasarım Projesi, Darü’l Mülk Projesi’nin en önemli ayağını oluşturduğunun altını çizen Altay, “Projenin gerçekleşeceği alan, Konya’mızın kalbi denilecek bir bölgede yer alıyor. Özellikle Hazreti Mevlana’nın burada medfun olması, buradaki yoğunlaşmayı ve ticari yapılanmayı artırmıştır. Dolayısıyla bu bölgede, görüntü olarak şehrimizin tarihi değerinden çok uzak, plansız ve altyapı sorunlarının olduğu bir bölge olarak günümüze kadar gelmiştir. Özellikle bu sağlıksız yapılaşmanın doğurduğu altyapı sorunları buradaki alanların fiziki varlıklarını korumayı güçleştirmiştir. Burada yapılan çalışmalar neticesinde birçok yapı yok edilmiş, şehrimizin tarihi dokusu ve fonksiyonel bütünlüğü malesef tahrip olmuştur. 2021 yılı Temmuz ayında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yenileme alanı ilan edilen bu alanda Karatay Belediyemizle birlikte adeta “Konya’mızın kalbinde tarihi bir dokunuş” yapacağız. Bu tarihi dokunuşla hem tarihimizin derin izlerini yeniden gün yüzüne çıkaracak hem de içerisinde ticari alanlar, kültürel ve sosyal yapılar ile dini tesislerden oluşan “Karma fonksiyonlu bir yeni kullanım modeli”ni şehrimize kazandıracağız. Burada yapacağımız çalışmalarımızı projelendirirken eski fotoğraf ve diğer belgelerden yararlanarak tespit edilen akslar ve yapı dokusunu mümkün mertebe projemize aktarmaya çalıştık” dedi.

Proje alanında inşa edilecek yapılardan bahseden Altay, “Batı kısımda yer alan Hazreti Mevlana Türbesi’nin yakın çevresini, az yoğunlukta ve rekreatif amaçlı olarak değerlendireceğiz. Buraya gelecek ziyaretçilerin rahatça dolaşabilmesini sağlamak için dinlenme alanları, yürüyüş yolları ve rekreasyon alanları oluşturmayı hedefliyoruz. Alanın doğu kısmında yer alan bölgede ise bir “Tanıtım Merkezi” tasarladık. Burası Hz. Mevlana Türbesi ve Dergâhının tanıtımının yapılacağı, Mevlevilik ve Mevlevi Kültürü’nün modern müzecilik teknikleriyle anlatılacağı bir merkez olacak. Yine Tanıtım Merkezi kapsamında Türbe ziyaretçilerinin kısa süreli dinlenme ve temel ihtiyaçlarının karşılanabileceği ve tarihi “Menzilhane” binasının fonksiyonel karşılığı olan bir Karşılama Binası inşa edeceğiz. Hazreti Mevlana Müzesi – Sosyal Hizmetler ve Karşılama Merkezi bu projemize yakışan güzel bir eser olacak. Daha evvel yol genişletme çalışmalarında yıkılmış olan Hz. Mevlana Hamamı, Hamam önü dükkânları, muvakkithane ve İmaret binalarını yeniden ihya edeceğiz. Şehrimizin eski kentsel dokusu ve ulaşım aksları esas alınarak arasta tarzında sıra dükkanlardan oluşan çok güzel bir çarşı projemiz de yine bu alanda yer alan önemli projelerimizden biri olacak. Yine alanda yapacağımız çalışma ile çarşı ve ticari birimler fonksiyonu, geleneksel “han” yapılarının güncel bir yorumunu inşa edeceğiz. Bu alanda büyük ölçekli mağaza ve dükkanlarla birlikte bir de konaklama yapısı yer alacak. Alanda bulunan tarihi kerpiç binalar ise aslına uygun şekilde restore edilerek Konya Evi Müzesi ve Divanhane Kıraathanesi olarak hizmete sunulacak. Proje kapsamında gastronomi şehri olan Konya’mıza değer katacak bir proje olacak “Darüzziyafe Konya Mutfağı” ile destekleyici Kültür Yapıları inşa edeceğiz. Her yönüyle adeta bir açıkhava müzesi olan Konya’mızda dağınık halde bulunan müzelerin envanter ve birikimini de içine alacak çok kapsamlı bir “Konya Tarih ve Medeniyet Müzesi” inşasını planladık. Müzenin kitle ve cephe tasarımında, geleneksel Konya kerpiç evlerinin malzeme ve renk özellikleriyle, bunların birlikte oluşturduğu tarihi dokuyu esas alacağız. Müzemizin açık alanlarında ise zaman içinde kaybolmaya yüz tutmuş önemli bir kültürel mirasımız olan Türk-İslam Bahçe ve Peyzaj mimarisi karakterinde düzenlemeler gerçekleştireceğiz. Hz. Mevlana’nın doğum yeri Belh’te babası Sultan-ül Ulema Bahaüddin Veled’in ders verdiği medresenin bir benzeri olacak Sultan Bahaddin Veled Medresesini inşa edeceğiz. Bu mekanın bir diğer özelliği ise; Sultan’ül Ulema Bahaüddin Veled ile Hz. Mevlana’nın Belh’ten Konya’ya olan yolculuklarının bu mekanlarda yeniden hayat bulacak olmasıdır. Adeta bir hicret numunesi olan bu yolculuğu bu medresede yeniden anlatacağız. Hz. Mevlana Türbesi’ne nispeten uzak olan kısımlarda ise kitap kahve, kafeterya ve konaklama ihtiyaçlarını karşılayan yapılar inşa edeceğiz. Bu alanlar da buradaki tarihi ve kültürel kimliğe uygun şekilde hayata geçecek. Son olarak ise 3 bin metrekare alanda hayata geçecek, tüm hususiyet ve unsurlarıyla klasik bir Mevlevi Dergâhı olacak Konya Mevlevi Dergahı da yine bu bölgede yeniden hayat bulacak. Bu projemizde yeni yapılar inşa ederken aynı zamanda alanda tespiti yapılan mevcut tescilli yapıları koruyacak ve uygun şekilde işlevlendirerek projemize dahil edeceğiz. Eski eser statüsüne sahip olacak sanatsal ve mimari özelliklere sahip olmayan, ait oldukları dönemin karakteristiğini yansıtmayan yapıların daha nitelikli olarak ve geleneksel dokuya uygun bir kompozisyon oluşturacak şekilde taşınmaları hususunda da çalışma yapacağız. Bu yapılarla beraber proje içerisinde yer alacak otel ve butik oteller, mescitler dahil olmak üzere toplamda 24 yapıyı içine alacak olan Mevlana Arkası Kentsel Tasarım Projemizi, önümüzdeki Nisan ayında tamamlayarak buradaki çalışmalarımıza süratle başlayacağız inşallah” şeklinde konuştu.

 

Sakal-ı Şerif, yıllar sonra tekrar ziyarete açıldı.
Sakal-ı Şerif, yıllar sonra tekrar ziyarete açıldı. 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı

Hz. Mevlana Dergahında bulunan Sakal-ı Şerif yıllar sonra tekrar ziyarete açıldı.

Sakal-ı Şerif’in ziyarete açılmasıyla ilgili bilgi veren Konya İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, “Mevlana Müzesi dergah olarak kullanıldığı zamanlarda her Ramazan ayının 15’inden sonra Sakal-ı Şerif ziyarete açılıyordu. Dergah olarak kullanıldığı zamandan yıllar sonra bu Ramazan ayında tekrar ziyarete açıldı” dedi.

Sakal-ı Şerif, bulunduğu 40 kat bohçadan salavatlar eşliğinde çıkarıldı.

Dergahta sergileneceği cam muhafazanın içine konulan üç Sakal-ı Şerif ile 4 Kabe örtüsü, ramazan ayı boyunca ziyaret edilebilecek.

 

 

HZ. MEVLÂNÂ DERGÂHININ DÖRT ŞAHESERİ ve TARİH KİTABELERİ
HZ. MEVLÂNÂ DERGÂHININ DÖRT ŞAHESERİ ve TARİH KİTABELERİ 150 150 Hz. Mevlâna Dergâhı

HZ. MEVLÂNÂ DERGÂHININ DÖRT ŞAHESERİ ve TARİH KİTABELERİ

MUSTAFA ÇIPAN

Kuhl ide çesm-i cihân-bînine rağbetler ile

Hâk-i pâk-i harem-i Hazreti Mevlânâyı,

(Hz. Mevlânâ’nın hareminin temiz toprağını, büyük bir arzu ile, cihanı gören gözüne sürme çekmek istedi.)

Mâni

Hz. Mevlânâ, güzeli değil, güzelliği görmemizi ve sevmemizi ifade buyurarak, “Biz sûfîler sizin mahallenize geldik. Allah rızası için bize güzelliğinizden bir şeyler veriniz.” diye seslenir. Kendisi de ziyaretine gelenlere güzellikler sunar, dahası bu güzellikler, ona ve dergâhına hizmeti şeref bilenlerce birbiri üzerine eklenerek katmerlenir.

Selîm bir akılla düşünen, selim bir kalple inanan ve selîm bir zevkle beğenen Mevleviler, bu hâli hem kendi hayatlarına hem de meydana getirdikleri eserlere hakkıyla yansıtırlar.

Bütün tasavvuf yollarının dergâhları hem kurucu şeyhlerin hem de o mekânlarda yetişen âşık, arif, âlim, kâmil, fâzıl ve hakim mürşidlerin nafiz nazarları ve derûnî nefesleriyle bulundukları bölgeye ruh kazandıran ve kıymet katan bir hüviyet arz ederler. Bu dergâhlar, yüzyıllar boyunca müntesiplerini manevî bakımdan terbiye etmenin yanında kabiliyetleri nispetinde güzel sanatların muhtelif şubelerinde de eğiterek cemiyete yol gösterecek, onları güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye kısaca güzel ahlâka davet edecek “nümûne insan” yetiştirirler.

Bu hâlin bir neticesi olarak, Hz. Mevlânâ’ya uyanlar ve Mevlevî olarak isimlendirilenler, yüzlerindeki temizlik, tavırlarındaki asalet ve vakar, kıyafetlerindeki sadelik ve zarafet, konuşmalarındaki kendilerine has terbiye yanında imanlarından kaynaklanan fikrî inceliklerini ve sanat kabiliyetlerini yansıtan nezaketli üslûpları ile cemiyet hayatında son derece tesirli olurlar.

Bu terbiyenin verildiği mekânların idare merkezi olan Konya Âsitânesi, hayatta iken Hz. Mevlânâ’ya duyulan hürmet ve muhabbet, Hakk’a vuslatından sonra da rûhâniyetinden istimdâd etmek sebebiyle Selçuklu’dan Karamanoğlu’na, Karamanoğlu’ndan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir zaman diliminde kesintisiz olarak ilgi görmüş ve görmeye devam etmektedir.

Türk-İslâm şairi, âlimi, arifi, mütefekkiri ve mutasavvıfı Hz. Mevlânâ’nm Dergâhı, fizikî yapılanması, maddeye ruh kazandıran sanat eserleri, tefrîşi, emsalsiz hat ve tezyinatı ile gelen ziyaretçileri derinden etkileyen dünyanın en âsûde ve latîf mekânlarından biridir.

Bu çalışmada yapılış tarihleri gözetilerek, farklı hususiyetleri sebebiyle dikkatleri üzerinde toplayan Şadırvan, Gümüş Kafes, Türbe Tamir Kitabesi ve Hazreri Mevlânâ Levhası üzerinde durulacaktır.

Şadırvan

Şadırvan ve Kitabesi

Dervîşân kapısından bu latîf ve âsûde mekânın bahçesine girdiğinizde sizi karşılayan, huzur ve sükûna kavuşturan ilk mimarî yapı olan ve inşasına “Havz-ı Cinân” (cennet havuzu) (918/1512) terkibiyle tarih düşürülen “Şadırvan” Yavuz Sultan Selim’in hayrı, musluklarından içeceğiniz serin ve leziz birkaç yudum “Çârbâğ” suyu da onun vakfıdır.

Sultan bu hayrıyla, “…Ve bir dahi suyu yoktur, vakt-i salât ve taharette su bulunmaz, müslümanlar müzayaka üzeredir.”1 cümlesinde ifadesini bulduğu şekliyle sadece Dergâhın su ihtiyacını karşılamakla kalmaz, ihtiyaç fazlası suyun da mahalleye dağıtılmasını temin eder.

Mekke ve Medine’nin hâkimi değil hadimi (hizmetkârı) olan büyük hükümdar bu hayrıyla sanki hizmete Hz. Mevlânâ’nın Dergahı’nda devam etmek murâdındadır.

