Yearly Archives :

2013

Ankara Mevlevihanesi yeniden yapılıyor
Ankara Mevlevihanesi yeniden yapılıyor 499 361 Hz. Mevlâna Dergâhı

84 yıl önce yol yapımı sırasında yıktırılan Ankara Mevlevihanesi, eskisine yakın bir bölgede yeniden yapılıyor. Kaba inşaatı süren mevlevihane tamamlandığında Altındağ Belediyesi tarafından kültür sanat merkezi olarak kullanılacak.

Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bu yapının Mevlevi kültürünün Başkent’te tanıtılmasında önemli rol üstleneceğini belirtti.

İstanbul Galata, Yenikapı, Üsküdar mevlevihaneleri yanı sıra Konya ve birçok şehirde Mevlevihane var. Ulucanlar Cezaevi Müzesi’nin karşısında Cenab-ı Ahmet Paşa Camii’nin yanında bulunan Ankara’nın tek Mevlevihanesi, 1929’da yol açma ve park çalışmaları nedeniyle dönemin yöneticileri tarafından yıktırılmış. Mevlevihanenin yapılış tarihi hakkında net bir bilgi yok. Ancak 1566 yılında yapılan camiden sonra inşa edildiği belirtiliyor. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde 1640 yılında bu Mevlevihane’den söz ediyor. Küçük bir zaviye olan yapı, Cenab-ı Ahmet Paşa Camii’ni U şeklinde çeviren ahşap binalardan oluşuyordu. Mevlevi dergahının son şeyhi Mustafa Nuri Dede’nin ise 25 dervişi ile Mevlevi alayına katılıp Kurtuluş Savaşı’nda cepheye gittiği anlatılıyor. 1929 yılına geldiğinde avludaki tekke yapıları ve askeri barakalar, yol açma çalışmaları kapsamında yıkılmış. Sadece iki türbe ve Mevlevi kabristanından küçük bir parça kalmış.

Altındağ Belediyesi, yıktırılan mevlevihanenin Hamamarkası bölgesinde yeniden yapımına başladı. Mevlevihanenin önce çizimleri yaptırıldı ve ilgili makamlardan onay alındı. Mevlevihanenin inşaatı şu anda devam ediyor.

Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, Ankara’nın en önemli tarihi eserlerinin Altındağ’da bulunduğuna dikkat çekerek, bu önemli eserlerden birçoğunun ilgisizlik veya yanlış uygulamalar nedeni ile yıkıldığını dile getrdi.

Başkan Tiryaki, “Cenab-ı Ahmet Paşa Camii bahçesinde yer alan Ankara’daki tek mevlevihane ne yazık ki korunamamış. Geçmiş yıllarda yol açma çalışması nedeniyle yıkılmış. Bu bilgiyi öğrendikten sonra mevlevihaneyi tekrar yapmak için harekete geçtik.” dedi. Yapının kültür ve sanat merkezi olarak işlev göreceğini dile getiren Tiryaki, aynı zamanda Mevlevi kültürünün tanıtılmasında önemli rol üstleneceğine inandığını söyledi.

Altındağ Belediyesi olarak restorasyon çalışmaları yürütülen bölgelerde, kültür ve sanat çalışmalarının gerçekleştirileceği çok fonksiyonlu yapılar planladıklarını ve uygulamaya geçirdiklerini anlatan Başkan Tiryaki, Hamamarkası bölgesine inşa edilen Mevlevihane’nin de Ankara için önemli bir katkı sağlayacağına inandığını sözlerine ekledi.

AFYON MEVLEVİHANESİ VE CELALEDDİN ÇELEBİ
AFYON MEVLEVİHANESİ VE CELALEDDİN ÇELEBİ 627 943 Hz. Mevlâna Dergâhı

AFYON MEVLEVİHANESİ VE CELALEDDİN ÇELEBİ (I)

Hz. Mevlânâ torunlarının halen yaşadığı bir kent olan Afyonkarahisar, Mevlevîlik Tarihi açısından önemli bir merkezdir. Özellikle XV. ve XVI. yüzyıllarda, Sultan Divânî zamanında, “Konya’dan Sonraki En Önemli Mevlevîhâne” olma özelliğini daha da pekiştirmiştir.

Kendisi de Mevlânâ torunlarından olan Ali Celâleddin Çelebi, 1894–1918 yılları arasında şeyhlik yapmıştır.

Afyonkarahisar Mevlevîhânesi; Ali Celâleddin Çelebi dönemine rastlayan Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında hem maddî hem de askerî yardımda bulunarak Osmanlı Ordusuna destek sağlamış, 11202’de tamamen yanmasının ardından zor şartlar altında tekrar inşa edilmiş ve Sultan Reşad Döneminde çıkan kanûna rağmen, Müstesna (ayrıcalıklı) vakıflardan kabul edilmiştir.

1918 yılında Celâleddin Çelebi’nin vefatının ardından, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile ilgili kanunun yürürlüğe girdiği 1925 yılına kadar, aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürmüştür.

Ali Celaleddin Çelebi, kolay bir dönemde şeyhlik yapmamıştır. Yaşadığı dönemin siyasi sorunlarının yanı sıra, özelde Mevlevilik açısından bazı sıkıntıların azımsanmayacak derecede var oluşu Çelebi’inin idarecilik açısından da maharetini göstermesini icab ettiren önemli tarihi gerçeklikler idi.

Ali Celâleddin Çelebi geride anı, hatırat ve benzeri yazılı belge bırakmamıştır. Arşiv belgelerinin haricinde ona ait yegâne materyal; Afyonkarahisar’da yaşayan, kardeşi Ferruh Çelebi’nin torunlarında bulunan birkaç fotoğraf ve bir adet mühürdür.

Çelebi’nin dönemine ait arşiv belgelerinin iskeletini, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (B.O.A.), Mevlana Müzesi Arşivi (M.M.A.) ve Milli Kütüphane (M.K.) oluşturmaktadır. Elde ettiğimiz bilgi ve belgelere dayanarak Şeyh Ali Celaleddin Çelebi ve Dönemindeki Afyonkarahisar Mevlevihanesine ait konumuzu, aşağıdaki başlıklar altında topurluyubiliriz.

1-Ali Celaleddin Çelebi’nin Hayatı:

1.1. Ailesi

Kendisi, 19. yüzyılın ilk yarısının sonlarında Afyonkarahisar’a Konya’dan hicret eden Mehmet Raşit Çelebi’nin torunudur. Babası Kemaleddin Çelebidir. Karahisâr Çelebileri’nin künyelerinin kayıtlı olduğu deftere göre hane numarası 42/2’de kayıtlı olan Ali Celâleddin Çelebi’nin doğum tarihi 1272/1856-57’dir. (Lokman Derya SOLMAZ: Şeyh Ali Celaleddin Çelebi ve Döneminde Afyonkarahisar Mevlevihanesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.6 ) Şemseddin Çelebi (ö.1986)’nin 20 Ağustos 1977 tarihli notlarına göre Ali Celâleddin Çelebi’nin kardeşlerinin isimleri de şöyledir: Bahar Hanım, Sadır (Sadreddin) Çelebi, Zehra Hanım, Ferruh Çelebi ve Güneş Hanım.

Hz. Mevlânâ soyundan olmaları ve buna mütenâsib olarak taşıdıkları manevî mîras, onların halk nazarında ve Mevlevîler arasındaki itibarlarını oldukça yükseltmiştir. Bu hâl sadece yerli halkın değil o dönemin Avrupalı seyyahı Ramsay ailesinin de dikkatinden kaçmamıştır. (Rıza Duru: Mevleviname, s. 319-324) İskoç arkeolog Sir William Mitchell Ramsay’in eşi Agnes Dick Ramsay, Ali Celâleddin Çelebi ve ailesinden övgüyle bahseden sayyahlardan birisidir (Rıza Duru; a.g.e. s.319-324) Ramsaylar, Ali Celâleddin Çelebi’nin babası Şeyh Kemâleddin Çelebi ve kardeşlerinin, şehirdeki ve civardaki kendine has, asil tavırlı (aristokrat) bir aile olduklarını belirtmektedirler. (Rıza Duru: a.g.e. s.319-324)

Şeyh Kemâleddin Çelebi, seyyahların kendilerini ziyaretleri esnasındaki ilgilerinden hoşlanıp onların samimi hâllerine güvendiği için, perşembe akşamı gerçekleştirecekleri semâ törenini izlemeleri için kendilerini Mevlevîhâneye davet etmiştir. Bayan Ramsay, o gece yapılan (22 Ağustos 18120) semâ töreninin bütün ayrıntılarını dikkatle izlemiştir. Hatta zenci bir semâzenin varlığı, seyyahın dikkatini çekmiştir. Kemâleddin Çelebi’nin diğer oğlu Ferruh Çelebi’nin de semâzenbaşı olduğu da vurgulandığı gibi, semâzenlerin kullandığı renkli tennûreler de dikkatinden kaçmamıştır. (Rıza Duru: a.g.e. s.319-324)

1.2.Şeceresi

Aile yapısının özellikleri ve Mevlevilik geleneğine ait bazı güncel yaşam örneklerinin ardından, Çelebinin Şeceresi ile ilgili bazı detayları da vurgulamakta fayda vardır.

Türk ve Osmanlı toplum yapısında şecere çıkarmak çok yaygın bir uygulama olmasa da tarikatler arasında ilmî ve tasavvufî yeterlilik noktasıdan bir ölçü olması, aynı zamanda Büyük Pir’e sıhrî yakınlık kurulması bakımından şecerecilik oldukça yaygınlık kazanmıştır. Bunun Mevlevîliğe yansıması ilk etapta Hz. Mevlânâ soyunun tespiti şeklinde olmuşsa da aynı zamanda tekke şeyhlerinin şecereleri de kaydedilmiştir. Buna, Konya Mevlânâ Dergâhı’nın merkez olması hasebiyle katkısı muhakkaktır. Osmanlı Hanedânı ile ilişkilerin üst seviyede olması, hatta akrabalık bağının bulunması, Hz. Mevlânâ soyunun şeceresinin tutulmasındaki titizliği beraberinde getirmiştir. Birçok Mevlevîhâne postnişînliğine, çelebi makamından bir kişinin tayin edilmesi de geleneğe büyük katkı sağlamıştır. Kendisi de çelebi olan Ali Celâleddin Çelebi’nin şeceresini aşağıdaki gibi tespit etmiş bulunmaktayız: (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.8-9).

Ali Celâleddin Çelebi ( 1856–57/1918)

Kemâleddin Çelebi (?-1894)

Râşid Çelebi

Hüsrev Çelebi

İshak Çelebi

Alâaddin Çelebi

Mehmed Ali Celâleddin Çelebi

Abdurrahman Çelebi

Abdülhalîm Çelebi (?-1679)

Abdurrahman-ı Evvel Çelebi

Ebûbekir Çelebi (?-1638)

Ferruh Çelebi (1519 – 1591)

Hüsrev Çelebi (1479?-1561)

Cemaleddin Çelebi (?-1509)

Ebû Âdil Çelebi

Ârif-i Sânî Çelebi (?-1421)

Âdil Ekber Çelebi

Ulu Arif Çelebi (1272–1338)

Veled Çelebi (1226–1292)

Hz. Mevlânâ (1207–1273)

1.3.Çocukları

Ali Celâleddin Çelebi, bütün ömrü boyunca toplam dokuz evlilik yapmıştır. Bu rakam bize, eşlerinin bir kısmının yaşlı ve erken öldüğü yolunda ipuçları vermektedir. Bu evliliklerden 5 erkek, 9 kız evladı olmuş olup isimleri de şöyledir: Raşid Çelebi, Hayrullah Çelebi, Firdevs Hanım, Veled Çelebi (Artün), Ali Celâl Çelebi (Artün), Adeviye Hanım, Kamer Hanım, Kerîme Hanım, Münîre Hanım, Cemile Hanım, Sâbire Hanım, Zeynep Hanım ve İffet Hanım. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.10)

1.4. Eğitimi

Mevlevîhâne vakıflarının mütevellîsi olması, İstanbul Mevlevîleri ve Konya Mevlevîhânesi ile üst düzeyde münasebetlerde bulunması, başka Mevlevîhânelerin, tekkelerin, mütevellî ve şeyhleriyle de iyi ilişkiler kurabilmiş olması, onun idarecilik vasfının özelliklerini yansıttığı gibi eğitim durumunun da üst düzeyde olduğunu göstermektedir.

Ali Celâleddin Çelebi’nin ilk tahsil hayatını yaptığını düşündüğümüz eğitim kurumu, Divânî Mehmed Efendi Mektebi’dir.

Ali Celâleddin Çelebi döneminde bütün Osmanlı topraklarında olduğu gibi, Afyonkarahisar’da da eğitim müessese ve faaliyetleri hayli hareketlidir. (Mehmed Ziya: Bursa’dan Konya’ya Seyahat, Hazırlayanlar: Mehmet Fatih Birgül, Levent Ali Çanaklı, Bursa İl Özel İdaresi Yayınları, Bursa 2008, s.288) İşte bu hareketlilik içerisinde Ali Celâleddin Çelebi, zorunlu olan ilk mektepten itibaren hem medreselerde din eğitimi almış, hem de Mevlevîhânede tasavvufî terbiye görmüştür.

Öğretimi süresince Çelebi’nin tarih ilmine de ayrı bir ilgisinin olduğu açıktır. İleriki yıllarda (1912) ilmî araştırmalarda bulunmak üzere bir heyet Konya’ya gitmiş ve bu heyet içerisinde Şeyh Ali Celâleddin Çelebi de bulunmuştur. (Millî Kütüphane: Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.168.) Heyetin, Konya ve Mevlevîlik Tarîkati hakkında araştırmalarda bulunmak üzere teşekkül etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’ye 1914 yılında verilen Silsilenâme çıkarma görevi de liyakat sahibi olduğunun başka bir göstergesidir. (MMA: Zarf No:234/32)

Onun eğitim seviyesini gösteren diğer bir unsur da, mühürleri ile ilgilidir. Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde mevcut, Ali Celâleddin Çelebi’nin kendisine ait yazılı belgelerin hemen hemen tamamında mühür tarihi 1299/1881 olarak kazınmıştır. Daha önceki çalışmalarda tespit edilememiş olan bu mühür başka bir gerçekliği de gün yüzüne çıkarmıştır.

Ali Celâleddin Çelebi’nin bu güne kadar bilinen mührü 1312/1894 tarihli olup, babasının vefatından sonra kendisinin şeyhlik döneminin başlangıcını ifade etmektedir. Bundan böyle 1299/1881 tarihli mühür, Ali Celâleddin Çelebi’nin mütevellîliğinin başlangıç tarihi olsa gerektir. Daha önceki dönemde de dedesi Mehmed Râşid Çelebi’nin postnişînliği sırasında, babası Kemâleddin Çelebi’nin de henüz postnişîn değilken mütevellî olduğu gerçeğine bakarsak aynı uygulama, Ali Celâleddin Çelebi’nin kendisinde de zuhûr etmiştir. Ali Celâleddin Çelebi’nin, babasının vefatından önce mütevellî olmasından mütevellid, onun liyâkat sahibi biri olduğu da ifade edilebilir. Bu durum, kendisinin eğitim durumunun seviyesini gösteren diğer bir gerçekliktir.

Özetle söyleyecek olursak, tahminimize göre Ali Celaleddin Çelebi ilk eğitimini Dîvâne Mehmed Çelebi Mektebi‘nde almış, ardından Mevlevîhâneye intisap ederek orada hem dînî hem de tasavvufî eğitimini ikmal etmiştir.

Afyonkarahisar’daki eğitiminin ardından Konya’da bir süre bulunmuş olması ve burada Mevlevîliğe dair ileri derecede dersler okumuş olması muhtemeldir. Şu nedenledir ki, bir Mevlevî Şeyhi sadece Mevlevîhâne idarecisi değil; aynı zamanda önemli bir eğitim geleneğinin önderidir. O, bir yandan Mesnevî okuyup şerh etmiş, bir yandan semâ âyinleri sebebiyle musikî ile direk münasebet hâlinde olmuş ve yeri geldiğinde Konya’daki eğitim imkânlarından faydalanarak bilgi ve birikimini artırmıştır.

1.5.Kişiliği

Mevlevîhânenin mevcut şeyhinin vefatından sonra kimin bu makama tayin edileceği konusu her zaman önem arz ediyordu.

Ali Celâleddin Çelebi’nin babası Kemâleddin Çelebi’nin vefatının ardından, şeyhlik makamına atanacak şahsın belirlenmesi hususunda süreç, o güne kadar uygulanan teâmüllerin dışında yürümüştür.

Ölen şeyhin kardeşlerinden birisinin postnişîn olması gerekirken, Kemâleddin Çelebi’nin kardeşi atanmamış, şeyhin oğlu Ali Celâleddin Çelebi postnişîn olarak tayin edilmiştir. Bu sıra dışı uygulama, izaha muhtaçtır. Teâmül gereği, uygulamanın gerekçesi ile ilgili rapor, Konya Mevlânâ Dergâhı Postnişîni tarafından Padişah’a arz edilmiş ancak Padişah bu açıklamadan tatmin olmamış ve bu durumu açıklamak üzere bir heyet gönderilmiştir. Bu heyete; Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Ahmed Dede, Üsküdar Mevlevîhanesi Şeyhi Ahmet Remzi Dede ve bazı kimseler de dâhil olmuşlardır. Heyetin konuşmaları sırasında, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin sözcülüğünü üstlenen Kadir Çelebi; Mevlevîhâne idaresinde kendisinin ne kadar idealist olduğunu arz ettikten sonra, böyle bir icraati titizlikle yerine getirebilecek kişinin Ali Celâleddin Çelebi olduğunu söylemiş ve kendisinin de rızasının bulunduğunu beyan etmiştir. Ayrıca son zamanlarda, Mevlevîhâne şeyhliği ve mütevellîliği konusundaki uygulamaların istismar konusu olduğunu da sözlerine eklemiştir. (Şemseddin Çelebi: 20 Ağustos 1977 tarihli notları) Böyle seçkin bir Mevlevî topluluğunun, Ali Celâleddin Çelebi’nin atanması konusunda bir araya gelip inisiyatif kullanması, onun ilmî sahada ne kadar liyâkat sahibi olduğunu göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Onun, Mevlevîler arasındaki nüfûzuna başka bir örnek de, bazı önemli şahısların nikâh törenlerine davet edilmiş ve hatta bir tarafın da şahitliğini yapmış olmasıdır.

Bahariye Mevlevîhânesi Şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’nin kızı Nakiyye Hanım’ın 1895 yılındaki nikâh merasiminde kız tarafı şahidi olarak bulunmuştur. (Sezai Küçük: Mevleviliğin Son Yüzyılı, s.156,180) Ali Celâleddin Çelebi, 29 Recep 1318/16 Kasım 11200 perşembe günü saat beş buçukta, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi ile birlikte, İstanbul Mevlevîhânesi ileri gelenlerinin de bulunduğu merasimde hazır bulunmuştur. Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin Mevlevîler arasındaki kıymetinin bir nişânesi olarak, Şeyh Celâleddin Efendi’ye nikâh şahitliği teklif edilmesi gayet normal karşılanmıştır. (Sezai Küçük: a.g.e., s.157)

Ali Celâleddin Çelebi, İstanbul’a çok sık seyahat etmesi ile de dikkat çekmektedir. Bu seyahatleri sırasında hem Osmanlı Devleti yönetimi hem de İstanbul Mevlevîleri ile gayet sağlam bir irtibat kurmuştur. İstanbul seyahatlerinin birinde, kendisine mahsus Hırka-i Şerîf’i ziyaret imkânının sağlanması, şahsına gösterilen hürmetin bir ifadesidir. Çelebi, bu ziyaretin neticesindeki duygularını da şu şekilde dile getirmiştir: “…Ziyâret-i hırka-i şerîfde duâ-yı devâm-ı ömr-i âfiyet ve tezâyüd-i şevket ve muzafferiyet-i hazret-i padişâhı duâyı vâcibu’l edâsına terdîfen da’vât-ı hayriyyet-i âyât-ı cenâb-ı mürşidânelirine ref’ ve bârgâh-ı ehâdiyet kılındığını arz ile…”.( MMA: Zarf No: 234/69)

Ali Celâleddin Çelebi İstanbul’da bulunduğu sırada, bazı önemli merasimlere de davet edilmiştir. Bunlardan birisi de, Sultan Reşad zamanında oldukça büyük bir onarımdan geçen Yenikapı Mevlevîhânesinin açılış törenidir. (MMA: Zarf No: 234/65)

Tahir-ül Mevlevî (ö.1951) de Şeyh Ali Celâleddin Çelebi hakkında; müttakî, mütevâzî, derviş-nihâd gibi sıfatlarla anlattıktan sonra, dönemin Mevlevî şeyhlerinin çoğunda bulunan sigara kullanma alışkanlığının bulunmayışını hele de kahve bile içmemesini ayrıca takdir eder. (Tahir Olgun: Mevlevi Çilesi, Hazırlayanlar: Cemal Kurnaz, Gülgün Yazıcı, Vefa Yayınları, İstanbul 2008, s.74)

İhtifalci lakâbıyla bilinen ve İstanbul Mevlevîliğinin son dönem önemli simâlarından olan Mehmed Ziya Bey “Bursa’dan Konya’ya Seyahat” isimli seyahatnamesinde de Afyonkarahisar’daki izlenimlerine önemli yer ayırmıştır.

Ziya Bey’i tren istasyonunda karşılayanlar arasında Ali Celâleddin Çelebi de hazır bulunmuştur. Bu jestten çok etkilenen Ziya Bey bütün Afyonkarahisar günleri boyunca, kendisine gösterilen ilgi ve alâkadan memnuniyetini sık sık dile getirmiştir. (Mehmed Ziya: a.g.e., s. 273)

Konya Makam Çelebiliği de bazı önemli konularda Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin fikirlerine başvurmuştur. Bunlardan birisi, Konya Mevlâna Dergâhı Postnişîni’nin, Tavşanlı Zâviyesi türbedarlarından Ziya Dede hakkında yaptığı tahkikat esnasında, görüşlerini almış olmasıdır. O, cevabında Ziyâ Dede’nin önceden işret hâlinin olduğunu ancak birkaç yıldır görüşmediklerini beyan etmiştir. Eğer malum şahsın olumsuz hâllerinin devam ettiği vaki ise, o zaman onun ıslahı için girişimde bulunulmasının faydalı olacağını da eklemiştir. (MMA:Zarf No: 234/27)

Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhlerinden Arif Efendi’nin görevi ile ilgili sorunun giderilmesi hususunda da Şeyh Ali Celâleddin Çelebi inisiyatif kullanmış ve nufûzunun etkisini burada da göstermiştir. 11208 yılında Konya Postnişîni tarafından tahsil ve terbiyesinin noksanlığı ve mübtelâ-yı sû-i akrân olması sebebiyle görevinden alınmış olan Arif Efendi (Sezai Küçük: a.g.e., s.242,243), yaklaşık dört yıl sonra tekrar görevinin iadesi için girişimde bulunmuş, akabinde Şeyh Ali Celâleddin Çelebi duruma müdahil olmuştur. Mevlânâ Dergâhı Postnişîni’ne yazdığı arîzada kendi görüşlerini bütün açıklığıyla ifade etmiştir. Arif Efendi’nin ahvâlinin, Tarîkat-i Mevlevîye’yi zor durumda bıraktığını, eski hâlinden vazgeçip durumunu düzeltip düzeltmediğinin henüz belli olmadığını ve kendisine verilen cüz’î miktar maaşın bile hem tarikat müntesibleri arasında hem de halk arasında çok görüldüğünü bildirmiştir. Tekrar göreve getirilmesi hâlinde, halkın galeyâna geleceğini ve tarîkatin de zor durumda kalacağını vurgulamıştır (MMA: Zarf No: 234/63)

Buna benzer bir durum da, Manisa Mevlevîhânesindeki Murtaza Çelebi’nin görevinin sonlandırılması esnasında tezahür etmiştir. Ali Celâleddin Çelebi; Manisa Mevlevîhânesi Şeyhi Murtaza Çelebi hakkındaki şikâyetlerin, Meclis-i Meb’ûsân’a, hatta Meşîhat-i İslâmiye’ye dahi iletilebileceği endişesini padişaha arz etmiştir. (Padişah’ın Murtaza Çelebi’ye müsâmahakâr davrandığı anlaşılmaktadır). Bu arada, Manisa’da bulunan Sertabbah Nizâmeddin Efendi eli ile Murtaza Çelebi’ye nasihat içeren bir mektup da göndermiştir. Ali Celâleddin Çelebi, Murtaza Çelebi’ye gönderdiği bu mektuptan olumlu bir sonuç ummadığı için, görevinden azledilmesinin yerinde bir karar olacağını ve tebliğatın kendisine posta ile gönderilmesi hâlinde, beş-on gün sonra Murtaza Çelebi’ye bizzat götüreceğini de bildirmiştir (MMA, Zarf No: 234/66). Nitekim Murtaza Çelebi, başarısız yönetiminden dolayı görevinden azledilmiştir. (Sezai Küçük: a.g.e., s. 212)

Ali Celâleddin Çelebi, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin meseleleri yanında, büyük vakıfların hukûkî problemlerinde de inisiyatif kullanmıştır. 1912 Nisanında, Gazi Evranos Vakfı mütevellî vekîli Osman Nuri Bey, Konya ziyaretinin ardından Afyonkarahisar’a uğramış ve Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’yi ziyaret etmiştir. Çelebi, Osman Nuri Bey’in ziyaretinin akabinde durumu, 4 Nisan 1328/17 Nisan 1912 tarihli arîzasında Konya Mevlânâ Dergâhı Postnişînine bildirmiş, meselenin padişaha aktarılması gereğini ifade etmiştir.

Balkan Savaşları’nın, Balkanlar’daki Mevlevîhâneleri zor duruma sürüklediği esnada Ali Celâleddin Çelebi’ye bu süreci takip etmekle ilgili görev verilmiştir. Çelebi, görevi ile ilgili yaptığı tahkîkatın sonucunu da rapor hâlinde Konya Mevlânâ Dergâhı Postnşinîne takdîm etmiştir. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.16)

Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, başka dervişlerin resmî işleri hakkında da girişimlerde bulunmuştur. Şam Mevlevîhânesinde vefat eden, Manastır Vilayetinden ve Debre-i Bâlâ Kasabası Bayram Bey Mahâllesi’ne kayıtlı Dervîş Yusuf’un, Afyonkarahisar Emniyet Şirketi’nde bulunan toplam üç yüz bir kuruşluk hissesinin, kime gönderileceği hususunda inceleme yapmış, vefat eden dervişin memleketinde bulunan biraderinin tespit edilmesinin ardından da gerekeni tatbik etmiştir. Yine malum dervişin mirası hakkındaki uygulamada bir karışıklık (isim yanlışlığı) olsa gerektir ki, aynı konu ile ilgili Konya Mevlânâ Dergâhı’na tebliğatta bulunmuş, hisse sahibinin kimlik bilgilerini tashih etmiştir. (Lokman Derya Solmaz:a.g.e., s.16)

Ali Celâleddin Çelebi, bazı önemli Mevlevî Dedeleri’nin yetişmesinde de etkin olmuştur. Bu teşebbüs ve gayretlerinin sebebi; Mevlevîhânede liyâkat sahibi neyzen ve semâzenlerin sürekli bulunmasının gerekliliğidir.

Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin bu anlamda emek sarfettiği kişilerin başında, Neyzen Feyzi Dede (ö.1948) gelmektedir. Ali Celâleddin Çelebi, Feyzi Efendi’nin yetenekli olduğunu fark etmiş, onu Bursa Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Mustafa Dede’ye göndermiş ve iyi bir neyzenin yanında yetişmesi için gayret göstermiştir. Bursa’da eğitimini tamamlayan Feyzi Efendi, hemen ardından Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin neyzenbaşısı olmuş, bunun yanında semâzenlik vasfı da kazanan Feyzi Dede, Afyonkarahisar Mevlevîhânesenin son neyzenbaşısı unvanı ile 1925’e kadar görevini layıkıyla sürdürmüştür. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e., s.17)

Sadece Mevlevîhâne için değil, diğer dînî kurumlara da ehil kişilerin görevlendirilmesi sözkonusu olduğundan, Gezler Karyesi’ndeki camiye görevlendirilecek kişinin durumu hakkında da Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin görüşüne müracaat edilmiştir. Çelebi de, Muhammed Râşid Çelebi (Rıza Çelebizâde) oğlunun Gezler Köyü Camiindeki görevinin müktesep hakkı olduğunu ve şimdilik bu göreve vekâleten başka birininin bakabileceği konusunda da görüş serdetmiştir. (MMA: Zarf No: 234/78)

Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, Konya’da yapılan ilmî toplantılarda da bulunmuştur. Bu toplantılardan biri 1912 yılının Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Önemli Mevlevî temsilcilerinin ve Osmanlı Bürokratlarından bazılarının da bulunduğu bu heyete, Mevlânâ Dergâhı Postnişîni Veled Çelebi başkanlık etmiştir. Padişah’ın özel olarak hazırlattığı seccadeler Mevlânâ ve Şems-i Tebrîzî Türbelerine takdim edilmiş ve heyetin bu jesti Konya halkı tarafından büyük takdir toplamıştır (M.K: Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.168) Bu heyette bulunan diğer şahıslar şunlardır: Konya Makam Çelebisi, Bursa Mevlevî Şeyhi Muhammed Şemseddin Efendi, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Muhammed Abdülbâkî Efendi, Selânik Şeyhi Eşref Efendi, Kasımpaşa Şeyhi Seyfeddin Efendi, Bahariye Şeyhi Nazif Efendi, Sertarîk Adil Efendi, Musullu Âmâ Hafız Osman Efendi, Nâib Efendi, Manastır Eski Valisi Hafız Paşa, Şûrâ-yı Devlet Âzâsından Reşat Fuat Bey, Hazîne-i Hâssa Müdür-ü Umûmiyesi Hafız Feyzi Bey, Maliye Nezâreti Hukuk Müşaviri Cemal Bey, Mahsûsât-ı Zâtiye Müdürü Muavini Muhyiddin Bey, Maarif Nezareti Şube Müdürü Ziya Bey, Sadâret Mektûbî Kaleminden Müstâfî Şevket Bey (M.K:Şehbal Dergisi, Yer Numarası 1957 SC 9, C.III, Sayı 57, s.169.)

Emvâl-i Gayr-i Menkûlenin Tasarrufu hakkındaki kanûnun müzakere sürecinde de, İstanbul’daki dergâh temsilcilerinin, Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’yi, gelişmelerden sürekli haberdar ettikleri vakîdir. (MMA: Zarf No: 234/ 59,99,85)
Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, dönemin önemli Mevlevî Postnişînlerinden olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Sahip olduğu itibar sayesinde, İstanbul ve Konya Mevlevîleri arasında önemli bir yer edinmiştir. Çok önemli toplantılara davet edilmesi, Osmanlı Devleti’nin güvenlik sorunu yaşadığı kritik dönemlerde kendisine tahkikat görevinin tevdî edilmesi, hatırı sayılır Mevlevî Ailelerinin nikâh törenlerine davet edilip bir tarafın şahitliğini yapmakla görevlendirilmesi, başka Mevlevîhâne ve dervişlerin sorunlarının kendisine danışılmasının yanında inisiyatif kullanması

Ali Celâleddin Çelebi’nin hem mütevellî hem de şeyhliği esnasındaki icraatlarından edindiğimiz izlenim; işini iyi takip eden, tabiri câizse tuttuğunu koparan, kararlı bir şeyh olduğu şeklindedir.