Şadırvan, klasik Osmanlı şadırvan mimarisine uygun, fakat büyük ölçüde ve değişik bir üslûpla inşâ edilmiş, oldukça süslü bir âbide görünüşündedir. On altı dilimli hazne ve Ahmed Eflâkî’ye göre Germiyanoğulları tarafından hediye edilen çift çanaklı bir göbekten ibarettir. Üst örtünün zirvesinde ise içi şemseli, tepesi sorguçlu hilâl şeklinde bir alem mevcuttur.2

Çanaklı mermer göbeğin Germiyanoğulları tarafından hediye edilmesi yanında inşâ tarih kıt’asının ikinci beytinin ikinci mısraında Bevvâb Süleyman’ın şadırvanı “tecdîd” yani yenileme için vazifelendirildiğinin yazılması Sahabettin Uzluk’un, şadırvanın Sultan Veled zamanından (XIII-XIV yüzyıldan) beri var olduğu kanaatini güçlendirmektedir

Dergâh Şadırvanının, özellikle üzerinde duracağımız kısmı, bize bir medeniyet tasavvuru tecrübesi yaşatan, vefa, kadirşinaslık ve hizmette devamlılığın çok kıymetli bir misâlini teşkil eden güney hazne duvarının üzerine yerleştirilmiş musluklu mermer kitabedir. Hangi yüce gönüllü akıl ve san’atkâr -ihsan üstüne ihsan edercesine-şadırvanın inşasından 356 yıl geçtikten sonra yapılan ihya çalışmasını bu küçük mermer kitabeye, inşa tarih kıt’asının altına -yapılışından 83 sene sonra gerçekleştirilen küçük tamir ve bakımı hatırlatmayı da göz ardı etmeden- hakkeder. Kitabenin üst kısmında yer alan inşa tarih kıt’asının, aradan geçen 356 sene zarfında, alttaki ihya kitabesine nazaran nasıl yıprandığı da dikkatli nazarlardan kaçmaz.

Bu makalede konu edilen eserlerden Yavuz Sultan Selîm’in “Şadırvan” inşası ile ilgili tarih kıt’asında mahlas mevcut olmayıp, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan tamir için Gâlib, diğer üç eserden “Gümüş Kafes” için Manî, Sultan II. Mahmud’un “Yeşil Kubbe’yi tamiri ve “Hazret-i Mevlânâ” levhası için ise Pertev Paşa tarih düşürür.

Mimarî yapılar başta olmak üzere, doğum, tahta çıkış, ölüm, sünnet, düğün, zafer, telif eser vb. konularda düşürülen tarihler mimarî eserler için adetâ bir tapu, diğerleri için de çok kıymetli birer belge hükmündedir. Tam bu noktada, yazımızın esasını teşkil eden tarih düşürme ile ilgili kısaca bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Harflerin rakam karşılıkları esasına dayanan ve başlangıcı oldukça eskiye giden ebced sistemi ile tarih düşürme sanatının ilk defa kimin tarafından icat edildiği kesin olarak belli değildir. XII. yüzyılda Fars edebiyatında ortaya çıktığı, oradan Türkler’e, Türkler’den de Araplar’a geçtiği bilinen bu işleme en yaygın adıyla “tarih düşürme” denilir. Türk edebiyatında XIV yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan, önceleri daha çok Arapça ve Farsça yazılan, bir kelime veya terkipten oluşan mensur tarihler XVI. yüzyıldan itibaren genellikle Türkçe kaleme alınır ve manzum tarihlere rağbet artar.

Edebiyatımızda tarih düşürme geleneğinin en güzel örneklerini Surûrî verir, Ahmed Paşa, Necati, Zâti, Nâbî, Şeyh Gâlib gibi klasik dönem şairleri yanında İzzet Molla, Nâmık Kemâl, Muallim Nâcî, Ali Emîrî Efendi, daha sonraları Ali Nihad Tarlan, Abdülbakî Gölpınarlı ve Mehmed Çavuşoğlu gibi isimler de tarih düşürürler. Başlangıçta hicrî, daha sonra Hicrî/Rûmî yıllara göre tarih düşürülmüş olup, günümüzde de bu gelenek daha çok milâdî yıllar esas alınarak devam ettirilmektedir.

Şadırvan kitabesinin üst kısımda bulunan üç beyitlik tarih kıt’ası Yavuz Sultan Selîm’in inşası için yazılır, musluğun hemen üzerinden başlayan alem şeklindeki kabartma kompozisyonun en üst kısmındaki lâle motifinin içine, Sultan III. Mehmed’in tamirini yâd etmek maksadıyla “sene 1004” (1595-6) rakamı işlenir, alttaki üç beyitlik tarih kıt’asında da şadırvanın Sultan Abdülazîz tarafından ihyâsına tarih düşürülür, muslukla bağlantı noktasının hemen üzerine de ihya tarihi olan “sene 1284” (1868) hakkedilir.

Kitabenin birinci tarih kıt’ası aruzun “Müstef ilün Müstef ilün Müstef ilün Müstef ilün”, ikincisi ise “Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün” kalıbıyla yazılır.

Kitabenin üst kısmında yer alan şadırvanın Yavuz Sultan Selîm tarafından inşasıyla ilgili üç beyitlik tarih kıt’ası şöyledir ve tarihe esas teşkil eden ifade, şiirin en sonunda yer alan “Havz-ı Cinân” (918/1512) tamlamasıdır. Her iki tarih kıt’asında da tarih, söyleniş bakımından “manen”, hesaplanması bakımından da tarihe esas teşkil eden metnin bütün harflerinin rakam değerlerinin toplanmasıyla söylenilmek istenilen senenin elde edildiği, en makbul sayılan “tam” tarih usulüyle düşürülür.

Sultân Selîm bin Bâyezîd oldur reh-i dinde sa’îd
Şâdır(re)vân icra idüp Dergâh-ı Mollada revân

Nazır durur evkafına DârüVsa’âde Ağası
Tecdîd içün irsal idüp Bevvâb Süleymânı hemân

Devrinde Şâh-ı Kişverin sa’yiyle itmama irüp
İlham ile târihini didim ana Havz-ı Cinân

Sadeleştirilmiş nesre çevirme

Din yolunda uğurlu, mübarek Bayezidoğlu Sultan Selim, Hz. Mevlânanın Dergâhına bir şadırvan yaptırıp suyunu akıttı (vakfetti).

DârüssaadeAğası (HaremAğası) vakıflarına bakmakta olup, yenilemek için hemen Bevvâb (kapıcı) Süleymânı gönderdi.

Memleketlerin Şahmın devrinde, gayretli çalışmalarla tamamlanan şadırvan için ilham ile “Havz-ı Cinân” tarihini söyledim.

İnşa tarih kıt’asının hemen altına, Sultan Abdülaziz’in şadırvanı ihyası için -güzel bir tarih düşürdüğünü söyleyen- Gâlib’e ait şu tarih kıt’ası yazılır. Bu kıt’ada tarih son mısraın tamamıyla verilir.

Şehinşâh-ı cihan kutb-ı zaman Abdülazîz Hânı
Serîr-i şevketinde haşre dek dâ’im ide Allah

Bu şâdrevam ihya kıldı nevtarz üzre bî-mânend
Cenâb-ı Pîre ta’zîmen o Sultân-ı felek-dergâh

Düşürdü hîn-i itmamında Gâlib bir güzel tarîh
Bu şadırvana zemzem eyledi icra Şeh-i Cem-câh Sene 1284(1868)

Sadeleştirilmiş nesre çevirme

Allah, cihan şahlarının şahı, zamanın kutbu Abdülaziz Hanı azametli tahtında haşre kadar daim eylesin.

Bu şadırvanı yeni bir tarz üzre ve eşsiz bir şekilde, gök dergâhının sultanı Hz. Mevlânaya hürmeten ihya eyledi.

Gâlib, şadırvan tamamlandığı zaman güzel bir tarih düşürdü: “Cem makamlı şah, bu şadırvana sanki zemzem icra eyledi” (bağladı, zemzem akıttı).

Gümüş Kafes

Muhammed Muhtar Efendimizin yolunun toprağı olduğunu söyleyen Hz. Mevlânanın âşıklarını sandukasının önünde huzurda karşılayan Gümüş Kafes, adetâ Resûlullah sevdalısı gönüllere, Ravza-i Mutahharada Peygamber Efendimizi büyük bir hürmet ve muhabbetle selâmlayacakları “Muvâcehe-i Şerıfe’yi ilham eder. Bir velinin gümüş kafesini bir Osmanlı paşası yaptırır. Ancak Habibullah’ın “Muvâcehe-i Şerîfe’sini, şefaatini umarak:

Kola tacım gibi başımda götür sem daim
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Fahri Rusülün

mısralarında ifade ettiği üzere Efendimizin Kadem-i Şerifini sorgucunda taşıyan Peygamber âşıkı Osmanlı Sultanı I. Ahmed altından yaptırarak gümüş levhayla birlikte 1617’de büyük bir tazimle yerine koydurur.

Mevlânâ Dergâhı’nın en güzel ve dikkat çekici eserlerinden biri ariflerin kutbu Hz. Mevlânâ’nın toprağı ıtır kokulu, şerefli merkadinin ön tarafında yer alan, H.1006/M.1597-8 yılında Maraş Mîrimîrânı Mahmud Paşa tarafından Kalemkâr İlyas’a fevkalâde sanatkârâne bir şekilde yaptırılan “Gümüş Kafes”tir.

“Hicri 10. asırdaki Türk kuyumculuğunun, Türk hakkâklığının bütün hürde (ince) teferruatını vazıh (açık) olarak ispat eden bu nefise…”‘ cümlesiyle kıymeti ifade edilen bu Gümüş Kafes’in alınlığının en üst kısmında Selçuklu celî sülüsü ile ‘Allah” (c.c), hemen altında “Kelime-i Şehâdet”, dikdörtgen kitabelerde de şair Manî’ye6 ait, Mîrzâ Ali tarafından celî ta’lîk ile yazılan otuz iki beyitlik “Kıt’a-i Kebîre” yer almaktadır.’

Aşağıdaki kıt’a-i kebîrede de anlatıldığı üzere gümüş kafesin yaptırılması hikâyesi şöyledir.

Padişah (Sultan III. Mehmed) çıkmış olduğu seferden zaferle döner ve kendisini de vezirliğe kabul ederse bütün malını sarf ederek gümüşten bir kafes yaptırıp hediye etme dileği ve vaadinde bulunmak üzere Hz. Mevlânâ’nın türbesini ziyaret eder ve kapısına yüz sürer Maraş Mîrimîrânı Mahmud…

Yüzüni sürdi gubâr-ı deri Mevlânâ’yâ8
Eyledi geldi ziyaret bu mübarek çayı

(Hz. Mevlânanm kapı eşiğinin tozuna toprağına yüzünü sürdü ve gelip bu mübarek makamı ziyaret etti.)

Sefere çıkılır, zafer kazanılır ve Valide Sultan’ın da desteği ile muradına nail olan Mahmud Paşa bu muhteşem gümüş kafesi yaptırıp yerine koydurarak vaadini yerine getirir.

Kıt’a-i Kebîre

1. Şâh-ı Cemşîd-haşem Husrev-i hurşîd-‘alem
Dâver-i taht-ı akâlîm-i cihân-ârâyı

2. Tac-bahşende-i her şah-ı diyarı İslâm
Tâc-hâhende-i her memlekeri Tersâyı

3. Râyet-efrâz-ı meyâdîn-i memâlik-gîrî
Meş’al-efrûz-ı serâ-perde-i mülk-ârâyı

4. Âsumân-mertebe Sultân Muhammed Hân kim
Bende itdi nice İskender ile Dârâyı

5. Ol ki bâzû-yı cihangiri ile kıldı esir
Pâdişâhân-ı cihân-dâr-ı ‘atâ-bahşâyı

6. Niyyet itdi ki kıla kâfiri bî-dîne gaza
İrgüre çarh-ı berine ‘alem-i bâlâyı

7. Diledi kim ide küffâr ile ceng ü peykâr
Tuta âvâz-ı gaza bu felek-i mînâyı

8. Ele alup sala şemşîri gazayı tâ kim
Göstere kâfiri bî-dîne yed-i beyzâyı

9. İtdi pes kahr-ı ‘adû niyyetine gerdûn-sây
Mehçe-i râyet-i mansûrı cihân-ârâyı

10. Oldu beğlerbeğiler dahi gazaya me’mûr
Dikdiler her birisi râyet-i gerdûn-sâyı

11. Cümleden birisi ol sâhib-i hulk u Mahmud
Vüzerâ zümresinin Âsari sâhib-râyı

12. Ol ki nâmı gibi evsâf-ı şerifi
Mahmud Asaf-ı pâdişeh-i memlekeri Dârâyı

13. Mîri mîrânı idi Mar’aşın ol esnada
Adi ile kendüye kul itmiş idi dünyâyı

14. Sefere ‘azim olup itdi gönülden tasmîm
Ki ziyaret kıla bu türberi rûh-efzâyı

15. Kuhl ide çeşm-i cihân-bînine rağbetler ile
Hâk-i pâk-i harem-i Hazreri Mevlânâyı

16. Yüzüni sürdi gubâr-ı deri Mevlânâ’yâ
Eyledi geldi ziyaret bu mübarek câyı

17. Sıdk ile rûh-ı şerifinden idüp istimdâd
Didi ey cennet-i a’lâda kılan me’vâyı

18. Halkı serteşne idüp itdüren âheng-i neva
Salan âfâka semâ’ ile sadâ-yı nâyı

19. Ahdim olsun ki eğer Hazreri Şâh-ı Cem-câh
Feth idüp milket-i küffârı kırup a’dâyı

20. Tahtına devlet ü ikbâl ile mansûr gelüp
Lutf ile emrine mahkûm kıla dünyâyı

21. Ben dahi dâhil olursam vüzerâ zümresine
Deri devletde bulup mertebe-i ‘ulyâyı

22. Harcedüp mâ-melekim bezi kılup makdûrum
Sîmden eyleyeyin bu kafes-i zîbayı

23. Niyyetin muhkem idüp kıldı tevekkül Hakk’a
İtdi rehber kerem-i Hâlık-ı bî-hem-tâyı

24. Nâgehân Hazret-i Belkîs-ı zaman Meryem-i ‘ahd
Ki ana virdi Huda mertebe-i ‘ulyâyı

25. Hazret-i Valide Sultan gül-i bâğ-ı ‘ismet
Tuydı çün niyyet-i PaşaTı mübârek-câyı

26. Hayr-hâh olduğım bildi şeh-i devrâna
Gûş idüp hayli pesend eyledi bu ma’nâyı

27. Zimmet-i himmetine vâcib ü lazım gördi
Ki vezir eyleye gayretler ile Paşayı

28. Hamdülillâh ki bulup cümle murâdâta vüsûl
İtdi sîmîn-kafes-i merkad-i Mevlanâyı

29. Bârekallâh zihî sîm-kafes kim göricek
İtdi alüfte nice tûtî-i şekker-hâyı

30. Kafese koydı tutup murg-ı nevayı dirler
Seyr idenler göricek bu kafes-i ra’nâyı

31. Bülbülân-ı çemen-i kuds olup meftûnı
İrgürürler göğe feryad ile vaveylayı

32. Didi târihini Mânî-i şikeste-hâtır
“Sîm kıldın kafes-i merkad-i Mevlanâyı”

Temmet bi ‘avnillâhi te’âlâ
Senesittevüelf”ıoo6″(i597-8)
Meşşakahu el-fakîr Mîrzâ Alî
Amele kalemkâr İlyâs

Bu kıt’a-i kebîrede de tarih söyleniş bakımından “Manen”, hesaplanması bakımından da “Tam” tarih usulüyle düşürülmüş, ayrıca ketebe kısmında yazı ve rakamla da belirtilmiştir.

Mevlânâ Türbesi etrafında l597de Kalemkar İlyas’a yaptırılan gümüş kafes üzerinde yer alan usta imzası: “Ameli-Kalemkar İlyas”

Sadeleştirilmiş nesre çevirme

  1. Ey Cemşîd haşmetli, (Hüsrev gibi) güneş alemli, cihanı süsleyen iklimlerin tahtında oturan padişah.
  2. İslâm diyarlarının şahlarına taç bağışlayan, Hristiyan memleketlerinin taçlarını isteyen (taçlarını elinden alan, onları güçsüz kılan),
  3. Memleketlere hükmeden ve meydanlarda sancak kaldıran, meşaleleri, mülkü süsleyen sultan çadırını aydınlatan,
  4. Asuman mertebeli (mertebesi pek yüce olan) Sultan Muhammed Han ki, nice İskender ile Dârâ’yı kul köle etti.
  5. O ki cihangir pazusuyla, bahşiş veren, cihanı tutan padişahları esir etti.
  6. Yüce alemini (sancağını) çarhın yücelerine ulaştırmak (dikmek) için dinsiz kâfire gaza eylemeye (sefere çıkmaya) niyet etti.
  7. Küffar ile cenk ederek gaza avazıyla mavi gökyüzünü doldurmayı diledi.
  8. Gaza kılıcını eline alıp salarak, adetâ dinsiz kâfire yed-i beyzâyı (Hz. Musa’nın Firavuna karşı parlak, bembeyaz görünen eli) göstermek istedi.
  9. Ardından cihanda düşmanları kahretmek niyetiyle, semaya yükselen, cihanı süsleyen ve her zaman Allah’ın yardımına mazharolan, hilâl alemli (tepesinde hilâl bulunan) sancağını açtı.
  10. Gaza emrini alan beylerbeylerinin her biri göğe doğru yükselen sancaklarını diktiler.
  11. Onlardan biri, yaradılışı övülen, rey sahibi, vezirler zümresinin Âsaf’ı (Hz. Süleyman’ın veziri) mertebesindeki Mahmud Paşa idi.
  12. Namı gibi şerefli vasıfları da övülmüş olan o Mahmud Paşa, sanki Dârâ memleketinin padişahının isafıdır.
  13. O sırada Maraş Beylerbeyi olan Mahmud Paşa, adaletiyle bütün dünyayı kendisine kul etmişti.
  14. Sefere çıkmaya gönülden ve kesin olarak karar verdiğinde ömrü artıran, ruha ferahlık veren Hz. Mevlânanın Türbesini ziyarete niyetlendi.
  15. Büyük bir arzu ile, cihanı gören gözüne, Hz. Mevlânanın hareminin temiz toprağını sürme çekmek istedi.
  16. Mahmud Paşa, Hz. Mevlânanın kapı eşiğinin tozuna toprağına yüzünü sürdü ve gelip bu mübarek makamı ziyaret etti.
  17. Onun şerefli ve mübarek ruhundan doğrulukla meded umarak şöyle dedi: “Ey cennet~i a’lâda mekân edinen, sığınılacak yeri olan,
  18. Halkı suya hasret bırakıp feryadlarını yükselttiren, sema ile birlikte neyin sadâsını ufuklara salan,
  19. Ahdim olsun ki, Cem mevkiindeki padişah hazretleri düşmanları kırıp geçirip, kâfir memleketlerini fethettiğinde,
  20. Allah’ın yardımı ile devlet ve ikbâlle tahtına dönerek lutfuyla dünyayı hükmüne tâbi kıldığında,
  21. Ben de vezirler zümresine dahil olup devlet kapısında yüce bir mertebeye erişirsem,
  22. Allah’ın takdiriyle, varımı yoğumu harcayıp elimden geleni yaparak, bu güzel kafesi gümüşten yaptırayım.”
  23. Niyetini kesinleşerek Allah a tevekkül kıldı ve esi benzeri olmayan Yaradıcının keremini kendine rehber, yol gösterici etti.
  24. Allah’ın kendisine yüce mertebeler verdiği, devrin Meryem’i ve zamanın Belkîs’ı (Valide Sultan) ki, ansızın,
  25. Masumluk ve temizlik bağının gülü, bu mübarek makamdaki (Hz. Mevlânâ Türbesi) niyetini duydu.
  26. Zamanın padişahının hayrını talep ettiğini anladı ve bu mânâyı pek beğendi.
  27. Himmet kuşatıcılığına alıp gayret ederek paşayı vezir eylemeyi lüzumlu gördü.
  28. Allah’a hamdolsun ki, bütün muradına erişen (Mahmud Paşa), Hz. Mevlânâ’nın kabrinin önüne gümüş bir kafes yaptırdı.
  29. Allah mübarek etsin, bu pek güzel ve hoş gümüş kafesi görünce, nice tatlı sözlü tûtîyi (papağan) kendisine bağladı (hayrette bırakarak sadece kendisini medheder hâle getirdi).
  30. Bu muhteşem kafesi seyredenler, adetâ, güzel sesli kuşu tutup kafese koydu, derler.
  31. Mukaddes çemenin (Kubbe~i Hadrâ’nın) bülbülleri, bu kafesin meftunu olarak inleyişlerini, feryadü figanlarını göğe ulaştırırlar.
  32. Gönlü kırık Mânî, tarihini şöyle söyledi: ‘Mevlânâ’nın kabrinin kafesini gümüşten yaptın.”

Allah’ın yardımı ile 1006 (ı597-8)’da tamamlandı.

Büyük zahmetlerle Mîrzâ Ali’nin yazdığı şiir Kalemkâr İlyas tarafından işlendi.

Sultan II. Mahmud’un Türbeyi Tamiri (Tarih Kıt’ası)

Sultan II. Mahmud tarafından yaptırılan tamir için Nezri Mevlânâ hassasiyetiyle kaleme aldığı 18 beyitlik tarih kıt’asında Pertev Paşa; Hazreri Mevlânâ’yı bembeyaz bir büyük inci tanesine, Dergâhını cümle âşıklara can ve gönül Ka’besine, nurdan bir deryaya, dervişlerini de cihanı ve canı bir yana bırakıp sevgilinin mumuna yanan ve onun etrafında dönerek bütün varlıklarını, benliklerini yakıp yok eden pervanelere benzetir. Devamında Konya şehrinin, İran ve Turan’a karşı övündüğü bu Dergâhın, vaktin geçmesiyle tamire ihtiyacı olduğu ve Cenâb-ı Hakk’ın, uyanık gönlü daima hayır ve hasenata meyilli, mübarek yaratılışı adalet, merhamet ve şefkatle ikballi, temiz ahlâklı şahların şahına bu hayrı müyesser kıldığını anlatır.

Pertev Paşa’nın kaleme aldığı ve Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin 1251/1835 yılında ta’lîk ile yazdığı bu tarih kıt’ası son derece mühim bir sanat şaheseridir. Üst kısmı motifli sade bir çerçeve ile çevrelenen siyah boyalı ahşap levhada beyit araları yaldızlı çizgilerle ayrılır.

Pertev Paşa, “Âşıklar Kâ’besi” olarak kabul edilen Mevlânâ Dergâhı’nın tamir edildiğini belirttiği, ziyaretçilerden burayı adetâ tavafa gelip, ufukların sultanına duâ etmeleri talebinde bulunduğu son beytin her iki mısraında da söyleniş bakımından “manen”, hesaplanması bakımından “tam” usulüyle tarih düşürür, ayrıca her iki mısraın altına da rakamla 1251 yazar. Bir önceki beyitte de bu iki tarihi, Küçükayı yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan ve “Ferkadeyn” diye isimlendirilen “Dübb” ve “Merak” yıldızlarına benzetir:

İki tarîh mülhem oldı Pertev matla’-ı dilden
Sezâdur benzedilse Ferkadeyn-i Şems-i işrâka

Yapıldı Dergeh-i Monlâ budur çün Kâ’be uşşâka “1251”
Tavafa gel du’â it yapdıran Sultân-ı âfâka “1251” (1835-6)’9

Bu levhada dikkatleri çeken husus, tarih kıt’ası tamamlandıktan sonra koltuk kısımlarına yazılan emsali az görülen ve fevkalâde mühim olan iki beyittir. Bu beyitlerin ilkinde, Pertev Paşa şiirini: “Hak dostlarının bendesi âciz ve nâçiz Pertevin niyaz nutkudur”diye vasıflandırarak; ikincisinde de hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi: “Yesârizâde’nin kaleminden çıkan eserMevlânâ Dergâhında feyz alır “değerlendirmesinde bulunarak Hz. Pîr’in rûhâniyetine sığınırlar.

Nutk-ı niyaz bende-i îşân
Pertev-i nâçiz ü nâtüvân

Feyz alur Dergeh-i Mevlânâ’da
Eseri kilk-i Yesârî-zâde

Sultan II Mahmud tarafından yaptırılan tamir için Pertev Paşa’nın kaleme aldığı 18 beyittik tarih kıt’ası Hat: Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi / Hattın Nev’i: Celi Ta’lik

Târîh-i Dergâh-ı Şerîf-i Hazreti Mevlânâ

1. Budur Dergâh-ı Mevlânâ Celâlü’d-dîn-i ve’d-dünyâ
Bu Dergeh Ka’be-i cân u cenândur cümle ‘uşşâka

2. Bu meşhed nurdan derya o Hazret dürre-ibeyzâ
Habâbı Kubbe-i Hadrâ disem hami itme iğrâka

3.Bunun her evcri paki uc virür şems-i hakîkatden
Muhâzî her biri ma’nîde tâk-ı çarh-ı bî-sâka

4. Elezdür ney-şekerden çûb-i matbah çillekeş cana
Müreccah zevk-i hidmet yanlarında başka ezvâka

5. İderler sikke ber-ser sikke-i zer-gerden istiğna
Olup bî-gıll ü gış iksiri hâs-ı pûte-i faka

6. Girifri aşk olurlar baş keserler tavk-ı teslime
Ezelden beste gelmişler visâk-ı ‘ahd ü mîsâka

7. Yanarlar şem’-i canana cihan u can bir yana
Dönerler hem çü pervane virürler varın ihrâka

8. Gehî âzâd olup gamdan geçüp fikri dü-‘âlemden
Rebâb u nâyı eylerler bedel takyîd ü ‘ıtlâka

9. Bununla şehr-i Konya fahr ider îrân u Turana
Bu buk’a kıble-gâh-ı arzudur bunca ‘uşşâka

10. Mürûr-ı vakt ile hacet olup ta’mîre bu hayrı
Müyesser kıldı Hak şâhenşeh-i pâkîze-ahlâka

11. Zihî kutb-ı himem sâhib-kerem Sultân Mahmûd Hân
Odur şems-i ziyâ-bahş-ı ‘inayet cümle âfâka

12. Dil-i agâhı mâ’il bi’t-tabi’ hayr u müberrâta
Mübarek tab’ı mukbil adi ü dâd u rahm u eşfâka

13. Kalemler münhasır ahkâm-ı ‘adlin neşr ü tahrîre
Hazâ’in sû-be-sû meşgul ‘atasın bezi u infâka

14. Cemâl-i şevketi tenviri sırrı sûre-i ve’ş-Şem
Cebîn-i tal’atı teşbîh-i rûşen-subh-ı berrâka

15. Muvaffak oldığı bî-şübhedür her kâr u bârından
İder her emrini tefviz zîrâ RabtH Hallâka

16. O Şâh-ı mu’ciz-âyînin nevâTı feyzidür her dem
İden bu nây-ı kilki böyle mazhar sırr-ı intak

17. İki târih mülhem oldı Pertev matla’-ı dilden
Sezâdur benzedilse Ferkadeyn-i Şems-i işrâka

18. Yapıldı Dergeh-i Monlâ budur çün Kâ’be ‘uşşâka “1251”
Tavafa gel du’â it yapdıran Sultân-ı âfâka “125ı”(ı835-6)

Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün

Metinde(Beyit/Mısra): 2/1 Dürre-i beyzâ: zerre-i beyzâ MÖ; 3/ı evc-i pâki uc virür: mevc-i pâki evc verir MÖ; 3/2 Muhâzî: Mecazî PD; 11/1 Kutb-ı himem sâhib-kerem: sâhib-kerem kutb-ı himem PD; 17/ı târih: târihe PD.