Ali Celâleddin Çelebi döneminin en önemli talihsizliği denilebilecek olay 11202 yangınıdır. Bu hadise, Afyonkarahisar Mevlevîhânesinin tarihinde dönüm noktası denilebilecek olayların başında gelmektedir.

Afyonkarahisar’daki büyük yangın sonucu, Mevlevîhâne de tamamen yanmıştır. Mâlî bilançosu oldukça ağır olan bu yangında sadece Mevlevîhâne değil, tüm şehir harap olmuştur. Şehri oldukça derinden sarsan bu afet neticesinde, herkes kendi meskeninin derdine düştüğünden, Mevlevîhânenin inşası ile ilgilenen olmamıştır. Bu zorlu durumda tekrar inşa, hem moral hem de maddi olarak pek mümkün görünmüyordu. Özellikle ödenek sorunu durumu imkânsız hâle sokmuştu.

Bu sıkıntılı süreç, Ali Celâleddin Çelebi’yi yıldırmamış, meseleyi takip işini aksatmadan, sık sık İstanbul’a seyahatler gerçekleştirmiştir. İşi bizzat takip ederek Yeniden İnşa sürecini başlatmış ve gerekli ödenek sağlanarak Mevlevîhâne bugünkü mîmârî görünümüne kavuşmuştur.

O dönemin önemli sorunlarından biri de Mevlevîhânenin vakıf meseleleri idi. Özellikle 5 Cemâziye’l-Evvel 1331/12 Nisan 1913 tarihinde çıkan Emvâl-ı Gayr-i Menkûlenin Tasarrufu hakkında kanûnun (M.K: T.C. Adliye Vekaleti Kanunnâme Mecmuası 1926, Cilt I, Poz 457,458, Tertîb-i Sânî Düstûr, C.V., s.145,158, 239), Mevlevîhâneyi mâlî yönden zor durumda bırakacağı endişesi ile Ali Celâleddin Çelebi, uygulamadan vakıfların istisna tutulması için olağanüstü gayret göstermiştir.

Tabiidir ki bu süreçte Ali Celâleddin Çelebi’ninİstanbul seyahatleri oldukça sık tekerrür etmiştir. Hamdi Özkara (ö.1956)’nın naklettiğine göre, Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin bu dönemde trenle İstanbul’a seyahat etmesi yasaklanmıştır. Fakat o yılmamış, Çay ilçesinden trene binerek İstanbul seyahatlerine devam etmiştir. Bu yasağın menşei, yerel yönetim olmalıdır. Böyle bir yasağı Osmanlı Devleti yönetimi emretmiş olsaydı, şartları bu kadar zorlamayabilirdi. Zîra Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, hem Konya Mevlânâ Dergâhı’na hem de Padişah’a karşı sorumluluklarını aksatmadan yerine getirebilmiş bir Postnişîndir.

Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, diğer Mevlevîhâne ve Mevlevîlerin sorunları ile ilgilenmesi, karşılaşılan sorunlarda Mevlevîhânenin menfaatlerini korumak için üstün gayret sarf etmesi, dikkat çekici özellikleri arasındadır.

Mevlevîhânelerdeki tasavvufî eğitimin en önemli gayelerinden biri, tevâzû ehli olmayı başarabilmektir. Bu gayeye ulaşmak için günlük hayattaki davranışların da terbiye edilmesine gayret edilirdi. Hatta tevazû ifade eden davranışların, dervişlerin sofra âdâbını bile etkilediğini söylemek mümkündür. Bunun yanında, kullandıkları konuşma dilinde olduğu gibi, gerek resmi gerek gayr-ı resmi yazışmalarının içeriğinde de âdâb ve erkâna dikkat edegeldikleri gözlenmektedir. Günümüzde de tasavvuf geleneğinin konuşma ve yazışma uslûbunun niteliklerini inceleyen müstakil çalışmaların sayısı gittikçe artmaktadır. (Ali Işık: Mevlevî Mektupları, Karaman Belediyesi Kültür Yayınları, Konya 2010 ve Fatih Çıtlak, 40 Mektub, Sufi Yayınları, İstanbul 2010. Bu eserler, konumuzla ilgili en yeni örneklerdir)

Ali Celâleddin Çelebi de hem ailesinden hem de Mevlevî geleneğinden aldığı terbiye gereği, tevâzû ehli olmaya gayret gösteren bir şeyh idi. O, Mevlevîhânenin işlerini takip konusundaki ısrarcı ve mücadeleci kişiliğinin yanında, mütevâzı kimliğini de muhafaza etmiştir. Konuşmalarının yanı sıra resmi yazılarında, şahsına izafeten ‘Hâdim-i Mevlevîhâne-i Karahisârî’, ‘el-Fakru’d Dâ’î’, ‘Ma’rûz-ı Dâ’î-i Kadîmleridir, ‘Ma’rûz-ı Çâker-i Kemîneleridir’ gibi ifadeleri sürekli kullanmıştır.

Her ne kadar resmî yazışmalar olsa da, dînî açıdan önemli gün ve gecelerde de tebriklerini arz etmeyi ihmal etmemiştir. Hatta tespit ettiğimiz bazı belgeler, sadece tebrîk içeren ifadelerden oluşmaktadır:

“Ma’rûz-ı Dâ’î-i Kadîmlerîdir

Şeref-i idrâki cümle-i muvahhidîne bâis-i feyz ve saâdet olan Leyle-i Mî’râc-ı bâhir-ul ibtihâc Hazret-i Reşâdpenâhîlerine arz-ı tebrîkle, emsâl-i kesîresini, bi’l-hak ve’l intibak hüsn-ü idrâke muvaffakiyet-i celîle-i Cenâb-ı Reşâdpenâhîleri huzûr-ı fuyûzat-ı nüşûr, Hazret-i Sultân Dîvânî Kuddise Sırrahu’s-samedânî Efendimiz’de yâd ve tekrar olunmuştur.

fi 29 Haziran [1]328 / [12 Temmuz 1912]

ed-Dâ’î-ül Hakîr

[Mühür]: Celaleddin İbn Mevlânâ.” (MMA: Zarf No: 234/57)

Mevlevîhânelerin mâlî yapısını derinden etkileyecek olan Emvâl-i Gayr-i Menkûle’nin Tasarrufu hakkındaki kanûn ile ilgili yazışmalarında dahi ailesinin içinde bulunduğu hürmetkâr tavrını arz etmekten de geri kalmamıştır. Söz konusu kanûnun uygulamasıyla ilgili kendi fikirlerini beyan ettiği yazısındaki tespitimiz, bununla ilgili önemli bir örnektir:

“…siyadetlü Çelebiyân-ı dâîleriyle Ahmet Çelebi, Râşid ve Hayrullah dâîleriniz Çelebiyân-ı mürşidânelerine yüz sürerler efendim.

18 Temmuz [1]329 / [31 Temmuz 1913]

Hâdim-i Mevlevîhâne-i Karahisâr

ed-Dâ’î

[Mühür]: Celâleddin İbn Mevlânâ.” (MMA: Zarf No: 234/87)

Toplumun sosyal ihtiyaçlarının da karşılanabildiği Mevlevîhâneler, her zaman dayanışma ve paylaşma ameliyelerinin gerçekleştirilebildiği önemli merkezler idi. Tabiî felaketlerin ardından insanlara maddî – manevî yardım elinin uzatılmasının yanısıra, günlük yaşam içerisinde fukaraya yemek dağıtmak da sözkonusu paylaşım faaliyetlerinin örneklerindendir.

Sadece Afyonkarahisar dâhilinde değil, dışarıdan gelen yardım talepleri de dikkate alınmıştır. Muhacir durumunda olup, özellikle barınma ihtiyaçları ön planda olan ailelerin de ihtiyaçlarını karşılamayı önemseyen Şeyh Ali Celâleddin Çelebi, 1327/1899 yılında Girit’ten hicret eden Müslüman Muhacirlerin mağduriyetini gidermek için elinden geleni yapmıştır. İnşâ edilecek evler için yer tahsisi konusunda girişimde bulunmuş, hatta kendisinin bu hamiyetperver davranışından etkilenen Karahisâr Eşrâfından Rüstemzâde Hacı Süleyman Efendi de arazi bağışlamıştır. Bağışlanan arazi sebebiyle Ali Celâleddin Çelebi ile Rüstemzâde Hacı Süleyman Efendi, nişân ile ödüllendirilmişlerdir. (BOA: Dâhiliye Nezareti Mektûbî Kalemi (DH. MKT), Dosya No:1773, Gömlek No:47/1)

Yukarıda bahsettiğimiz millî meselenin bir benzeri durum da Balkan Savaşları esnasında cereyan etmiştir. Hem Mevlevîhânenin Şeyhi olmanın hem de Hz. Mevlânâ neslinden olmanın getirdiği manevî sorumluluk gereği Çelebi, ailelerini bilinçlendirip onların tam desteğini almak hususunda aktif rol oynamıştır.

Ali Celâleddin Çelebi, Afyonkarahisar Çelebilerinin Osmanlı Ordusu’na aynî yardımda bulunmasına öncülük etme noktasında oldukça gayret sarf etmiştir. Yaklaşık otuz hane kadar olan Afyonkarahisar Çelebileri adına gerçekleştirdiği bu yardım faaliyetinin ardından yazdığı yazıda, çelebi ailesinin bu hizmetten dolayı iftihar ettiğini de bildirerek, mânevi desteklerinin tam olduğunu beyan etmiştir. Mevlevîhânenin mâlî durumunun sıkıntılı olduğu zamanlarda bile, Masârıf-ı Harbiye karşılığı olmak üzere, %3 harb vergisini ödemeyi de ihmal etmemiştir (MMA: Zarf No: 234/94)

Bunun gibi davranışlarla geniş kitlelerin takdirini topladığı için savaş gibi millî sorunlar zuhur ettiğinde halkın orduya aynî ve nakdî yardımda bulunması kolaylaşmıştır. Zîra mânevi yönden önderlik hüviyeti taşıyan şahıslar, bu ve benzeri durumlarda öncülük ettikleri zaman halk ile bütünleşme daha da kolay sağlanabilmiştir.

1.6 Şeyhlik Dönemi

Önemli bir görevin sorumluluğu kendisine henüz tevdî edilmemiş Mevlevîhâne şeyhinin sahip olduğu özellikler aynı zamanda o Mevlevîhânenin idaresini şekillendirmesi pek tabiidir.

Binâenaleyh Ali Celâleddin Çelebi de taşıdığı mânevî mirasın sonucudur olarak, bir Mevlevîde bulunması gereken vasıfları taşımakta ve çevresine örneklik teşkil edebilecek icraatlerde bulunmakta idi.

Şeyh Kemâleddin Çelebi’nin en büyük oğlu olan Ali Celâleddin Çelebi, babasının şeyhliği döneminde de oldukça önemli bir mevki edinmiştir. O, iki haftada bir düzenlenen semâ âyinlerinde aktif olarak icrâ heyetinde görev almıştır.

Mevlevî âyinlerinin en başında okunan Naat-ı Mevlânâ’yı okumakla alâkalı olan bu sorumluluğu, sıradan bir görev değildir. Kendisini ilk defa izleyenleri de etkileyen ses tonu ve başındaki destarlı sikkesi, mutrip heyeti içerisindeki yetki ve mesuliyetini gösteren nitelikleridir. Âyin sonunda okunan özel dûânın (gülbang) da kendisi tarafından okunması, duâgû özelliğinin bir göstergesidir.

Ali Celâleddin Çelebi’nin, naathânlığının yanında duâgû olma özelliğinden anladığımıza göre, başından sonuna kadar ayin icra edebilecek hânendelik vasfına da sahiptir. Bununla birlikte, Ali Celâleddin Çelebi’nin herhangi bir enstrüman icra edip etmediği de bilinmemektedir. Fakat dönemin önemli neyzenlerinden ve bestekârlarından olan Bahariye Mevlevîhânesi Şeyhi Neyzen Hüseyin Fahreddin Dede ile olan dostluğunun, Ali Celâleddin Çelebi’nin musıkî ile olan ilişkisini şekillendirmiş olduğunu düşünmekteyiz.

Mevlevîhâne idareciliğinin diğer önemli bir vechesi de Vakıf Mütevellîliği’dir. Bilindiği üzere, Vakıf kurulunca hükmî şahsiyet meydana gelir ve vakfın, vakfiye adı verilen tüzüğü vâkıf tarafından düzenlenirdi. Ayrıca vakfiyede, maddelerinin uygulamada nasıl tatbik edileceğine dâir kâideler de mevcuttur. Bir de vakıf mallarının titizlikle korunmaya ve kendisinden amaçlanan gayenin tahakkuku için bakıma ihtiyaçları vardır. İşletilmesi ve elde edilen gelirin dağıtılması gibi vakfın bütün bu işlerini yürüten, vakfı temsil ve idare eden kişi (mütevellî), vakfın en üst yöneticisi olma vasfına sahiptir.

Sözlükte; başkasının işini gören, dostluk gösteren, bakımını üstlenen (Nazif Öztürk,:“Mütevellî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. XXXII, İstanbul 2006, s.217–219) gibi anlamlara gelen mütevellî kelimesi terim olarak, vakfın umûr ve mesâlihini ahkâm-ı şer’ıyye ve şerâit-i vakfiye dairesinde idare etmek üzere tayin olunan kimse anlamındadır. Bu görev ve yetkiye velâyet, görevlendirmeye tevliyet denir (Nazif Öztürk: a.g.m., s.217-219). Mütevellîliğe tayin edilecek kişinin akîl-bâliğ, âdil ve emîn, vakfın işlerini yürütecek bilgi ve tecrübeye sahip bir kimse olması gerekir. Erkek veya kadın arasında fark yoktur. Bu gibi hukûkî zemîni teferruatlı olan vakıf idaresi, her zaman Mevlevîhânelerin ciddiyetle üzerinde durduğu konu olmuştur.

Bilindiği gibi dergâhlar, toplumun dînî eğitim ihtiyaçlarını karşıladığı gibi aynı zamanda barınma, yeme-içme, ibadet, zikir, muâvenet, güzel sanatlar eğitimi vb. sosyal gereksinimlerinin giderildiği yerler olmuşlardır. Bir Mevlevî, aynı zamanda iyi bir sanatkâr olabilirdi. Mevlevîhânenin aş evinde (matbâh-ı şerîf) sadece dervişlerin değil, fukara ve kimsesizlerin de ihtiyaçları karşılanmıştır. Mevlevîhâneler aynı zamanda bir yolcunun konaklayabileceği güven telkin eden yerler olmuşlardır.

Yukarıda anlattıklarımızdan hareketle Mevlevîhânenin önemli bir mesâisinin var olduğu görülmektedir. Bu yoğun mesâînin görevlilerine zâbıtân denilirdi. Sofra âdâbından, bir dervişin çilesinin tamamlanmasına; semâhânede icrâ edilecek âyini-i şerîfin tertiplenmesinden, misafirlerin ağırlanmasına kadar bütün işler, kurumsallaşmış bir icraat içerisinde sözünü ettiğimiz zâbıtân tarafından yürütülürdü.

Mevlevîhânelerin idaresinde iki önemli makam mevcut idi. Birincisi; tarikat işlerinin temsilcisi şeyh veya postnişîn; diğeri ise temel gelir kaynağı olan vakıfları idare eden mütevellîdir. Kimi zaman iki görev aynı kişide birleşmiş, kimi zaman da ayrı ayrı kişilerce temsil edilmiştir.

Bu doğrultuda Ali Celâleddin Çelebi’nin mütevellîği postnişînliğinden önce, henüz babası Kemâleddin Çelebi hayatta iken başlamıştır. Bu uygulamada, babası Kemâleddin Çelebi’nin gözlerinin âmâ oluşunun etkisinin olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Ali Celâleddin Çelebi’nin de kişilik olarak liyâkat sahibi olması, bu görevin kendisine tevdî edilmesini hızlandırmış olmalıdır. Zira Mevlevîhânenin maddî-mânevî işlerinin aksamaması ve itibar kaybetmemesi gibi önemli sebepler, ehil kişilerin yönetici olması gerekliliğini sürekli gündemde tutmuştur. O dönemde bu uygulamanın, Afyonkarahisâr Mevlevîhânesinin kurumsal kimliğinin ne kadar kökleşmiş olduğunu göstermesi açısından da önemli görülmektedir.

Ali Celâleddin Çelebi, babasının 17 Muharrem 1312/21 Temmuz 1894 tarihinde vefâtının ardından, Konya Seccâdenişîni Çelebi Efendi’nin icazet-i meşîhatnâmesi ile Karahisâr Mevlevîhânesinin şeyhi olmuştur. Şeyh olurken, Mevlevîhânede âyin-i şerîf icrâ edilerek tarîkatin vecîbeleri de yerine getirilmiştir. Yapılan merasim ile ilgili, Hüdâvendigâr Vilâyetine bilgi verilmiş ve Valilik de 27 Temmuz 1310/8 Ağustos 1894 tarihinde, Dâhiliye Nezâret-i Celîlesi’ne atamayı şu şekilde bildirmiştir:

“Devletlû Efendim Hazretleri

Cenâb-ı Rabb-ül-Âlemîn lâ yezel velî nîmetimiz, Pâdişâhımız Efendimiz Hazretlerini ilâ âhirü’d-deverân erîke-i pîrâ-yı şevket ve şân buyursun. Karahisâr-ı Sâhib Kasabası’nda vâkı’ Sultân Dîvânî Kuddise Sırrahu’s-samedânî hazretlerinin dergâh-ı şerîfi postnişîni Kemâleddin Çelebi Efendi’nin dûçâr olduğu hastalıktan rahâyâb olamayarak, geçen şehr-i Muharremü’l-Harâm’ın on yedinci cuma gecesi [21 Temmuz 1894] hulûl-i ecel-i mev’ûdiyle irtihâl-i dâr-i bekâ eylediği ve mezkûr postnişînliğe, Reşâdetlü Çelebi Efendi Hazretleri tarafından mahdûmu Celâleddin Efendi’nin ta’yîn kılındığı ve şu vesileyle icrâ edilen âyîn-i tarîkda, da’avât-ı mefrûza, Hazret-i Zıllüllâhı yâd ve tekrâr edildiği mumâileyh Celâleddin Efendi tarafından, bu kerre vilâyete vârid olan tahrîrâtın müstebân olması ve mumâileyh Kemâleddin Çelebi Efendi’nin vukû-ı vefâtının, te’hîr-i arz ve iş’ârı, bu bâbda mahâllî mutasarrıflığından bir gûne iş’âr vuku’ bulmasından münba’is bulunmuş olunur. Ol bâbda emr ve fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.

Vâli-i Vilâyet-i Hüdâvendigâr

fi 27 Temmuz [1]310 / 6 Safer [1]312”

(BOA:Yıldız Sadaret Husûsî Maruzat Defteri (Y.A.HUS.), DN:306, GN:39/1,2.. Bkz., Belge- No: 1)

Süheyl Ünver’in tespitine göre 25 Eylül 1334 / 25 Ağustos 1918 tarihinde vefat eden Şeyh Ali Celâleddin Çelebi’nin, vefat sebebi hakkında henüz herhangi bir malumata sahip değiliz. Sadece vefatından altı sene kadar önceki bir yazısında (1 Kânûn-u Sânî 1327/14 Ocak 1912), Zâtü’l Cenb (akciğer veya göğüs zarı iltihabı) rahatsızlığından bahsetmektedir. (Lokman Derya Solmaz: a.g.e.,s.26)

Kendi özel mülkiyeti, eşyalarının durumu ve miras olarak bıraktıkları hakkında net bir bilgiye sahip olamasak da vefatının ardından mütevellîliğinden kaynaklanan bir hesap cetveli tutulmuştur. Kendisinin vefâtından sonra, oğlu Râşid Çelebi’nin Mevlevîhâne Şeyhi ve Mütevellîsi olmasının ardından, Mevlevîhâne gelir ve giderleri ayrıntılı olarak kaleme alınmıştır. Bu belge, ‘1334 Senesinde Peder Merhûmun Vefatında Mevcûd ve Daha Sonra Tahsil Edilen Mahsul Gelirleri Cetveli’ şeklinde Mevlânâ Müzesi Arşivinde yer almaktadır.(MMA: Zarf No: 40)

Lokman D. Solmaz

solmazlokman@gmail.com

[divide style=”2″]

Dergah Bahçesinde düzenleme
Dergah Bahçesinde düzenleme 1024 684 Hz. Mevlâna Dergâhı

23 Eylül 2013

Konya Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Mevlâna Müzesi’nin bahçesini yeniden düzenliyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının tespit edildiğini, akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti. Avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Mevlâna Müzesi’nin bahçesini yeniden düzenliyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının tespit edildiğini, akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti. Avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce hazırlattırılan ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nca onaylanan Proje kapsamında Mevlâna Müzesi’nde Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından bir düzenleme çalışması başlatıldı. Çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini belirtti. Daha önce gerçekleştirilen kubbe kurşunlarının yenilenmesi, türbe içindeki ahşap döşemenin tamamının ve ihtiyaç duyulan bölümlerdeki taş döşemenin değiştirilmesinin ardından bu çevre düzenleme çalışmasının yapılmakta olduğunu kaydeden Başkan Akyürek, birbirini tamamlayan bu çalışmalarla Mevlâna Müzesi’nin daha aslına uygun, daha güzel ve ziyaretçiler için daha nitelikli hale getirileceğini söyledi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının da tespit edildiğini, zemini çamurlaştıran ve yer yer çökmelere neden olan akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılan zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti.

YAVUZ SULTAN SELİM’İN VASİYETİ YERİNE GETİRİLİYOR

Çalışmalarla birlikte avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya’nın kalbi niteliğindeki bölgede Mevlâna Meydanı’nın yeniden düzenlenerek hizmete açılması, Mevlâna Müzesi ile Sultan Selim Câmii’nde gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla bu mekânları birkaç yüzyıl sürecek bir geleceğe hazırladıklarını kaydeden Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Şeb-i Arûs törenlerine kadar çalışmanın önemli bölümünün tamamlanacağını açıkladı.

Hz. Mevlâna Dergah bahçesi yeniden düzenleniyor.
Hz. Mevlâna Dergah bahçesi yeniden düzenleniyor. 1024 684 Hz. Mevlâna Dergâhı

Konya Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Mevlâna Müzesi’nin bahçesini yeniden düzenliyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının tespit edildiğini, akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti. Avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya Büyükşehir Belediyesi, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Mevlâna Müzesi’nin bahçesini yeniden düzenliyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının tespit edildiğini, akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti. Avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce hazırlattırılan ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nca onaylanan Proje kapsamında Mevlâna Müzesi’nde Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından bir düzenleme çalışması başlatıldı. Çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, zemin taşlarının kırılması ve ziyaretçi sayısının artmasıyla birlikte düzenlemenin zarurî hale geldiğini belirtti. Daha önce gerçekleştirilen kubbe kurşunlarının yenilenmesi, türbe içindeki ahşap döşemenin tamamının ve ihtiyaç duyulan bölümlerdeki taş döşemenin değiştirilmesinin ardından bu çevre düzenleme çalışmasının yapılmakta olduğunu kaydeden Başkan Akyürek, birbirini tamamlayan bu çalışmalarla Mevlâna Müzesi’nin daha aslına uygun, daha güzel ve ziyaretçiler için daha nitelikli hale getirileceğini söyledi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, türbe avlusunda yapılan kazılarda tarihî yapıya zarar veren bir su akıntısının da tespit edildiğini, zemini çamurlaştıran ve yer yer çökmelere neden olan akıntının KOSKİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılan zemin ıslahı ile kontrol altına alındığını kaydetti.

YAVUZ SULTAN SELİM’İN VASİYETİ YERİNE GETİRİLİYOR

Çalışmalarla birlikte avludaki Şadırvan ile Şeb-i Arûs Havuzu’nun memba suyuna bağlanacağını, bu suretle Yavuz Sultan Selim’in başlattığı uygulamanın devam ettirilerek vasiyetinin yerine getirileceğini hatırlatan Başkan Akyürek, Neyzenler Mezarlığı’nın da aslına uygun bir şekilde korunacağını ifade etti.

Konya’nın kalbi niteliğindeki bölgede Mevlâna Meydanı’nın yeniden düzenlenerek hizmete açılması, Mevlâna Müzesi ile Sultan Selim Câmii’nde gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarıyla bu mekânları birkaç yüzyıl sürecek bir geleceğe hazırladıklarını kaydeden Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Şeb-i Arûs törenlerine kadar çalışmanın önemli bölümünün tamamlanacağını açıkladı.

Sancak Kuran-ı Kerimi bakımdan geçiriliyor.
Sancak Kuran-ı Kerimi bakımdan geçiriliyor. 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı

14 Ağustos 2013

Mevlana Müzesi’nde sergilenen yaklaşık 2 santimetre büyüklüğündeki, saç kılıyla yazılan Kuran-ı Kerim, bakımdan geçiriliyor.

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli yaptığı açıklamada, Hz. Mevlana’nın kabrinin bulunduğu alanın, 1926 yılındaki çalışmalarla Mevlana Müzesi haline getirilerek Dergah’taki tüm eşyaların tek tek kayıt altına alındığını söyledi.

Bu çalışmalarla özelikle Said Hemdem Çelebi’nin oluşturduğu dergahtaki kütüphanede yer alan yazma eserlerin de Müze içinde sergilenmeye başladığını ifade eden Benli, şunları kaydetti:

“Müze içindeki Huzur-u Pir bölümünde bu eserler sergilenmeye çalışılmış ve sergilenmeye devam ediliyor. Bu bölümde, birçok yazma eser, Kuran-ı Kerimler, mecmualar ve benzeri eserler sergileniyor. Bunlar içerisinde en dikkat çekenlerden biri de sancak Kuran-ı Kerimi’dir ki; özel muhafazası içinde bulunmaktadır. Osmanlı döneminden günümüze ulaşan, tamamlanması yıllar sürdüğü tahmin edilen, yaklaşık 2 santimetre büyüklüğe sahip Kuran-ı Kerim, çok ince saç kılıyla yazılmıştır. Bu günlerde Mevlana Müzesi içinde bir restorasyon çalışması başlatıldı. Müzenin Huzur-u Pir bölümünde başlatılan restorasyon çalışması nedeniyle, sergilenmekte olan bu küçük Kuran-ı Kerim’i bakımdan geçiriyoruz. Önümüzdeki günlerde tekrar sergilenmeye devam edecek.”

Yusuf Benli, bakım sırasında Kuran-ı Kerimde yıpranma ve yapraklarında sararma olup olmadığının kontrol edileceğini aktardı. Bu Kuran-ı Kerim’in Türkiye’de nadir bulunan eserlerden olduğunu dile getiren Benli, “Küçük Kuran-ı Kerimler sanatçıların özenerek yazmaya çalıştığı Kuran-ı Kerimlerdir. Selatin camilerine konulan büyük Kuran-ı Kerimler nasıl nadirse, bu küçücük sancak Kuran-ı Kerim de nadir olan Kuran-ı Kerimlerdendir. Özellikle tamamı yazılı olan bir Kuran olması çok önemli… Fatiha’dan başlayıp Nas suresi ile bitiyor” dedi.

– Hayranlık uyandırıyor

Bu tür nadir bulunan eserlerin paha biçilemez değerde olduğunu anlatan Benli, Mevlana Müzesi eserleri arasında yer alan bu küçük Kuran-ı Kerimin ziyaretçilerde hayranlık uyandırdığını kaydetti.

Benli, bakım çalışmalarının sürdüğü Kuranın battal boyuttaki Kuran-ı Kerim ile yan yana sergilendiğini vurgulayarak, “Vitrin içerisinde bir tarafta büyük battal boy Kuran-ı Kerim, diğer tarafta küçücük sancak Kuran-ı Kerimin olması herkesin dikkatini çekiyor. Bu küçücük Kuranı gören ziyaretçiler şaşkınlıklarını ve hayranlıklarını gizleyemiyor” diye konuştu.

Hz. Mevlâna Dergahı – Tarihin İzinde TRT
Hz. Mevlâna Dergahı – Tarihin İzinde TRT 1024 576 Hz. Mevlâna Dergâhı
Türbe Bahçesinde Sema
Türbe Bahçesinde Sema 198 153 Hz. Mevlâna Dergâhı

Hz. Mevlana Türbesi bahçesinde Mevlevi Mukabelesi her hafta perşembe günleri devam ediyor.

Konya Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Konya İl Müdürlüğü ve Uluslararası Mevlana Vakfının organizesinde, Mevlevî Mukabelesi (Sema’) her hafta perşembe günleri Hz. Mevlana Türbesi bahçesinde devam ediyor.

Sema programları, Halka açık ve ücretsiz olarak Perşembe günleri saat 21.30’da Müze Bahçesinde gerçekleştiriliyor.

Tika, Afganistan’da Bahaüddin Veled Medresesi’nin Restorasyonuna Başladı
Tika, Afganistan’da Bahaüddin Veled Medresesi’nin Restorasyonuna Başladı 600 340 Hz. Mevlâna Dergâhı

Afganistan’ın kuzeyindeki Belh vilayetinde Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Behaüddin Veled’in ders verdiği medresenin restorasyonu için çalışmalar başladı. Restorasyon, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) tarafından yapılıyor.

Behaüddin Veled Medresesi’nin kazı işleri yapılırken, restorasyon aşamasını başlatmak için Türk akademisyenlerden oluşan bir heyet medrese kalıntılarını incelemek için Afganistan’a geldi. Prof. Dr. Hakkı Acun, Prof. Dr. Süleyman Yücel, Prof. Dr. Mehmet Akif Işık ve proje firmasından İbrahim Günay’dan oluşan heyet, medresenin kalıntılarının bulunduğu bölgede incelemelerde bulundu. Heyet, restore için gerekli çizimler ve restorasyon projesini hazırlayacak.

Restorasyon çalışması ile ilgili Cihan Haber Ajansı’na konuşan Gazi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hakkı Acun, 13. yüzyılın başlarında yapıldığı tahmin edilen medresenin 15. yüzyılda değişikliğe uğradığını ifade etti. Acun, “Yapının gerişlerinde farklılıklar olmuş, kuzey bölümüne ilaveler yapılmış. Biz geldiğimizde birçok bilinmeyenle karşılaşmıştık. Kaç bölümden oluşuyor, girişleri neresidir bilinmiyordu. Yatığımız kazılarda güney batıdaki girişin mekanını ortaya çıkarttık, girişi ortaya çıktı.” dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Afganistan ziyareti sırasında Afgan lider Hamid Karzai’ye medresenin yapımı için söz verdiğini hatırlatan TİKA’nın Mezar-ı-Şerif Koordinatörü Kadir Karadoğan, TİKA’nın Konya Büyükşehir Belediyesi’yle beraber restorasyon projesini başlattığını söyledi. Karadoğan, “TİKA olarak restorasyonun en uygun şeklide yapılması için büyük özen göstermekteyiz. O zamanın medreselerinin örneği olacak güzel eser meydana getirmek için uğraşmaktayız.” dedi.

Cihan

 

Hz. Mevlana Dergahı 2013 yılında da ziyaretçi akınına uğradı.
Hz. Mevlana Dergahı 2013 yılında da ziyaretçi akınına uğradı. 300 300 Hz. Mevlâna Dergâhı

Mevlana Müzesi, her yıl olduğu gibi 2013’te de gönül dostlarının uğrak yerlerinden biri oldu.

Ocak ayında 70 bin 724, Şubatta 104 bin 336, Martta 159 bin 891, Nisanda da 202 bin 666 kişi olmak üzere ilk dört ayda toplam 537 bin 617 kişi, Hz. Pir’in kabrini ziyaret etti.

Ziyaretçilerin 147 bin 373’ünü yabancı gönül dostları oluşturdu.

Ücret ödeyerek müzeye girenlerin sayısı 273 bin 342, ücretsiz ziyaret edenlerin sayısı da 89 bin 586. Müze kartı tercih edenlerse 27 bin 314 kişi.

Konhaber.com

 

 

 

 

Hayırlı Olsun, Saraybosna Mevlevihanesi açıldı…
Hayırlı Olsun, Saraybosna Mevlevihanesi açıldı… 650 453 Hz. Mevlâna Dergâhı

Saraybosna’ya hakim bir tepede, tarihi Sarı Tabiya’nın hemen altında ve Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç’in kabrinin de bulunduğu Kovaçi Şehitliği’ne 50 metre uzaklıkta bulunan tekkenin açılışı için düzenlenen törene, Bosna Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi Bakir İzzetbegoviç, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, TİKA Başkanı Serdar Çam, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Saraybosna’nın Stari Grad Belediye Başkanı İbrahim Hacibayriç, Konya Selçuklu Belediyesi Meclis üyeleri, Konyalı milletvekilleri ile çok sayıda yetkili ve vatandaş katıldı.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, tekkenin açılışında yaptığı konuşmada, bu manevi ve tarihi mekanda, şehitlerin ve Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç ile tarihleri, asırları aşarak bir geleneğin bu günlere taşınmasına vesile olan Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin huzurunda bulunmaktan büyük mutluluk duyduğunu dile getirdi.

Tarihi tekkenin yeniden açılması nedeniyle Türkiye’nin Dışişleri Bakanı olarak büyük gurur duyduğunu ifade eden Davutoğlu, ”Bu güzel eser Türkiye Cumhuriyeti ile Bosna Hersek Cumhuriyeti arasındaki ezeli ve ebedi dostluğun bir nişanesi olarak inşallah ebediyete kadar burada kalacak” dedi.

Bir Konyalı olarak ve bir Saraybosna aşığı olarak ayrıca bu eserden gurur duyduğunu vurgulayan Ahmet Davutoğlu, ”Çünkü medeniyetimizin Anadolu’daki ve Rumeli’deki bu 2 büyük abide şehri, bu eserle yine ebediyete kadar bağlanmış oluyor” diye konuştu.

-”Gönülden gönüle konuşanları için tercümana ihtiyaç olmaz”-

Davutoğlu, Saraybosna’ya önceki yıl Ramazan Bayramı için geldiğini ve burada onbinlerce insanın bulunduğu bir etkinlikte yaptığı konuşmayı hatırlatarak, şunları kaydetti:

”Binlerce kişiye Türkçe olarak ‘eğer insanlığın kurduğu bütün şehirler yıklımış olsaydı ve geriye sadece Saraybosna kalmış olsaydı, Saraybosna üzerinden insanlık tekrar inşa edildirdi’ dediğimde o binlerce kişi daha Boşnakça’ya tercüme edilmeden tekbirlerle ve alkışlarla bu cümleyi karşılamışlardı. O zaman bir öğrencim ‘Hocam, bu Boşnaklar ne zaman Türkçe öğrendi, çünkü tercüme edilmeden alkışladılar’ dedi. Ben de dedim ki ‘Eğer biz dilden kulağa konuşmuş olsaydık o zaman tercümana ihtiyaç olurdu. Gönülden gönüle konuşanlar için tercümana ihtiyaç olmaz.”

Konyalılar’ın asırlarca Saraybosnalılar’la gönülden gönüle konuştuklarını ifade eden Davutoğlu, ”Biz Türkler asırlarca Boşnak kardeşlerimizle gönülden gönüle konuştuk ve ebediyete kadar gönülden gönüle konuışacağız. Bunu kimse engelleyemez” dedi.

Birbirlerini görmese dahi, aralarında asırlar geçse dahi hep gönülden gönüle konuşan şahsiyetlerin olduğuna işaret eden Davutoğlu, Mevlana Cellalettin Rumi ve ondan asırlar sonra onun felsefesini, onu derinliğini bu asra çok zor şartlarda yansıtan Aliya İzzetbegoviç’in gönülden gönüle konuşan büyük şahsiyetlerden biri olduğunu belirtti.

Davutoğlu, ”Ben her iki büyük şahsiyetin de kendimi manevi talebesi gören birisi olarak bugün Aliya İzzetbegoviç’in manevi huzurunda, mezarının hemen yanı başında binlerce şehitle birlikte, Mevlana Cellaleddin-i Rumi’nin bu mekanının hizmete giriyor olmasını da büyük bir huzur içinde karşılıyorum. Allah emeği geçenlerden razı olsun” diye konuştu.

-”Mevlevihane geleneğini yaşatanlar savaş döneminde Saraybosna’da olsaydı…”-

Davuoğlu, Saraybosna’nın 19120’lı yıllarda kuşatma altında bulunduğu sırada Malezya’da öğretim üyesi olarak görev yaptığını ve onbinlerce kilometre uzakta hep Saraybosna etrafındaki dağları hayal ettiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Hep Saraybosna’nın o mazlum kardeşlerimi, işgal altındaki Saraybosna’yı hayal eder ve ‘inşallah bir gün orada bulunmayı nasip eder Cenab-ı Hak’ diye dua ederdim. O zamana kadar Saraybosna’yı hiç görmemiş olmama rağmen, emin olun rüyalarımda hep Saraybosna’yı görürdüm, belki Konya kadar, ondan daha fazla Saraybosna’yı görürdüm ve hamdolsun bugün, şehitlerimizin bu vakur mezar taşlarının hemen yanında bu şehre saldırılan tepelere özgürlük içinde, Rumi’nin mekanından o sniperların halka ateş açtığı tepelere bakıyoruz. Eminim Mevlana ve Mevlevi geleneğini yaşayan üstatların, 1462’den beri Saraybosna’da mesnevihane, mevlevihane geleneklerini sürdüren şahıslar, savaş sırasında burada olsalar o tepelere bakar ve o sniperlara o zalimlere dahi döner ve, ‘ne olursan ol gel, bizim makamımız ümitsizler dergahı değil’ derdi ve zalimleri dahi vicdana, adalete ve hoşgörüye davet ederdi.”

Onurlu Saraybosna halkının öldürüldüğünü, acı çektiğini, ancak nefret etmediğini vurgulayan Davutoğlu, bu halkın kin gütmediği ve kalbini herkese açtığı ve bunun Saraybosna halkının mevlevi ve mesnevi geleneğine ne kadar sadık olduğunun bir göstergesi olduğuna işaret etti.

Tekkenin birçok kere yıkıldığını ve yeniden inşa edildiğini anımsatan Davutoğlu, bunun şehrin kurucusu İsabey İshakoviç’in tekkeninin kuruluşunda ettiği duanın kabul olduğunun göstergesi olduğunu dile getirdi.

Bu tarihi mekanın yeniden açılması esnasında sonraki nesillere ”bu mekanın burada ebediyete kadar yaşaması gerektiği” mesajını veren Davutoğlu, ”Ola ki zalimler gelir bu mekanı yıkarlarsa, onların üzerine emanetimizdir ki tekrar yapıla ve kıyamete kadar burada Kur’an ve onun tefsiri Mesnevi okuna” diye konuştu.

Davutoğlu, Selçuklu Belediyesi’ne ve TİKA’ya tekkenin yeniden inşa edilmesine verdiği katkılardan dolayı teşekkür etti.

-Bakir İzzetbegoviç ve TİKA Başkanı Çam’ın konuşması-

Bosna Hersek Üçlü Devlet Başkanlığı Konseyi’nin Boşnak üyesi Bakir İzzetbegoviç de Türkiye’nin her alanda bir dünya gücü olduğuna işaret ederek, gerek Bosna Hersek’te gerekse diğer bölge ülkelerindeki etkisinin her geçen gün arttığını söyledi.

İzzetbegoviç, şunları kaydetti:

”Türkiye gözümüzün önünde her geçen gün sürekli büyüyen bir dünya gücü oluyor. Burada üniversiteleri var, bizlere eğitim veriyorlar. Camilerimizi, köprülerimizi onarıyorlar. Ayrıca, burada son derece başarılı haber ajansları var. Bu şehirde barış hakim olsun. Türkler ile Bosnalılar arasındaki dostluk uzun yıllar devam etsin. Bu tekke, çatısı altında iyi ve inançlı insanları bir araya getirsin.”

TİKA Başkanı Serdar Çam ise yaptığı konuşmada, Bosna şehitlerinin, merhum Aiya İzzetbegoviç ve Mevlana Cellaleddin-i Rumi’nin manevi huzurunda bulunarak böylesi bir açılış töreninde bulunmak ve böylesi bir yapıya katkıda bulunmaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi.

TİKA olarak böyle bir projede yer almaktan büyük memnuniyet duyduklarını ifade eden Çam, projede yer alan Selçuklu Belediyesi ile Saraybosna Stari Grad Belediyeleri’ne de teşekkür etti.

Çam, tekkenin yeniden inşa edilmesi konusunda çalışmaların organizasyonunu üstlenen TİKA Saraybosna Koordinatörülüğü’ne de ayrıca teşekkür etti.

Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay ise, tekkenin 1462 yılında inşa edildiğini, 1600’lü yıllarda yıkıldığını ve yeniden 1781 yılında yaptırıldığını belirterek, ”Bu tekke 1951 yılında yeniden yıkıldı, ancak yeri değiştirilerek yeniden Saraybosna’ya hakim tepede inşa edildi. Bu tekkenin yapımına verdiğimiz destekten dolayı da çok mutluyuz” dedi.

Konuşmaların ardından Davutoğlu, İzzetbegoviç ve beraberindekiler tekkeyi gezdi ve yetkililerden bilgi aldı.

Açılış töreninin ardından, Postnişin Ö. Tuğrul İnançer tarafından, Mesnevi dersi yapıldı.

”Balkanlar Mevlevihane Araştırma Merkezi” olarak bundan böyle hizmet verecek ve Hacı Muyaga Vakfı tarafından işletilecek tekkede, Mesnevi dersleri, Mesnevi’nin Türkçe ve Boşnakça çevirileri ve kültürel etkinlikler yapılacak.

SARAYBOSNA MEVLEVİHANESİ YENİDEN AÇILIYOR
SARAYBOSNA MEVLEVİHANESİ YENİDEN AÇILIYOR 1024 685 Hz. Mevlâna Dergâhı

Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın Milyatska Nehri kenarındaki Bentbaşı mevkisinde bulunan ve 1950’lerde Yugoslavya dönemindeki “kültürel talanda” yıkılan tarihi Saraybosna Mevlevihane’si Selçuklu Belediyesi’nin maddi desteği ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)’nın çalışmaları ile yeniden inşa edildi.

Başkente hakim bir tepede, tarihi Sarı Tabya’nın hemen altında ve Bosna- Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarına 50 metre uzaklıkta bulunan Saraybosna Mevlevihane’nin açılışı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da katılacağı programla 8 Mayıs Çarşamba günü gerçekleştirilecek.

Türkiye ve Bosna Hersek arasındaki tarihi, kültürel ve sosyal bağların tarihin her döneminde güçlenerek devam ettiğini belirten Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay; “Selçuklu Belediyesi olarak bu bağların güçlenmesi adına Saraybosna’nın Stari Grad Belediyesi ile “Kardeş Şehir” protokolü imzaladık. İki halk arasındaki derin tarihi ve kültürel bağların gelişmesi ve güçlenmesi amacı ile imzalanan bu protokol çerçevesinde “Saraybosna Mevlevihanesi”nin yapımını tamamladık. Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun da katılımları ile açılışını gerçekleştireceğiz. Hz Mevlanın bizlere mirası olan kardeşlik adına güzel bir projeye imza atıldı. Mevlevihane’nin yapımında katkılarından dolayı TİKA’ya ve emeği geçen herkese teşekkür ediyor, Mevlevihane’nin hayırlı olmasını diliyorum” dedi.

TİKA Saraybosna Koordinatörü Zülküf Oruç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihçilerin Saraybosna Mevlevihanesi’nin inşa tarihi için 1463 yılını kayıt düştüklerini, Mevlevihane’nin daha önce Milyatska Nehri kenarındaki Bentbaşı mevkisinde bulunduğunu ancak 1950’lerde Yugoslavya dönemindeki “kültürel talanda” yıkıldığını anlattı.

Oruç, projenin zeminini, Saraybosna Stari Grad Belediyesi ile Konya Selçuklu Belediyesi arasındaki kardeş belediye ilişkisinin oluşturduğunu söyleyerek, Mevlevihane’nin yerinin Stari Grad Belediyesi tarafından tahsis edildiğini kaydetti. Amaçlarının, Saraybosna’da irfani bir geleneği canlandırmak olduğunu dile getiren Oruç, projenin gerçekleştirilmesinde Konya Fahri Başkonsolosu Ercan Uslu’nun da büyük emekleri olduğunu söyledi.

Oruç, Saraybosna Mevlevihanesi’nin inşaatının Selçuklu Belediyesi’nin katkıları sayesinde tamamlandığını, bu yapının Selçuklu tarafından Saraybosna’ya verebilecek en güzel hediye olduğunu ifade etti. Oruç, şöyle konuştu:

“Konya, bir anlamda Mevlana’nın manevi mirası üzerinde duruyor. Bunlar Anadolu ve Balkanlar’ı birbirine bağlayan, görünmeyen irfani bağlar. Bunlar, 5 asırdır burada ve bir 5 asır daha burada var olacaklardır. Bizi Balkan halklarına, Bosna Hersek ahalisine bağlayan bu bağları yaşatmaya çalışıyoruz.”

Mevlevihane’nin yeniden inşasına geçen yıl 15 Ekim’de başlandığını belirten Oruç, zor kış şartlarına rağmen çalışmaları kısa sürede tamamladıklarını dile getirdi.

Semazen.net olarak, Hacı Munic efendi’ye, Ercan Uslu beyefendi’ye, TİKA’ya, Selçuklu Belediyesine ve emeği geçen her kurum ve kişiye şükranlarımızı sunuyoruz. Allah razı olsun.

Yeni Müze için protokol imzalandı.
Yeni Müze için protokol imzalandı. 1024 625 Hz. Mevlâna Dergâhı

Mevlana Meydanı’nda düzenlenen Hazreti ve ailesini temsili karşılama töreninin ardından Konya Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü arasında Mevlana Müzesi içinde düzenleme yapılması ile ilgili protokol imzalandı.

Törende konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Mevlana Türbesi ve çevresinin sadece Konya’nın değil, Türkiye’nin en önemli değerlerinden olduğunu belirterek, bölgede farklı bir dönemi başlattıklarını dile getirdi.

Büyükşehir Belediyesi tarafından Mevlana Türbesi ve Sultan Selim Camii önüne yaptırılan ve 30-35 bin kişinin toplanabildiği Mevlana Meydanı ile bu sürecin ivme kazandığını, çalışmaların müze içindeki düzenlemelerle devam edeceğini vurgulayan Başkan Akyürek, “Çalışmalarla aynı anda müzenin ve türbenin restorasyonu devam edecek. Akabinde yeni Mevlana Müzesi ve Konya Müzesi gibi projeler arka arkaya gelecek. Bugün bunun ilk adımlarını atıyoruz. Hep birlikte bu düzenlemeyi Şeb-i Arus törenleri öncesinde tamamlayacağız” dedi.

Konya Valisi Aydın Nezih Doğan da, Konya’nın ve Mevlana Müzesi’nin istenen noktaya gelmesi için bir işbirliğine ihtiyacı olduğunu belirterek, imzalanacak protokol ile Mevlana Müzesi’nin çevre düzenlemesinin yapılacağını, ardından diğer projelere başlanacağını dile getirdi.

Konuşmaların ardından Vali Aydın Nezih Doğan, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek ile Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan arasında protokol imzalandı.

 

mev_kdev_b_4

 

 

Muğla Mevlevihânesi
Muğla Mevlevihânesi 1024 768 Hz. Mevlâna Dergâhı

Muğla Mevlevihânesi

Şehrin Camikebir mahallesinde, Şahidi sokak üzerindeki Şahidi Camii’nin bahçesinde yer almaktadır. Dergah bahçesinde Muğla’da yaşamış mevlevilerin mezarları bulunur.

Anadolu’da Mevleviliğin yaygınlaşmaya başlamasıyla çeşitli şehirlerde pek çok mevlevi dergahı açılmıştır. Muğla Mevlevîhânesi ise Anadolu’da kurulan ilk mevlevîhâne olması açısından büyük bir önem taşır.

Mevlevîhâne muhtemelen 1450’li yıllarda Sâlih Hüdayî Dede (ö.1480) tarafından kurulmuştur. Sâlih Hüdâyî Dede, ilk tahsilini Seyyid Kemâleddin’den almış daha sonra Mevleviliğe girmiş Fatih Sultan Mehmed’in teşvikiyle sözkonusu mevlevihaneyi kurmuş, burada Mesnevi okutarak Muğla’da mevleviliğin ilk temellerini atmıştır. Zamanla eskiyen bu dergah 1848’de Hacı Osman Ağa tarafından onarılmış ve genişletilmiştir. Dergahın bahçesinde bulunan camii ismini, daha önce burada bulunan mevlevihanede şeyh olan Şahidi İbrahim Dede’den almıştır.[1]

Sâlih Hüdayî Dede dergahı kuran ilk kişi olsa da ona ve onun dönemine ait fazla bilgi yoktur. Dergahın ve Muğla’da Mevleviliğin parlaması oğlu Şâhidî İbrahim Dede zamanında olmuştur.

 

Marmaris Mevlevihanesi
Marmaris Mevlevihanesi 300 300 Hz. Mevlâna Dergâhı

Marmaris Mevlevihanesi

Sarıcana Mahallesi’nde, kaleye yakın bir yamaçta Değirmen Çayı’nın kenarındadır. Şimdi yeni yapılar arasında kaybolmuştur.

Mevlevihane, Türkmen-Yörük yurdu Marmaris’te Sarıcana-Yörük Fatma Zaviyesi/Türbesi yanında kurulmuştur. Son yıllara kadar, semahane, mescit türbeden oluşan kırma çatılı 1835’te yapılan bina ayaktaydı. Bu yapıdan ayrı bir de semahane olmalıydı.

Mevlevihanenin kesin tarihi bilinmiyor; 16. yüzyılda kurulup II. Mahmut zamanında (1835) son şeklini aldığı kabul edilir. Bu onarıma ait kitabede mevlevihanenin adlı Haşim Dede Tekkesi olarak geçmektedir. Bu yapı yıkılarak sekizgen tuğla türbe ile yeni bir cami yapılmıştır (1987). Eski türbenin kitabesi yeni türbenin kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Mevlevihaneye ait su kuyusu ve hazirenin bir kısmı halen mevcuttur.

 

 

Niğde Mevlevihânesi
Niğde Mevlevihânesi 511 337 Hz. Mevlâna Dergâhı

Niğde Kemal Ümmi Zaviyesi

Kuruluşu Ulu Arif çelebi zamanında 14. yüzyıl başlarına kadar inmektedir. Osmanlı dönemindeki tarihi hakkında bir çok bilgiler vardır. 1911 yılında Şeyh Hüsameddin Dede’nin verdiği bilgiye göre 1763 yılında Kemal-i Ümmi mevlevihaneyi yeniden kurmuştur. Niğde İli, Yenice mahallesindeki zaviyenin ana binasının bir kısmı kaybolmuş; mezarlık, Kemal-i Ümmi türbesi vakıflarca restore edilmiştir. Ana bina kız Kur’an kursu yapılmıştır.

 

Urfa Mevlevihânesi
Urfa Mevlevihânesi 1024 819 Hz. Mevlâna Dergâhı

URFA MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. Barihüda Tanrıkorur

XVIII. yüzyılda Urfa’da kurulan Mevlevî tekkesi.

Mevlevîhânenin ne zaman ve kimin tarafından inşa edildiği kesin olarak bilinmemektedir. 1650 yıllarında Urfa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin mevlevîhâneden bahsetmemesi muhtemelen bu tarihte mevcut bulunmadığını göstermektedir. Mevlevîhâneye dair en eski arşiv kaydı 1172 (1758) yılına aittir. Bu kayıttan Abdülkerim Efendi adlı birinin 1118’de (1706) mevlevîhâne vakfına ilk mütevelli olarak tayin edildiği anlaşılmaktadır. 1912 yılında postnişin olan Seyyid Ahmed Dede Efendi, Konya çelebisine gönderdiği 29 Kânunuevvel 1327 (11 Ocak 1912) tarihli mektupta mevlevîhânenin vakfiyesinin bulunmadığını ve kuruluş tarihinin bilinmediğini, ilk bânisinin Hacı İbrâhim Ağa, ikinci bânisinin Urfa Valisi Dârendeli Hüseyin Paşa olduğunun rivayet edildiğini bildirmektedir. 1135’te (1722-23) paşa rütbesine yükseltilerek Urfa valiliğine tayin edilen ikinci bâni Dârendeli Hüseyin Paşa, Karameydan mevkiinde 1141 (1728-29) yılında Hüseyin Paşa Camii’ni yaptırmıştır. Bu cami ile aynı yıllarda inşa ve tamir edilen Hizanoğlu Camii ve mevlevîhâne benzer mimari özelliklere sahiptir. Üç yapının da sekiz kasnaklı, tromplu, tek kubbeli kare planlı şemalarından ve benzer taş işçiliğinden hareketle mevlevîhânenin de 1141 (1728-29) yılında inşa edildiği ve aynı ustaların elinden çıktığı söylenebilir. Ancak Hüseyin Paşa ve Hizanoğlu camilerinden farklı olarak mevlevîhânenin semâhânesi yalnız semâhâne olarak tasavvur edildiğinden son cemaat yeri, minaresi ve minberi bulunmamaktadır.

Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin mevlevîhâne tarihiyle ilgili verdiği bilgilerle arşiv kayıtlarına göre mevlevîhânenin meşihatında bulunan postnişinler şunlardır: Ali Haydar Dede Efendi, ilk bânisi Hacı İbrâhim Ağa’nın oğlu Hacı Sıddîk Dede Efendi, Muhammed Dede Efendi, Bâkî Dede Efendi, Sâlih Dede Efendi, Yûsuf Dede Efendi, Konyalı Osman Dede Efendi ve babası Abdülhamid Dede Efendi (ö. 1874), Abdülhamid Dede’nin oğlu Seyyid Ahmed Dede Efendi (ö. 1912), Abdülhamid Dede’nin diğer oğlu Mustafa Dede Efendi, Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin oğlu Hüseyin Hüsâmeddin Dede Efendi, Ahmed Dede’nin diğer oğlu Hasan Vahab (Döner) Dede Efendi (ö. 1956). Seyyid Ahmed Dede Efendi’nin postnişin olduğu 1874-1912 yıllarında çekilen üç kartpostal resminde mevlevîhânenin son dört postnişini bir arada görülmektedir.

Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde mevcut 6 Kânunuevvel 1327 (19 Aralık 1911) tarihli tamir keşfine ekli krokide (zarf nr. 68/45) mevlevîhânenin yaklaşık 1300 m²’lik bir arsa üzerine oturduğu ve 23 × 29,30 m. ölçüsünde çift havuzlu dikdörtgen planlı bir bahçe etrafında düzenlendiği görülmektedir. Bahçenin güneyinde 14 × 14 m. ölçüsündeki semâhâne ile onun batısına bitişik üstte iki oda ve bir salonu olan “L” planlı bir harem dairesi; bahçenin Hamam caddesine bakan kuzeyinde altta vakıf dükkânları, üstte bir salon, dört hücre ve 4,6 × 8,7 m. ölçüsünde bir şeyh odası olan selâmlık dairesi; bahçenin doğusunda Hamam caddesi üzerindeki vakıf dükkânlarına bitişik cümle kapısından girilen Bahçe sokağı ile 5,5 × 4 m. ölçüsünde hâmûşân; bahçenin batısı duvarla kapalı olup kuzeydoğu ve güneybatı köşelerinden merdivenlerle çıkılan, “gezenek” adı verilen bir üst gezi alanı yer alıyordu. Aynı yıl tertip edilen masârif cetvelinde çarşıda ve dergâhın alt katında bulunan kırk yedi küçük dükkân ile Urfa’daki üç küçük bağbahçenin icarlarından oluşan mevlevîhânenin geliri 19.742 kuruş, gideri 19.743 kuruş olarak belirtilmiştir. Semâhâne harem dairesi ve hücreleriyle yıkılmaya yüz tutmuş, külliyenin krokisi ve tamir edilecek mekânlar ve masrafları tek tek çıkarılarak tamiri için 78.914 kuruş gerektiği tesbit edilmiştir.

Bu tarihte harap durumda bulunan mevlevîhânenin tamiri için çok uğraşıldığı halde tamirat gerçekleştirilememiştir. Tekkelerin kapatılmasıyla kaderine terkedilen mevlevîhânenin semâhâne dışında kalan bölümleri yıkılarak yerlerine baraka tipi dükkânlar inşa edilmiş, bahçesi sebze-meyve haline dönüştürülmüştür. Şanlıurfa’nın ticaret merkezi olan Pınarbaşı mahallesi Kunduracı Pazarı’nın doğusundaki çarşı içerisinde yer alan semâhâne kırk yılı aşkın bir süre sebze hali esnafı ve belediye tarafından depo olarak kullanıldıktan sonra 1973’te restoratör-mimar Mehmet Yılmaz Önge’nin yaptığı projeyle bir taş mihrap, minber ve asma kat kadın mahfili eklenerek Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından camiye dönüştürülmüş ve Mevlevîhâne Camii adıyla hizmete açılmıştır. 2003-2006 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce geniş bir çevre düzenlemesi ve restorasyon yapıldığı sırada binanın cephelerine bitişik dükkânlar ve sebze hali kaldırılıp etrafı temizlenmiş, sadece batıdaki eski taş Kasaplar Çarşısı, Mevlevîhâne Çarşısı adıyla kalmıştır. Zamanla dolan dış zemini yaklaşık 0,50 m. kadar kazılarak yapı ortaya çıkarılmış, güney ve doğu cephelerinin etrafı açılıp meydan düzenlemesi yapılmıştır. Meydanın etrafına oturma alanları, zemin kodunun altında dilimli havuzlar ve cami girişinin önüne camekânlı kısım eklenmiştir. Semâhâne plan ve üslûp bakımından Şanlıurfa’da 1141 (1728-29) yılında inşa edilen Hüseyin Paşa ve Hizanoğlu camilerine benzer. Cami oldukları için bu iki yapının son cemaat yeri, minaresi ve taş minberi vardır. Yalnız bir semâhâne şeklinde tasavvur edildiğinden mevlevîhânenin son cemaat yeri, minaresi ve minberi bulunmamaktadır.

Kesme taştan yapılan, 13,95 × 13,95 m. ölçüsündeki kare planlı kübik yapı 2,2 m. yüksekliğinde ve 12,2 m. çapında tromplu sekizgen bir kasnak ve 10 m. çapında bir kubbeyle örtülüdür. 1973 onarımında kurşun kaplama taklidi olarak beton sıvanan kubbenin üzerine cümle kapısının üstüne benzeyen destarlı Mevlevî sikke motifli taş alem konmuş, kubbe kasnağının dört yönündeki pencere boşluklarına dikdörtgen petekli beton dışlık ve alçı içlik pencereler takılmıştır. Semâhânenin kübik alt kısmının 6,5 m. yüksekliğindeki profilli saçak silmesinin altında üçlü veya koç boynuzu biçiminde düzenlenmiş, yerlilerin “serçe yuvası” dediği mukarnas dizisiyle çevrilidir. Giriş (kuzey) cephesinin ortasında 3,3 m. genişliğinde, 5,2 m. yüksekliğinde ve 20 cm. derinliğinde üç merkezli sivri kemerli bir çıkıntı içinde üstü basık kemerli tepe penceresi olan sade, sövesiz, çift kanatlı cümle kapısı yer alır. Kemerin orta diliminin sivri ucu değişik sivri tepeli, taştan yontulmuş destarlı bir Mevlevî sikkeyle taçlandırılmıştır. Cümle kapısının iki yanında 1,85 m. genişliğinde ve 4,20 m. yüksekliğinde üç merkezli sivri kemerli birer niş içinde altlı-üstlü olarak yerleştirilmiş dikdörtgen birer pencere ile bir tepe penceresi, doğu ve batı cephelerinde üç, kıble cephesinde iki nişli pencere bulunur. Mihrap cephesinde yer alan kıble eyvanı üçgen şeklinde dışa taşkındır. Alınlıkları boş bırakılmış pencereler 1973’te iki kanatlı ahşap doğrama halinde restore edilip büyük alt pencerelerin önüne lokma demirli parmaklıklar takılmıştır.

Cümle kapısı ve harimin döşemesi öndeki taş zeminden yaklaşık 50 cm. düşük kaldığından dışarıdan 11 × 11 m. kare planlı harime birkaç basamakla inilip girişteki 2,2 m. derinliğindeki ahşap asma mahfilin altından geçilerek girilir. Asma mahfile kapı boşluğunun 1 m. kalınlığındaki yan duvarları içinden on bir basamaklı birer merdivenle çıkılır. 1973’teki onarımdan önce bu mahfil yıkıldığı için sadece

duvar kiriş yuvaları ve merdivenler mevcut iken restorasyonda on dört direğin taşıdığı 11 × 2,2 m. ölçüsünde bir ahşap asma mahfil yerleştirilmiş, mahfilin alt katının önüne beş Bursa kemerli ve korkuluklu, üstü sikkeli babalar ve üç dilimli kemerli deseni olan yüksek kafeslerle kapatılmış, alt kat mahfiline ise ortası göbekli, baklavalı desenli çıtakârî konstrüksiyonlu tavanlar yapılmıştır. 1925’ten önce burada da bir mahfil mevcuttu ve alt katı seyirci için, üst katı mutrip için kullanılıyordu.