Pertev Dîvânı’nın OsmanlıTürkçesiyle matbu nüshası, Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan levha ile Vâsıf’in Mecmû’a-i Medâyıh-ı Mevlânâ’sının esas alındığı, diğer kaynakların taranmasıyla elde edilen manzumelerin de dahil edildiği Mevlânâ Övgüleri ve Mevlevîlik Unsurları kitabında ilk dokuz beyti bulunan tarih kıt’asının imlâsı bakımından bazı farklılıklar mevcut olup, bu çalışmada mânâca en uygur olanlar tercih edilmiştir.

Sadeleştirilmiş nesre çevirme

Mevlânâ Hazretlerinin Şerefli Dergâhlarının Tamiri

1.Dünyanın ve dinin Celâleddin-i Mevlânanın Dergâh budur. Bu dergâh, cümle âşıklara can ve gönül Kâbesidir

2.Bu ziyaret yeri nurdan bir derya, o Hazret de bembeyaz bir büyük inci tanesidir. Hababı, Yeşil Kubbe desem bunda mübalağa yaptığımı düşünme.

3.Yeşil Kubbenin (Türbenin) tertemiz en yüksek noktası hakikat güneşinden haber verir. Mânâ bakımından her biri direksiz çarhın takıyla aynı hizadadır, eş değerdedir.

4.Çile çekmekte olan can için, matbah değneği, şeker kamışından daha lezzetlidir. Zira onların yanlarında hizmet etme zevki, başka zevklere tercih edilir.

5.Kuyumcu sikkesinden tok gözlülükle sakınarak başlarına kendi sikkelerini giyerler, fakirlik potasının has iksiriyle kin ve hileden arınırlar.

6.Ezel meclisinde verdikleri söze tam bir bağlılıkla aşka giriftar olurlar ve teslim tavkma (gerdanına) baş keserler.

7.Cihanı ve canı bir yana bırakıp sevgilinin mumuna yanarlar ve onun etrafında pervane gibi dönerek bütün varlıklarını, benliklerini yakıp yok

8.Bazen gamdan azadolup dünya ve ahiret düşüncesinden geçerek, rebab ve ney sesini bir kayda bağlanma ve salıverilmeye bedel görürler.

9.Konya şehrinin, İran ve Turana karşı övündüğü bu Dergâh, bunca âşık için arzu edilen bir kıblegâhtır.

10.Vaktin geçmesiyle Dergâhin tamire ihtiyacı oldu ve Cenâb-ı Hak temiz ahlâklı şahların şahma bu hayrı müyesser kıldı (nasip eyledi).

11. Aferin, ne güzel, himmet kutbu, kerem sahibi Sultan Mahmud Han ki, ufuklara lütuf ışıklarını bahşeden güneş odur.

12. Uyanık gönlü daima hayır ve hasenata meyilli, mübarek yaratılışı adalet, merhamet ve şefkatle ikballi.

13. Kalemler, adaletli hükümlerini yazmaya ve yaymaya tahsis edilmiştir. Hazineler her tarafa onun ihsanını ve infakını (nafakasını) dağıtmaktadır.

14. Şevketli, heybetli cemâli Şems süresinin sırrıyla aydınlanmaktadır. Güzel alnı berrak aydınlık sabaha benzemektedir.

15. Her işinde, Allah’ın yardımıyla muvaffak olduğuna şüphe yoktur. Zira o, her işini Hallâk olan Rabbine havale etmekte, O’ndan yardım beklemektedir.

16. Bu kamış kalemi dile gelme sırrına mazhar eden, insanı acze düşüren âyinin Şahmın (Şâh neyinin) feyizli sadâsıdır.

17. Pertev, gönlün doğuş yerinden iki tarih ilham oldu. Bunlar Küçükayı yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan ve “Ferkadeyn” diye isimlendirilen “Dübb”ve “Merak”yıldızlarına benzetilse yakışır.

18. Âşıklara Kabe olan Monlanın (Hz. Mevlânâ) Dergâhı yapıldı. Gel burayı tavaf eyleyerek, yaptıran ufukların sultanına duâ et.

Yâ Hazret-i Mevlânâ (Kaddesallâhu Sırrahu) Levhası

Sultan II. Mahmûd, Mevlânâ Dergâhı’nda yaptırdığı geniş çaplı tamir faaliyetiyle eş zamanlı olarak Hz. Mevlânâ’nın isminin yazılı olduğu bir levha hazırlatır. Başlangıçta çok normal gibi görünen bu işi fevkalâde kılan ise, şimdiye kadar emsalini tespit edemediğimiz, bir zatın isminin yazılmasına tarih düşürülmesidir. Tabii olarak, tamir kıt’asını yazan şair Pertev Paşa’nın kaleminden çıkan bu dört beyitlik tarih kıt’ası yine aynı levhayı yazan, Cenâb-ı Hakk’ın kalemini muvaffak eylediği, Osmanlı Cihan Devleti’nin en büyük hattatlarından Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin hattıyla gönüllere huzur ve sükûn verir, gözlere bayram sevinci yaşatır. Bu levha Mevlânâ Türbesi girişindeki Tilâvet Odası’nın batı duvarında giriş kapısının hemen üzerinde asılıdır.

Bu levhanın tarihi, söyleniş bakımından “manen”, hesaplanması bakımından “cevheri târih” ifadesinden de anlaşılacağı üzere sadece noktalı harflerin rakam değerlerinin hesaplandığı “mu’cem” (mücevher) usulüyle düşürülür. Tarih mısrâının altına da rakamla 1252 (1837) yazılır.

Değil mi levh-i mücellâsı reşk-i şems-i felek”
Asıldı tâk-ı mu’allâya ism-i Hazreri Pir

Medâr-ı şevk u tarabdur semâ’ ‘uşşâka
Recezdür ‘âşık-ı Mevlâya ism-i Hazreri Pir

Muvaffak eyledi kilk-i Yesârîzâdeyi Hak
Meded-res oldı o Mollaya ism-i Hazreri Pir

Donansa cevheri târîh ile seza Pertev
Yazıldı cedvel-i a’lâya ism-i Hazreri Pîr H.1252 (1837)

Sadeleştirilmiş nesre çevirme

Pîr Hazretlerinin (Hz. Mevlânâ) isminin bulunduğu, feleğin güneşini kıskandıran cilalanmış, parlak levha Dergâh’ın yüce kapısının üzerine asıldı. Semâ, âşıklar için sevinç ve coşkunluk;

Pîr Hazretlerinin ismi de, Mevlâ âşıkma bir mehdiye (övgü şiiri) yazma vesilesidir.

Cenâb-ı Hak, Yesârîzâde’nin kalemini muvaffak eyledi. O Mollaya, Pîr Hazretlerinin ismi yardım eriştirici oldu.

Pertev, Pîr Hazretlerinin ismi yüce bir çizgi üzerine satır hâlinde yazıldı. Etrafı tarih cevheri (sadece noktalı harflerin rakam değerlerinin toplanmasıyla meydana gelen mücevher tarih) ile donansa lâyıktır.

Zamanın kendisinden hiçbir şey eksiltemediği ve eskitemediği Hz. Mevlanâ’yı, Âşıklar Kâbesi Dergâhı’nı ziyarete gelenler merhamet, lütuf, kerem ve nimetle donatıldıklarını hissederek, onun vecd ve temkini şahsında birleştiren hem yaşarken hem de vefatından sonra tasarruf sahibi bir Hakk dostu, insanlığa uzanan kurtarıcı bir el, sakin ve emin bir sığınak olduğunu gönüllerinde hissederler.

Yerli yabancı, uzak yakın, müslim ve gayri müslim herkesi miktarınca nasiplenmeye, ruhlarını arındırmaya, gönüllerini ferahlatmaya, kısacası bu tecrübeyi ilk defa veya yeniden yaşamaya davet ediyoruz.

Hem makalemizde hakkında bilgi verdiğimiz eserleri yaptıranları, hem emek veren sanatkârları hem de Dergâha her konuda hizmeti geçenleri rahmet ve şükranla yâd ediyoruz. Rûh-ı revânları şâd ola.

Cenâb-ı Hakk’a vuslatının 750. yıldönümünde Hz. Mevlanâ’yı, “Kim bizi iyilikle anarsa, dünyada adı, iyilikle amlsın.”sözü uyarınca rahmet ve minnetle anıyor, himmet ve rûhâniyetlerinin üzerimize olmasını niyaz ediyoruz.

Hayırlar fethola…

Array

Edirne Mevlevihanesi ihya edilecek
Edirne Mevlevihanesi ihya edilecek 864 486 Hz. Mevlâna Dergâhı

Osmanlı döneminde Konya ve İstanbul mevlevihanelerinden sonra en büyük üçüncü mevlevihane olan yapı, Edirne Valiliği öncülüğünde ihya edilecek.

Edirne Valisi Yunus Sezer, geçmişte Konya ve İstanbul mevlevihanelerinden sonra inşa edilen ve Balkanlar’a da hizmet eden Edirne Mevlevihanesi’nin bulunduğu Muradiye Camisi bahçesindeki alanda incelemede bulundu.

Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Ahmet Saraç, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Soytürk ile Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Yusuf Şamiloğlu’ndan bilgi alan Vali Sezer, mevlevihanenin ihyası için arşiv kayıtları üzerinden rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hazırlanması talimatını verdi.

Trakya Üniversitesi Roman Dili ve Kültürü Araştırmaları Enstitüsü Dr. Öğr. Üyesi Hasan Ali Cengiz, AA muhabirine, Edirne Mevlevihanesi’nin kent için önemli bir değer olduğunu söyledi.

Kentteki Osmanlı yapıları üzerine araştırmalar yapan Cengiz, Muradiye Camisi’nin kuzey tarafında yer alan mevlevihanenin bugüne ulaşamadığını ifade etti.

Osmanlı döneminde uzun yıllar kullanılan yapının zaman için harap hale geldiğini anlatan Cengiz, “Tarihi kaynaklara göre 1938 yılında Trakya Umumi Müfettişi General Kazım Dirik tarafından harap hale gelen yapı tamamen yıktırılıyor. Ön tarafında yer alan türbede bulunan mezarlar güney tarafa naklediliyor.” dedi.

Cengiz, eser hakkında detaylı bilgiye, 1752 Edirne Depremi’nden sonraki onarım defteri kayıtları, yapılan çizimler ve tarihi kaynaklardan ulaşıldığını dile getirdi.

Mevlevihanenin en büyük yapısının 21 odadan oluşan 2 katlı Şeyh Konağı olduğunu anlatan Cengiz, şunları kaydetti:

“Bu konağın kapısında ‘Medet ya Hz. Mevlana’ yazıyor. Ön tarafında büyük bir semahane var. Batı tarafında derviş odaları, çilehane ve zengin bir kütüphane bulunuyor. Yapının doğu tarafında ise aşevi ve fırının bulunduğu imarethane var. Özellikle buradaki dervişlerin yemek ihtiyacını karşılamasının yanında caminin minaresinin gölgesinin eriştiği yerdeki kişilerin ekmek ihtiyacı buradan karşılanıyor. Bugünkü pide tarzında bir ekmek çeşidi olan fodula ekmeği dağıtılıyor. Perşembe günleri de ikram yapıldığını tarihi kaynaklardan görüyoruz.”

Cengiz, mevlevihanenin, ihyası tamamlandığında önemli bir çekim merkezi olacağını belirtti.

Mevlevihaneye çok sayıda ziyaretçi gelmesini beklediklerini aktaran Cengiz, “Mevlevihane Konya ve İstanbul’dan sonra üçüncü en büyük mevlevihane. Osmanlıya 92 yıl başkentlik yapan Edirne’de, böyle büyük bir yapının ayağa kaldırılması, payitaht Edirne’ye yakışır. Burasının turizm açısından çekim merkezi olacağını düşünüyorum. Burası ayağa kaldırıldığında önemli bir yer haline gelecek. Yıl içerisinde belirli günlerde sema törenlerinin yapılmasıyla geçmişi yad edebiliriz.” diye konuştu.

Edirne Mevlevihanesi

Tarihi kaynaklara göre, 15. yüzyılda 2. Murat Cami Külliyesi’nde caminin kuzeyine yaptırılan ahşap mevlevihane, tekke binaları, harem dairesi, semahane, dede odaları ve kütüphaneden oluşuyordu.

Mevlevi dervişlerinin, öğrencilerin ve misafirlerin yemek ihtiyacının karşılandığı imarethanede ise cami minaresinin gölgesinin düştüğü yere kadar olan evlere her gün ekmek, perşembe günleri de pilav ve zerde ikram edilirdi.

Edirne Mevlevihanesi, 1925 yılında bir süre ilkokul olarak hizmet verdi, ardından Trakya Umumi Müfettişi General Kazım Dirik tarafından yıktırıldı.

Caminin haziresinde mevlevihanenin ilk şeyhi Celalettin Çelebi, ikinci şeyhi Cemaleddin Çelebi, tekke şeyhlerinden Mehmet Arif Dede, Osman Dede, Şair Neşati Dede, Seyyid Mahmut Dede, Mehmet Emin Dede, Ali Eşref Dede ve son şeyh Süleyman Dede’nin mezarları yer alıyor.