Mihrap cümle kapısının tam karşısında derin sivri kemerli bir eyvan niş içinde yer alır. 1973 onarımından önce resim ve rölöve çizimlerinde, semâhânenin güney cephesinde üçgen çıkıntı yapan 1,5 m. derinliğinde ve 3,5 m. genişliğindeki kıble eyvanında, önünde üç küçük yuvarlak basamağı bulunan 50 cm. yüksekliğinde bir taş seki görülmektedir. Sekinin arkasındaki duvarın ortasında bir sıra serçe yuvası mukarnaslı bordürle çevrilmiş, 2,3 × 2,1 m. ölçüsünde dikdörtgen mihrap, üstünde sivri kemerli uzun, mazgal penceresi gibi bir tepe penceresi yer alıyordu. Mihrabın ortasında iki sütunçenin taşıdığı bir sivri kemer vardı ve kemerin içi niş şeklinde oyulmamıştı. Bu ilginç eyvan sekisi Meŝnevî dersi ve semâ mukabelesi sırasında şeyhin oturmasına mahsus olup selâmların başında ve sonunda basamakla inilen ve çıkılan bir tür post kubbesi şeklindeydi. Ancak 1973 onarımında semâhâne camiye dönüştürülürken bu istisnaî mevlevîhâne mimari detayı ortadan kaldırılıp yerine sekisiz-basamaksız bir eyvan içerisinde döşemeye kadar inen, silme çerçeveli mukarnas bordürle kuşatılmış, derin, beş kenarlı nişi olan bir taş mihrap yontulup yanına bir minber yerleştirilmiştir. Kare mekânın üstü sekiz geniş sivri kemerle çevrilidir. Kubbeye geçişi sağlayan trompların kemerlerinin sonundaki yastıklarında birer üçgen grup serçe yuvası mukarnasıyla nihayetlenir. Bu tromplu kemer sırasından sade kasnaklı bir kubbeye geçilir. Kubbe kasnağının dört yönündeki alçı pencere ve mihrap, cümle kapısı ve ön cephenin dört tepe penceresiyle alt sıra on büyük pencere semâhâneyi iyi aydınlatır. Cephelerdeki Suriye Memlük tesirli üç dilimli kemerler, saçak silme mukarnasları ve destarlı Mevlevî sikkesiyle harimdeki mukarnas süsleme detaylarının dışında semâhâne tezyinat bakımından oldukça sadedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, İrade-Dahiliye, nr. 4881 (28 M 1261 / 1845); nr. 20350 (2 R 1278 / 1861); BA, İrade-Meclis-i Vâlâ, nr. 20350; BA, Cevdet-Evkaf, nr. 19689; VGMA, Diyarbakır Muhasebe Defteri, nr. 491, s. 374, sıra 65 (Mevlevîhâne Vakfı şahıs kaydı H. 1172 / M. 1758 tarihli); nr. 63.01./2 (Urfa-Mevlevîhâne dosyası); nr. B.02.1. VGM.0.10.00/133762 (Şanlıurfa Merkez Mevlevîhâne Camii Rölövesi ve Restorasyon Projeleri); Şanlıurfa Şer‘î Sicilleri, nr. 207 (1629-1631 yılları arası); nr. 227, s. 427, 585 (1303 / 1886 tarihli); Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, zarf nr. 50/3 (29 Kânunevvel 1327 tarihi kısa tarihçe hakkında mektup); zarf nr. 50/4 (16 Teşrînievvel 1327 tarihli vâridât cetveli); zarf nr. 68/44; zarf nr. 68/45 (6 Kânunuevvel 1327 tarihli tamir keşfi ve haritası); zarf nr. 120’da 12 belge; Mahmut Karakaş, Şanlıurfa Kitabeleri, Şanlıurfa 1985, s. 25-26, 54; a.mlf., Şanlıurfa Evliya ve Âlimleri, Şanlıurfa 1996, s. 4, 57, 207; a.mlf., “Şanlıurfa’da Mevlevîlik”, GAP Gezgini, sy. 2, Şanlıurfa 2006, s. 58, 60, 61; Mehmet Alper, Urfa’nın Mekânsal Yapısı, Türk-İslam Mimarisindeki Yeri ve Önemi (doktora tezi, 1987), İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü; A. Cihat Kürkçüoğlu, Ruha’dan Urfa’ya: 1780-1980, Ankara 19120, s. 102-103; a.mlf., Şanlıurfa Camileri, Ankara 1993, s. 56-57; a.mlf., “Urfa Mevlevihanesi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 2, Konya 1996, s. 303-310; Ş. Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhânelerinin Mimarî Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, II, 184-193; III, 128-134, çz. XI.1-6, rs. XI.1-16; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 2120-292; Süreyya Eroğlu, “Urfa Mevlevihanesi (Tarihçesi, Mimarisi, Restorasyon Öncesi ve Sonrası)”, Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlâna Sempozyumu Bildirileri, Konya 2006, s. 1083-1093; İlhan Palalı, “Urfa Mevlevihanesi ve Urfa’da Mevlevilik”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Uluslararası Mevlâna ve Mevlevîlik Sempozyumu, Bildiriler, 26-28 Ekim 2007, Şanlıurfa, ts., II, 371-377; Osman Öksüzoğlu – M. Mercan Özkan, “Şanlıurfa Mevlevîhânesi ve Şanlıurfa Mevlevîhânesi’nde Yapılan Dinî Musiki İcralarının Lâ Dinî Musiki İcralarına Yansıması”, Dünyada Mevlâna İzleri Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Konya 2010, s. 395-411; Ziya Kazıcı, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Urfa’daki Vakıf Hizmetleri”, MÜİFD, sy. 5-6 (1993), s. 96.

Tokat Mevlevihânesi
Tokat Mevlevihânesi 511 337 Hz. Mevlâna Dergâhı

TOKAT MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. Barihüda Tanrıkorur

Tokat’ta XVIII. yüzyılda kurulan Mevlevî tekkesi.

Menâķıbü’l-Ǿârifîn’de anlatıldığına göre Selçuklu Veziri Muînüddin Süleyman Pervâne, Konya’da iken intisap ettiği Fahreddîn-i Irâkī’yi Tokat’a davet etmiş ve burada kendisi için bir hankah yaptırmıştı. XIV. yüzyılda da Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi tarafından Tokat’a halifeler gönderilmiştir. Bu tarihlerden itibaren Tokat’ta Mevlevîlik yaygınlaştığı ve birkaç mevlevîhâne inşa edildiği halde günümüze yalnız XVIII. yüzyılda kurulan, Tokat merkez Soğukpınar mahallesinde Bey sokağı ile Eski Hükümet ve Beyhamam sokakları arasında bulunan mevlevîhâne ulaşmıştır. II. Mehmed dönemi başlarında tutulmuş olan 859 (1455) tarihli Tahrir Defteri’nden Tokat’ta bir hankah-ı Mevlevî ve otuz iki hânelik Mevlevîhâne mahallesi bulunduğu öğrenilmekte, fakat 1472’de Uzun Hasan’ın Tokat üzerine gönderdiği ordunun âni hücumuyla şehrin baştan başa tahrip edilmesi yüzünden 8120 (1485) tarihli tahrirde Mevlevîhâne mahallesinin sekiz hâneye düştüğü ve 925’teki (1519) “Mahalle-i Hoca İbrâhim nâm-ı dîger Mevlevîhâne” kaydından Mevlevîhâne mahallesinin isminin değiştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Tokat merkez kazasına ait 984 (1576) tarihli vakıf kayıtları arasında mevlevîhâneye rastlanmamaktadır.

1066’da (1656) Tokat’tan geçen Evliya Çelebi, usta neyzenler eşliğinde haftada iki gün âyin yapılan Tokat Mevlevîhânesi’nden Beşiktaş Mevlevîhânesi derecesinde gelişmiş önemli bir Mevlevî tekkesi diye bahsetmektedir. Evliya Çelebi’ye göre I. Ahmed’in veziri olan Muslu Ağa, Mevlevîler için bir vakıf kurmuş ve kendi konağının bulunduğu geniş arazinin bir kısmına bu mevlevîhâneyi inşa ettirmiştir. Asıl vakfiyesi henüz bulunmamakla birlikte Tokat Mevlevîhânesi’nin son şeyhi Mehmed Hâdi Dede Efendi’nin Konya çelebisine yazdığı 1911 tarihli mektupta mevlevîhânenin 1048’de (1638) Muslu Ağa namındaki Tokatlı bir zat tarafından tesis edildiğinden ve Meŝnevî’nin ilk mısraına ebced hesabıyla düşürülen tarihi belirten, “Muslu Ağa sâhte în tekyerâ Mevlevîyân tâ ibâdet mîkoned/Goft Mevlânâ zi-pîş-i târiheş: Bişnev ez ney çün hikâyet mîkoned” beyitlerinin tekkede bulunan bir kitâbe üzerinde bulunduğundan bahsetmektedir. Ancak Evliya Çelebi’nin I. Ahmed’in veziri olduğunu belirttiği Muslu Ağa resmî kayıtlarda, meselâ Tokat Şer‘iyye Sicilleri Arşivi’nde yeniçeri ağası diye kayıtlıdır.

1115 (1703) tarihli hüccete göre Muslu Ağa’nın yaptırdığı mevlevîhâne zamanla yıkılmış ve yalnız arsası kalmış, meşihatta bulunan Müderris Mehmed Efendi b. Dânişî Ali Efendi mevlevîhâneyi tekrar inşa ettirmiştir. 1792’de Tokat büyük bir yangın geçirmiştir. Mevcut semâhâneyi içeren ana binanın, taşıdığı Osmanlı barok-ampir/empire mimari unsurlarından XIX. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendirilebildiği için bu yangından sonra yenilendiği tahmin edilmektedir. Plan tipi ve bazı tavan süslemelerinden XVIII. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilen mevlevîhânenin meşrutası ve Muslu Ağa Konağı olarak bilinen harem büyük ihtimalle bu tarihte de bir onarım görmüştür. Tokat Mevlevîhânesi meşihatında bulunan postnişinler şunlardır: Ramazan Dede Efendi (1048/1638 civarında), Tâlib Şeyh Mehmed Dede Efendi, Müderris Şeyh Mehmed Efendi b. Dânişî Ali Efendi, Abdülahad Dede Efendi, Hüseyin Dede Efendi b. Abdülahad Dede, Seyyid Osman Dede Efendi b. Hüseyin Dede Efendi, Hâfız Mehmed Emin Dede Efendi b. Hüseyin Dede, Hasan Dede Efendi b. Hâfız Mehmed Dede Efendi, Mehmed Emin Dede Efendi b. Hasan Dede, Ali Rıza Dede Efendi b. Hasan Dede, Mehmed Hâdi Dede Efendi b. Ali Rızâ Dede ve Abdülhâdi (Ergin) Dede Efendi b. Mehmed Hâdi Dede (ö. 1941). Günümüzde Seyyid Osman, Hâfız Mehmed Emin ve Mehmed Emin Dede efendilerin mezar taşları mevlevîhânenin arka bahçesinde bulunmaktadır.

Tekkeler kapatıldıktan sonra 1934 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tescil edilen mevlevîhâne ana binasına el konulmuş ve Muslu Ağa Konağı son şeyh ailesine bırakılmıştır. Uzun süre boş kalan ana bina, 1939’da onarılarak on yıl boyunca Jandarma Alay Komutanlığı tarafından kadınlar hapishanesi olarak kullanılmıştır. 1949’da selden zarar görerek onarılmış, 1954-1996 yılları arasında Kur’an kursu vazifesi görmüştür. 1976’da, gerek süsleme gerekse mimari bakımından büyük değer taşıyan ana bina ve harem korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edilmiştir. Ancak eksik tescillenme yüzünden mevlevîhâne külliyesi parçalanıp bozulmaya başlamış, bazı parseller ifraz yoluyla satılmış ve matbahla türbe yıkılıp yerine askeriyeye ait binalar yapılmış, bahçe arsası üzerine Jandarma Alay Komutanlığı’na ait büyük bir yapı inşa edilmiş, 19120 civarında matbahla türbe yerine yapılan binalar da yıkılmış ve Jandarma Alay Komutanlığı’nın binası Tokat Millî Eğitim Müdürlüğü Sağlık Ocağı’na tahsis edilmiştir. Ana binanın doğu duvarına bitişik Mevlânâ Hamamı, aslında mevlevîhâne külliyesine ait olup aynı vakfın gelir kaynakları arasında yer almasına rağmen şahıs eline geçmiştir. 1997’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce hamamın tescil edilerek kamulaştırılmasına, ana bina ve harem konağının onarılmasına ve mevlevîhâne sahasının korunmasına karar verildiği halde restorasyonu çeşitli sebeplerden dolayı ancak 2005 yılında tamamlanabilmiştir. Değişik dönemlerde onarıma tâbi tutulan Tokat Mevlevîhânesi özgün mimarisini büyük ölçüde yitirmiştir. XVII-XIX. yüzyılların görkemli halinden çok şey kaybederek günümüze ulaşan ana bina 2006’dan beri Tokat Mevlevîhâne Vakıf Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Tekkelerin kapatılması sırasında mevlevîhâne ihata duvarıyla çevrili 3000 m²’lik bir arazi üzerinde yer almaktaydı. İki renkli kesme taştan basık kemerli avlu kapısından girilen küçük bir avlu etrafında müstakil bir türbe, türbenin güneyinde bir matbah ve onun doğusunda iki katlı semâhâne, dedegân hücreleri, meydan odası ve şeyh dairesini ihtiva eden ana bina yer alıyordu. Ana binanın doğusunda bir hamam, köşede tekkenin selâmlık bölümü, şeyhe ait iki katlı Muslu Ağa Konağı mevcuttu. Bazı mezar taşlarının arka bahçede bulunmasından bahçenin bir kısmının “hâmûşân” olduğu düşünülebilir. Günümüzde sadece giriş kapısı ve iki yanındaki kuzey ihata avlu duvarı, iki katlı ana bina, hamam ve Muslu Ağa Konağı mevcuttur.

XIX. yüzyıl Osmanlı barok-ampir/empire üslûbundaki ana bina kareye yakın dikdörtgen planlı, bağdâdî ve iki katlıdır. Cephelerde üst katta altlı üstlü iki sıra, alt katta tek sıra dikdörtgen pencereler yer alır. Ön avludan binanın kuzeydoğu köşesindeki “L” merdivenle kuzey giriş cephesinin üst katına çıkılmaktadır. Merdiven korkuluğunun başladığı yerde -korkuluğu duvara tesbit eden- “S” kıvrımlı, ejder yüzlü, oyma bezemeli bir merdiven başı tacı yer alır. Kat sahanlığı ve buraya sonradan konulmuş kapı geçildikten sonra ön cephe boyunca uzanan hayat veya dış sofaya benzeyen çıkma revaka gelinir. Revakın kuzey (dış) ve batı (yan) tarafları, aralarındaki dokuz sütunun altlıklarıyla ahşap torna işi alçak bir korkulukla kapatılmıştır. Dokuz yuvarlak ahşap sütunla köşelerde dikdörtgen kesitli iki direk yuvarlak kemerlerle çıkmalı revakın çatısını taşır. Bağdâdî revak kemerleri birbirine eklenerek bütün cephe boyunca devam eden dalgalı bir hat meydana getirmekte ve kemer dizisinin üzerinde cephenin içbükey geniş bağdâdî saçağı bulunmaktadır. Ortada mevcut dokuz zarif yuvarlak ahşap

sütun başlıklarında ajur tekniğiyle ve özenle oyulmuş akantus yaprağı motifleri bölgenin ince ahşap işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Desenli karo taş döşenmiş revakın güney duvarının başında yan yana, tek kanatlı iki küçük kapı, ortasında semâhâne cümle kapısı yer alır. Revakın batısında önü ahşap korkuluklu bir oturma sekisi vardır. Çift kanatlı ahşap semâhâne kapısı üç aynalı düzende olup üst kısmında, “Ey (bütün) kapıların açıcısı, bize (en) hayırlı kapıyı aç!” meâlindeki duanın sülüs hatlı kitâbesi yer alır. Kare planlı semâhânenin ortasında, on altı ahşap sütuna oturan dilimli kemerler üzerinde dilimli kubbeli onaltıgen bir semâ meydanı bulunur. Kubbenin ortasında sarkık küre şeklinde ahşap kabartma oyma göbek görülür. Kubbenin tezyinatı badana ile tamamen kapatılmış ve kubbe eteğindeki Allah, Muhammed, on iki imamın adı, Hz. Mevlânâ gibi isimlerin yazılı olduğu ahşap madalyonlar yeni konmuştur. Semâ meydanının etrafındaki ziyaretçi mahfilinin üzerinde kare çıtakârî taksimatlı düz tavanın köşeleri çeyrek ışınlı güneş şeklinde düzenlenmiştir. Geniş bir ahşap silme ile ikiye bölünen güney ve batı duvarlarındaki, altlı üstlü iki sıra halinde on sekiz dikdörtgen pencere semâhâneyi aydınlatır. Yuvarlak kemerli, fazla derin olmayan, sade nişli mihrap son onarımdan önce sivri ince bir ahşap bordürle çevrilmişti. Semâhânenin güneybatı köşesine ajurlu oyma ahşap alınlıklı ve üçgen planlı çok zarif bir köşe kitaplığı yerleştirilmiştir. Üstünde boynuzlu bir alem bulunan alınlığın “C” kıvrımlı bitkisel motifleri ortasında beyzî bir kartuş üstünde çakma sülüs harflerle Beyyine sûresinin, “O sayfalarda doğru yazılmış hükümler vardır” meâlindeki üçüncü âyeti yazılıdır. Mihrabın karşısındaki asma misafir ve mutrip mahfiline kuzeydoğu köşesindeki bir merdivenle çıkılır. Merdiven başı tacının ucunda, giriş merdiveninde olduğu gibi yandan ejder yüzlü bir oyma kabartması ve üstünde bir “S” kıvrımın taşıdığı Mevlevî destarlı sikke kabartması vardır. Mahfil korkuluğunun başındaki baba da bir Mevlevî destarlı sikke şeklindedir. Cümle kapısının üstündeki mahfil kısmının önünde bulunan iki sütunun arasına çıkıntılı yuvarlak bir mutrip mahfili yerleştirilmiştir. Semâhânenin doğu duvarı boyunca uzanan, önü kafesli fevkanî kadınlar mahfili vardır. Çıkma revakın başındaki ilk kapıdan girilince bir koridordan tâdil edilmiş hücreli kısma geçilir. Bu koridora eskiden ayrı kapısı olan dört derviş hücresi açılıyordu (bugün tek mekânlı sergi salonudur).

Ön avludan, kuzey cephesinin ortasında yer alan iki ahşap sütunun taşıdığı geniş basık kemerli kapıdan alt katın “taşlık” olarak tanımlanabilecek orta sofasına geçilir. Sofaya dört oda açılır. Odaların döşemesi ahşap olup sofa kotundan yüksektir. Çıtakârî taksimatlı düz tavanlı sofa sağa dönüş yaparak ve daralarak devam eder. Muhtemelen vaktiyle arka bahçe ve hâmûşân arasında bir çıkış/bağlantı oluşturuyordu. Değişikliğe uğrayan iki ön odanın (günümüzde müdürlük makamı) daha önce müstakil girişli üç dede hücresiyle alt katın kuzeybatı köşesinde yer alan büyük ve fazlaca süslenip aydınlatılmış baş odası ana avluya, batıda eski türbe ve matbaha ikişer pencere ile bakan şeyhin misafir kabul odası olduğu tahmin edilmektedir. Odanın çıtakârî tekniğiyle taksim edilmiş baklava dilimli tavanının ortasında ajurlu tarzda oyulmuş, Avrupa etkili çiçek ve yaprak motifli, sivri uçlu nefis bir oval kabartma göbek sarkar. Ahşap kapısı üç aynalı olup ortaları iri birer kabartma gülçe ile tezyin edilmiştir. Güneydoğudaki köşesi pahlanmış arka köşe odası göbeksiz bir tavana sahip olup bu mekânın eskiden mevlevîhânenin meydân-ı şerifi olduğu tahmin edilmektedir. Ana bina plan itibariyle -alt katta orta sofaya açılan dedegân hücreleri, üst katta semâhâne, çokgen orta semâ meydanı ve fevkanî kafesli kadın mahfili ile- Galata Mevlevîhânesi’nin son ana binasını andırmaktadır.

Ana binanın doğusunda bulunan Mevlânâ Hamamı kaba yontu ve moloz taş duvarlı, doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı, tek eyvanlı hamam olarak inşa edilmiştir. Doğudan başlayarak sırasıyla soyunmalık, soğukluk, sıcaklık ve su deposundan meydana gelir. Külhan hamamın batısında yer almayıp kuzey cephesine kaydırılmıştır. Soyunmalık ve külhan ahşap bir çatı ile, soğukluk, eyvan ve su deposu sivri beşik tonozlarla, sıcaklık merkezi ve halvetler kubbelerle örtülmüştür. Eravşar’a göre sıcaklığa açılan ve tek eyvandan oluşan hamam en geç XV. yüzyıla tarihlendirebilir ve mevlevîhânenin bulunduğu yerde daha önce mevcut bir hamam büyük ihtimalle 1638 yılında Muslu Ağa tarafından yenilenmiştir.

Eğimli arazinin güneydoğu köşesinde yer alan harem kısmı (Muslu Ağa Konağı) şeyh ailesinin ikametine tahsis edilmiştir. Ahşap-karkas arası kerpiç dolgudan yapılmış basık bir bodrum üzerine tek katlı olup önünde mutfaklı bir “iş evi” bulunur. Duvar iç yüzleri çamur sıva üzerine alçı olduğu halde dış yüzleri kıtıklı kireç sıvalıdır. Yüksek üç ufak pencere ile sokağa bakan doğu cephesi alaturka kiremitle örtülü kırma çatısıyla dıştan önemsiz bir ev gibi görünmektedir. Evin önündeki bahçeden eyvanımsı bir giriş bölümü olan geniş bir açık avluya girilir. Avlunun batı duvarının ucunda büyük bir ocak, giriş geçidinin yanında dikdörtgen planlı genel hizmetlere ayrılmış birim (mutfak ve çamaşırhane), buna bitişik köşede kareye yakın planlı bir kiler, avlunun doğusunda basık depolu bir bodrum ve bunun üstünde asıl konut kısmı yer alır. Mutfağın kuzey duvarında sivri kemerli bir ocak ve kapaklı dolaplar bulunur. Doğu duvarında sıra dolaplar, bunların yanında üstte misafir kabul odasına çıkan bir merdiven vardır. Konut katı, bükülerek giden Beyhamam sokağına uydurulmak için kuzeydoğu cephesi daralmış bir yamuk dikdörtgen şeklindedir. Avlunun doğusunda yer alan merdivenle önü üç dilimli, kemerli açık eyvan şeklindeki sofaya çıkılır. Buraya üç yönden oda kapıları açılmaktadır. Güneydeki dikdörtgen baş oda dört pencere ile avluya bakar ve doğu duvarının ortasında, iki yanında dolap olan şerbetlik/çiçeklikli bir niş yer alır. XIX. yüzyılın sonlarına ait alçı tavanın ortasına ucu “C” kıvrımlı yapraklarla süslenmiş kabartma bir göbek yerleştirilmiştir. Evin en eski tarihli tavanı güneydoğu köşesindeki büyük bir yüklüğü olan yamuk dikdörtgen odada bulunuyordu. Kademeli kare kuruluşlu tavan sekiz kare bordürün çevirdiği yuvarlak bir madalyondan meydana gelir. Tavan yüzeyleri klasik edirnekârî üslûpta hatâyî ve şakayıkların arasında üçlü iri gül motifli kıymetli kalem işleriyle süslüdür. Köşelerdeki “C” kıvrımlı yapraklı çiçek ve gül motiflerinden dolayı tavan, Osmanlı mimarisinde Lâle Devri’nden I. Mahmud dönemine geçişin gerçekleştiği XVIII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilebilir.

Sofanın kuzeydoğusunda hamam, hamam odası, yüklükler ve hamam sofasından müteşekkil bir hamam dairesi yer alır. Hamam sofasından girilen, kuzeyindeki yamuk dikdörtgen hamamın soyunma odasının dört penceresi, oval çerçeveli alçı tavanı ve yamuk dikdörtgen planlı büyük bir havlu yüklüğü/kurutma yeri vardır. Yüklük olan hamam sofasından ana sofanın doğusundaki, ortası oval sekizgen çerçeveli bir tavanla örtülü, yamuk dikdörtgen planlı hamama (sıcaklık/halvet) geçilir. Hamamın bağdâdî bir kubbe ile örtülen iki yuvarlak havalandırma penceresi sofaya açılır. Su deposu bulunmayan hamamın cehennemlik katına ait izler zemin katta kısmen görülmektedir. Odanın önünde üç dilimli kemerlerle bölünmüş iki çapraz tonozla örtülü, önü korkuluklu bir hayat yer alır. Buradan kareye yakın planlı şeyh kütüphanesine girilir. Bahçeye bakan üç penceresi, bunların önünde sedir ve girişinde bir pabuçluk kısmı vardır. Çıtakârî tekniğiyle süslenmiş tavanın kare çerçevesi içine iç içe dairelerden oluşan bir kompozisyon yerleştirilmiştir. Ortadaki yuvarlak göbek barok karakterli, taşkın eğri kesim tekniğiyle yapılmış çiçek ve yapraklardan meydan gelen ve bunun dışında bütün tavan “S” kıvrımlı çıtalardan oluşan küçük karelere bölünmüştür. XIX. yüzyılın ortasına tarihlenebilen bu tavan, motiflerinde görülen Batı etkisiyle geleneği kaynaştırma özelliğinden dolayı dikkati çekmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Evkaf, nr. 11963, 12025, 12495, 12860, 26468; BA, TD, nr. 2, s. 40, 43; nr. 19, s. 3; nr. 79, s. 5; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Defter-i Evkāf-ı Rûm, nr. 583; VGMA, Defter, nr. 481, s. 250, sıra 151; nr. 1760, s. 349 (Tokat’ta Muslu Ağa Mevlevîhânesi Vakfı’na ait Şâban 1115/Aralık 1703 tarihli hüccetin örneği ve bir ilmühaber); nr. 483, s. 250, sıra 718 (şahsiyet kaydı); nr. 60.01.01-/30 (Tokat-Mevlevî Tekkesi dosyası); nr. 60.01.01-/29 (Tokat-Muslu Ağa Vakıf Konak dosyası); Tokat Şer‘iyye Sicilleri, nr. 11, s. 49, hk. 50; nr. 12, s. 101, hk. 2; nr. 13, s. 89; nr. 19, s. 148, hk. 1; nr. 24, s. 34, hk. 2, s. 108, hk. 2, 3; nr 29, s.109, hk. 1, s. 201, hk. 1; nr. 37, s. 140, hk. 1; Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, zarf nr. 68/36; Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 126-127, 130, 142, 156; II, 259-262, 294-295, 309-310, 326, 347-348; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, V, 60, 61; J. P. de Tournefort, Relation d’un voyage du Levant, Paris 1717, II, 432; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, s. 58; Halis Turgut Cinlioğlu, Osmanlı Zamanında Tokat, Tokat 1950-73, II, 24, 76; III, 107; IV, 8, 53-56, 61-62; Halit Çal, “Tokat Evleri”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat Sempozyumu: 2-6 Temmuz 1986 (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Ankara 1987, s. 365-418; a.mlf., Tokat Evleri, Ankara 1988, s. 3-5, 47-49; Ş. Barihüda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhânelerinin Mimarî Özellikleri (doktora tezi, 2000), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, II, 267-283; III, çizim XV.1-8, rs. XV.1-34; Sezai Küçük, Mevleviliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 257-261; Osman Eravşar, Tokat Tarihi Su Yapıları (Hamamlar), Konya 2004, s. 17-20, 103; “Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi”, Vakıf Medeniyeti Çevre Yılı 2007, Ankara 2007, s. 271-273; “Mevlevihane (2006)”, Bir Asırda Tokat (haz. Hasan Erdem v.dğr.), Tokat 2007, s. 191-195; Hasan Yüksel, “Tokat Mevlevîhânesi”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 61-68; E. Çatalbaş, “Mevlevihane”, Tokat Kültür Araştırma Dergisi, sy. 10, Tokat 1997, s. 14-16; Mehmet Beşirli, “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Tokat Mevlevîhânesi ve Gelirleri ile İlgili Sorunlar”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XIII/2, Elazığ 2003, s. 337-373; Sevay Atılgan, “Tokat İli’ndeki Vakıflar Genel Müdürlüğü Mevlevihane Vakıf Müzesi Örneğinde Müzecilik Anlayışı ve Önemi”, VD, XXX (2007), s. 449-466; a.mlf., “Tokat Müzeleri”, a.e., XXXI (2008), s. 255-258, 2120-295.

ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ
ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ 956 693 Hz. Mevlâna Dergâhı

ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ

M. Baha Tanman

Üsküdar ilçesinde İmrahor semtinde Ayazma mahallesinde Doğancılar caddesinin batı yakasında yer almaktadır. Sultanzâde Halil Nûman Dede Bey tarafından 1207’de (1792-93) kurulan mevlevîhâne, İstanbul’daki diğer mevlevîhânelerden farklı olarak özellikle taşradan İstanbul’a gelen ve İstanbul’dan Anadolu’ya geçen dervişlerin konaklaması için tasarlanmıştır. Aynı zamanda Galata Mevlevîhânesi’nin yirminci postnişini olan Nûman Dede’nin, Üsküdar’daki evini tâdil etmek ve buna bir semâhâne eklemek suretiyle ilk mevlevîhâne binasını meydana getirdiği bilinmektedir.

Üsküdar Mevlevîhânesi XIX. yüzyıl içinde birçok defa yenilenmiş ve onarım geçirmiştir. II. Mahmud, Müşir Ahmed Fevzi Paşa’yı bina emini tayin ederek 1250’de (1834-35) mevlevîhâneyi yeni baştan inşa ettirmiş, Abdülmecid döneminde 1844, 1845 ve 1851 yıllarında yapının birtakım eksikleri tamamlanmış ve onarımı yapılmıştır. Son olarak 1872’de Kaptanıderyâ Ahmed Vesim Paşa tarafından bugünkü şekliyle ihya edilmiştir. Semâhâne-türbe, selâmlık-mutfak, dedegân ve harem dairelerinden meydana gelen yapılar topluluğu XIX. yüzyılın son çeyreğinde de birtakım onarımlar geçirmiş olmalıdır. Son postnişin Ahmed Remzi (Akyürek) Dedeefendi 1919’da meşihata getirildiğinde harap durumdaki mevlevîhâneyi tamir ettirmiştir. Diğer taraftan mevlevîhânenin II. Meşrutiyet döneminin başlarında Bahariye ve Yenikapı mevlevîhânelerini ihya eden, Mevlevî muhibbi Sultan Reşad tarafından yenilenmesi düşünülmüş, bu dönemde Evkaf Nezâreti inşaat ve tamirat müdürü Mimar Kemâleddin Bey ilginç bir taslak hazırlamış, ancak Balkan savaşları ile I. Dünya Savaşı’nın araya girmesi üzerine bu proje uygulanamamıştır. Cumhuriyet döneminde terkedilen ve zamanla harap duruma gelen binalar harem bölümü dışında 1975-1980 yıllarında bazı hayır severlerin yardımlarıyla onarılmıştır.

Mevlevîhânede cumartesi günleri mukabele icra edilmesine rağmen burası, Mevlevî dervişi yetiştirmekle yükümlü bir âsitâneden ziyade konaklama fonksiyonuna yönelik bir tesis olduğundan diğer İstanbul mevlevîhânelerine oranla başta mûsiki Mevlevî kültürünün gelişimi açısından daha mütevazi bir geçmişe sahiptir. Dahiliye Nezâreti’nin 1301 rûmî tarihli (1885-86) istatistik cetvelinde burada on dört dervişin ikamet ettiği belirtilmiştir. Nûman Dede’den sonra Mehmed Hüsâmeddin Dede (ö. 1801), Ali Nâilî Dede, İsmâil Hulûsi Dede, Seyyid Mehmed Emin Dede, Seyyid Abdullah Necib Dede, Ahmed Ârif Dede, Mehmed Zeki Dede, Mehmed Hasib Dede, Halil Hâlid Dede, Ârif Dede, Galata Mevlevîhânesi’nin son postnişini Ahmed Celâleddin Dede ve Ahmed Remzi Dede (ö. 1944) posta geçmiştir. Mevlevîhânenin arsası doğuda Doğancılar caddesi, diğer yönlerde bahçeli meskenlerin işgal ettiği komşu parsellerle çevrilidir. Semâhâne-türbe arsanın güneydoğu köşesinde cadde üzerinde yer alır. Bunun kuzeybatısında selâmlık-mutfak binası bulunmaktadır. Selâmlık-mutfağın güneyinde yedi adet kabri barındıran küçük bir hazîre mevcuttur. Bu yapının da kuzeybatısında dedegân dairesi mevcuttur. Harem bölümü arsanın kuzeydoğu köşesini işgal etmekte ve cadde üzerinde yer almaktadır. Arazinin binalardan artakalan kısmını epeyce geniş bir bahçe teşkil eder.

Yamuk planlı semâhâne-türbe yapısının boyutları kuzeyde 6, batıda 14,5, güneyde 8, doğuda 16 metredir. 50 cm. kalınlığındaki duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülmüştür. Pencere ve kapı söveleri kesme küfeki taşındandır. Kırma çatısı alaturka kiremitle kaplıdır. İki katlı olan binanın zemin katı türbe, üst katı semâhâne şeklinde tasarlanmıştır. Zemin katta batı duvarında yer alan ve bahçeye açılan bir kapıdan türbeye girilmekte, girişin yanlarında üçgen kemerli birer pencere görülmektedir. Türbenin biri kuzey duvarında, beşi cadde üzerindeki doğu duvarında altı penceresi daha vardır. Bunlardan kuzeydeki ile batı duvarının ortasında yer alan sepet kulpu biçimindedir, diğerleri ise üçgen sövelerle donatılmıştır. Güney duvarı sağırdır. Dışarıdan türbenin güneybatı köşesine bitişen, tek katlı, dikdörtgen planlı bir türbedar dairesinin varlığı tesbit edilmiştir. Bugüne ulaşmayan türbedar dairesinin kuzeybatı köşesinden başlayan iki kollu ve moloz taş örgülü bir kâgir merdiven üst kattaki semâhâneye çıkmaktadır. Üst katın bütününü işgal eden semâhânenin kuzey yönünde yer alan, yaklaşık 5,5 × 5,5 m. boyutlarındaki kesim iki ucu kavisli bir ahşap parmaklıkla ayrılarak kısmen mutriplere, kısmen de ziyaretçilere mahsus bir maksûreye dönüştürülmüştür. Yine bu yönde parmaklıkların az gerisinde dört adet kare kesitli ahşap sütunun taşıdığı üç ahşap kemer sıralanmaktadır. Maksûreden geriye kalan, ortalama 8,50 × 6,5 m. boyutlarındaki bölüm semâ alanı olarak ayrılmıştır.

Türbede olduğu gibi burada da güney duvarı sağırdır. Batı duvarında yuvarlak kemerli, dikdörtgen ahşap kasalı girişten başka iki adet pencere yer almaktadır. Maksûreye ait olan kuzey duvarının ortasında yuvarlak kemerli bir kapı yapının bu cephesinde dışarıya taşan ahşap mükebbireye geçit vermektedir. Yarım daire planlı bu mükebbirede aşağıdan yukarıya doğru basit bir korkuluk duvarı, beş adet kare kesitli ince ahşap sütun, bunların arasında kırık kaş kemer biçiminde ahşap alınlıklar ve kısa bir saçakla donatılmış yarım sekizgen piramit biçiminde bir ahşap çatı görülmektedir. Mihrabın dışarıya çıkıntı yapmayan kavisli nişi ve sepet kulpu kemerli kavsarası vardır. Semâhâne-türbe binasının içinde süsleme olarak kayda değer yegâne unsur mihrap hücresinin yüzeyinde görülen kalem işi tezyinattır. Burada uçları püsküllü kordonlarla tutturulmuş perde ve kandil motifi bulunmaktadır. Dış süsleme olarak da kayda değer tek şey cadde üzerindeki doğu cephesinde, üst katta mihrabın tepesine isabet eden yerde görülen sehpa üzerine oturtulmuş Mevlevî tacı kabartmasıdır. Sıva ile yapılan bu kabartma geç devir tarikat yapılarında sıkça rastlanan, tekke eşyalarının ve tasavvufî sembollerin mimari süslemede yer alması geleneğine bağlanmaktadır.

Kare bir alanı (12 × 12 m.) kaplayan selâmlık-mutfak binasının kâgir duvarlı zemin katı ve ahşap duvarlı üst katında orta sofalı plan tipi uygulanmış, zemin kattaki sofanın çevresine şeyh odası, mutfak ve bununla bağlantılı somathâne, giriş üzerinde bir çıkma yapan üst kat sofasının çevresine altı adet oda yerleştirilmiştir. Zâviye niteliğindeki bu mevlevîhânede mutfağın, âsitânelerde görüldüğü gibi yemek pişirmenin yanı sıra semâ meşki ve derviş terbiyesi gibi fonksiyonları içermediği ve âsitâne mutfaklarına oranla daha ufak tutulduğu dikkati çekmektedir. Dikdörtgen planlı (14,50 × 8 m.), tek katlı ve kâgir duvarlı dedegân dairesi, yapıyı boydan boya kateden bir koridorla bunun üzerinde sıralanan dört adet hücreden ibarettir. Üsküdar Mevlevîhânesi’nin tarikat mimarisi açısından en çok dikkati çeken yanı türbenin semâhânenin alt katında yer almasıdır. Söz konusu garip konum sûfî çevrelerinde, velîlerle onların yoluna bağlı olanlar arasında bulunduğuna inanılan mânevî yakınlığı tasarıma yansıtmakta, diğer taraftan Türk-İslâm mimarisinin erken tarihli kümbetlerinde gözlenen bir gelenekle irtibatlandırılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Hâlen Âsitâne-i Aliyyede ve Civarında Vâki Olan Dergâh ve Zevâyâ ve Mahall-i Zikrullah, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1825, sıra nr. 154; İstanbul Tekkeleri Listesi, TSMA, nr. E. 1772, 3333, sıra nr. 163; İstanbul Tekkeleri Listesi, Süleymaniye Ktp., Zühdü Bey, nr. 489, vr. 1b; Melekpaşazâde Kadri Beyefendi, Hankâhname (İstanbul Tekkeleri Listesi), Süleymaniye Ktp., Nuri Arlasez, nr. 36, vr. 3a; Sultan II. Mahmud’un Kızı Sâliha Sultan ile Tophâne-i Âmire Müşiri Halil Rifat Paşa’nın İzdivacı Merasimindeki Davetlilerin Kaydına Mahsus Defter, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 2802, vr. 13a; Âsitâne Tekkeleri, s. 5; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 5; Mecmûa-i Cevâmi‘, II, 72-73, nr. 126; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, I, 102; 1328 Senesi İstanbul Beldesi İhsâiyât Mecmuası, İstanbul 1329, s. 19; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş –

Ali Yılmaz), İstanbul 2006, V, 259-275; Behcetî, Merâkid-i Mu‘tebere-i Üsküdar, s. 89-92; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 210-212; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 24; M. Baha Tanman, “Relations entre les semahane et les türbes dans les tekkes d’Istanbul”, Ars Turcica: Akten des VI. Internationalen Kongresses für Türkische Kunst (ed. K. Kreiser), München 1987, s. 315-316; a.mlf., “Settings for the Veneration of Saints”, The Dervish Lodge: Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey (ed. R. Lifchez), Berkeley 1992, s. 148-149; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 158; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı (haz. Halil İnalcık – Günsel Renda), İstanbul 2003, I, 302; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları / Tekkeler”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler (haz. Ahmet Yaşar Ocak), Ankara 2005, s. 357; a.mlf., “İstanbul’da Mevlevîliğin Fiziksel Ortamı-The Physical Setting of the Mevlevî Order in İstanbul”, Saltanatın Dervişleri Dervişlerin Saltanatı-The Dervishes of Sovereignty The Sovereignty of Dervishes (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 82, 94, 98, çz. 4; a.mlf., “Kitchens of the Ottoman Tekkes as Reflections of the Imarets in Sufi Architecture”, Feeding People, Feeding Power-Imarets in the Ottoman Empire (ed. Nina Ergin v.dğr.), İstanbul 2007, s. 216, 236, şekil 21; a.mlf., “Mevlevîhânelerin Mimari Süslemesinde Mevlevîliğe İlişkin Öğeler”, Aşk Ocağında Cân Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlânâ Celâleddin Rûmî (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 101; a.mlf., “Üsküdar Mevlevîhanesi”, DBİst.A, VII, 348-349; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, II, 647-651; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 235-243; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 313, 354-355, 366-367, 576; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 109, 134, 430-431, 439, 452-453, 619, 622, 686, 688 (not 231), 728, 788 (not 253), 838-839, 846; Sâlim Yorgancıoğlu, Üsküdar Dergâhları (haz. Ahmed Yüksel Özemre), İstanbul 2004, s. 120-94; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihaneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 38-39; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler”, TT, XI/61 (1989), s. 39, nr. 202.

YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ
YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ 1024 685 Hz. Mevlâna Dergâhı

YENİKAPI MEVLEVÎHÂNESİ

M. Baha Tanman

İstanbul’da Mevlânâkapı dışında XVI. yüzyılın sonunda kurulan ve Mevlevî kültürünün gelişiminde önemli yeri olan mevlevîhâne.

İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi sınırları içinde olup adını verdiği Mevlânâkapı dışında 1006’da (1597) yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından kendisine ait bir bahçe içinde tesis edilmiştir. İstanbul kara surlarını dışarıdan çevreleyen, büyük kısmı mezarlıklarla kaplı kuşakta yer alır. Bizans döneminde Rhesium diye bilinen, Osmanlı döneminde Yenikapı ya da Bâb-ı Cedîd adlarını alan kapı, sur içi iskânını söz konusu tesise bağlayan yolun üzerinde bulunduğu için Bâb-ı Mevlevîhâne, Mevlevîhâne Kapısı ya da aynı adı taşıyan diğer sur kapılarından ayırt edilmesi için Mevlevîhâne Yenikapısı olarak anılmaya başlanmış, son dönemde Mevlânâkapı’ya dönüşmüştür. Mevlevîhâne de adını bu kapıdan alarak Yenikapı Mevlevîhânesi ya da Mevlevîhâne der Bâb-ı Cedîd adıyla kaynaklara geçmiştir. Başlangıçta semâhâne, mescid ve on sekiz dedegân hücresinden ibaret mütevazi bir zâviye şeklinde faaliyete geçen mevlevîhâne zaman içinde gelişerek tam teşekküllü bir kuruluş haline gelmiştir. Mevlevîhâneye XVII. yüzyıl başlarında yine bânisi tarafından meydân-ı şerif ile matbah-ı şerif, ikinci postnişin Doğanî Ahmed Dede’nin meşihatı sırasında da şeyhlerin ikameti için bir köşk eklenmiştir. Doğanî Ahmed Dede’nin meşihatında mevlevîhâneye yardım eden damadı Tâcir Mehmed Efendi yeni hücreler inşa ettirmiştir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın ortalarında Yenikapı Mevlevîhânesi’nde yetmiş kadar derviş hücresinin bulunduğunu, yetmiş seksen kadar dükkânın da bu tesise vakfedildiğini bildirir.

Zaman içinde padişahlardan, hânedan mensuplarından ve devlet ricâlinden birçok kimsenin mevlevîhânenin vakıflarını genişlettiği, yapıları tamir ettirdiği ve yeni birimler eklediği tesbit edilmektedir. Bunların arasında Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın 1144’te (1731-32) semâhâneyi genişleterek tamir ettirmesi, Sadrazam Abdullah Nâilî Paşa’nın 1168’de (1755) dedegân hücrelerini yeniden yaptırması, Sadrazam Safranbolulu İzzet Mehmed Paşa’nın bazı Mevlevî büyüklerinin türbelerini onartması, Şeyhülislâm Mekkî Efendi’nin 1199’da (1785) şadırvanı yenilemesi, III. Selim’in annesi Mihrişah Vâlide Sultan’ın fodla ve erzak tahsis etmesi, II. Mahmud’un semâhâne-türbe binasını 1232’de (1817) ve 1253’te (1837) yeniden inşa ettirmesi, Sultan Abdülmecid’in 1845’te çevre duvarlarını yaptırması ve müştemilâtı tamir ettirmesi, Maliye Nâzırı Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın 1851’de kendi türbesiyle ona bitişik bir kütüphane, ayrıca cümle kapısının yanlarına sebil ve muvakkithâne inşa ettirmesi ve dergâhın giderleri için Maliye Nezâreti’nce işletilmek üzere para vakfetmesi, Mehmed Ârif Paşa’nın hanımının mutfağı yenilemesi, II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan’ın eşi Kaptanıderyâ Mehmed Ali Paşa’nın sarnıç yaptırması, Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa’nın Kalender Çeşmesi’n-den mevlevîhâneye kadar olan yola kaldırım döşetmesi, Hidiv İsmâil Paşa’nın harem ve selâmlık bölümleriyle dedegân hücrelerini tekrar inşa ettirmesi ve V. Mehmed Reşad’ın mescidle dedegân hücrelerini içeren selâmlık kanadını yeniden yaptırması zikredilebilir.

Mevlevîhânenin ilk postnişini bâninin intisap ettiği Kemal Ahmed Dede’dir (ö. 1010/1601). Onu Doğanî Ahmed Dede (ö. 1040/1630), Sabûhî Ahmed Dede, Câmî Ahmed Dede, Karî Ahmed Dede, Nâci Ahmed Dede, Pendârî Ahmed Dede, Seyyid Nesîb Yûsuf Dede, Peçevî Ahmed Dede, Mesnevîhan Ahmed Dede, Sâfî Mûsâ Dede, Köçek Ahmed Dede, Seyyid Ebûbekir Dede (ö. 1775) izlemiş, 1775’ten tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar (1925) Ebûbekir Dede’nin neslinden gelen Ali Nutkî Dede, Abdülbâki Nâsır Dede, Receb Hüseyin Hüsnü Dede, Abdürrahim Künhî Dede, Osman Selâhaddin Dede, Mehmed Celâleddin Dede ve Abdülbaki (Baykara) Dede (ö. 1935) meşihat görevini üstlenmiştir (Zâkir Şükrü, s. 29-30). Mevlevîliğin İstanbul’daki en önemli irşad ve kültür merkezlerinden olan Yenikapı Mevlevîhânesi’nden birçok edebiyat, mûsiki ve hat ustası feyiz almıştır. Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi, Şeyh Galib, Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi bunlar arasında en tanınmış simalardır.

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin faal olduğu yüzyıllarda sur içinden Yenikapı Mevlevîhânesi’ne, Yenikapı’dan çıkılıp içleri zamanla bostana dönüşmüş olan hendekler geçildikten sonra doğu-batı doğrultusunda mezarlıklar arasında uzanan ve bugün Mevlevîhâne caddesi adını alan yola girilerek ulaşılırdı. Günümüzde Topkapı’dan Yedikule’ye kara surları boyunca uzanan yolda (10. Yıl caddesi) ilerleyip Mevlânâkapı’nın tam karşısına gelindiğinde sağa dönülerek Mevlevîhâne caddesine girilir. Biraz ilerleyince sağda mevlevîhânenin aşçı dedelerinden Sahih Ahmed Dede’nin Hâlet Efendi tarafından yaptırılan ampir üslûbundaki açık türbesiyle karşılaşılır. Yenikapı Mevlevîhânesi’nden uzakta kalan bir parçası olan bu türbenin ardından sağda başlı başına bir mahalle teşkil eden ve Yenikapı Mevlevîhânesi’yle iyi komşuluk ilişkilerinden öte birtakım ritüel bağlar da kurmuş olan Merkez Efendi Külliyesi’ne giden cadde (Merkez Efendi caddesi) ayrılır. Bu sapaktan sonra batıya (ileriye) doğru birkaç yüz adım atıldığında solda (güneyde) önce mevlevîhânenin “hâmûşân” diye adlandırılan, tekke arsasından Mevlevî Tekkesi sokağı ile ayrılmış büyük hazîresi görülür. Mevlevîhânenin binaları doğuda adı geçen sokakla, kuzeyde Mevlevîhâne caddesiyle, diğer yönlerde ise komşu parsellerle çevrili arsa üzerinde yer almaktadır. Arsanın pahlı olan kuzeydoğu köşesinde cadde ile sokağın kavşağında semâhâne-türbe binasına bağlı hünkâr mahfiline geçit veren hünkâr girişi yükselir. Hünkâr girişinden güneye doğru Mevlevî Tekkesi sokağı boyunca sağır avlu duvarı devam eder. Aynı girişten batıya doğru cadde üzerinde sırasıyla Abdurrahman Nâfiz Paşa Kütüphanesi ve Türbesi, hazîrenin ufak bölümünü sınırlayan parmaklık, muvakkithâne, cümle kapısı, sebil, pencereli kısa bir duvar ve selâmlık-mescid-dedegân hücreleri grubunu barındıran yapının kitlesi bulunur. Yenikapı Mevlevîhânesi’nin adı geçen kütüphane, türbe, muvakkithâne ve sebil dışında kalan bölümleri farklı tarihlerde farklı malzeme ve üslûplarla inşa edilmekle beraber birbirleriyle irtibatlandırılan üç kanat içinde toplanmıştır. II. Mahmud dönemindeki inşa faaliyetleri sonucunda şekillenen ahşap semâhâne-türbe binası, buna bağımlı hünkâr mahfili, sarnıç odası ve türbedar odası gibi ikinci derecede mekânlar arsanın doğu kesimine yerleştirilmiştir. Güneydoğu (kıble), kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerinde serbest olan bu kitle güneybatı cephesinde doğu-batı doğrultusunda uzanan, 1865 tarihli ahşap harem dairesine bitişmektedir. Arada kalan üçgen planlı alanı söz konusu kanatlar arasında bağlantıyı sağlayan şerbethâne bölümü işgal eder.

Kuzey yönünde arsanın hemen yarısını kaplayan ve selâmlık mekânlarını, mescidi, dedegân hücrelerini, mutfağı (matbah-ı şerif), taamhâneyi (somathâne) ve diğer müştemilâtı barındıran 1913 tarihli kâgir kanat Mevlevîhâne caddesi boyunca uzanır. Bu kesim kuzey yönünde harem mutfağını, kileri, hamamı, fırını ve su haznesini içine alan bir kanat aracılığıyla hareme bitişir. Böylece tekkenin fonksiyon şemasına uygun biçimde birbirine bağlanarak düzgün olmayan bir kitle teşkil eden bölümlerin ortasında kalan, 1913’ten önce şadırvan avlusu niteliğindeki avlu yer alır. Aynı şekilde düzgün olmayan bir plan arzeden bu avlunun Abdurrahman Nâfiz Paşa Kütüphanesi ve Türbesi, semâhâne-türbe kanadı, çevre duvarı ve muvakkithâne arasında kalan bir bölümü hazîre şeklinde değerlendirilmiştir. Ayrıca arsanın güneydoğu kesimini merkezdeki avludan tamamen soyutlanan harem bahçesi işgal etmektedir. Selâmlık kitlesinin arkasında da arsanın güneybatı köşesini teşkil eden, tekkede yaşayan dedegânın kullanımına mahsus diğer bir bahçe bulunur. Arsanın kuzeydoğu köşesindeki pahlı yüzeyde kesme küfeki taşı örgülü, içbükey kavisli, dış köşeleri sütunçelerle yumuşatılmış iki duvar parçası hünkâr girişini kucaklar ve iki yandan pilastırlarla, üstte kitâbe levhası ile kuşatılmış hünkâr girişi mermerden sövelerle çerçevelenmiştir. Kitâbe levhasının ortasında beyzî bir çelenkle kuşatılmış olan II. Mahmud’un tuğrası yer alır. Bunun yanlarına iki simetrik parça halinde yerleştirilen ta‘lik hatlı kitâbe mevlevîhânenin adı geçen sultan tarafından 1837’de ikinci defa inşa ettirildiğini belgeler. Manzum metin Ahmed Sâdık Zîver Paşa’ya aittir.

Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın yaptırdığı kütüphane 10 × 7 m. boyutlarında dikdörtgen bir alana yayılmıştır. Moloz taşla örülen ve tuğla hatıllarla donatılan duvarlar Mevlevîhâne caddesine bakan kuzey cephesinde mermerle, diğer cephelerde ve içeride sıva ile, örtüyü meydana getiren tonozlarda tuğla ile örülerek içeriden sıva, dışarıdan kurşunla kaplanmıştır. Kesme taştan söveler ve sepet kulpu bir kemerle çerçevelenmiş olan girişin üstündeki levhada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî adı ve kütüphanenin inşa tarihi (1267/1851) yazılıdır. Hünkâr girişi yönüne bakan doğu cephesiyle türbeye komşu olan batı cephesi sağırdır. Bütünüyle beyaz mermer döşeli kuzey cephesi, iki uçta ve içeride birimleri ayıran duvarın hizasında yer alan üç adet pilastırla iki parçaya ayrılmış, böylece iç taksimat cepheye yansıtılmıştır. İçerideki mekânlara tekabül eden iki cephe parçasında birer pencere vardır. Sağdaki pencerenin üstüne, alttan ikinci ve üçüncü silmelerin arasına bâninin adını ve inşa tarihini veren kitâbe yerleştirilmiş, Zîver Paşa’ya ait manzume Mehmed Rifat’ın ta‘lik hattıyla yazılmıştır. Abdurrahman Nâfiz Paşa’nın türbesi kütüphanenin batı cephesine bitişiktir. Kütüphanedeki tonozlu odalarla aynı derinlikte, kare planlı (5 × 5 m.) bir tabana oturan yapı ampir üslûbunu yansıtan açık türbeler grubuna girer.

Farklı tarihlerde inşa edilmelerine rağmen cümle kapısı ile (1816-1817) bunu yanlardan kuşatan muvakkithâne-sebil ikilisi (1850-1851) konumları, oranları ve üslûpları ile (ampir) uyumlu bir bütün teşkil eder. Ortada yer alan cümle kapısı yanlarda beyaz mermerden profilli sövelerle, üstte aynı malzemeden yapılmış sepet kulpu biçiminde bir kemerle çerçevelenmiştir. Sövelerin iç yüzeyinde kemerin üzengi hizasında altı püsküllü beyzî kabartmalar klasik Osmanlı mimarisindeki mukarnaslı takozların devamı niteliğindedir. Kemerin yüzeyi de alt uçları küçük lâlelerle sonuçlanan silmelerle çerçevelenmiştir. Kemerin üzerinde mevlevîhânenin II. Mahmud tarafından 1232’de (1817) yeniden inşa ettirildiğini belgeleyen ta‘lik hatlı manzum bir kitâbe görülür; metni Keçecizâde İzzet Molla’ya aittir.

Muvakkithâne ile sebil cümle kapısının yanlarına simetrik bir konumda yerleştirilmiştir. Kapının solunda (doğusunda) bulunan muvakkithâne halen ayaktadır. Sağında yer alan sebil tamamen ortadan kalkmıştır. Her iki yapı da kenarları dışarıdan 2’şer m. uzunluğunda sekizgen planlı bir mekâna sahiptir. Sebilin arkasında dikdörtgen planlı (4 × 2 m.) su haznesi mevcuttur. İki sıra tuğla hatıllı, moloz taş örgülü almaşık duvarlar caddeye (kuzeye) bakan yüzlerinde beyaz mermerle, diğer yüzlerinde sıva ile kaplıdır. Sekizgen mekânları tuğladan örülmüş ufak kubbeler örter. Muvakkithânenin penceresi üzerinde iki silme arasında bâninin adını ve inşa tarihini veren kitâbe görülür. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ta‘lik hattıyla yazılmış olan metin bizzat Abdurrahman Nâfiz Paşa’ya aittir.

Semâhâne-türbe ile bunlara bağlı tâli birimleri barındıran kanat en geniş yerinde 33 × 24 m. boyutlarındadır. Moloz taş örgülü temeller üzerine ahşap karkaslı duvarlarla inşa edilmiş, duvarlar içeriden bağdâdî sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmıştır. Mermerden olan semâhâne girişi dışında bütün kapı ve pencereler dikdörtgen açıklıklara sahiptir. Semâhâne 21 × 17 m. boyutlarında dikdörtgen bir alanı kaplar. Kuzey ve güney cepheleriyle batı cephesinin bir kesimi dışa açılır. Doğu yönünde türbeye bitişiktir. Batı cephesinin bir kesimine haremle irtibatlı şerbethâne bitişmektedir. Esas semâ alanı 14 × 14 metrelik bir karenin içine teğet olarak yerleştirilmiş 14 m. çaplı bir daire ile sınırlıdır. Kare planlı alan güney (kıble), batı ve kuzeyde zeminleri yükseltilmiş maksûrelerle, doğu yönünde de türbe ile kuşatılmıştır. Maksûreler ve türbe ile semâ alanının sınırında güneydoğu köşesindeki duvara bitişik on dokuz adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Kare kesitli olan bu sütunlardan dördü köşelerde, dördü doğu, kuzey ve batı kenarlarında, üçü de güney kenarındadır. Aralarındaki açıklık 2,5 metredir. Mihrap önü bölümünde 5 metrelik bir açıklık bırakabilmek için güney kenarında sütun adedi dörtten üçe indirilmiştir. Taşıyıcılardan birinin duvarla kaynaşarak sütun görünümünü kaybetmesi sonucunda geriye “nezr-i Mevlânâ”ya tekabül eden on sekiz adet sütun kalmıştır. Sütunların arası maksûrelerde ampir üslûbunda torna işi ahşap korkuluklarla, türbenin önünde aynı üslûpta demirden parmaklıklarla kapatılmış, karenin içindeki daire de eklektik üslûpta dökümden parmaklıklarla belirlenmiştir. Semâhâne girişinin önünde maksûreler kesintiye uğramakta ve bu kesintiye tekabül eden sütun açıklığı gerektiğinde kapı gibi açılabilen ahşap korkuluklar barındırmaktadır. Köşelerde kare ile daire arasında kalan üçgen planlı alanlardan güneybatıdakinde mesnevîhan, güneydoğudakinde mevlidhan kürsülerinin bulunduğu bilinmektedir. Son derece sade bir görünümü olan bu ahşap kürsüler 1940’tan önce ortadan kalkmıştır.

Semâ alanının tam ortasında ahşap zemin döşemesi üzerinde boyanarak meydana getirilen iç içe dört daire ile bunları kuşatan sekiz kollu bir yıldızdan oluşan, benzerine başka hiçbir mevlevîhânede rastlanmayan ilginç bir motif göze çarpar. Kuzey duvarında yer alan semâhâne girişi cepheden dışa taşan iki merdiven kulesi arasındaki düz tavanlı ufak bir eyvanın içine yerleştirilmiştir. Dışarıdan bakıldığında, mutrıp maksûresine çıkan merdivenleri barındıran iki kulenin eyvana komşu iç köşelerinde iki kat boyunca yükselen pilastırlar ve bunları birleştiren lento görünümünde silmelerle bir çerçeve meydana getirilmiştir. Bu çerçevenin içinde mevlevîhânenin II. Mahmud tarafından 1817’de yeniden inşa ettirilmesi sırasında konmuş olan ta‘lik hatlı manzum kitâbe bulunmaktadır. Ayrıca profilli çıtalarla çerçevelenen ve metni Keçecizâde İzzet Molla’ya ait olan bu kitâbenin üstüne, mevlevîhânenin 1865’te Hidiv İsmâil Paşa tarafından yenilenmesi üzerine Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin adını içeren bir alınlık yerleştirilmiştir. Eyvanın arkasında yer alan, beyaz mermerden yontulmuş sepet kulpu biçimindeki kemerli giriş aynı tarihli cümle kapısının eşidir. Kuzey duvarında girişin yanlarında merdiven kulelerine açılan birer kapı ile üçer pencere sıralanır. Pencerelerden en doğuda yer alanı türbeyi sınırlayan demir parmaklıkların devamı ile seyirci maksûresinden ayrılmış, türbenin devamı niteliğinde olan kesime açılan niyaz penceresidir. Diğer pencerelerle aynı boyutlarda ve içeriden aynı görünüme sahip niyaz penceresi dışarıdan farklı niteliğini vurgulayan birtakım öğelerle donatılmıştır. Açıklık profili kalın çıtalarla iç içe iki dikdörtgen çerçeve ile kuşatılmış, çerçeveler arasında kalan kuşak Konya’daki Mevlânâ Türbesi’ne ait fîrûze renkli çinilerle kaplanmıştır. Ahşap duvar yüzeyine kabaralı çivilerle tesbit edilen bu çinilerin, II. Mahmud’un mevlevîhâneyi yeniden yaptırdığı 1817’de Mevlânâ Türbesi’nde gerçekleştirilen çini onarımında sökülen eski parçalar olduğu anlaşılmaktadır. Niyaz penceresinin üstünde, uçları birer yaldızla süslü yuvarlak kemerciklerle sonuçlanan enine dikdörtgen bir ahşap kartuşta sülüsle yazılmış, kabir ziyaretiyle ilgili bir hadis yer almaktadır. Bunun da üstüne demir iskeletli, camekânlı bir sundurma oturtulmuştur.

Semâhânenin batı duvarında dört adet pencere ile şerbethâneye açılan yarım daire planlı basamaklarla çıkılan servis kapısı güney duvarının ortasında mihrap, yanlarda dörder pencere sıralanır. Yarım daire planlı, dışa taşkın mihrap nişi akantus yaprakları ve yumurta frizi ile süslü başlıklarla sonuçlanan pilastırlar tarafından kuşatılmış, üstte lento görünümünde iki yatay silme arasına mihrap âyeti levhası yerleştirilmiştir. Doğu yönündeki beş sütun açıklığından türbeye bakan dördü bağdâdî sıva ile oluşturulmuş yalancı kemerlerle taçlandırılmıştır. Kemerlerin arasında, barok dönemin sütun kaidelerini taklit eden ahşap yastıklardan sonra duvara gömülü pilastır görünümünde sütunlar kubbe eteğine kadar devam eder. Türbenin kuzey yönündeki sütun açıklığı türbenin devamı niteliğinde olan, niyaz penceresinin bulunduğu kesime açılmaktadır. Türbenin güneyinde maksûreden türbeye ve hünkâr giriş holüne açılan iki kapı sıralanır. Semâhânenin kısmî üst katı, türbenin bulunduğu doğu yönü ve mihrap önü bölümünün üstü dışında iki kat yüksekliğindeki semâ mekânını kuşatan mahfillerden oluşur. Kuzey cephesinde giriş eksenine göre simetrik yerleştirilen merdivenlerle mutrıp maksûresine çıkılır. Söz konusu maksûre semâhâneye açılan güney yönünde dikdörtgen bir çıkma ile genişletilmiş, zemin kattakilerin eşi olan ahşap korkuluklarla sınırlandırılmış, yanlarda ahşap perde duvarları ile kuşatılmıştır. Mutrıp maksûresinin doğu yönünde semâhânenin kuzeydoğu köşesinde, bir duvarla mutrıp maksûresinden ayrılan ve üç pencere ile dışa açılan “L” planlı bir mahfil bölümü yer alır. Mutrıp maksûresinin batı yönüne, kadınlar mahfiliyle arasına erkek ve kadın gruplarını ayırıcı karakterde mâbeyin odası niteliğinde kare planlı, iki pencereli ufak bir mekân yerleştirilmiştir. Bu geçiş mekânı aracılığı ile gerektiğinde kadınlar mahfiliyle semâhâne esas girişi arasında bağlantı kurulabilmektedir.