Anadolu Ajansı web sitesi

MEVLÂNÂ DERGÂHI ve KALEMİŞLERÎ
MEVLÂNÂ DERGÂHI ve KALEMİŞLERÎ 691 1024 Hz. Mevlâna Dergâhı

MEVLÂNÂ DERGÂHI ve KALEMİŞLERÎ

ALİ FUAT BAYSAL

Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî 1273 yılında vefatının ardından Muînüddin Süleyman Pervâne, eşi Gürcü Hatun ve Alâmeddin Kayser’in katkılarıyla yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Türbe yapısı zamanla çevresine yapılan ilâvelerle genişlemiş ve bir manzume hüviyetine kavuşmuştur. Mevlevî dervişlerinin sanatla iştigal etmeleri, bulundukları mekânların da müzeyyen olmasını sağlamıştır.

Günümüzde dergâha girişin ilk bölümünü teşkil eden ve geçmişte Kur’ân-ı Kerîm ve Mesnevî okunması için kullanılan Tilâvet Odası, XVIII. yüzyılda yapılmıştır. Bununla birlikte Kubbe-i Hadrâ’nın doğu tarafındaki bir kubbeli bölüm ve kuzeyindeki ortasında aydınlık feneri bulunan mukarnaslı bir tonozla örtülmüş bölüm de aynı dönemde inşa edilen yapılardır[1].

Dergâh bünyesindeki semâhâne ve mescit gibi diğer yapıların Yavuz Sultan Selim zamanında (1512-1520) yapılmış olduğu ihtimâli ileri sürülse de H. Karpuz bu iki mekânın Kanûnî Sultan Süleyman döneminde inşa edildiğini kabul etmenin daha doğru olduğu kanaatindedir[2].

Ancak Ş. Uzluk; Kubbe-i Hadrâ’nın duvar yüzeyinde yer alan kitabeden II. Bayezid döneminde önemli bir onarımın yapıldığını, Lokman Dede’nin tasvirlerine göre Semâhâne ve Mescid gibi yapıların da dönemde mevcut bulunduğundan bahseder. Semâhâne ve Mescid bölümleri de Osmanlı erken dönemine aittir. Zaten bu iki yapının kubbelerinde yer alan kalemişleri de XV yüzyıl özellikleri göstermektedir. Dergâh Osmanlı devrinde pek çok tamir ve onarım görmüş olsa da en önemli yenileme çalışmasının II. Bayezid (1481 – 1512) döneminde gerçekleştirildiği bilinmektedir. Türbenin dış kısmında gerçekleşen değişimler hakkında farklı görüşler bulunmasına karşın iç mekânın çok fazla müdahaleye maruz kalmadığı düşünülmektedir. İç mekân tezyinatının ilk yapımından itibaren günümüze ne şekilde geldiği her ne kadar tam bilinmese de mesela Kubbe-i Hadrâ kısmında eyvanın bulunduğu kısmın çinilerle kaplı[3] olduğu, daha sonra gerçekleştirilen onarım ve ilâveler sırasında değişikliğe uğradığı ve zamanla bozularak yerine boya ile kalemişi tezyînat yapıldığı nakledilmiştir[4].

Türbenin iç mekânında yer alan yıldız tonoz kubbe, kemer içleri ve kemer aynaları, ahşap gergiler, müsellesler, güney cephe duvar yüzeyi, kuşak yazıları, fil payelerin yüzeylerindeki kalemişleri XV yüzyıl tezyînat anlayışının bir ürünü olan Bursa üslûbu özelliklerini yansıtmaktadır.

Desenlerin benzerliğinin yanı sıra kalemişlerinde kullanılan yazı karakterleri ve istifleri de yine Bursa üslûbu özelliklerini yansıtmaktadır[5]. Mevlânâ Dergâhının Semâhâne kubbesinin pandantiflerinde yer alan yazı üslubu aynısıyla Edirne Üç Şerefeli Camii’nin avlusunun doğu girişi üzerindeki kubbede görülmektedir.

Dergâhın kalemişlerinde, Türk tezyînat sanatında kullanılan motiflerin hemen hepsi çok farklı esprilerle kullanılmıştır. Tasarımların ana motiflerini rûmî motifler başta olmak üzere, hatâyi motifleri, geçmeler, düğümler ve münhanî motifler oluştururken, bunların dışında şerit gibi devrin farklı uygulamalarını da görmek mümkündür. Çünkü tezyînatın tamamında yukarıda da belirttiğimiz gibi, evvelinde Selçuklu tezyînatında, sonrasında da klasik Osmanlı tezyînatında çok sık rastlamadığımız ve göremediğimiz ilginç tasarımlar dikkat çekmektedir.

Dergâhın dînî bir mekân olması hasebiyle duvar yüzeylerinde Ayet-i Kerîme, Hadis-i Şerif, Esmâ-i Hüsnâ ve Kelâm-ı Kibar’dan sözlerin yazılması olağandır. Dönemin yoğun ve karmaşık olan yazılarına ilâveten yazı zeminlerinde yoğun bezemeler dikkat çekmektedir.

Yazılar çoğunlukla celî sülüs ve kûfî yazılardan oluşmaktadır. Bursa Yeşil Cami ve Türbesi, Edirne Eski Cami, Muradiye Cami ve Üç Şerefeli Camilerinde farklı malzemeler üzerinde görülen bu yazı üslubunun, XV. yüzyılın ilk yarısından sonuna kadar devam ettiği görülmektedir.

Tilâvet odasının kubbesinde rûmî ve hatâyi grubu motiflerle oluşturulmuş bezemeler ile kubbe göbeğine bezeme yapılmıştır. Ayrıca kubbe eteği ve pandantiflerde de dönemin üslubuna uygun yazılar nakşedilmiştir.

Bu birimdeki kalemişleri XVI. yüzyıl özelliklerini taşımakla birlikte son dönem restorasyonlarında değiştirilmiş veya bozulmuş olmalıdır.

Huzur-ı Pir bölümünde Kubbe-i Hadrâ ve Post Kubbesi dışında 6 adet kubbe vardır. Kubbelerin hepsinde Tilâvet odasının kubbe bezemesinin aynısı uygulanmıştır. Pandantiflerde yine Tilâvet odasındaki gibi celî sülüs istifli “Allah”, “Muhammed”, “Ebubekir”, “Ömer”, “Osman”, “Ali”, “Hasan”, Hüseyin” (ra) yazılan yer almaktadır. Hatâyî grubu motifler ve rûmî motifinin yanında nebâtî motifler ile geçmelerde kullanılmıştır. Duvarlarda müsenna celî sülüs ve kûfî yazılar ile zeminlerindeki bezemeler dönem özelliklerini yansıtacak şekilde dikkat çekicidir. Yalnız bu alandaki bezemelerin ve yazıların bir kısmında sonraki dönemlerde yapılan restorasyonlar dolayısıyla anatomilerinde ciddi bozulmalar bulunmaktadır.

Semâhâne alanındaki kubbenin yüzeyi silme kalemişi ile bezelidir. Motiflerin yanında yazı alanları da bulunmaktadır. Kubbe eteğinde de kûfî yazı kuşağı mevcuttur. Pandantiflerde üçgen kompozisyonlu Lafza~ı Celâl/İsm-i Nebî/ Cihâr~ı Yâr-î Güzin isimlerinden müteşekkil müsenna yazılar bulunmaktadır. Bu alanda Hattat Mahbub Efendi’nin imzası bulunmaktadır. Semâhâne duvar ve pencere kenarlarına yazı alanları ile geometrik ve hatâyi grubu motiflerden oluşan bezemeler de mevcuttur.

Mescid kısmının kubbesinde orta alanda birbirine geçiş yapan çarkıfelek formunda hatâyi grubu ve rûmî motiflerinden oluşan iki renkte uygulanmış bezeme bulunmaktadır. Kubbede bulunan pencere kenarları yine aynı tarzda süslenmiştir. Kubbe eteğinde bulunan yazılar XV yüzyıl üslubunu taşımaktadır. Özellikle damla formundaki armudî istifler Kubbe-i Hadrâ’nın yıldız kubbe eteğinde de görülmektedir.

Dergâhın Kubbe-i Hadrâ dışındaki kalan Mescit ve Semâhâne gibi kısımların nakışlarının 19. yüzyılda Hattat Mahbup Efendi (1259-1843/1315-1897) tarafından yapıldığı bilinmektedir[6].

Dârülmük Dergisi


Kaynaklar

KARPUZ, Haşim, “Mevlânâ Külliyesi”, TDVİA, C. 29, İstanbul 2004, s.448-452.

KARAMAĞARALI, Haluk, “Mevlânâ’nın Türbesi”, Türk Etnografya Dergisi 7/8, İstanbul 1966, s.38-42. SARRE, Friedrich, ‘Anadoluda Seyahat” (Trc.Aziz

Sayhan), Anıt Dergisi, S.11, Konya 1949, s.19-22. KÜÇÜKDAĞ, Yusuf, “1251 H. / 1835 M. Tarihli Mevlânâ Türbesi ve Çelebi Efendi Konağı Tamir ve İnşası Defteri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi 2/2, Mayıs, Konya 1996, s. 177-202.

OĞUZOĞLU, Yusuf, – Mülayim, Selçuk, “Konya Mevlânâ Türbesi’nin Restorasyonu İle İlgili H. 1109 (1698) Tarihli Üç Belge”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi 3, İzmir 1984, s.115-122.

ÖNGE, Yılmaz, “Konya Mevlânâ Dergâhında Yapılan Son Onarımlar Hakkında Bazı Düşünceler”, VII. Vakıf Haftası Bildirileri (5-7 Aralık 1989), Ankara 1990, s.319-328.

ÖZÖNDER, Hasan, “Mevlânâ Türbesi Mescid ve Semâ-hânesi’nin Son Nakkaş ve Hattatı Konyalı Mahbûb Efendi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.ı, Konya 1994, s. 93-108.


[1] Haşim Karpuz, “Mevlânâ Külliyesi”, TDVİA, C. 29, İstanbul 2004, s.448-452.

[2] Haşim Karpuz, “Mevlânâ Külliyesi”, TDVİA, C. 29, İstanbul 2004, s.448-452.

[3] Haluk Karamağaralı, “Mevlânâ’nm Türbesi”, Türk Etnografya Dergisi 7/8, İstanbul 1966, s.40; Friedrich Sarre, “Anadoluda Seyahat” (Trc.Aziz Sayhan), Anıt Dergisi, S.11, Konya 1949, s.20.

[4] Yusuf Küçükdağ, “1251 H. / 1835 M. Tarihli Mevlânâ Türbesi ve Çelebi Efendi Konağı Tamir ve İnşası Defteri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi 2/2, Mayıs, Konya 1996, s.184; Yusuf Oğuzoğlu – Selçuk Müla­yim, Konya Mevlânâ Türbesi’nin Restorasyonu İle İlgili H. 1109 (1698) Tarihli Üç Belge, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi 3, İzmir 1984, s.115.

[5] Yılmaz Önge, “Konya Mevlânâ Dergâhında Yapılan Son Onarımlar Hakkında Bazı Düşünceler”, VII. Vakıf Haftası Bildirileri (5-7 Aralık 1989), Ankara 1990, s.320.

[6] Hasan Özönder, “Mevlânâ Türbesi Mescid ve Semâ-hânesi’nin Son Nakkaş ve Hattatı Konyalı Mahbûb Efendi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.1, Konya 1994, s. 94.

 

 

750 SENELİK MİRAS MEVLANA MÜZESİ
750 SENELİK MİRAS MEVLANA MÜZESİ 805 1024 Hz. Mevlâna Dergâhı

750 SENELİK MİRAS MEVLANA MÜZESİ

Naci Bakırcı – Sema Şentürk

Konya Mevlânâ Dergâhı Hz. Mevlânâ’nın 17 Aralık 1273 yılında vefatından bir yıl sonra yaptırılmış olan türbesi etrafında Selçuklular, Karaman oğlu ile Osmanlılar zamanında yaptırılmış olan semahane, mescit, derviş hücreleri, matbah-ı şerif, meydan-ı şerif, şadırvan, şebiarus çeşmesi, selsebil ile bahçede yer alan altı adet türbe ile hamuşandan oluşmaktadır.

Anadolu Selçuklu Devleti’ni yaptırmış olduğu camiler, medreseler ve imar faaliyetleri ile ihya eden Sultan Alâeddin Keykubat’ın 1230’lu yıllarda Konya surlarının dışında bulunan Gül Bahçesi’ni Mevlânâ’nın babası Sultanü’l Ulema Bahaeddin Veled’e hediye ettiği bilinmektedir.

Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat edince Gül Bahçesi’ne defin edilmiş, sevenleri mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istemişse de Hz. Mevlânâ’nın türbe yapılmasına izin vermediği Mevlevi kaynaklarında anlatılmaktadır. Gül Bahçesi’ne daha sonra ki yıllarda vefat eden Selahaddin Zerkûbi, Sipehsalar Necmeddin, Mevlânâ’nın küçük oğlu Alâeddin Çelebi ile Şemseddin Yahya’da Gül Bahçesi’nde defnedilmiştir. Böylece Gül Bahçesi’nde küçük bir mezarlık teşekkül etmiştir.