Semâhânenin batı duvarı boyunca devam eden ve güneybatı köşesinde kıvrılarak mihrap önü boşluğuna kadar ilerleyen kadınlar mahfili biri kuzeye, üçü güneye bakan dört pencereden ışık alır. Bu bölüme harem dairesinin üst katından şerbethânenin üst katı geçilerek ulaşılır. Söz konusu mahfilin, ayrıca buna komşu olan mâbeyin odasının semâhâneye bakan yüzleri parapet duvarından kubbe eteğine kadar çıkan sık dokulu ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Semâhânenin güneydoğu köşesine yerleştirilen ve uzunluğu iki sütun açıklığı (5 m.), derinliği de üzerinde yer aldığı maksûrenin derinliği kadar olan (3,5 m.) hünkâr mahfili, semâhâneye bakan kuzey ve batı yönlerinde kıvrık hatlardan meydana gelen şebekelerle donatılmıştır. Hünkâr mahfiline ulaşmak için hünkâr girişinden avluya girilir, ardından semâhâne-türbe kanadının güneydoğu köşesindeki hünkâr mahfili kapısına varılır. Üç adet mermer basamaklı bir sahanlığın arkasındaki bu giriş iki pencereli ufak bir taşlığa açılır. Sağda hünkâr mahfiline çıkan geniş bir merdiven, solda sonunda semâhâneye açılan kapının bulunduğu “L” planlı uzun bir koridora inen basamaklar vardır. Merdivenin ulaştığı sahanlıkta dikdörtgen planlı (5 × 3,5 m.) hünkâr mahfiline, bunun arkasında aynı büyüklükteki (6 × 4 m.) bir mekâna ve abdestlik-helâ grubuna açılan kapılar mevcuttur. Hünkârın dinlenmesine, postnişin efendi ile ya da mukabeleyi izleyen devlet ricâlinden yahut ulemâdan birileriyle görüşmesine mahsus olan arkadaki oda hünkâr mahfiliyle bağlantılıdır ve güney yönünde yapı kitlesinden taşmaktadır.

Büyük boyutları (16 × 14 m.) ve içindeki kırk civarında sanduka ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nin türbesi İstanbul mevlevîhânelerindeki türbelerin en hacimlisi ve en kalabalığıdır. Türbe batı yönünde kemerli açıklıklarla semâhâneye bağlanmakta, böylece tarikat yapılarına has ibadethane-türbe kaynaşması sağlanmaktadır. Mevlevîhânenin ilk postnişini Kemal Ahmed Dede’nin diğerlerinden yüksek tutulan sandukası semâhâne yönünde ilk sıradadır. Türbenin kuzey yönünde ortada, semâhâneden geçilmeden doğrudan türbeye girilmesini sağlayan ve altında yer alan sarnıçtan dolayı “sarnıç odası” diye adlandırılan dikdörtgen planlı (7 × 5,5 m.) mekân bulunur. Zemini Malta taşı döşeli sarnıç odasının türbeye (güney) ve avluya (kuzey) açılan birer kapısı ile ikişer penceresi vardır. Dışarıya açılan kapıdan önce küçük bir taşlığa (2 × 1,5 m.) girilir, buradan iki basamakla esas zemine çıkılır. Giriş taşlığının sağında beyaz mermerden bilezik göze çarpar. Sarnıç odasının avluya bakan kuzey cephesine muhtemelen Sultan Mehmed Reşad dönemindeki onarımda yarım altıgen planlı, pencereli bir çıkma eklenmiş, girişle yanındaki pencere bu çıkma içine alınmıştır. Sarnıç odasının doğusunda türbenin kuzeyinde dikdörtgen planlı (5,5 × 4,5 m.) türbedar odası yer almaktadır. Semâhâne ile harem kanadı arasında bulunan üçgen planlı şerbethânenin avluya açılan kuzey cephesinde ortada bir kapı, yanlarda ikişer pencere sıralanır. Zemin katta semâhâneye açılan servis kapısı, ayrıca hareme açılan servis penceresi mevcuttur. Şerbethânenin beşi kuzeye, biri güneye bakan altı pencerenin aydınlattığı üst katı hareme ve kadınlar mahfiline açılan kapıları ile harem-semâhâne bağlantısını sağlar. Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 1817’den önceki mimarisi gibi süslemesi hakkında da yeterli bilgi yoktur. Evliya Çelebi, mevlevîhânenin duvarlarında Asârî adında bir hattat-ressam tarafından meydana getirilmiş âyet levhaları, ayrıca kükreyen bir aslan resmi bulunduğunu söyler.

II. Mahmud dönemine ait semâhâne-türbe kanadının cephelerinde, esas girişin üstündeki oymalı alınlık ve niyaz penceresini kuşatan Mevlânâ Türbesi (Kubbe-i Hadrâ) çinileri dışında hiçbir süsleme görülmez. Yalınlığının yanı sıra ağır başlı nisbetleri ve değişken perspektifler sunan hareketli kitlesiyle bu kanat devâsâ bir ahşap konağı andırır. Cephelerdeki sadelik mekânların içinde de devam eder. Süsleme olarak kayda değer öğeler semâhânede toplanmıştır. Burada duvarlar ve çubuklu tavanlar süslenmeden bırakılmış, ahşap sütunlar, korkuluklar ve mihrabı kuşatan pilastırlar yalancı mermer boyama ile renklendirilmiştir. Mihrap nişinde ortada II. Mahmud döneminin zevkine uygun, kaide üzerinde ampir üslûbunda bir vazo ile bundan çıkan çiçek demeti, yanlarda püsküllü kordonlarla tutturulmuş dalgalı perdeler, kavsara içinde de 1865 onarımına ait olması muhtemel Doğu etkili eklektik üslûpta dilimli bir süsleme görülür. Üst kat sütunları ile kubbe arasında -her sütun açıklığına bir tane isabet etmek üzere- toplam yirmi adet kartuş yerleştirilmiş, zemini koyu renk boyalı bu kartuşlar üzerine zerendûd tekniğiyle ve ta‘lik hatla beyitler yazılmıştır. Bu yazı kuşağının 1817’de mevlevîhânenin dedegânından hattat Keresteci Nûri Dede’nin eseri olduğu bilinmektedir. Kubbe ile kare mekânın duvarları arasında kalan köşe üçgenlerine çeyrek göbekler çakılmış, çıtalarla bundan hareket eden, “Sultan Mahmud güneşi” tabir edilen ışınsal süsleme uygulanmıştır. Kubbenin merkezine daha ziyade barok üslûbunda ahşaptan oyma, yaldızlı nefis bir göbek oturtulmuş, kubbenin yüzeyi çıtalarla yirmi dört dilime ayrılmış, bunların içine ince uzun üçgenler, üçgenlerin altına ay-yıldız, ucuna da yıldız motifleri yerleştirilmiştir.

İki katlı olan harem dairesi 40 × 22 m. boyutlarında bir alanı kaplar. Semâhâne-türbe kanadı ile aynı malzeme ve inşaat özelliklerini paylaşan bu kanat her yönüyle bir ahşap konak niteliğindedir. Orta sofalı plan tipinin uygulandığı haremde yapının derinliğince uzanan “zülvecheyn” sofalarla bunlara açılan odalar bulunmaktadır. Zemin katta batıya doğru ilerleyen koridorla tek katlı, kâgir duvarlı servis bölümleri kanadına (22 × 14 m.) ulaşılır. Burada oldukça girift bir konumda hamam, buna bitişik su haznesi, fırın, hareme ait küçük mutfakla kiler, güneybatı köşesine de aşçıbaşı odası yerleştirilmiştir. Bu arada ilginç olan, hamam külhanı ile fırının birbirine bitişik yapılmasıdır.

Mescidi, selâmlık mekânlarını, matbah-ı şerifi, meydân-ı şerifi, dedegân hücrelerini

ve diğer müştemilâtı barındıran kanat oldukça geniş bir alanı (54 × 40 m.) kaplar. İki katlı şeyh dairesi dışında bütün diğer bölümler tek katlıdır. Yapının altında alçak bir bodrum katı vardır. Duvarlar Batı standartlarına uygun tuğlalarla örülmüş, üstleri sıvanmıştır. Mescidin kurşun kaplı tuğla kubbesi dışında diğer bölümler Marsilya kiremidi kaplı ahşap çatılarla örtülüdür. Bu kanadın iç taksimatı şöylece özetlenebilir: Avlu yönündeki doğu kesiminde esas girişin solunda matbah-ı şerif ve bununla bağlantılı meydân-ı şerif, sağında şeyh odası ile bunun müştemilâtını barındıran şeyh dairesi, arkada dikdörtgen planlı (22 × 19 m.) şadırvan avlusu etrafında dedegân hücreleri, avlunun güneydoğu köşesinde mescidle arkada taamhâne, hücrelerin arkasında helâlarla gusülhâne yer alır.

Doğu cephesinde bulunan selâmlık cümle kapısı Selçuklu ve klasik Osmanlı mimarisindeki taçkapılardan ilham alınarak tasarlanmıştır. Cepheyi yatayda ve düşeyde yırtan kitlesi geniş bir saçakla son bulur. Kaval silme demetleriyle çerçevelenmiş olan yüzeyde basık kemerli esas giriş yüksek bir sivri kemer içine alınmıştır. Sivri kemerin üstünde ortada yapının bânisi Sultan Mehmed Reşad’ın tuğrası, yanlarda 1331 (1913) tarihli manzum kitâbe mevcuttur. Şeyh dairesinin zemin katında güney ucu selâmlık cümle kapısı ile, batı ucu şadırvan avlusunu kuşatan koridorla bağlantılı, “L” planlı bir sofa görülür. Çeşitli büyüklükte mekânlar ve helâlarla çevrili olan bu sofanın doğusunda avluya yarım sekizgen çıkma yapan büyükçe bir mekân yer alır. Söz konusu oda ile sofanın bu oda karşısına gelen kesimi iki katlıdır. Üst katta yine bir sofa ile cihannümâ karakterinde çıkmalı şeyh odası bulunur.

Şadırvan avlusu doğuda mescid ve şeyh dairesiyle, diğer yönlerde revak geleneğini sürdüren pencereli, düz ahşap tavanlı bir koridorla kuşatılmış, koridorun avluya bakan sivri kemerli pencereleri arasında kuzey ve batı kenarlarının ortasında birer kapı açılmıştır. Koridorun güneybatı ve güneydoğu köşelerinde avlu yönünde çeyrek daire planlı üçüz pencereli çıkmalar, bu çıkmaların arkasında yarım piramit biçiminde çatı parçaları altında kalan sekizgen basık ahşap kubbeler vardır. Koridorun arkasında “U” konumunda üç kitle içinde toplanmış, eş büyüklükte (5,5 × 3,5 m.) yirmi adet mekân sıralanır. Bunlardan nezr-i Mevlânâ’ya tekabül eden on sekizi dedegân hücreleri, ikisi de başka amaçlarla kullanılan odalar olmalıdır.

Avlunun güneydoğu köşesinde yükselen mescidin gövdesi kenarları dışarıdan 4’er m. uzunluğunda bir sekizgen prizma biçimindedir. Basık kemerli giriş kuzey, yarım sekizgen planlı mihrap nişi güneydoğu kenarındadır. Girişin kemeri üzerinde Derviş İsmet imzalı, 1330 (1912) tarihli, ta‘lik hatlı bir âyet kitâbesi yer alır. Sekizgenin kenarlarında göçertilmiş yüzeyler içinde altlı üstlü ikişer sivri kemerli pencere sıralanır. Girişin ve mihrabın olduğu yerlerde alttaki pencereler iptal edilmiş, minarenin bulunduğu batı kenarı da sağır bırakılmıştır. Kasnaksız bir kubbe mescidi örtmekte, klasik dönem örneklerini andıran madenî bir alem kubbeyi taçlandırmaktadır. Kare planlı kaide üzerinde yükselen silindir gövdeli minare kurşun kaplı konik bir külâhla son bulur. Minarenin kaidesinde, Hidiv İsmâil Paşa tarafından mevlevîhânenin selâmlık ve harem bölümleri yenilendiğinde selâmlık cümle kapısı üzerine konmuş olan kitâbe yer alır. Ta‘lik hatla yazılan manzumenin son mısraı ebcedle 1281 (1865) tarihini verir. Selâmlık kitlesinin cephelerinde hiçbir süsleme öğesi görülmez. Mekânlarda da aynı sadelik göze çarpar. Süslemeye yer verilen yegâne bölüm mesciddir. Kubbede ve kubbeye geçişi sağlayan küçük pandantiflerde klasik üslûpta kalem işleri görülür.

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin hazîresi iki bölüm halindedir. Bunlardan ufak olanı hünkâr girişi, kütüphane ve muvakkithâne arasında, büyük olanı da Mevlevî Tekkesi sokağının batı yakasındadır. Küçük hazîrede mevcut bazı mezarların çevresi ve üstü madenî şebekelerle donatılarak açık türbeler haline getirilmiştir. Çoğunun köşelerinde ve tepelerinde Mevlevî sikkesi biçiminde alemler göze çarpar. Sokak aşırı olan büyük hazîrede mevlevîhânenin muhiplerinden birçok kimse gömülüdür. Bu kesim moloz taş örgülü duvarlarla kuşatılmış, duvarlara dikdörtgen açıklıklı demir parmaklıklı pencereler açılmıştır. Bu pencerelerden ikisinin üstüne Sadrazam Abdullah Nâilî Paşa’nın oğullarından Feyzullah Şâkir Bey ile Ebûbekir Bey’e ait 1170 (1756-57) ve 1202 (1787-88) tarihli ta‘lik hatlı manzum kabir kitâbeleri yerleştirilmiştir. Tekkelerin kapatılmasından sonra kendi haline terkedilen ve 9 Eylül 1961 tarihinde çıkan yangında harap olan mevlevîhânenin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonu 2010 yılında tamamlanmış, bu çalışma esnasında külliyenin bütün yapıları ihya edilmiştir. Mevlevîhâne bugün Fâtih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nin kullanımına verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), I, 166; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 10, 16, 17; Sâkıb Dede, Sefîne, II, 37, 76; Ahmed Hasîb Efendi, Dergehnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3465, vr. 65b-68a; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 228-230; Âsitâne Tekkeleri, s. 9, 15; Melekpaşazâde Kadri Beyefendi, Hankahnâme, Süleymaniye Ktp., Nuri Arlasez, nr. 36, 1833-1846 arası, vr. 4b (nr. 99), vr. 7b (nr. 179); Mecmûa-i Cevâmi‘, I, 116-117, nr. 168; Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 236; Mehmed Tâhir, Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Şeyh Celâleddin Efendi Merhum, İstanbul 1326, s. 9; Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyyeden Yenikapu Mevlevîhânesi, İstanbul 1329; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, I, 152-154; a.mlf., Hoş Sadâ, s. 24-26; İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 55; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Âdâb ve Erkânı, İstanbul 1963, s. 35-36; a.mlf., Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 164, 248, 338; A. Süheyl Ünver, “Osmanlı İmparatorluğu Mevlevîhaneleri ve Son Şeyhleri”, Mevlânâ Güldestesi, Konya 1964, s. 30-33; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 29-30; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, I, 156; M. Baha Tanman, “Relations entre les semahane et les türbe dans les tekke d’Istanbul”, Ars Turcica-Akten des VI. Internationaler Kongresses für Türkische Kunst (ed. K. Kreiser), München 1987, s. 317; a.mlf., “Settings for the Veneration of Saints”, The Dervish Lodge: Architecture, Art and Sufism in Ottoman Turkey (ed. R. Lifchez), Berkeley 1992, s. 160; a.mlf., “Yenikapı Mevlevîhanesi”,

IX. Vakıf Haftası Kitabı: Türk Vakıf Medeniyetinde Hz. Mevlânâ ve Mevlevîhânelerin Yeri ve Vakıf Eserlerde Yer Alan Türk-İslâm Sanatları Seminerleri (2-4 Aralık 1991), Ankara 1992, s. 93-108; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XII, 158; a.mlf., “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları/Tekkeler”, Osmanlı Uygarlığı (haz. Halil İnalcık – Günsel Renda), İstanbul 2003, I, 303; a.mlf., “İstanbul’da Mevlevîliğin Fiziksel Ortamı-The Physical Setting of the Mevlevî Order in İstanbul”, Saltanatın Dervişleri Dervişlerin Saltanatı-The Dervishes of Sovereignty The Sovereignty of Dervishes, İstanbul 2007, s. 79-80, 93-94, 98, çz. 3, 102; a.mlf., “Kitchens of the Ottoman Tekkes as Reflections of Imarets in Sufi Architecture”, Feeding People, Feeding Power-Imarets in the Ottoman Empire (ed. Nina Ergin v.dğr.), İstanbul 2007, s. 216; a.mlf., “Mevlevîhânelerin Mimari Süslemesinde Mevlevîliğe İlişkin Öğeler”, Aşk Ocağında Cân Olmak-İnsanlığın Mirası: Mevlânâ Celâleddin Rûmî (haz. Ekrem Işın), İstanbul 2007, s. 106; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 101-136; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 326-333, 339-340, 346-350, 358-359; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İstanbul 2003, s. 431-436; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhanesi”, Surların Öte Yanı Zeytinburnu (haz. Burçak Evren), İstanbul 2006, s. 266-293; a.mlf., “İstanbul’un Mistik Tarihinde Mevlevîhaneler”, İstanbul, sy. 4, İstanbul 1993, s. 119-131; a.mlf., “Mevlevîlik”, DBİst.A, V, 422-429; a.mlf. – M. Baha Tanman, “Yenikapı Mevlevîhanesi”, a.e., VII, 476-485; Defter-i Dervîşân: Yenikapı Mevlevîhânesi Günlükleri (haz. Bayram Ali Kaya – Sezai Küçük), İstanbul 2011; Erdem Yücel, “İstanbul Mevlevîhaneleri”, Hayat Tarih Mecmuası, V/11, İstanbul 1965, s. 28-33; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevî-haneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 29-32; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler”, TT, XI/61 (1989), s. 39.

 

HALEP MEVLEVİHANESİ
HALEP MEVLEVİHANESİ 450 303 Hz. Mevlâna Dergâhı

HALEP MEVLEVİHANESİ

Sezai Küçük

Konya’da Hz. Mevlana’nın vefatından sonra onun adına, tasavvufi anlayışı çerçevesinde oğlu Sultan Veled tarafından tesis edilen Mevlevilik, kısa sürede Anadolu’da yayılmış, Osmanlı Devletiyle birlikte de Osmanlı’nın gittiği her yere, tesis ettiği Mevlevihanelerle Mevlevilik kültürünü götürmüş ve toplumu en yakından etkileyen tarikatlerden biri olmuştur. Halep Mevlevihanesi kuruluşundan itibaren 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla tarikatın son merkezi olarak kaldığı zamana kadar, bu bölgede en önemli Mevlevi temsilciliklerinden biri olmuştur.

Pir Adil Çelebi zamanında (1421-1460) kırk Mevlevi dervişiyle Horasan’a oradan Bağdat’a, oradan da Halep’e geçen Divane Mehmed Çelebi (ö. 951/1544’ten sonra), Halep’te Tacu’l-arifin Ebü’l-Vefa (ö. 501/1107) soyundan ve Vefaiyye tarikatinden, Ebu Bekrel-Vefai’nin (ö.991/1583) dergahına inmiş ve onu Mevleviliği Halep’te temsile memur etmiş ve sema’dan başka bütün tarikat törenlerini yapmayı izin vermiştir.

Kaynakların naklettiğine göre; Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le savaşıp yenilgiye uğrayan Safevi hükümdarı Şah ismail’in ileri gelen iki adamı, Mirza Fulad ve Mirza Ulvan isimli iki Farisi, savaş esnasında Şah İsmail’in yanından kaçıp Halep’e yerleşirler. Şia mezhebine mensup olan bu iki kişi, şia inancından vazgeçtiklerini göstermek için bir ehl-i sünnet tarikatı olan Mevleviliğe intisap ederler ve Mevlevi tarikatı şeyhlerinden Sultan Divane Mehmet Çelebi’ye derviş olurlar. Kendi mallarıyla ortaklaşa, mevcut tekkeyi yaptırırlar. Tekke inşa edilmeden önce tekkenin yeri ve etrafı boş ve küçük bir tepedir. Burayı tamamen sahibinden satın alıp tekkeye vakfederler. Tekkeyi inşa ettirdikten sonra Konya’da bulunan Molla Hünkar Çelebi Efendi tarafından Fakrı Ahmed Dede (ö. 950/1543)’nin buraya şeyh olarak tayin edilmesine muvaffak olurlar.

Fakrı Ahmed Dede’den sonra Halep Mevlevihanesi’nde postnişin olan zevata ait listeler bulunmaktadır. Fakri Ahmed Dede’den sonra Türkiye’de tekkelerin kapatıldığı 1925 yılında kadar Halep Mevlevihanesi’nde şu isimlet şeyh olarak vazife yapmışlardır: Hasan Dede (ö. 1065/1654), Hüseyin Dede (ö. 1120/1708) Şatır Mehmed Dede (Ö. 1705’ten önce), Şekib Ömer Dede (ö. 1135/1722), Safi Musa Dede (ö. 1157/1744), Muhammed Dede (ö. 1144/1731) Hasan Dede (ö. 1172/1758), Mustafa Dede (ö.1187/1773), Muhammed Ali Dede (ö. 1219/1804), Abdülgani Dede (ö. 1294/1877), Vacid Dede (ö.1309 /1891-1892), Âmil Çelebi (ö.1920) ve Muhammed Sa’deddin Dede.

Halebli müellif. Kamil el-Bali el-Gazzi (ö.1933)’nin,Nehrü’z-zeheb eserinde, XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarındaki durumunu tasvir ettiği Halep Mevlevihanesi, Kuvayk nehri kıyısında yeşillikler içinde, semahanesi, derviş hücreleri, şeyh dairesi, matbahı ve diğer kısımlarıyla ve zengin vakıflarıyla tam bir mevlevihane görünümündedir. Müellif, Tekkenin etrafını saran çiçek ve meyve ağaçlarının bulunduğu bahçesi ve bu bahçeyi sulamak için Kuvayk nehri üzerine tekke şeyhlerinden biri tarafından su değirmenine benzetilerek yaptırılan bir su dolabı da tekkenin güzelliğini bütünleyen başka bir ayrıntıyı da zikreder.

Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün isteği ve tasvibiyle Abdulhalim Çelebi, oğlu Muhammed Bakır Çelebi’yi, zamanın en büyük asitanesi olan bu mevlevihaneye tayin etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içerisinde tarikatlerin kaldırılışından sonra 1925′ te son postnişin Abdülhalim Çelebi’nin vefatı üzerine Halep Dergahı’nda şeyh bulunan Muhammed Bakır Çelebi, çelebilik makamını Halep’te tesis etmiş ve Suriye’deki Fransız Mandater hükümeti tarafından da bu müessese tasdik edilmişti. Bu suretle Halep Asitanesi, Türkiye dışındaki Mevlevihanelere merkez olmuş, şeyhlerin azl ve tayini bu makama ait bulunmuştur. Nitekim Şam şeyhi Said Dede’nin ölümü üzerine yerine oğlu Şemseddin Dede ve Trablusşam Mevlevihanesi şeyhi Şefik Dede’nin vefatı üzerine de yerine Mehmed Enver Dede tayin edilmiştir. Bu durum, 1925’den 1944 yılma kadar devam etmiştir. Bu yıllar arasında Mevlevihane bütün olumsuzluklara rağmen Bakır Çelebi’nin önderliğinde Türkiye’den gelen dedelerle fonksiyonunu icra etmeye devam etmiştir. Tekkede tarikata intisap edenler çile çıkarmış, mukabele törenleri icra edilmiş, diğer tarikat mensubu bir çok derviş Mevlevi tarikatine intisap etmiştir. Bu dönem içinde dergahta yaşayan Mevlevi dedelerinin hallerini aktaran ve o dönemde çocuk yaşta bulunan Celalettin Çelebi (ö. 13 Nisan 1996)’nin özetle şu cümleleri dikkat çekicidir:

“Anavatan’ın güneyinde, komşu bir devlette bulunan, vatanımızın bir parçası olarak telakki ettiğim bir Türk kültür yuvası olan bu mevlevihane, kapısından girer girmez her Türk yolcusunun sanki vatanına kavuştuğu hissine kapıldığı bir mekandır. Orada yalnız Türkçe konuşulurdu. Mükemmel bir lisan mektebiydi orası. Oraya gelip de, birkaç gün içinde Türkçe’yi anlayıp konuşan nice yabancılar yanında, senelerce orada yaşayıp, hücrenişin olup, ölünceye kadar inat edercesine Türkçe’den, başka dil konuşmak istemeyen nice Dedeler hatırlarım… Böylece vatan hasretini, gurbet duygusunu yenmeye çalışan nice dedeler…”

Hatıralarımda canlı yaşayan kişilerden biri de, Bahçevan Dede’dir. O, vatan hasretini gidermek için çiçek öbeklerine Anavatan’dan bazı şehir ve mahalle adlarını vermişti. Çiçekleri de öyle anardı, ağaçları da. Bu Meram gülüydü, öbürü Karaman çamı. Bu Üsküdar menekşesi, öbürü Maraş kavağı veya Antepfıstığı. Onun kurduğu hayal dünyasındaki sevgili vatanına kimse el süremezdi. Ancak arada sırada ve dedemizin hoşgörülü olduğu zamanlarda çiçekleri nazikçe, incitmeden koklayabilirdik.

Tekkede Aşçı Dede ‘nin ayrı bir mevki vardı. Matbah-ı şerifte Türk yemekleri pişerdi. Şehrin bazı ileri gelenlerinin Türk yemeklerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için şahsen geldiklerini veya aşçılarını dedeye gönderdiklerini hatırlarım. Aşçılıktaki ustalığı hala o şehirde yaşamaktadır. Günümüzde orada bilinen ve pişirilen Türk yemekleri aşçı dedenin öğrettikleri yemeklerdir.

Dedeler için kuzeyden gelen (Anadolu’dan) rüzgarın da yağmur bulutunun da ayrı bir özelliği vardı. Onlar için, o rüzgarda vatan kokusu gizliydi, o yağmurda vatan suyu vardı. Bir dedenin başındaki Mevlevi sikkesini çıkarıp, göğsüne basıp, saçından sakalından akan yağmur sularıyla, oh çekerek hasret giderdiğini hatırlatırım. Bu yuva,aynı zamanda kudüm ve ney sesleriyle Mevlevi kültürünü en geniş manasıyla barındırırdı. Her hücresinde bir dedenin idaresinde Kur’an-ı Kerim ve Hadis dersleri verilir, Hz. Mevlana’nın eserleri şerh edilir, bazı sanat kolları, dil ve din dersleri öğretilirdi. Ancak tedrisat istisnasız Türkçe idi…

1943 yılında Bakır Çelebi’nin İstanbul’da vefatı ve 1944’te de Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlığını vermesi üzerine, çelebilik makamını ve bu makamın imtiyazını kaldırmış ve diğer mevlevihanelerin ve Halep Mevlevihanesi’nin vakıflarına ve bütün varidatına el konulmuş ve tamamı Suriye Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.

Bakır Çelebi’nin vefatı üzerine oğlu Celaleddin Çelebi’nin, çelebiliği kabul edilmediği için, Bakır Çelebi’ye Halep’te değilken vekalet eden, vefatından sonrada bir yıl kadar da çelebilik makamında bulunun kardeşi Şemsülvahid Çelebi, bu suretle bu tarihi makamın son temsilcisi olmuştur.

Vahid Çelebi ‘nin verdiği malumata göre; Halep Mevlevihanesi Bakır Çelebinin vefatından az bir müddet sonra Evkaf Müdürlüğü tarafından zapt edilmiş ve muhiplerden bir Arap dergaha şeyh vekili tayin edilmiştir. Tekkede beş tane ihvan dede vardır ve bunların iadeleri, pek fakir ve basit bir şekilde evkaf idaresince temin edilmektedir. Ve her birine ayda beş Suriye Lirası verilmektedir. Fakat yeniden derviş kabul edilmediği için dergahın kapanması, bu dedelerin ölümüne bağlıdır.

Semahanedeki kütüphane kargaşada yağma edilmiş, etrafındaki demir parmaklık kaldırılmış ve semahane cami haline getirilmiştir. Halep’te otuz kadar Mevlevi muhibbi vardır. Bunlar biraz sema yapmasını bilirler, yılda dört beş defa mukabele yaparlar ve Arapça ilahiler okuyarak usulsüz bir şekilde dönerler. Cuma ve Pazartesi geceleri dergaha gelip evkaf dairesinin temin ettiği yemeği yerler ve hizmetlerine karşılık ayda üçer lira alırlar.

1950’li yıllardan itibaren Suriye’deki mevcut bütün tekke şeyhlerine vefatlarıyla birlikte kesilmek şartıyla maaş bağlanmış, şeyh ölünce yerine başka biri tayin edilmemiş, böylelikle tekkeler, birer birer ve zamanla tasfiye edilerek evkafa mal edilmiştir.

O günlerden sonra kaderine terk edilen, eski ve yeni semahaneleri mescide dönüştürülen tekke, bu gün Halep halkı tarafından “Monlahane Cami”i olarak bilinmektedir. Eski ve yeni semahane dışındaki müştemilatından hamuşan ve matbah, zamana yenik düşmüş ve tamamen harabe halini almıştır. Hamuşan içinde bulunan Mevlevi mezarlarının mezar taşları yerlere, üzerine basılarak tekkenin arka tarafında bulunan dükkanlara geçiş yolu yapılmış, sikkeli mezar taşlarının sikkeleri kırılmış, çoğu kaybolmuştur. Özellikle daha önce depo olarak kullanılan ve duvarında “Ya Hazret-i Ateşbaz Veli”i ibaresi hala okunan matbah, şimdi dört duvardan ibaret bir harabe halindedir. Tekkenin ana girişinin sol tarafına inşa edilen paralı tuvalet de, tekkeye ve hamuşana sırlanmış Mevlevi dedelerine bir saygısızlık örneği teşkil etmektedir. Tekkenin kuzey ana girişinin hemen sağında bulunan küçük minare ve bu minarenin tepesinde mevleviliğin simgesi olan sikke şeklinde alem bulunmaktadır.

Görülen o ki, Suriye’deki bütün Osmanlı eserlerine -bir an önce Osmanlı izlerinin silinmesi için- reva görülen ilgisizlik Halep Mevlevihanesi’nin de kaderi olmuştur.
Halen Halep başta olmak üzere özellikle Şam’da oluşan ve kendilerini “Mevlevi Fırkası” olarak isimlendiren bazı gruplar, çoğu zaman bazı özel törenlerde, figürleri tamamen bozulmuş sema gösterileri yapmaktadır. Bizim de Halep’te tanıma firsatı bulduğumuz “Halep Mevlevi Fırkası”nın, yaptığı sema gösterilerini tamamen maddi imkanlar karşılığında icra etmektedirler. Zaman zaman sema gösterilerinde bulunmak üzere Suriye dışına da çıktıklarını ifade eden fırka mensublarının, mevlevilikle ve Mevlevi kültürüyle çok fazla alakalarının olmadığını müşahade ettik.