17 Aralık 1273 yılında vefat eden Hz. Mevlânâ da Gül Bahçesi’ne babası Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’in mezarının baş uçuna defnedilmiştir. 1274 yılının bahar aylarında Selçuklu Sarayı’ndan Alameddin Kayser tarafından Muhniddin Pervane ile Gürcü Hatunun yardımları ile Tebrizli Mimar Bedreddin’e Mevlânâ’nın türbesi yatırılmıştır. Türbe etrafında Mevlânâ’nın yakın dostu Çelebi Hüsameddin ile Hz. Mevlânâ’nın soyundan gelen postnişinlerin türbenin iki yanına defin edilmesiyle 68 mezarın bulunduğu Kıbabu-1 Aktab denilen Mevlevi Mezarlığı oluşmuş bu mezarlığa 1925 yılına kadar defin yapılmıştır. Selçuklular döneminde türbenin kuzey bitişiğine semâhâne ile mescit yapılmışsa da bu yapılar günümüze kadar ulaşmamış, Müze Müdürlüğü’nün 1996 yılında yapmış olduğu kurtarma kazısında açığa çıkarılan yapıların temel kalıntıları ile mezarlar semâhânenin zemininde koruma altına alınmıştır.

Mevlânâ’nın Türbesi günümüzdeki dilimli gövde ve külah biçimini Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey zamanında almış, gövde ve külah çinilerle kaplanmıştır. Hz. Mevlânâ’nınTürbesi’nin doğusunda bulunan Ahmet Eflaki Türbesi’nin de Karaman oğulları zamanında yaptırılmış olduğu
düşünülmektedir. Mevlânâ Türbesi’nin kalem işi süslemeleri de Osmanlı Padişahı II. Bayezid tarafından Halepli Nakkaş Abdurrahman’a yaptırılmıştır. Yapımla ilgili kitabenin iki satırı türbenin güney duvarında bulunmaktadır.

Mevlânâ Dergâhı’nda yer alan semâhâne, mescit, derviş hücreleri, şadırvan ile beş adet türbe 16. yüzyılda, Meydan-ı Şerifile Çelebi Konağı 19. yüzyılda Osmanlı padişahları tarafından yaptırılmıştır.

Konya Mevlânâ Dergâhı, Osmanlı coğrafyasının hemen her bölgesinde yapılmış 174 kadar Mevlevîhâne’nin merkez asitanesi olarak 1925 yılına kadar hizmet vermiştir. Mevlânâ Dergâhı tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra müze olarak düzenlenmiş, her yıl milyonlarca kişinin ziyaret ettiği bir müze ve ziyaretgâh olarak kültür hayatımıza hizmet etmektedir.

Hz. Mevlânâ’nın Türbesi (Kubbe-i Hadra)

Mevlânâ Dergâhı’nın ilk yapısıdır. Hz. Mevlânâ 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Gül Bahçesi’nde bulunan babasının mezarının yanına defnedilmiştir. Araştırmacılara göre Mevlânâ’nın Türbesi, 1274 yılının bahar aylarında Alameddin Kayser, Muinüddin Pervane ile karısı Gürcü Hatun tarafından, Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’in izin vermesinden sonra Tebrizli Mimar Bedreddin’e dört fil ayağı üzerine kubbeli baldaken tarzındayaptırılmıştır. Türbenin yapım kitabesi ve vakfiyesi bulunmamaktadır. Mevlânâ için 1274 yılında ceviz ağacından kündekari tekniğinde yaptırılmış olan sandukanın açık alana konulamayacağı düşünüldüğünden türbenin de 1274 yılında yaptırılmış olduğu kabul edilmektedir.

Türbe Selçuklu türbeleri geleneğinde yapılmış olup mezar odası, gövde ve kubbe kısmından oluşmaktadır. Türbenin ilk yapımında iç kısmının Selçuklu Dönemi çinileri ile kaplanmış olabileceği ileri sürülmüşse de günümüze kadar yapılmış olan restorasyonlarda bir çini izine rastlanmamıştır.

Karamanoğlu Alaeddin Ali Beyin 1386 yılında Silifke’ye sefere çıkmadan geceyi Mevlânâ Türbesi’nde geçirdiği, sabaha kadar dua ettiği, fetih gerçekleşirse türbeyi çini ile kaplattıracağını söylediği Mevlevi kaynaklarında yer almaktadır. Silifke’nin alınmasından sonra ganimet malı ile Alaeddin Ali Beyin Mevlânâ’nın türbe gövdesi ile çinilerini Akşehir’de bulunan Seyid Mahmud Hayrani Türbesi’nin çini mozaik kaplı gövde ve külahını yapan Mimar Abdullah oğlu Ahmed’e yaptırdığı düşünülmektedir.

Mevlânâ Dergâhı ile Mevlânâ’nın Türbesi Osmanlılar döneminde pek çok onarım görmüştür. Türbenin kubbesinde, fil ayakları ile güney duvarında yer alan kalemişi süslemeler II. Bayezid döneminde Halep’li Mehmed oğlu Mevlevi Nakkaş Abdurrahman’a yaptırılmıştır. Kitabenin son iki satırı tarihi belirlenemeyen bir depremde yıkıldığından, süslemelerin yapım tarihi tam olarak belirlenememiştir.

2018 yılında Müze Müdürlüğü tarafından yaptırılan restorasyon çalışmalarında kubbede yapılan çalışmalarda görülen kitabeye göre kalemişi süslemeleri 1758 yılında Kayserili Nakkaş Mevlevi Hacı Derviş Osman tarafından yenilenmiştir.

Mevlana Müzesinin 9 Ekim 1926 tarihinde açılış töreninden bir kare

Bu süslemelerde yıpranmış ve dökülmeye başlamış olduğundan Konya Ticaret Odası, Sanayi Odası ile Ticaret Borsası’nın sponsor olduğu çalışmalarda mevcut süslemeler Nakkaş Semih İrteş ve ekibi tarafından raspalanarak II. Beyazıd Dönemi’nin orijinal kalemişi süslemeleri açığa çıkartılmış, bu süslemeler geleneksel tarzda korunarak restorasyonu yapılmıştır. Çalışmalarda Konya ile alakalı olduğunu düşündüğümüz Alaeddin Tepesi’ndeki Selçuklu Sarayı veya Gavele Kalesi’nin resmedildiği altı adet minyatürlü kalem işi süslemesi açığa çıkartılmıştır.

Mevlânâ Türbesi’nin 1386 yılında Karaman Oğulları tarafından yaptırılmış olan gövde ve külahı kaplayan çinileri, açık alanda tabiat şartları ve deprem gibi afetler nedeniyle Osmanlılar döneminde İznik’te yaptırılmış çinilerle, ikinci Mahmut döneminden sonra da Kütahya’da yaptırılan çinilerle altı kez değiştirilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde ise 1954 ve 1965 yılında iki kez değiştirilmiş olan çiniler tekrar yıprandığından 2021 yılında hazırlanan proje doğrultusunda Konyalı iş adamı Ali Akkanat tarafından çini sanatçısı Kemal Güler’in geleneksel Selçuklu tarzında imal ettiği tap tap çinilerle tekrar yenilenmiştir.

Mevlânâ Türbesi’nin gövde kısmında yer alan mermer sanduka 16. yüzyılda Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Mezar sandukası Mevlânâ ile 1312 yılında vefat eden oğlu Sultan Veled’in mezarlarını çevrelemektedir. Gri ve beyaz renkli mermerden yaptırılmış iki kademeli sandukanın üzerine Kanuni döneminde bir puşide yaptırıldığı kaynaklarda belirtilmişse de bu puşide yıpranmış olduğundan günümüze gelememiş, mermer sanduka üzerine daha sonraki yıllarda III. Selim ve II. Abdülhamid tarafından atlas kumaş üzerine sim sırmalı puşideler yaptırılmıştır.

Mevlana Celaleddîn-i Rumi sandukası ve pûşîdesi

Mezar sandukasının kuzey tarafında, Osmanlı dönemi Vezirlerinden Maraş Mîrimîrânı Mahmud Paşa tarafından 16. yüzyılda Kalemkâr İlyas adlı bir sanatçıya gümüş kafes yaptırılmıştır. Kafesin alınlığında bitkisel motifler arasında şair Mani’ye ait otuz iki beyitlik şiir bulunmaktadır. Kafesin iki kanatlı kapısından mezar sandukasını yanına geçilebilmektedir. Gümüş kafesin batı yönünde Osmanlı Padişahlarının türbeyi ziyaret ettikleri zaman oturmaları için yerden 15.cm kadar yükseltilmiş padişah köşkü yer almaktadır.

Türbenin en çok merak edilen kısmı mezar odasıdır. Mezar odasının girişi IV Murat’ın Revan Seferi sırasında mezar odasına inmek istemesinden sonra gümüş levhalarla kapattırılmıştır. Mevlevi kaynaklarında padişahın mezar odasına girmesine izin verilmediği, padişahında hiddetlenip tespihini koparıp mezar odasına attığı bunu almak için de bir küçük kız çocuğunun mezar odasına indirildiği anlatılmaktadır. Gümüş kafesin alt kısmında mezar odası girişinin üst kısmında Miracı Simpaye olarak adlandırılmış iki basamaklı gümüş eşik bulunmaktadır. Gümüş Eşik her yıl 17 Aralık tarihinde yapılan Şeb-i Arus Duası’ndan sonra Mevlevi muhipleri ve ziyaretçiler tarafından tazimle selamlanıp, saygı gösterdikleri, yüzlerini sürdükleri bir makamdır.

Semâhâne

Yaptıranı ve mimarı kesin olarak bilinmeyen Semahanenin, müzede bulunan III. Selim Dönemi’ne ait puşide aynalığındaki kitabeye göre Kanunî Sultan Süleyman döneminin sonunda yaptırılmış olduğu düşünülmektedir.

Mevlânâ Türbesi’nin kuzey tarafında yer alan Post Kubbesi’ne bitişik olarak kesme taştan, kare planlı olarak Mevlevi dervişlerinin sema yapması için inşa ettirilmiştir. Müze Müdürlüğü tarafından 1996 yılında yapılan temel güçlendirme çalışmalarında semahanenin zemininde Selçuklular döneminde yapılmış olan mescidin duvarları, zemin döşemeleri, alçı ve çininin birlikte kullanıldığı mihrap süslemeleri ile iki sıralı mezarlar açığa çıkartılmıştır.

Semahanenin güney tarafı Mevlânâ’nın türbesine bakmaktadır. Batı yanında bitişik olarak yapılmış mescit yer almaktadır. Kuzey tarafında da sema ayininde musikiyi icra edenlerin oturmaları için yerden yüksekçe yapılmış mutrip ile mutribin bitişiğinde devam eden erkekler mahfeli ile üst katında kadınlar mahfeli bulunmaktadır. Kadınlar mahfelinin ön kısımları ahşap kafeslidir. Güney tarafında ahşaptan yapılmış Naat Kürsüsü bulunmaktadır.

Semahanenin kubbesi, fil ayakları, kemer alınlıkları kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Süslemelerde koltuk üzerine yerleştirilmiş Destarlı Mevlevi Sikkelerinin üzerine talik hat ile On iki İmam’ın isimleri yazılmıştır.

Semahanenin kalemişi süslemeleri 16. yüzyılda yapılmış, daha sonra 19. yüzyılda yapılan onarımlarda bu süslemelerin üzerine barok dönem kalemişi süslemelerin yapıldığı tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğü tarafından 1982 yılında yapılan restorasyon sırasında yapılan raspalamalar sırasında bir kısım süslemeler açığa çıkarılmış, barok döneme ait bazı süslemelerde sonradan eklenti, klasik dönem süslemeleri değil anlayışı ile kazınarak kaldırılmıştır.

Semahane de Hz. Mevlânâ’nın Mesnevi, Divanı Kebir, Fih-i Mafih, Mektubat, Mecalisi Seba isimli eserlerinin asli nüshaları, Mesnevî’den ilk 18 beyitin yazılmış olduğu levhalar, tekke yazıları, Kuran’lar ile Mevlânâ’ya ait kıyafetler ile Sakalı Şerif sergilenmektedir.

Mescit

Yapım kitabesi bulunmayan mescidin Kanuni döneminde Semahane ile birlikte yaptırılmış olduğu kabul edilmektedir. Mimarı bilinmeyen mescidin bazı kaynaklarda Gedik Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış olduğu belirtilmiş olsa da bunu doğrulayan somut bilgi ve belge bulunmamaktadır.

Mevlânâ Dergâhı’nda semahanenin batı tarafında semahaneye bitişik olarak kare planlı, üst örtüsü kubbeli olan mescidin kuzey ve batı tarafı içten moloz taş, dıştan kesme Gödene taşı ile yapılmıştır. Mescidin ana giriş kapısı batı yönde mukarnas kavsaralı ve mermer alınlıklıdır.

Semahaneye açılan küçük bir kapısı ile Huzuru Pîr’e açılan Çerağ kapısı bulunmaktadır. Mescidin kubbesi, kuzey ve batı duvarı ile kemer boşlukları kalemişi süslemelerle bezenmiştir. 16. yüzyıla tarihlendirilen süslemelerin üzeri semahanede olduğu gibi 19. yüzyılda Konyalı Mahbup Efendi tarafından barok tarzda kalem işi süslemelerle kaplanmıştır. Bu süslemelerin kitabesi mescidin güney duvarının alınlığında çiçek buketlerinin ortasında bulunmaktadır. Müze Müdürlüğü tarafından 1982 yılında yapılan restorasyon çalışmalarında ortaya çıkartılan kalem işi süslemeler Manisalı Mustafa Baysal usta tarafından yenilenmiştir. Mescidin zemini yerden iki basamak yüksek tutulmuş ve iki yanı sille taşı ile çevrilmiştir. Mihrabı gri renkli mermerden yapılmıştır. 2011 yılında yapılan restorasyon çalışmalarında mihrabın batı kenarına ters olarak yerleştirilmiş Karaman oğlu Mehmet Bey’in mezar taşı bulunmuştur.

Mescidin batı tarafında Çerağ Kapısı’nın yanında naat kürsüsü ile bunun altında 19. yüzyılda inşa edilen minarenin giriş kapısı bulunmaktadır. Mescidin iki kanatlı giriş kapısı ile pencere kanatları ceviz ağacından kündekari tekniğinde yapılmıştır.

Batı yönünde giriş cephesinin önünde üç kubbeli son yeri, saçak örtüsü ile minaresi yer almaktadır. Son cemaat kısmının bakır sütun bileziklerinde Evliya Çelebi’nin seyahatinde yazdığı notlar görülmektedir.

Mevlana Müzesi sancak Kuran-ı Kerimi 16. yüzyıl. Bereket Han tarafından hediye edilmiştir

Mutfak (Matbah-ı Şerif)

Osmanlı padişahı III. Murat tarafından derviş hücreleri ile aynı tarihte yaptırıldığı kabul edilmektedir. Mimarı bilinmemektedir.

Mevlevi dervişlerinin 1001 günlük hizmetlerinin verildiği mutfakta dervişler hem yemek yemiş, hem de eğitim öğretimle birlikte sema talimi yapılmıştır. Bu nedenle Mevlevîler mutfak için “Matbah-ı Şerif” tabirini kullanmışlardır.

Mutfağın girişi kuzey yönde avluya açılmaktadır. Giriş kapısından birkaç adım sonra sol tarafta yeni derviş adaylarının üç gün boyunca sınandığı Saka Postu bulunmaktadır. Mutfak kare planlı ve iki bölümlü, üzerleri kaburgalı tonoz örtülüdür. Mutfağın yemek yenilen ve sema talimi yapılan kısmına üç basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Zemini ahşap döşemelidir. Bu bölümün batı kısmında sema talimlerinin yapıldığı dört adet sema talim çivisi bulunmaktadır. Mutfakta üç yöne açılan sivri kemerli pencerelerle aydınlık bir mekân sağlanmıştır. Saka postunun üst tarafından basamaklarla ikinci katta bulunan Kazancı Dede’nin odasına çıkılmaktadır. Saka Postu’nun karşısında Ateşbaz Makamı olarak bilinen dört adet ocak ile tekneli çeşme ile vefat eden dervişlerin gasil edilgi kısım yer almaktadır. Ocaklar ikişer adet batı ve kuzey duvarlarının içine yerleştirilmiştir. Mutfağın Pencere alınlıkları çiçek buketleri ile duvarların kenarları da düz mavi renkli bordürlü kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Matbahın bodrum katında kiler bulunmaktadır.

Matbah-ı şerifte bulunan sema talim çivileri

Meydan-ı Şerif Odası

Matbahın güney batısına bitişik olarak III. Murat zamanında inşa edilmiştir. Mimarı bilinmemektedir. İlk yapımında iki katlı olduğu bilinen oda 19. yüzyılda yapılan onarımlarda tek katlı hale dönüştürülmüştür. Meydan-ı Şerif odası 6×10 m. dikdörtgen planlı bir salondur. Giriş kapısı doğu yöne açılmakta, gül ağacından yapılmış kapı kanatları bulunmaktadır. Tavanı 19. yüzyıl kalem işi manzara resimleri ile süslenmiştir. 1982 yılında yapılan onarımlarda tavan dışında, duvarlardaki süslemeler raspalanarak kaldırılmıştır. Kalem işi süslemelerin Konyalı Nakkaş Mahbup Efendi tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Bu resimler Çelebi Konağı’nın salonunda yer alan resimlerle benzerlik göstermektedir.

Meydan-ı Şerif Odası Çelebi Efendi ile dergâhta görevli makam sahibi dedelerin sabah namazından sonra yapılacak işleri istişare ettiği yönetim odasıdır. Dergâh 1926 yılında Konya Asarı Atika Müzesi olarak düzenlendiğinde kütüphane olarak kullanılmış, 1954 yılından sonra da Müze Müdür Odası olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Derviş Hücreleri

Osmanlı Padişahı III. Murat tarafından 1584 yılında yaptırılmış olup mimarı bilinmemektedir. Yapım kitabesi ile II. Mahmut dönemi onarımını gösteren tuğra Dervîşân Kapısı’nın üzerinde alınlıkta yer almaktadır. Kitabede:

ı-Şeh-î Sultan Murâd Han bin Selîm Han
Tabup bu hânkahı ur [du] bünyâd

2-0lalar Mevlevîler bunda sakin
Okuya her seher vird ola irşad

3-Görüb dil bu binâyıdiditârîh
Büyût-i Cennet-âsâoldıâbâd 992 (M.1584/85)

yazılıdır.

1928 yılında kaldırılmış olan kitabe 2011 yılında Müze Müdürlüğü tarafından tekrar yerine konulmuştur. Mevlânâ Dergâhı’nın ön avlusunda, batı ve kuzeyyönünde bulunan Derviş Hücreleri avluyu L şeklinde kuşatmaktadır. Onsekiz adet Derviş Hücresi moloz taştan yapılmış küçük tek kubbeli odalardır. 1926 yılında dört hücre dışında diğer hücrelerin arası açılarak oluşturulan koridorda arkeolojik eserler sergilenmiş,

2011 yılında yapılan restorasyon çalışmasında da hücrelerin önünde bulunan ahşap çerçeveler ile saçak örtüler kaldırılmıştır. Bu restorasyonda hücrelerin ara duvarları tekrar kapatılmış ocakları yeniden yapılmış, kapı ve pencereleri takılarak Derviş Hücreleri eski hâline dönüştürülmüştür.

Derviş Hücreleri Mevlevîlikte Matbah-ı Şerifte 1001 gün süren ve çile adı verilen mânevî terbiyeyi tamamlayarak Dede ünvânı alanlara tahsis edilen odalardır. Hücrelerin bir kısmı Aşçı Dede, Çelebi Efendi, Postnişîn, Sertarik, Türbedar Odası olarak kullanılmıştır. Derviş Hücrelerinin kapıları dergâhın avlusuna açılmakta, biri avluya diğeri dışarıya açılan iki penceresi bulunmaktadır. Her hücrede ısınma ve kahve amaçlı bir ocak ile yanlarında nişler mevcuttur.

Derviş Hücresinde yaşayan son Mevlevî Dedesi Ankaralı Mehmet Arısoy Dede’dir. Dergâhların kapatılmasından sonra müzede müstahdem kadrosunda çalıştırılan dedenin vefatına kadar hücresinde kaldığı müzeye gelen misafirlerle sohbet ettiği bilinmektedir.

2011 yılında yapılan gerçekleştirilen teşhir tanzim çalışmalarında; Derviş Hücreleri sırasıyla Aşçı Dede, Hücrenişîn, Sultan Veled, Çelebi Efendi, Türbedar, Sertarik, Şems-iTebrizi, Vakıf Kâtibi Odası biçiminde düzenlenmiştir. Diğer hücrelerde de Mevlevî Kıyafetleri, Mevlevî Eşyaları, Dergâh Eşyaları, Mutrib Heyeti, Mesnevîhan, hat, tezhip, çerağ malzemeleri sergilenmeye başlanmıştır.

İhtisas Kütüphanesi

Yaptıran: Bilinmiyor

Yapan: Bilinmiyor.

Kütüphanenin ilk kurucusu: Mehmet Sait Hemdem Çelebi

Niyaz Penceresinin güneyinde bulunan kütüphane türbenin güney tarafında bulunan payanda ile Haşan Paşa Türbesi’nin arasında kalan boşlukta yerden biraz yükseltilmiş sütunlar arasına yerleştirilen ahşap çerçeve ile kapatılan mekândır.

Dergâh Kütüphanesi ilk defa Hemdem Sait Çelebi’nin 42 yıl süren postnişinliği zamanında 1835’li yıllarda kendisine ait kitaplar ile dergâha vakfedilen kitapların bir araya getirilmesi ve mühürlenmesi ile oluşturulmuştur. Hemdem Sait Çelebi aynı zamanda iyi bir hattat ve müzehheptir. Kütüphanede kendisin yazmış olduğu Farsça mealli Kuran ile hat levhası bulunmaktadır.

Konya Mevlânâ Dergâhının müzeye dönüştürülmesinden bir yıl sonra Müze Müdürü Yusuf Akyurt dergâhta bulunan el yazmalarını tasnif etmiş hat ve tezhip bakımından oldukça kıymetli 170 kadar kitabı müzelik olarak envanterine kaydetmiştir. Kalan kitapları da demirbaş defterlerine kaydederek Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphanesi adı ile hizmete açmıştır.

2023 yılında yapılan çalışmalarda kütüphanede bulunan tüm el yazması ve basma kitaplar tasnif edilerek el yazması ve basma kitaplar adı altında yeniden müze envanterine kayıt edilmiştir. Kütüphanede 2380 el yazması ile 2420 adet basma kitap bulunmaktadır. Kütüphanede bulunan el yazmaları hat, tezhip ve cilt sanatı bakımından Selçuklu, Karaman Oğlu, Osmanlı döneminin nadir eserleridir. Basma kitaplarında Müteferrika ve Lahor, Mısır ve Bulak baskıları oldukça kıymetlidir.

Çelebi Evi

Yaptıran: Bilinmiyor.

Yapan: Bilinmiyor.

Mevlânâ Dergâhı’nın kuzeybatı köşesinde dergâhı çevreleyen avlunun duvarlarının dışında yer alır. Yapanı ve yaptıranı bilinmeyen tek katlı ev bağdadi tekniğinde yapılmış, düz damlı üzeri kiremit çatı ile örtülüdür. Evin orta sofaya açılan dört odası ile her odada gusülhâne olarak adlandırılan banyo ile aynalık ve yüklük dolapları bulunmaktadır. Çelebi Evi’nin oldukça büyük olan salonunun tavanındaki kalemişi manzara resimleri Meydân-ı Şerif odasının tavanında bulunan resimler ile benzerlik göstermektedir.

Çelebi Konağı genel görünümü 18.yüzyıl

Dergahın II. Mahmut dönemi onarımım gösteren defterinde inşaat sezonunda çelebi evinin tamiratı yapılamadığı için Çelebi Efendiye bir miktar bütçe bırakıldığı yazılıdır. Buradan hareketle Çelebi Evi’nin 1835 yılından önce yapılmış olduğu düşünülmektedir.

Çelebi Evini 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine Halep Mevlevîhânesi’nde Mevlevîliği devam ettirmek için giden çelebilerden birisi boşaltmış olabilir. 1926 yılından sonra müze müdürleri tarafından lojman olarak kullanılmıştır. Çelebi Evinin 1995 yılında restorasyonu yapılmış, tavanı askıya alınan evin tüm beden duvarları, ahşap kapı pencereleri ile kalemişi süslemeleri yenilenmiştir.

Çelebi Evi günümüzde müzeye gelen protokol misafirlerinin dinlenme alanı olarak kullanılmaktadır.

Şadırvan

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından 1512 yılında yaptırılmıştır. Yapanı bilinmiyor. Yavuz Sultan Selim Mısır seferine giderken Konya Mevlânâ Dergâhını ziyaret edip dua ettiği, Dergâh şeyhinin “Mısır’ın alınmasının padişaha nasip olacağını müjdelediği, padişahın da bu fetih bize nasip olursa, sefer dönüşünde su sıkıntısı bulunan dergâha şadırvanyaptırmak istediğini söylediği” Mevlevî kaynaklarında anlatılır.

Yavuz Sultan Selim sefer dönüşü klasik Osmanlı şadırvanları tipinde, 16 dilimli sekiz küçük sütunun taşıdığı üst örtülü şadırvanı yaptırılmıştır. Şadırvanın tatlı suyu da Dutlu mevkiinden künklerle getirilmiştir.

Şadırvanın ortasında bulunan 20 dilimli iki katlı çanak 1320 yılında vefat eden Ulu Arif Çelebiye 1307 yılında Germiyanoğlu Yakup Beyin hediyesi olarak Kütahya’dan gönderilmiştir.

Şadırvan 1595 ve 1868 yıllarında onarım görmüştür. Bu onarımlarla alakalı kitabe şadırvanın güney yönünde havuzun üst kısmında yer almaktadır. Şadırvanın 1934 yılında çöken üst örtüsü Müze Müdürü Yusuf Akyurt tarafından kaldırılmış, 1989 yılında Yılmaz Önge tarafından eski bir fotoğrafından projesi hazırlandıktan sonra Müze Müdürlüğü tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılan şadırvan

Şeb-i Arûs Havuzu

Derviş Hücreleri ile mutfağın ön avlusunda bulunan Şeb-i Arûs Havuzu Mevlânâ’nın vefatından hemen sonra Selçuklular zamanında yaptırılmıştır. İç içe geçmiş altı köşeli gri renkli mermerden yapılmış havuzun suyu ejder biçimli lüleden akmaktadır.

Hazreti Mevlânâ’nın vefat tarihi Hicri aylara göre yaz mevsimine denk geldiğinde Mevlevîler bu havuzun etrafında toplanıp sema ayinini icra ettikleri için Şeb-i Arus Havuzu olarak anılmıştır.

Selsebil

1830 lu yıllarda Mevlânâ Dergâhı Postnişini Hemdem Sait Çelebi tarafından Hamuşan Mezarlığı’nın karşısında dergâhın bahçe duvarlarının iç kısmına yaptırılmıştır. Selsebil adını cennetteki bir çeşmeden almıştır. 1920’lı yıllarda Abdülhalim Çelebi zamanında elden geçirilen selsebil 1958 yılında kuzey yönünde yer alan Derviş Hücreleri’nin önüne taşınmıştır.