Bu gün, Celalettin Çelebi’nin yıllar önce ziyareti esnasında aldığı notlarda ifade ettiği; “sinesinde Osmanlı kültürünü en geniş manasıyla barındıran bu Türk kültür evi”, her geçen gün bir çok değerimiz gibi yavaş yavaş tarihin sayfalarına gömülmektedir. Yıllar önce ziyaret ettiğimde “Her hücresinde bir Dede’nin idaresinde muhtelif derslerin verildiği, Kur’an-ı Kerim surelerinin ezberletildiği, Hadis’lerin şerh edildiği, Mesnevi’nin okunduğu” bu ilim yuvası harabe haline terkedilmiş , bir kısmını otlar bürümüş, kiraya verilen yandaki bahçe kahve olmuş, adeta izlerimizi yok etmek istercesine semahane kapatılmış, yeni semahane camiye çevrilmiş, nice derviş canların pişip yetiştiği Matbah-ı şerif depo olmuş. Ancak kendilerini vatanlarında hissetmek düşüncesiyle yaptıkları vasiyetlere uyularak oradaki dervişlerin gömüldüğü mezarlığı (Hamuşan’a) defnedilen Türklerin, ayakta duran mezar taşları nöbetteymiş gibi sıralanmış . Önlerinde manastırlı Rıfat Bey’in, bizleri inkar edenlere meydan okurcasına, Türklüğünü haykıran bir bayraktar gibi (demir kafes içinde) heybetli mermer mezarının sinesinde, kabartma olarak Osmanlı-Türk bayraklarının, hala durduğunu görmem benim yegane tesellim ve vesile-i gururum olmuştur. Tespitlerinden pek fazla bir şey değişmemiş, yıllarca süren ilgisizlik sebebiyle bir zamanlar depo olan Matbah’ın tavanı çökmüş, depo olarak bile kullanılmaz hale gelmiş, Hamuşan’da bulunan kabirlerin çoğunun mezar taşları yok olmuş, yerlere atılmış, kırılmış, bahçe içerisine bir de paralı tuvalet inşa edilmiştir.

Her yönüyle, ortaya konacak ilgi ve alaka ile en azından müştemilatıyla eski haline döndürülmeyi bekleyen Halep Mevlevihanesi. bu ilgisizlik böyle devam ederse, çok kısa bir süre sonra, küçük minaresinde ve semahane kubbesinde bulunan Mevleviliğin simgesi sikke şeklindeki alemlerin de düşmesiyle tarihe karışıp gidecektir.

Hanya Mevlevihânesi
Hanya Mevlevihânesi 960 608 Hz. Mevlâna Dergâhı

Hanya Mevlevihânesi

Mustafa Kara

1880-1924 yılları arasında Hanya’da faaliyet gösteren mevlevîhâne.

Girit’in Hanya sancağında 1880 yılında Kara Abdal Süleyman Şemsî Dede tarafından kurulmuş olup Mevlevîliğin Ege adaları ve Mora yarımadasına yayılışı kadar bölgede gelişen siyasî olaylar açısından da önem taşımaktadır.

1828’de Konya’da dünyaya gelen Süleyman Şemsî Dede, on beş yaşında iken Şems-i Tebrîzî Dergâhı türbedarı Seyyid Emîrşah Kaygusuz Abdal Dede’ye intisap etti. Mevlânâ Dergâhı’nda çile çıkarıp hilâfetnâme aldıktan sonra Sultan Dîvânî Dergâhı’na hizmet ve ilim tahsili için Afyonkarahisar’a giderek dört yıl burada kaldı. Daha sonra Bursa ve İstanbul’daki ziyaretgâhları dolaştı. Aydın Güzelhisar Mevlevîhânesi şeyhi Horasânî Ali Dede’nin vefatı üzerine 1870 yılında bu dergâhın şeyhliğine tayin edildi. Bu görevde iken Hanya’daki Mevlevî muhiblerinin ısrarlı davetleri üzerine Hanya’ya gitti (1872). Geniş bir arazi üzerinde ve zengin vakıflarla kurduğu mevlevîhâneyi Mi‘rac kandiline tesadüf eden 27 Receb 1297’de (5 Temmuz 1880) hizmete açtı.

1302 (1885) tarihli mufassal vakfiyesinden edinilen bilgiye göre mevlevîhâne, Hanya’nın Zirtop mevkiinde eski Tuzhâne (Selhhâne, Tuzla) karşısında, üç taraftan Murines, İstelyanos ve Suda caddelerine açılan, etrafı yüksek duvarlarla çevrili 35.000 m2’lik bir arazi üzerinde tesis edilmiş, büyük vakıf gelirleri ve 36.000 kuruşluk nakitle desteklenmiştir.

Vakfiye düzenlendiği sırada mescidi, semâhânesi, türbe ve hazîresi, çile çıkarmaya, yemek pişirmeye ve çiledeki dervişlerin ikametine tahsis edilmiş mutfağı, biri dolaplı iki su kuyusu ve sarnıcı bulunan mevlevîhânenin haremlik ve selâmlık binalarının inşaatları devam etmekteydi. Vakfiyede ayrıca sarnıç, çeşme ve şadırvan yapılması, ağaç dikilmesi, bağ ve sebze bostanı için kaynak ayrılmıştır. Vakfiyeye göre bağ, meyve ve sebze bostanlarının mahsulleri öncelikle mevlevîhânenin ihtiyaçları için kullanılacak, ihtiyaç fazlası ürün satılarak dergâha gelir temin edilecekti. Bu amaçla Hanya’da bir dükkân açılmış, ayrıca bir fırın ve değirmen işletilmiştir.

Yaşadığı müddetçe meşihatı ve mesnevîhanlığı kendine meşrut kılan Süleyman Şemsî Dede, büyük oğlu Mehmed Şemseddin Efendi’yi mesnevîhanlık ve mürşidlik, ortanca oğlu Hasan Hüsnü Efendi’yi mütevellilik, küçük oğlu Hüseyin Ârif Efendi’yi de Meŝnevî okumak ve müderrislikle görevlendirmiştir. Diğer dergâh hizmetleri ise şunlardır: Kārilik, aşırhanlık, na‘thanlık, sersemâzenlik, serkudümzenlik, serneyzenlik, defzenlik, duâgûluk.

Vakfiyede matbah-ı şerif için vakfedilen eşya ve malzeme kırk bir kalemde 112 adet olarak tek tek sayılmaktadır. Bu liste, yeni kurulan bir mevlevîhâne için gerekli mutfak malzemesini göstermesi açısından önemlidir. Vakfiyede ayrıca dergâha vakfedilen 735 ciltlik 644 kitabın listesi de yer almıştır. Bunların otuz dokuz cildini Meŝnevî ve şerhleri oluşturmaktadır. Listede diğer kitapların yanında dönemin zihniyetini yansıtan Tercüme-i Telemak, Coğrafya, Atlas, Hendese-i Cedîd, Mecmûatü’l-mühendisîn, Risâle-i Hafriyye gibi eserler de yer almaktadır.

Şemsî Dede’nin 23 Zilhicce 1303’te (22 Eylül 1886) vefatı üzerine yerine geçen büyük oğlu Mehmed Şemseddin Efendi, postnişinliğin yanı sıra 11208’den ölümüne kadar (1924) Girit hâkimü’ş-şer‘liği görevini de yürüttü. İkinci oğlu Hasan Hüsnü Efendi de (ö. 1937) bu yıllarda Girit evkaf müdür muavinliği yaptı. Dergâh bünyesinde açılan özel rüşdiye mektebi (Mekteb-i Kebîr-i İslâm) müdürlüğü ve muallimliği görevini yürüten üçüncü oğlu Hüseyin Ârif Efendi (ö. 1942) siyasetle de meşgul oldu, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin çalışmalarına katıldı.

Mehmed Şemseddin Efendi’nin ayrıca Hilâliahmer Cemiyeti Girit şubesi başkanı olması dolayısıyla Hanya Mevlevîhânesi Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında, özellikle de Lozan Antlaşması ve mübâdele esnasında zulme ve baskıya uğrayan, yerlerini terke zorlanan müslümanların sığınağı olmuş, haklarının arandığı ve yardımların toplandığı bir merkez haline gelmiştir. Mehmed Şemseddin Efendi’nin bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin Girit’teki yarı resmî temsilcisi gibi çalıştığı, Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi’nde muhafaza edilen Abdülhalim Çelebi’ye yazdığı mektuplarından ve Osmanlı Devleti Atina sefirinin kendisine gönderdiği raporlardan anlaşılmaktadır.

1924 yılında nüfus mübâdelesi şartları gereği ailesini ve dergâhın bazı kıymetli eşyalarını, kütüphanenin bir kısmını, babasının ve bazı zevatın naaşlarını İzmir’e nakletmek için hazırlıklara başlayan Mehmed Şemseddin Efendi, İtalya’dan özel olarak kiralanan geminin Hanya Limanı’na yanaştığını dergâhın bahçesinden görünce fenalaşarak orada öldü. Oğlu Bedri Efendi’nin (Özmen) (ö. 1995) gayretleriyle İzmir’e ulaşan Şemsî Dede, Mehmed Şemseddin Efendi ve diğer zevatın naaşları, tarikat âdâbına uygun bir merasimle İzmir Mevlevîhânesi’nin hazîresine defnedildi. Mehmed Şemseddin Efendi’nin Girit’teki başarılı çalışmaları dolayısıyla ailesi iyi karşılandı. Kardeşi Hasan Hüsnü Efendi meşihata getirilerek yeni bir mevlevîhânenin kurulması için çalışmalara başlandı, devlet tarafından arazi tahsis edildi. Ancak ertesi yıl tekkeler kapatılınca arazi geri alındı. İzmir Mevlevîhânesi’nin yıkılması üzerine iki şeyhin naaşları Balçova Mezarlığı’na nakledildi.

Hanya’dan getirilebilen tekke eşyalarından sakal-ı şerif İzmir Karantina Kilise Camii’ne (Hüsnü Atabek Camii), “Allah”

ve “Muhammed” lafızları ile dört halifenin isimlerinin yazılı olduğu büyük levhalar İzmir Asansör Camii’ne, kitaplarla iki büyük kristal avize ve saat ise Konya Mevlânâ Müzesi’ne hediye edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Hanya Mevlevîhânesi Vakfiyesi, VGMA, Defter, nr. 988, Rumeli 2, s. 249-254; Konya Mevlânâ Müzesi Arşivi, Hanya Mevlevîhânesi zarfı; Karaabdal Süleyman Şemsî Dede, Tuhfetü’l-Mesnevî alâ hubbi’l-Hayderî ve Dîvançe-i Kara Şemsî, İstanbul 1305, s. 5-7; İbnü’l-Cemâl M. Râgıb, “Hanya Mevlevîhânesi”, Sâda-yı Hak, İzmir 28 Mayıs 1340 [1924]; “Cenaze Merasimi: Hanya’dan İzmir’e Nakl-i Kubûr”, a.e., 1 Haziran 1340 [1924]; Abdülbaki Gölpınarlı, “Konya’da Mevlânâ Dergâhının Arşivi”, İFM, XVII/1-4 (1955- 59), s. 156-178; İsmail Kara, “Gittikçe Uzaklaşan Hanya Mevlevîhanesi”, TT, sy. 135 (1995), s. 133-137; a.mlf., “Hanya Mevlevîhanesi, Şeyh Ailesi, Müştemilâtı-Vakfiyesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 1, İstanbul 1997, s. 115-153 (maddenin yazımında şeyh ailesine mensup Kevser Atay, Bedri Özmen ve Ahmet Özmen’den İsmail Kara arşivine gelen belgelerden de istifade edilmiştir).

Kahire Mevlevihanesi
Kahire Mevlevihanesi 450 393 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kahire Mevlevihanesi/MISIR

16. Yüzyılda Divane Mehmet Çelebi tarafından kurulmuştur. Kahire’de kalenin yakınında, Tolunoğlu Camii civarında Sharia es Sıyufiyya caddesi üzerinde yer alır. Kahire’de yer alması, hac yolu üzerinde bulunması, Asitane olması dolayısı ile Mevlevihaneler arasında önemli bir yeri vardır.

Mevlevihane Sungur Sadi Medresesi (1315), Emir Kuson, Emir Baştak sarayları ve hasan sadaka türbesinin bulunduğu yerde tesis dilmiştir. 1979 yılından beri Kahireddin İtalyan kültür heyeti adına prof. G. Fanfoni tarafından yapılan arkeolojik kazılar ve restorasyon çalışmaları sonunda mevlevihanenin sahip olduğu mekanlar belirlenmiş ve semahanesi özgün haliyle restore edilmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki Divane Mehmet Çelebi 15120’lı yıllarda Mevlevihane’yi harap vaziyette sungur sadi medresesi ve emir kusun sarayı harabeleri üzerine kurmuştur. İlk şeyhi Safi Ahmed Dede’dir. Veled Çelebi’ye göre Ademe Dede Efendidir. 1540 yılında Abdül Vahhap Dede minyatürlü olarak Sevakıb-ı Menakıb adlı kaynak eserini burada yazmıştır.

Hafız Ahmet Paşa 1545’de, Yusuf Sinan Paşa 1607’de Mevlevihane’yi ziyaret etmiş ve büyük bir Asitane olduğunu belirtmiştir. Karamanlı Hamza Dede, Kıbrıslı Siyahi Mustafa Dede, Konyalı Nesip Yusuf Dede, Nazmi Hasan Dede, Arif Dede 17-18. yüzyılda tekkede görev yapan postnişinlerdir.

Sezai Küçük beyin tespitlerine göre 19.yüzyılda Fikri Dede, Nakşi Dede, Hüseyin Azmi Dede (1893 yılına kadar) Mevlevihane’de görev yapan önemli postnişinlerdir. Türkiye’de tekke ve zaviyeler 1925 yılında kapatıldıktan sonra Kahire Mevlevihanesi görevine devam etmiştir. 1922 yılında postnişini hattat Abdül Aziz Rifai’dir. Tekke’de asılı “Ya Hazreti Mevlana” levhası günümüze gelmiştir. 1945 yılında Mevlevilik ilga olmuş ve tekke kapatılmıştır. Mevlevihane’nin ve müntesiplerin 500 yıllık hatıraları eski yapı kalıntılarında, fotoğraflarda ve El Ahram gazetesinin solgun sayfalarında kaldı. Daha sona Mevlevihane, Mısır Eski Eserler Müdürlüğü’nün korumasına alınmış, 1979’da da Prof. Dr. G. Fanfoni başkanlığında Mısır ve İtalyanların ortaklaşa kurduğu Profesyonel Restorasyon Merkezince kazı ve restorasyon yapılmaya başlamıştır. Mısırlı ve İtalyan uzmanların katkılarıyla 1984-1988 yılları arasında restorasyonlar geniş ölçüde tamamlanmış ve semahane, medrese ve eyvanı ve Hasan Sadaka Türbesi’nde Mevlevilikle ilgili sergileme yapılarak burası müze haline getirilmiştir.

Velede Çelebinin listesine gör 1912’deki şeyhi Mehmet Bahaeddin Efendidir. Mevlevihane’nin yerleşim planı, yapı kalıntılarına göre Prof. Dr. Fanfoni tarafından belirlenmiştir. Fanfoni bu plana göre yapılar topluluğunun İzometrik planını çizmiştir. Cümle kapısından girenler semahanenin kuzeyinden geçtikten sonra birinci avluya ulaşırlar. Avlunun ortasında dairevi bir havuz bulunur. Burada kuzey doğu köşede L planı derviş hücreleri bulunmaktadır. Hücrelerin üst katına bir merdivenle çıkılmaktadır.

Büyük avlunun doğusunda matbah-ı şerif, mescid, fırın vb. yapılar yer alır. Kuzeyde dar bir koridor bulunan yan yana hücreler ve helalar bulunur. Batıda esas cephede şeyh dairesi ve selamlık odaları bulunmaktadır.

Semahane; ara girişte hemen türbe ve medresenin eyvanına bitişik olarak inşa edilmiştir. Kazılar sonunda tamamen medresenin üzerine oturulduğu anlaşılmıştır. Kare planlı yapıya kuzeydeki cümle ile girilir. Semahanenin temelleri taş, yan duvarları tuğla kubbesi bağdadı olarak inşa edilmiştir (Fanfoni, 2000, 10). Kuzey tarafında bir merdivenle çıkılan L şeklinde bir ahşap mahfili bulunmaktadır.

Semahane sekizgen planıdır. Galata ve Kütahya Mevlevîhânesinde olduğu gibi kubbeyi sekiz ahşap ayak taşımaktadır. Ayaklar birbirine bursa kemerleri ile bağlanır. Ve bunun üzerinde kubbe yükselmeye başlar. Kemer aralarında daire biçimli Cahar-yar-i Güzin yazıları, üzerinde kitabe kuşağı, daha üstte ise yarım barok kıvrım dalları tepelikler arasında hayali kent görünümlerine yer verilmiştir. Kubbenin ortasında hayali kent görünümlerine yer verilmiştir. Kubbenin ortasında çok kollu şemse ve içinde ayetlere yer ve içinde ayetlere yer verilmiştir.

Semahane mekanının evreni simgelediği bu mekan içinde sema hareketlerinin belirli bir dairesel, kozmolojik kurgusu olduğu semazenin bu kurgu içinde Allah’a varmaya çalıştığı üzerinde Fanfoni durmuş ve bunu çizimle göstermiştir.

Türbe; Mevlevihane kurulduktan sonra Hasan Sadaka Türbesi’ne bazı Mevlevilerin defnedildiği eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır.

Günümüzde Kahire Mevlevîhânesi’nde restorasyon çalışmaları devam etmektedir. Semahane kültürel etkinliklerde toplantı salonu olarak kullanılmaktadır. Medrese eyvanı, hücreleri de Mevlevilikle ilgili sergi salonu haline getirilmiştir. Böylelikle Mevlevihane eski günlerinde olduğu gibi kültür ve sanata ev sahipliği yapıyor.

MISIR MEVLEVÎHÂNESİ

Ş. BARİHÜDA TANRIKORUR

Kahire Mevlevîhânesi olarak da anılan yapı, Osmanlı idare merkezinin yer aldığı Kahire Kalesi’nin ayağında daha çok Türkler’in oturduğu tarihî Hilmiye semtinde Şâriussüyûfiye’nin başlangıcında bulunmaktadır. Osmanlı döneminde Emîr Sungur es-Sa‘dî Külliyesi ile Yeşbek Min Mehdî ve Akberdî saraylarının kalıntıları üzerine yaptırılan mevlevîhâne, tarikatın ihtiyaçlarına uygun olarak büyüyüp zaman içinde şekillenerek XIV-XV. yüzyıldan kalan bu Memlük eserleriyle iç içe yapılanmış ve sokaktan göz alıcı bir Memlük ön cephesiyle gizlenmiştir. 3850 m2’lik bir alanı kaplayan mevlevîhâne müstakil iki katlı semâhâne-türbe, minare, şeyh / harem dairesiyle iki ayrı bahçeli avlu etrafında düzenlenmiş dede hücreleri, mescid, meydân-ı şerif, somathâne, matbah-ı şerif, çilekeş odası, helâlar, selâmlık ve büyük bir mihman evinden müteşekkil olup aynı zamanda menzil vazifesi ifa eden tam teşekküllü bir âsitâne özelliğine sahiptir. Genellikle İstanbul’dan ya da Anadolu’dan Hicaz’a giden dervişler Kahire’ye uğramadan geri dönmedikleri için Mısır Mevlevîhânesi devamlı misafir ağırlayan bir kuruluş olarak hizmet vermiştir.

Mevlevîhânenin tesis tarihi tam olarak bilinmemektedir. Mevlevî kaynaklarına göre, Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından fethinden birkaç yıl önce bazı dervişleriyle birlikte Mısır’a uğrayan Divane Mehmed Çelebi, o sırada hapiste bulunan İbrâhim Gülşenî’yi ziyaret ederek onu hapisten kurtarıp Kahire’de bir süre kaldığı sırada mevlevîhâneyi kurmuş, dönerken Safî Ahmed Dede’yi halife olarak bırakmıştır. Ayrıca Abdülvehhâb es-Sâbûnî’nin 947’de (1540) Kahire Mevlevîhânesi’nde ikamet ettiğini ve tekkenin kütüphanesinde bulunan Menâḳıbü’l-ʿârifîn’in muhtasarı S̱evâḳıbü’l-Menâḳıb adlı Farsça eseri burada yazdığını belirtmesi dergâhın bu tarihten önce açıldığını göstermektedir. Yemen Valisi Yûsuf Sinan Paşa’nın 17 Safer 1016’da (13 Haziran 1607) burada bir vakıf kurduğu bilinmektedir. Vakfiyede mevlevîhânenin gelirleri, bugünkü arsanın sınırları ve XVII. yüzyıl başında mevlevîhânede elliye ulaşan görevli sayısı ile maaşları belirtilmektedir. Bu görevliler, Mevlevî dedeleriyle mescidin imam ve müezzininin dışında otuz kişilik bir semâ grubu, birer mesnevîhan, duahan ve hânende ile üçü neyzen, biri kanunî, biri tamburî olmak üzere sâzendelerden meydana geliyordu. Ayrıca mevlevîhâne civarında bir sarayı olan Defterdar Emîr Hasan, 1037’de (1627) on beş derviş hâfız tarafından Kur’an okumak üzere bir vakıf kurmuş, daha sonraları bunu bazı yeni vakıfların tesisi izlemiştir (bk. Fanfoni, EJOS, IV [2001], s. 17).

Evliya Çelebi, XVII. yüzyıl sonlarına doğru ziyaret ettiği mevlevîhânenin kat kat hücreleri ve semâhânesiyle büyük bir âsitâne olduğunu söyler. Ancak XIX. yüzyıla kadar mevlevîhânenin mimari durumunun nasıl olduğu ve ne şekilde kullanıldığı yeterince bilinmemektedir. Son kazılardan çıkan neticelere göre medreseyi türbeye bağlayan ana eyvanla önünde bulunan ve bugünkü semâhânenin altında kalan orta avlunun ibadet ve semâ, avlu etrafında dizilmiş hücrelerin ise dervişlerin ikametgâhı olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Abdurrahman Fehmi’ye göre mevcut semâhânenin inşası, dervişler ribât ve Akberdî Sarayı kısmında ikamet ettikleri zaman 1225’te (1810) gerçekleşmişti. Ancak tezyinatından ve bazı kitâbelerden anlaşıldığı kadarıyla buranın XIX. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı ve Said Paşa’nın inşa ve tamirleriyle bugünkü halini aldığı söylenebilir. Semâhânenin kubbe göbeğinin kitâbesi 1274 (1857), sütunların üzerindeki kitâbesi ise 1282 (1865) tarihlidir. Ancak daha sonra da eyvandan mutrip balkonuna ilâve edilen merdiven gibi bazı müdahalelerin yapıldığı görülmektedir. Buna göre Mevlevîler dergâhı terketmeden önce semâhâne ve müştemilât birkaç defa daha tamir görmüştür.

XIX. yüzyıl sonundan XX. yüzyıl başına kadar semâ cuma namazından sonra icra ediliyor ve toplumun seçkin tabakasından gelen hanımlarla yabancı ziyaretçiler de seyirci olarak iştirak edebiliyordu. 1903’te mevlevîhâne Dîvânü’l-evkāf’a bağlanıp şeyhin tayini ve tekkenin vakıfları buradan yönetilmeye başlandı. 1916’da hükümet Mevlevîler’in faaliyetlerine engel olmak istediğinden sıkıntılı günler yaşandı. Ancak mihrabın önündeki 1341 (1922) tarihli Azîz er-Rifâî imzalı “Yâ Hazreti Mevlânâ” levhasından bu yıllarda mevlevîhânenin belirli bir destek görmüş olabileceği düşünülebilir. Zira meşhur Türk hattatı Aziz Efendi o yıl Kral I. Fuâd’ın davetiyle Kahire’ye gelerek kendisi için bir mushaf yazmış ve onun ısrarı üzerine buraya yerleşip hat sanatının gelişmesine hizmet etmiştir.

1925’ten sonra Türkiye’de tekkelerin kapatılması üzerine Mısır Mevlevîhânesi, Halep Mevlevîhânesi’nde yeni kurulan çelebi makamından yönetilmiş, hükümet ve Kahireli aydınlar bu faaliyetleri himayeye devam etmiştir. 1928’de el-Ehrâm gazetesinde semâ hakkında yazılmış bir yazıyla yayımlanan resimlerden ve 1932’de burada toplanan Arap Müziği Kongresi sırasında kaydedilen Mevlevî mûsikisinden o tarihlerde mevlevîhânenin hâlâ faal olduğu anlaşılmaktadır. Fakat 1946’da mevlevîhâne Cem‘iyye Kāhiriyye’ye tahsis edilince huzurevi ve fakirler için bir dispanser haline getirilmiştir. Bu dönemde yaşlılarla birlikte birkaç derviş de burada kalmıştır. Aralık 1954’te Evkaf Bakanlığı Mısır’daki diğer tekkeler gibi mevlevîhâneye de el koyunca gelirleri kesilen dervişler buradan ayrılmıştır. Bakımsız kalan mevlevîhânede İtalyan Dışişleri Bakanlığı, Mısır Eski Eserler Komisyonu ve Roma Üniversitesi’nin iş birliğiyle ve Guiseppe Fanfoni’nin nezareti altında 1984’ten beri geniş çaplı bir onarım gerçekleştirilmiştir. Bugün mevlevîhâne Mısırlı öğrenciler için bir restorasyon ve arkeoloji okulu olarak kullanılmaktadır. Mevlevîhâne kapatıldıktan elli yıl sonra 1998’de Türkiye’den gelen bir heyetle, semâhânede bir mevlevî semâ mukabelesi icra edilmiştir.

Mevlevîhâne iki avlu etrafında düzenlenmiştir. Türbe, semâhâne ve şeyh dairesine geçişi sağlayan kapı yapının kuzeybatı köşesindedir. Kapının solunda minare, sağında türbe yer almakta, içeride doğuya doğru uzanan koridorun güneyinde semâhâne bulunmaktadır. Semâhânenin doğusunda kareye yakın küçük bir avlu vardır. Bu avlunun kuzey ve doğu yönünde “L” şeklinde sıralanmış, önü ahşap revaklı, iki katlı on sekiz derviş hücresi mevcuttur. Revaklar altta taç sütunlu, üstte ahşap direklidir. Avlunun güneyinde fevkanî olarak düzenlenmiş büyük bir toplantı odası görülür. Bu mekânın altına abdest muslukları yerleştirilmiş olup batı yönünde iki kemer açıklığı ile dışa açılmaktadır. Avlu ortasında daire şeklinde büyük bir havuz mevcut olup avlunun iki yanında üst katlara bağlantıyı sağlayan merdivenler yer almaktadır. Güneydeki büyük avlunun kuzey kanadında idarî odalar, mutfak, kiler, yemekhane, mescid, temizlik bölümleri ve toplantı odaları bulunmaktadır. Doğuda dergâhın müştemilâtı, batıda sokağa cepheli misafirhane yer alır. Avlunun güneyinde ise Yeşbek Min Mehdî’nin sarayının kalıntıları görülür.

Kare planlı olan türbenin üzeri altta sekizgen, üstte silindir biçiminde iki kasnakla yükseltilmiş sivri bir kubbe ile örtülmüştür. Sekizgen kasnağın her cephesinde birer sivri kemerli pencere açılmış, silindirik kasnak bir dizi pencere görünümlü dekoratif nişle süslenmiştir. Kubbe eteğinde ise bir yazı kuşağı mevcuttur. Türbede Seyyid Ahmed el-Bedevî’nin kardeşi Şeyh Hasan Sadaka yatmakta olup bitişikteki eyvanla bunun yanında meşâyihe ait sikkeli sandukalar bulunmaktadır.

Yine kare kaide üzerinde yükselen minarede kare gövdenin cephelerinde altta ikişer, üstte birer pencere görünümlü niş vardır. Üstteki nişlerin içine birer mazgal pencere açılmıştır. Şerefeden itibaren sekizgen gövdeli olan minarenin şerefesi sekizgene uygun biçimdedir. Petek kısmında her cephe altta dilimli kemerlerle, üstte mukarnaslarla süslenmiştir. En üstte dilimli bir külâhla tamamlanan minarenin alemi Mevlevî sikkesi şeklindedir.

Kare planlı (15 × 15 m.) semâhânenin duvarları kesme taştan olup kısmen tuğla örgülüdür. Her katı bir sıra oval ve restorasyondan sonra aralarda açılmış dikdörtgen pencere ile aydınlatılır. Semâhânenin ortasında 13 m. yüksekliğinde geniş ve kasnaksız, ince bir bağdâdî kubbe ile örtülü, ahşap döşemeli, dâirevî planlı (çapı 10,65 m.) semâ meydanı, torna işi ahşap parmaklıklar ve ince sütunlarla sınırlanan iki katlı ahşap zeminli bir izleyici mahfiliyle çevrilmiştir. Mahfilin alt katı halk için ayrılmıştır. Bunun doğu duvarında yuvarlak kemerli bir mihrap nişinin önüne asılmış, Hattat Aziz Efendi’nin yazdığı “Yâ Hazreti Mevlânâ” levhası dikkati çeker. Asma kat mahfilinin mihrap üstündeki kısmı özel misafirler için ayrılmış olup tam karşısında mutribin kullandığı çıkma balkon bulunur. Asma kattaki mahfilin kafesli güney kısmı kadınlar mahfili olarak kullanılmıştır. Semâ meydanını sınırlayan on iki sütun, üstte birbirlerine “C” ve “S” kıvrımlarıyla bağlanan zarif Bursa kemerleriyle kubbeyi taşımaktadır. Kemer aralarında çiçekle çevrilmiş bir madalyonun içinde on iki imamın isimleri yazılıdır. İmam Muhammed el-Bâkır’ın adının yanında 1282 (1865) tarihi ve ressam Muhammed Kāsım Tebrîzî’nin imzası okunmaktadır. Kubbe eteğinin alt kuşağında bir sıra koyu zeminli, on sekiz kartuş içinde ta‘likle yazılmış “Bismillâh” ve “Yâ Hazreti Mevlânâ” ile “semâ-ı Mevlevî” redifli dokuz Türkçe beyitten oluşan bir methiye yer alır. Bu yazı kuşağının üstünde kubbe eteğini çeviren bir sıra zencirekten sonra çepeçevre dolaşan geniş kuşaklı bir manzara resmiyle çeşitli bitkilerden oluşan serbest bir kompozisyon vardır. Burada ayrıca merkezden muhite doğru yayılan güneş ışınlarını sembolize eden bir çeşit şemse kuşak bulunur. Bunun ortasında iç içe iki halka halinde kubbe göbeğinin merkezine yerleştirilmiş, celî sülüs hattıyla iki âyet yer almaktadır.

Kahire Mevlevîhânesi’ndeki semâhâne olgun dâirevî planıyla, çeşitli unsurların nisbetli ve zarif âhengiyle, süslemeleriyle birlikte semâ mukabelesi için inşa edilmiş en güzel ve en uygun örneklerden biridir. Bursa ve Kütahya mevlevîhânelerinin semâhâneleri de plan ve tezyinat bakımından buna benzemektedir.

BİBLİYOGRAFYA

Yûsuf Sinan Paşa’nın 17 Safer 1016 (15 Şubat 1607) Tarihli Vakfiyesi, Kahire Vizâretü’l-evkāf, Vakf, nr. 3301.

, II, 397.

, IX, 31, 419.

, I, 15.

Esrar Dede, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 756, vr. 318-319.