Selsebilin gri mermerden yapılmış aynalığı, su gideri olan havuzu, 1-2-3-2-1 düzenin de sıralanmış çanakları ile alınlığında Ereğli Anbarlı’dan getirtilmiş Roma Dönemi girlantlı lahit kapağı bulunmaktadır. Çanakların dizilişinde tasavvufun özünü oluşturan Vahdet-i Vücut felsefesinden etkilenildiği düşünülmektedir.

Ahmet Eflâki Dede Türbesi

Mevlânâ Türbesi’nin batısında Gül Bahçesi içerisinde yer alan türbe, burada bulunan Ahmet Eflaki’ye ait mezar taşından dolayı Ahmet Eflâki Dede’nin Türbesi olarak adlandırılmıştır. Ahmet Eflâki Ariflerin Menkıbeleri isimli eseri yazarıdır. Daha çok Eflâkî sıfatıyla tanınır. Bu isim kendisine astronomi âliminden ders almış olduğu için verilmiştir. Mezar şahidesinde Eflâki’nin H.761 Recep/M.1360 yılında öldüğü yazılıdır. Mezar taşının tarihi, tipi, türbenin tipolojisi ile iç duvarlarında bulunan, kufi yazılı sırlı tuğla süslemelerinden dolayı türbenin Karamaoğlu Dönemi’nde yapıldığı değerlendirilmektedir.

Mevlânâ Dergâhı’nın doğusundaki ihata duvarının bitişiğinde yer alan Topbaş Hoca’nın evi diye bilinen evi 1929 yılında belediye tarafından yıkılmasından sonra burada bulunan Ahmet Eflâkiye ait mezar taşı Mevlânâ Müzesi envanterine kayıt edilmiştir. Feridun Nafiz Uzluk konum vererek Eflâki’nin Mevlânâ Türbesi’nin doğu tarafındaki yerde, Sipehsalar oğlunun mezarı yanında gömüldüğünü, daha sonraları mezarın Kadınhanılı Topbaş Hoca’nın evinin avlusunda bulunduğunu bilim dünyasına ilk kez tanıtmıştır.

Türbede 1965 yılında Haluk Karamağaralı, :i997 yılında da Müze Müdürlüğü tarafından kurtarma kazısı yapılmıştır. Kare planlı, eyvan biçimli türbenin kuzey, doğu ve batı yönünde bulunan beden duvarlarının bir kısmı günümüze kadar gelmiştir. Kazı sonucu ortaya çıkarılan mimari verilerden, türbenin güneye açılan eyvan planlı bir türbe olduğu anlaşılmaktadır. 1997 yılında yapılan kazılarda türbe temellerinin düzgün kesme taşlarla yapıldığı açığa çıkartılmıştır.

Türbe duvarlarının iç kısımda çini ve sırlı tuğla ile süslendiği, sırsız tuğlalarla şaşırtmalı teknik uygulandığı, geometrik kompozisyonlarda baklava motiflerinin arasında bulunan kûfi yazılar ile firuze ve mor renkli çinilerin bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Yazı kuşaklarının Selçuklu Dönemi Kemaliye Medresesi, Sahip Ata Hanikâhı ve ince Minareli Medrese’de bulunan tuğla süslemelerle benzerlik göstermektedir. Türbesi’nin 2021 yılında Mevlânâ Müzesi tarafından Ali Akkanat’ın sponsorluğunda restorasyonu yaptırılmıştır.

Fatma Hatun Türbesi

Karaman Beylerbeyi Kuyucu Murad Paşa tarafından kızı Fatma Hatun için 1585 yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimarı bilinmemektedir. Türbe kapısı üzerindeki kitabede,

1- Miri miran Murad Paşa’nın
Kıldı bir duhteri hayfâ rıhlet

2- Murg-ı ruhi olup uçmağa revan
Rahmet-i Hakk’a bulubdır vuslet

3- Ey Neccâmî göricek türbesini
Tab’ıma geldi o dem bir hâlet

4 – Düşdiirüb feyz-i Hudâ târihi
Oldı merhûma makâm-ı Cennet 994 (M.1585/86)

(Beylerbeyi Murad Paşa’nın yazık ki bir kızı öldü. Ruh kuşu cennet uçtu ve hakkın rahmetine kavuştu. Türbeyi görünce Kâmi’ye bir hâl gelip yardımı da erişerek tarih düştü) yazılıdır.

Türbe zeminden 35 cm. yüksekliğinde sekizgen oturtmalık üzerinde sekiz köşeli, her köşede 3/4 daire kesitli köşe sütunlu, Gödene taşından yapılmıştır. Türbeye mermer söveli, dikdörtgen beyaz gödene taşı silmeli, stilize bitkisel motifli siyah-beyaz mermerlerin zıvanalı yuvarlak kemerli kapıdan girilir.

Türbenin içini süsleyen 19. yüzyıla ait kalemişleri oldukça zariftir. Türbenin ortasında bulunan kurşuni renkli mukarnaslı mermer mezar sandukasının baş taşında servi motifi işlenmiş ve oyalı bir taç motifi ile tarak motifi yerleştirilmiştir. Türbenin üç dikdörtgen penceresi ile üç tepe penceresi bulunmaktadır. Pencereler demir şebeke ile çevrilidir. Kurşun kaplı, basık kubbeye onaltıgen kasnak ve pandantiflerle geçilmektedir. Pandandiflerde ‘Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Haşan Hüseyin” yazılıdır.

Fatma Hatun ve Sinan Paşa türbeleri

Haşan Paşa Türbesi

Fatma Hatun Türbesi’nin arkasında İhtisas Kütüphanesine bitişik olan türbe kitabesine göre 1573 yılında ölen Karaman Beylerbeyi Haşan Paşa için yaptırılmıştır. Türbenin mimarı bilinmemektedir. Mevlânâ Müzesi envanterinde Haşan Paşa’nın Konya Valiliği zamanında Mevlânâ Dergâhına vakfettiği Kuran-ı Kerimler bulunmaktadır.

Türbenin giriş kapısı üzerinde bulunan mermer kitabede:

1- Haşan Paşa idüp rıhlet cihandan
Alem kaldırdı mülk’ı câvidâne

2- Didi târih fevtin hâtıf-ı ğayb
Ola cânına Cennet âşiyane sene 981 /M.1573-74

(Haşan Paşa bu cihandan sonsuzluğa, ölümsüz yere göçtü. Gaipten birisi ölüm tarihine, onun canına cennet bir yuva olsun dedi) yazılıdır.

Türbe zeminden yükseltilmiş zemin üzerine sekizgen gövdeli, onaltıgen kasnaktan geçiş sağlanan basık kubbeli biçimde Gödene taşından yaptırılmıştır. Dergâh döneminde kütüphane olarak kullanıldığından Kıbabu-l Aktap bölümüne açılan penceresi kapı olarak kullanılmıştır. Bu pencere dışında türbenin güney ve doğu yönlerinde altta büyük dikdörtgen pencereler, üstte güneydoğu ve güneybatı yönlerine sivri kemerli tepe pencereleri bulunmaktadır. Ayrıca güneyde büyük dikdörtgen pencerenin üzerinde tepe penceresi türbeye ışık vermektedir. Türbe kapısı içten mermer sövelidir. 2003 yılında tuğla ile örülmüş olan kapısı açılarak eski haline getirilmiştir.

Hürrem Paşa Türbesi

Damat İbrahim Paşa tarafından Karaman Beylerbeyi Hürrem Paşa için 1529 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Kitabesinde,

ı-’Umira haze’l binafi eyyâmidevleti ’s Sultan Süleyman b. Sultan Selim Han etâle’llahu ‘umrehubi ’l-emnive’l-emandüstûru

2-El-muazzam İbrahim Paşa el-müfehhamedâma ’llahuikbâlehubi’n-niami’li ruhi Hurre

el merhum eş-şehidel-muhtac ilâ rahmeti’llâhi’l- hamîdfî senetierbaa ve selâsîne ve tisâmie.

( Bu bina, Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ın devleti günlerinde ululanmış büyük vezir İbrahim Paşa, Allah nimetler içinde ikbalini uzun eylesin, Allah rahmetine muhtaç şehit Hürrem’in ruhu için 934 (M.1529)) yazılıdır.

Türbe önünde bulunan tek kubbeli revak 15 cm. yükseklikteki taş döşeme zemin üzerine oturtulmuştur. Sekizgen planlı türbenin kapısı üzerinde gök mermer söveli kırmızı beyaz taşlarla almaşık düzende örülü sivri kemerli bitkisel motiflerle bezeli mermer alınlık yer almaktadır. Kapı kemeri siyah- beyaz mermerden zıvana geçmelidir.

Türbenin içinde, Hürrem Paşa ile Kanuni Sultan Süleyman dönemi devlet adamlarından Hacı Beye ait iki mermer mezar sandukası bulunmaktadır. Hürrem Paşa’nın sarıklı mezar sandukasında ayet ve hadislerle Sadi Şirazi’den “Ey Kardeş dünya kimseye kalmaz, gönlünü alemi yaratan Tanrıya bağla kafidir. Dünya mülküne güvenme, sığınma, çünkü o senin gibi birçok kişileri besledi ve öldürdü” yazılıdır.

Şam vilayetinde üç sancağa mutasarraflık yapmış olan Hacı Beyin sandukasında da “Peygamber sözüdür. Selam üzerine olsun. Müminler ölmez, belki dünyadan ahrette naklolunurlar. Tanrı’nın elçisi doğrudur. Hacının ruhu, hicretin 961. yılı Zilkade ayının 11. gecesi cihandan, çayır ve çimenliklere uçtu” yazılıdır.

Mehmet Bey Türbesi

Hamuşan Mezarlığı’nın doğusunda yer alan türbenin yapım kitabesi bulunmamaktadır. Türbe gövdesinde bulunan mermer mezar sandukasında

ı-İntikale>l-merhûmü’s-saîdü’r-râci minrahmetillahi ’l-hamîd

2-MehmetBek b. Mustafa Paşafisenetühdâ ve erbain ve tis’amie

(Mustafa Paşa oğlu, Allah’ın rahmetini isteyen Mehmed Bey, 941/1535 yılında Hakk’ın rahmetine ulaştı) yazılıdır.

Türbe baldaken tarzda, dört mermer sütunun taşıdı sivri kemerli, kubbeli şekilde Gödene taşından yapılmıştır. Oldukça yalın ve bezemesiz olan türbenin 2021 yılında yaptırılan restorasyon sırasında kubbesinde bulunan mozaik beton kaplama kaldırılmış, eriyen taşları değiştirildikten sonra kubbesi kurşunla kaplanmıştır.

Sinan Paşa Türbesi

Fatma Hatun Türbesi’nin arkasında bulunan türbe Osmanlı padişahı II. Selim’in son yıllarında Karaman Beylerbeyliği yapmış Sinan Yusuf Paşa için 982 H./1574 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Türbe sekizgen planlı basık kubbeli olarak gödene taşından yapılmıştır. Kapı üzerindeki kitabesinde,

Tarîh’ul-vefat

1- Itdi dünyadan Sinan Paşagüzâr Hakyerin eylesüngülzâr-ı cennet

2~Did(i) bireksikli tarihin anın Canın aitsün Allah rahmet 981 (M. 1573/74)

Târihül-binâ

(Sinan Paşâvirübcân-ı ‘azîzî Olup kûy-i şehîdânerevâne, O Yûsuf-sîyrete ahsen-i târih Sinan Paşa mahal Mısri cinâne 982 1574) yazılıdır.

Türbe klasik Osmanlı Dönemi türbe planında sekizgen gövdeli, basık kubbeli Gödene taşından yaptırılmıştır. Zeminden yüksek bir oturtmalık üzerine inşa edilmiştir. Türbeye siyah, beyaz taşların almaşık düzende örüldüğü yuvarlak kemerli ve mermer söveli çift kanatlı ahşap kapıdan girilir. Türbenin gövdesinde demir şebekeli yedi pencere bulunmaktadır. Gök mermer sandukanınyer aldığı zemini taş döşemelidir.

Huzur-u pir Horasan Erlerine ait altı adet mezar sandukasının görünümü

Edirne’de yazılmış Kuran- Kerim

Keşkül, Mevlevi Dergahı’ndan nakil

 

 

Yeşil Kubbenin Çinileri
Yeşil Kubbenin Çinileri 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı

“BİR RESTORASYON ÖYKÜSÜ”

Anadolu Selçuklularının Başkenti Konya , Mevlana’nın gözdesi kadim şehir…

Konya’nın gözbebeği ise Mevlâna Müzesidir. Her yıl milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan Mevlâna Türbesi`nin 1274 yılında Tebrizli mimar Bedrettin tarafından inşa edildiği bilinmektedir.

Kubbe-i Hadra’nın yüzeyi ilk defa Karamanoğlu Beyliği döneminde çini ile kaplanmıştır. Daha önce yedi defa onarımdan gecen ve yeşil kubbe olarak bilinen Kubbe i Hadra, son yıllarda çinilerinde oluşan hasarlar nedeniyle bir kez daha restorasyona girmiştir, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığının onayı ile yeşil kubbenin çinileri iki yılı aşan sürede restore edilmiştir.

“Yeşil Kubbenin Çinileri” belgeseli restorasyon çalışmalarını başından sonuna kadar takip ederek bu önemli restorasyonu belgelemiştir.

www.trtavaz.com.tr