F. M. Hessemer, Arabische und Alt-Italienische Bau-Verzierungen, Paris 1843, I, 39.

H. de Vaujany, Le Caire et ses environs, Paris 1883, s. 317-319.

Ali Paşa Mübârek, el-Ḫıṭaṭü’t-Tevfîḳıyye, Kahire 1969, II, 160; VI, 17-19.

Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 61-64, 132-133.

Max van Berchem, Matériaux pour un Corpus inscriptionum Arabicarum I: Égypte, Le Caire 1903, s. 733-736.

E. W. Lane, The Manners and Customs of the Modern Egyptians: 1833-1835, London 1914, s. 168.

G. Wiet, Répertoire chronologique d’épigraphie arabe, Le Caire (1931 –), XIV, 98-99, 162.

K. A. C. Cresswell, The Muslim Architecture in Egypt, Oxford 1959, II, 267-269.

F. de Jong, Ṭuruq and Ṭuruq-Linked Institutions in Nineteenth Century Egypt, Leiden 1978, s. 170.

Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1982, s. 109-110, 324.

G. Fanfoni, “Restauri del complesso architettonico dei Dervisci Mewlewi al Cairo”, Architettura nei Paesi Islamici, IIa Mostra internazionale di architettura, Biennale di Venezia, Venezia 1982, s. 258-259.

a.mlf., Il restauro della Sama’khana dei Dervisci Mevlevi, Cairo 1988.

a.mlf., “The Italian-Egyptian Restoration Center’s Work in the Mevlevi Complex in Cairo”, The Restoration and Conservation of Islamic Monuments in Egypt (ed. J. L. Bacharach), Cairo 1995, s. 59-75.

a.mlf., “Il complesso architettonico dei Dervişti Mewlewi in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 29, London 1982, s. 1-12.

a.mlf., “Il complesso architettonico del Dervisci Mevlevi in Cairo”, , LII (1983), s. 77-92.

a.mlf., “An Underlying Geometrical Design of the Mawlawî Sama’hâna in Cairo”, , sy. 24 (1988), s. 207-232, plan IX-XI.

a.mlf., “The Foundation and Organization of the Cairo Mawlawiyya”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 17, Venezia 1999, s. 105-122.

a.mlf., “Historical and Architectural Aspects of the Cairo Mawlawiya”, EJOS: Electronic Journal of Oriental Studies (www2.let.uu.nl/solis/anpt/EJOS-1.html), IV (2001), s. 1-35.

a.mlf. – C. M. Burri, “Notes on the Restoration of the Small Theatre of the Dancing Dervishes at Share Helmeia in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 14 (1978), s. 62-65.

a.mlf.ler, “The Mawlawiyya and the Madrasa of Sunqur Sa’di with the Mausoleum of Hasan Sadaqa”, a.e., sy. 16 (1980), s. 62-65.

Hasan Özönder, “Mevlevîliğin Mısır’daki Temsilciliği: Kahire Mevlevîhânesi”, II. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi 3-5 Mayıs 1990 Tebliğler, Konya 1991, s. 175-194.

D. Behrens-Abouseif, Islamic Architecture in Cairo: An Introduction, Cairo 1989, s. 107-108.

a.mlf., Institutions and Foundations in Ottoman Egypt in the 16th and 17th Centuries, Leiden 1994.

Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 221-224.

Abdurrahman Fehmî, “Beyne edebi’l-maḳāme ve fenni’l-ʿimâre fi’l-Medreseti’s-Saʿdiyye (Ḳubbetü Ḥasan Ṣadaḳa)”, Mecelletü’l-Mecmaʿi’l-ʿilmî el-Mıṣrî, LII, Kahire 1970-71, s. 39-64, figür 1-24.

J. Dickie (Yaqub Zaki), “The Mawlawi Dervishery in Cairo”, Art and Archaeology Research Papers, sy. 15 (1979), s. 9-15.

Tiziana Battain, “Architettura e misticisma sufi: la Tekke Mawlawi del Cairo”, Islàm. Storia e Civiltà, sy. 12 (IV/3), Roma 1985, s. 165-173

G. Canova, “Iscrizioni e documenti relativi alla takiyya dei Dervisci Mevlevi del Cairo”, Quaderni di Studi Arabi, sy. 17 (1999), s. 123-146.

Atina Mevlevihânesi
Atina Mevlevihânesi 1024 691 Hz. Mevlâna Dergâhı

Atina Mevlevihânesi

Atina’nın Plaka semtinde Roman Agora denilen sit alanı içindedir. Bir adı da “rüzgarlar kulesidir.”

İçerisinde eski döneme ait sadece mihrap kalıntıları bulunmaktadır. Yıkılma tehlikesine karşı içerisine demir bir iskele kurulmuştur.

Bu yapının küçüklüğü sebebi ile semahaneden ziyade talim yeri olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu yapının eski halini gösteren gravürle, Mevlevi dervişlerin sema yaptığını gösteren bir başka gravürde bu kanaatimizi güçlendirmektedir.

Mevlevihane avlusu içinde günümüze ulaşan Fethiye Camii ‘de bulunmaktadır. Mevlevihanenin diğer kısımları günümüze ulaşamamıştır.

Kırım Gözleve Mevlevihânesi
Kırım Gözleve Mevlevihânesi 338 450 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kırım Gözleve Mevlevihânesi

Ukranya’nın Kırım Muhtar Cumhuriyeti’nin Gözleve şehrinde Eski odun pazarı semtindedir. Mevlevihane ve camii aynı avlu içinde yer alır.

Semahane kiremit çatılı bir binadır. 1944 yılında Stalin döneminde bombalan minare yıkık vaziyettedir.

Semahaneye girdiğinizde en çok dikkatinizi çekecek olan şey derviş hücrelerinin direkt semahaneye açılıyor olmasıdır. Kubbeli bir yapı olan semahane de mıtrıban mahfili de bulunmamaktadır.

Semahanenin kemer formlu pencerelerindeki vitraylar yakın zamana ait.

Semahanenin içerisinde bulunan rahlelerden burasının tıpkı eskiden olduğu gibi şimdide insan eğitiminde kullanılan bir mekan olduğu anlıyoruz.

Bahçeyi gezmeye başladığımızda geçmişte tahrip edilen ve son yıllarda yeniden yapılan Mevlevihane’nin banisine ait olduğu söylenen bir mezarla ve su kuyusu ile karşılaşıyoruz.

Mevlevi tekkesi 15. yüzyıl yapısıdır. Ayrıca tarihi ve arkeolojik bulgular ile 1830 yılında burayı ziyaret eden bir Alman seyyahta caminin adının Cuma camii olduğunu zikretmektedir.


Kırım Gözleve Mevlevihânesi

Kırım Tatarların deyişiyle Kezlev’in Rusçası ise Yevpatoria’dır. Başkent Akmescit’e 65 km. mesafededir. Kırım Mevlevîhanesi bu şehirdedir. Gözleve Kırım’da Osmanlı etkisinin en yoğun olduğu şehirdir. Bir Türk Kavmi olan Musevi Karaimler burada yaşamaktadır. Bunlara ait birde sinagog vardır. Gözleve aynı zamanda Kırımlı meşhur şair – ozan Aşık Ömer’in de doğduğu yer olarak bilinir. Evliya Çelebi’ye göre şehrin ismi, buraya kurulan “Gözlü Ev” adlı bir Tatar köyünden gelmektedir. Nüfusu yaklaşık 115 bin civarındadır. Han Camii’nin yakınında bir de 16. yüzyılda inşa edilen çifte hamam vardır. Hamam viran haldedir. Gözleve, Kırım’ın en önemli kara, demiryolu ve denizyolu kavşak noktalarından ve aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’nın en önemli ihraç limanlarından biri konumundadır. Meşhur şifalı çamur banyolarının bulunduğu turizm merkezlerinden birisidir. Ayrıca özellikle çocukların tedavi edildiği pek çok sağlık merkezi (sanatoryum) vardır. Bu tesislerde özellikle çocuk hastalıkları ve göğüs hastalıkları tedavi edilmektedir. Yunus balıkları ile çocukların tedavi edildiği merkezlere dünyanın dört bir yanından hastalar gelmektedir.

Mevlevîhane, Han Camii’nin yakınında, surların içinde eski Odunpazarı semti’ndedir. Mevlevîhane hakkında pek tatmin edici bilgi yoktur. Derviş Tekkesi, Cuma Camii, Aziz Baba Mevlevî Tekkesi olarakta bilinir. Tekkenin 16. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Elife Hanım’ın anlattığına göre 2. Yekaterina zamanında mevlevîhaneyi tahrip eden Ruslar, Mevlevî dervişlerini de idam etmişler. Mevlevîhane 1944 sürgünü sırasındada Rus uçakları tarafından bombalanmış. Cami ve tekkenin restorasyonu sırasında avlu içerisindeki kuyuda Müslümanlara ait yüzlerce iskeletin bulunması da bu anlatılanları doğrular mahiyettedir. Mevlevîhaneden günümüze sadece yıkık bir cami ve semahane ulaşmıştır. Semahane oldukça sağlamdır ve şu anda eğitim amaçlı olarak kullanılmaktadır. Mevlevîhaneye ait bir su kuyusu, bazı mezar taşları ve birde kime ait olduğu bilinmeyen mezar mevcuttur. Cami harap vaziyettedir. Sadece dört duvarı ve yarım minaresi ayakta kalmıştır. Çatısı içine göçmüştür. Semahane muntazam taştan inşa edilmiştir. İçten ve dıştan kare planlıdır. Semahane içerisinde 20 gözden oluşan derviş hücreleri sıralanır. Derviş hücreleri farklı büyüklüktedir. Semahanenin batı cephesinde tek girişi vardır. Semahane 1996 yılında restore edilirken tuzlu kum kullanıldığı için bir müddet sonra duvarlardaki sıvalar toz halinde dökülmektedir. Daha sonra başlayan ikinci restorasyon ise kaynak yetersizliğinden ağır ilerlemektedir.

Mevlevîhanenin arsasına inşa edilen yeni bir bina Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Semahane ve caminin batısında yer alan bina yakın bir zaman önce inşa edilmiştir. Su kuyusu bu bina ile cami arasındadır. Mevlevîhane, etrafı duvarlarla çevrili geniş bir arazi içerisindedir. Batıdaki cümle kapısının üzerinde Kırım Hanlığı’nın simgesi vardır. Bu binaların korunması ve Etnografya Müzesi’ne dönüştürülmesi büyük oranda Elife Hanım ve Onun gibi şuurlu Kırımlı kardeşlerimiz sayesinde gerçekleşmiştir. Etnografya Müzesi aynı zamanda Kırımlı Müslüman kardeşlerimize bir halk eğitim merkezi gibi hizmet vermektedir. Burada Elife Hanım gözetiminde el işleri, güzel sanatlar, Kuran-ı Kerim kursları düzenlenmektedir. Müzede sergilenen eşyalar Kırım bölgesinden toplanan kıymetli etnografik eserler ve Rus zulmünü belgeleyen fotoğraflardan oluşmaktadır. Mevlevîhanenin bahçesi çok bakımlı ve mamurdur. Ayrıca Etnografya Müzesi’nin ana kapısından giriverince sağ duvara bitişik bir çeşme yapılmıştır. Bu çeşme Gözleve ile kardeş şehir olan Silifke Belediyesi tarafından yaptırılmıştır.

Gözleve’de Osmanlı döneminden kalma en önemli eser ise Han Camii’dir. Kırım Hanı 1. Devlet Giray Han’ın Moskova’ya düzenlediği seferden zaferle dönmesinin şerefine 1552 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Cami 1830 depreminde ciddi biçimde hasar görmüş ve iki minaresi yıkılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Alman işgal kuvvetleri tarafından cami ve minareleri tamir edilmiştir. 1944 sürgününden sonra domuz ahırı olarak kullanılan cami, daha sonra yine Komünist yönetim tarafından 1970 yılında propaganda amacıyla tamir ettirilmiştir. Bu tamirden sonra cami “Ateizm Müzesi” olarak kullanılmıştır. 1991 yılında Kırım Tatarları tarafından geri alınarak yeniden ibadete açılmıştır.

KAYNAKÇA

KARPUZ, Haşim – DIVARCI, İbrahim – KUŞ, Ahmet – ŞİMŞEK, Feyzi, Dünya Mevlevîhaneleri Fotoğraf Albümü, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2006, s. 240 – 253

YAVUZ, Umut, “Balkan İzlenimleri 4 – Türkiye Kırım’da Söz Sahibi Olmalı”, Yeni Asya, 27 Ocak 2007, s. 15

Kırımın Sesi Gazetesi


Gözleve Mevlevîhânesi:

Karadeniz’in kuzeyinde, en uzaklardaki mevlevîhânelerden biriside Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyetindeki Gözleve – Yevpatoria’da kurulmuştur. Surların dışında, Eski Odun pazarı semtinde bir camii ile aynı alan içerisindedir.

Mevlevîhânenin tarihi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bazı kay­naklarda geçen Aziz Arap Baba’nın kimliği ve tekke ile ilişkisi de meçhul­dür. Rus mimarlık tarihçileri cami ve tekkenin mimari özellikleri üzerinde durmuşlardır.

Tekkenin hemen yakınında harap bir cami bulunmaktadır. Son yıllarda burada birde müze ve eğitim merkezi yapılmıştır.

Tekkenin yakınındaki cami harap durumdadır. Kırma çatılı olduğu sa­nılan yapının duvarlarının bir kısmı ile mihrabı da ayakta kalmıştır. Yapıyı 18-19. yüzyıla tarihleyebiliriz. Bu caminin tekkeye ait olup olmadığım bil­miyoruz.

Mevlevîhâne muntazam taş işçiliği göstermekte, içten ve dıştan kare plânlı olup, dış köşeleri pahlıdır. İçte avlunun etrafında derviş hücreleri bulunmaktadır. Ana girişi batı cephededir. Derviş hücreleri farklı büyük­lüktedir. Yan yüzlerde alt sırada ve üst sırada avluyu aydınlatan dikdört­gen formlu sivri kemerli pencereler bulunmaktadır. Merkezi büyük kubbe içten pandantiflere, dıştan yüksek bir kasnak ve piramidal bir çatıya sahip­tir.

Yapının tarihi gibi müştemilatı hakkında da bilgimiz yoktur. Mevcut hücreleri derviş hücresi, avluyu da semâhâne olarak tanımlayabiliriz.

Mimari özelliklerinden dolayı mevlevihâneyi 17. yüzyıla tarihleyebili­riz. Bazı Rus araştırmacılar bu yapının Gözleve Han Camisi gibi Mimar Sinan tarafından yapılmış olabileceğini belirtirler. Katkıları için Prof. Dr. Bozkurt Ersoy’a teşekkür ediyorum.

Haşim Karpuz: BALKANLAR’DAKİ MEVLEVÎHÂNELERDEN
GÜNÜMÜZE KALANLAR

 

 

Filibe Mevlevihânesi
Filibe Mevlevihânesi 1024 685 Hz. Mevlâna Dergâhı

Filibe Mevlevihânesi – Bulgaristan

Bulgaristan’ın Filibe şehrinde eski mahalle diye anılan semttedir. Taş döşeli sokaklardan geçerek ulaştığınız girişinde sizi Mevlevihane yazılı bir tabela karşılar. Girişin hemen sağında binanın geçmişi anlatan tasvirlerle karşılaşırsınız. Bu alan aynı zamanda mevlevihane’nin kuyunun da bulunduğu eski bahçeye açılmaktadır. Bu kısımdan bir kapı yardımı ile misafir ağırlama salonuna, oradan uzun bir koridor vasıtası ile de şimdilerde yemek salonu olarak kullanılan semaheneye ulaşır- sınız.
Semahane formu korunarak 1999 yılında restore edilmiştir. Eski döneme ait şamdanlar muhafaza edilmiştir. Ayrıca tavan, duvar ve sütun süslemeleri elden geçirilmiş ve yenilenmiştir.

Semahanenin altında eski antik bir kalıntı bulunmaktadır. Buradan geçmişte depo olarak kullanılan bölüme ve arka bahçeye ulaşmak mümkündür. Geçmişte derviş hücresi olarak kullanılan odalar bu bahçeye bakmaktadır. Bu bahçeden ayrı olarak ön tarafta kullanılmayan bir ayrı bahçe daha mevcuttur.

Biraz vaktiniz varsa Mevlevihanenin sokağında Osmanlı dönemine ait başkaca konakları da görme fırsatı bulabilirsiniz.

 

SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ
SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ 1024 647 Hz. Mevlâna Dergâhı

SARAYBOSNA MEVLEVÎHANESİ

Ahmet KUŞ

Ahmet KuşSaraybosna’ya ilk olarak 2006 yılında “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli” için gitmiştim. O zaman Gazi Hüsrev Bey Çeşmesi’nden su içen buraya tekrar gelir demişlerdi. Birçok tarihî şehirde olduğu gibi Saraybosna’da da böyle bir inanış var. Suyun hikmetinden mi bilinmez ama gerçekten de birkaç yıl sonra yeniden Saraybosna’ya gitmek nasip oldu. 2009 yılında gerçekleşen ikinci seyahatimiz “Rumeli’de Osmanlı Mirası” projesinin çekimleri içindi. Bu proje bugüne kadar yaptığımız en kayda değer işlerden biriydi fakat maddi destek bulamadığımız için dört ülkeyle sınırlı kaldı. Beş cilt olarak öngördüğümüz çalışmanın sadece iki cildini yayınlayabil-dik(1). Arnavutluk ve Makedonya birinci ciltte, Kosova ve Bosna Hersek ikinci ciltte yer aldı. Çok istememize rağmen kaynak bulamadığımız için Rumeli’de yer alan diğer ülkelerin çekimlerini yapamadık.

Evlad-ı Fatihan olan Boşnaklar tarihin her döneminde biz Türklere karşı kardeşten de öte bir hukuka sahip olduğu için projenin bu etabı benim için son derece önemliydi. “Dünya Mevlevîhaneleri Belgeseli”nin hazırlık çalışmalarını yaparken Saraybosna Mevlevihanesi’nin yıkıldığını bildiğimiz halde burayı da projeye dahil ettik. Bundaki amacımız hem Saraybosna’daki Mevlevîlikle ilgili izleri tespit etmek, hem de oradaki Osmanlı yapılarının durumunu araştırmaktı.

Saraybosna Mevlevîhanesi şehrin merkezinde yer alan Bent-başı semtinde Milaçka Nehrinin kenarında bulunuyormuş. Küçük bir duvar kalıntısı haricinde mevlevîhaneden günümüze hiç bir şey ulaşmamış. Daha önce burada Bosna Sancakbeyi İsa Beyin yaptırdığı İsa Bey Zaviyesi bulunuyormuş. Mevlevîhanenin Milaçka Nehri kenarında kurulduğunu, ağaçlar içerisinde yer aldığını ve birçok yapıdan meydana geldiğini eski fotoğrafarından anlıyoruz.

Zaviye, XV. – XVI. yüzyılda yoksulların, yolcuların iaşe ve ibadeti için hizmet veriyormuş. 1659 yılında zaviyeyi ziyaret eden Evliya Çelebi buradan Mevlevî Tekkesi olarak bahsetmektedir. Evliya Çelebi’nin eserinde anlattığına göre o dönemde Saraybosna’da 47 tane derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de İsa Bey Tekkesi’dir. Evliya Çelebiye göre bu tekke; “Malaçka Nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup, semahane ve meydanlı, yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfeli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş hattat Mustafa gayet güzel
yazı yazar.”(2)

Mevlevîhane, 1697 yılında Avusturya işgalinde yanmış, bir müddet harap kalmış ve 1840 yılında Vali Vecihi Paşa tarafından tamir ettirilmiş, daha sonra bir sel felaketi sonucunda yıkılmış, 1886 yılında faaliyeti durdurulmuş. L planlı tekkenin alt katında mat-bah ve diğer bölümler, üst katta ise bir semahane ve meydan odası bulunuyormuş. Bu yapı da 1957 yılında yıkılmış, mevlevîhanenin yerine otel ve benzin istasyonu yapılmış. 1999 yılında kurulan bir dernek, mevlevîhaneyi yeniden kurmak için hükümet nez-dinde girişimde bulunmuş fakat bu girişimden uzun bir süre herhangi bir sonuç alınamamış.

Saraybosna’daki Mevlevîhaneyi Evliya Çelebi’den başka seyyahlar da ziyaret etmiştir. Fransız seyyah Quiclet 1657’de Venedik’ten başlayıp Balkanları geçerek İstanbul’a kadar faytonla yaptığı seyahat sırasında Saraybosna’ya da uğramıştır. Notlarında sema eden Mevlevî dervişlerinden de bahsetmiştir.

Saraybosna’daki Mevlevî zaviyesine yolu düşenlerden birisi de William Miller’dir. Saraybosna’yı 1895 civarında ziyaret eden Miller, İngiliz gazeteci ve tarihçidir.

Miller eserinde Sinan Tekkesi adını verdiği Mevlevî Tekkesinde izlediği sema ayininden bahsetmiştir. İskoç tıp doktoru ve arkeolog olan Robert Munro 1895 yılında Saraybosna’yı ziyaret etmiştir. Sa-raybosna’daki tekkeyi ziyaret eden Batılı seyyahlardan birisi de Roy Trevor’dur. İngiliz uyruklu seyyah Trevor, Saraybosna’yı 11209 yılının Ramazan ayında gezmiştir. Trevor, çok arzu etmesine rağmen bazı sebeplerden dolayı hükümet tarafından sema yasaklandığı için sema icrasını izleyememiştir.

Seyyahlar semadan ve dervişlerden bahsetmelerine karşın tekkenin mimarisinden hiç söz etmemişlerdir. Sadece Miller biraz bahsetmiştir. “Sinan Tekkesini ziyaret ettiğimde, her şeyden evvel, bir takım insanların oturduğu, kâğıt oynadığı ve kahve içtiği bir kahvehaneye kadar refakat edildim. Bir ahır veya tavla avlusunu bir yandan öbür yana geçerek, dervişlerin icrada bulunduğu mahallin ahşap mahfline eriştim. Her iki yanından sadece birer sütunla taşındığından ve seyircilerin her hareketiyle gıcırdadığı ve inlediğinden, her an mahflin düşeceğini zannettim. Keza, kadınlar için kafesli bir mahfil vardı. Binada, üç saf halinde dizilmiş, sırasıyla her safta, bir, dokuz ve dört olmak üzere on dört derviş vardı.”(3)

Hacı Munic EfendiMevlevîhane yıkılsa da Bosna Hersek’te hâlâ güçlü bir tasavvuf geleneği bulunuyor. Halveti, Kadiri tekkelerinin çoğu halen faaliyetine devam ediyor. Mevlevîlik de halen yaşayan bir kültür öğesi. 2006’daki ziyaretimiz sırasında Hafız Halit Hacı Muliç Efendi (1915-2011) sağdı ve Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin Mesnevisini Boşnakçaya çeviriyordu. Çok yaşlı olduğu için görüşme taleplerini genellikle kabul etmiyormuş. Bizim ekiple de görüşmeyi kabul etmedi. Boşnakça çevirisi tamamlanan Mesnevi daha sonra Konya Büyükşehir Belediyesinin bir alt kuruluşu olan Kültür A.Ş. tarafından yayınlandı. Hacı Muliç Efendi 8 Ocak 2011 Cumartesi günü 96 yaşında vefat etti. Mesnevi asırlarca Saraybosna’da okunmuştur. Birçok şehirde olduğu gibi burada da Mesnevi mesnevihanlar tarafından topluluklara okunup şerh edilmiştir. XVI. yüzyılda yaşamış olan Bosnalı Siyâhî Mustafa, XVII. yüzyılda yaşamış olan Tevekkulî Dede Bosna’nın en fazla bilinen mesnevihanlarındandır. Bosna’da sadece Mevlevî şeyhleri değil diğer tarikatların şeyhleri de zaman zaman Mesnevî dersleri vermişlerdir. Bu mesnevihanlar arasında Merhum Emin İseviç’in adını da zikredebiliriz.

Saraybosna Mevlevîhanesi yurtdışında bulunan şanslı mevlevîhanelerden birisidir zira 2013 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

Mevlevîhane ne yazık ki Bentbaşı’nda bulunan ve günümüzde bir kısmı yol bir kısmı da özel mülkiyete geçen aslî yerine yapılamamıştır. Mevlevîhane, Saraybosna’ya hakim bir tepe olan Sarı Tabya’nın alt tarafına yapılmıştır. Burası aynı zamanda Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarına da 50 metre uzaklıktadır.

Mevlevîhane, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Selçuklu Belediyesi’nin işbirliği ile inşa edilmiştir. Binanın projesi Saraybosna’da mesnevîhanlık geleneğinin son halkalarından biri olarak bilinen Hacı Muliç Efendinin vasiyeti üzerine mimar Namık Muftiç tarafından aslına benzer şekilde hazırlanmıştır. Mevlevîhane, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve Türkiye’den giden bir heyetin de bulunduğu bir tören sonucunda hizmete girmiştir. Bina Hacı Muliç Efendinin yetiştirdiği talebeleri Hafız Mehmet Efendi Ka-rahodsiç ve Veli Kukurozoviç yönetimindeki Hacı Muyaga Vakfı tarafından “Balkanlar Mevlâna Araştırmaları Merkezi” olarak Mevlevî kültürünü araştırmak ve yaşatmak hedef doğrultusunda hizmet verecektir.

KAYNAKLAR:

Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s. 458-459.

Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul, 1984, c. 5-6, s. 298, 299.
(1) Kuş, Ahmet – Şimşek, Fevzi – Duvarcı, İbrahim, Rumeli’de Osmanlı Mirası / Ottoman Heritage in Rumelia, Nildem Global Sigorta Resürans Broker-liğ, İstanbul 2010.

(2) Duru, Rıza, Mevlevîname – Çeviri Metinler ve Resimlerle Batılı Seyahatnamelerde Mevlevîlik,

(3) Evliya Çelebi, Seyahatname, (Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik), Üç Dal Neşriyat, İstanbul 1984, C. 5-6, s. 298, 299.

rumi-motif

SARAY BOSNA’DA İSA BEY MEVLEVÎHÂNESİ

Mehmet Ali UZ

GİRİŞ

Kur’an-ı Kerim’e göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır.(1)

Madde ve manasıyla da bir bütünlük arzeder. Her iki cephesini geliştirdiği nisbette yaradılışında-ki sırrı kavramış, dünya ve ahiret saadetine ermiş olur. İslâm âleminde, insanın mânevi gelişmesi daha çok, tasavvuf yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun teşkilatlandırılmış şeklini de tekkeler, zaviyeler, mevlevîhaneler ve âstaneler teşkil etmiştir.

Tekke, zâviye, dergâh, mevlevîhâne, hângah ve âstane gibi adı ne olursa olsun, bütün bunlar, asırlarca dinî yönden olduğu kadar, ictimâî, iktisadî ve kültür yönünden de önemli görevler üstlenmiştir. İslâm âleminde tarih boyu bunlar, insanlığın, zarâfetin, nezaketin, ahlâkın, sabrın, derin bir tefekkürün, insan ve Allah sevgisinin, hizmetin, san’atın, ilmin, irfânın, ma’rifetin, özellikle kendini bilişin müşterek adı olmuştur. “Nefsini bilen Rabb’ini bilir” buyrul-masındaki hikmet budur. Bütün bunların gayesi insan-ı kâmil dediğimiz o, faydalı, ideâl ve güzel insanı yetiştirebilmektir. Bir anekdot bunu ne güzel ifade eder:

Galata Mevlevîhanesi postni-şinlerinden Şeyh Cemâleddin Efendi, Mevlevîhane’yi ziyarete gelen bir Fransız misafri gezdirirken, orta avluda izahat veriyormuş:

“-Efendim, bizim iki mutfağımız vardır, birisi burası” diyerek gerçek mutfağı göstermiş. “Öteki de bu mutfak efendim” diye de semahaneyi işaret etmiş. Mevlevîhaneleri bilen Fransız misafr, şaşkın şaşkın Şeyh Efendi’nin yüzüne bakınca:

“-Efendim, birinci de yemekler, ikincisinde de insanlar pişer” deyivermiş.(2)

İşte asırlarca her gittiği yere medeniyet, eşitlik din ve vicdan hürriyeti götürmekle kalmayan, her yerde açmış olduğu mektep ve medreselerle; ilmî gelişmenin temellerini atan, zirveye ulaştırdığı vakıfarla; şehirleri süratle mamur hâle getiren, almış olduğu siyasî ve iktisadî tedbirlerle; refah ve zenginliğin imkânlarını hazırlayan Osmanlı döneminde, bütün yurt sathına yayılan Mevlevîhaneler ve âsitaneler,(3) asırlarca eğitim ve öğretim görevini sürdürmüş, yurt çapında nice meşhur âlim, ârif, şâir ve san’atkar insan yetişmesine vesile olmuştur.

Burada bir hususa dikkat çekmek isterim. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri dahil Türk aydını, medreseleri de, tekkeleri de, içiyle ve dışıyla yıpranmaya ve harap olmaya yüz tuttuğu şekliyle tanımış ve bu yüzden de bunlara düşmanca tavırlar takınmıştır. Bu husus da üzerinde durulması gereken bir bahs-i diğer…

İşte Osmanlı’nın yükselme dönemlerinde kurulan ve bugüne kadar asırlarca hizmet veren Mevlevîhaneler’den birisi de, Bosna’nın merkezi Saraybosna’da diğer adıyla Sarayova’da bulunan tebliğ konumuz olan İsabey Mevlevîhanesi’dir. Buraların uzun zaman önce sınırlarımız dışında kalmış olmaları dolayısıyla, adı geçen mevlevîhaneden söz açmazdan önce, bölgenin tarihi ve çevresi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda mülâhaza ediyorum.

Tarihi ve Kültürel Çevre:

Bugün medeni geçinen dünyanın gözleri önünde, tarihte ender görülen bir vahşetin sergilendiği Bosna-Hersek bölgesine yapılan akınlar daha Murad Hüdavendigâr döneminde başlamış. Fatih zamanında, üst üste yapılan üç seferle, Bosna’nın fethi tamamlanmıştır. Bu seferlerden birincisi 1462, ikincisi 1463 ve soruncusu da 1464 yılında geçekleşmiş ve son seferle Bosna, tamamıyla Osmanlı topraklarına katılmış, hersek de tâbî ülkeler arasına alınmıştır. Hammer, Bosna’nın ikinci sefer sırasında fethedildiğini zikreder. Bosna’nın merkezi durumunda olan Sarayova ise, daha önce fethedilmiştir.

Bosna ve Hersek’in fethi, Türk tarihi yönünden son derece verimli olmuştur. Müslüman Bosna halkını oluşturan Boşnaklar da Arnavutlar’dan sonra, geniş ölçüde müslüman olan iki Balkan kavminden birisidir. Onların, karşı mezheplerin baskısı ve mezheplerindeki İslâm’a yakınlık dolayısıyla İslâm’a geçişleri son derece kolay olmuştur. Hırvatça’nın bir lehçesini konuşurken, Müslüman olmaları sonunda, dillerine giren Türkçe, Arapça ve Farsça
kelimelerle dilleri son derece zenginleşmiştir(4).

Evliya Çelebi, Bosna halkının kendilerine “Boşnak” denmesinden ziyade “Bosnavî” yani “Bosnalı” denmesinden hoşlandıklarını kaydettiği gibi, bu bölgenin Osmanlılar döneminde gelişip güzelleştiğini de zikreder.(5) Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi Bey de, “Maddi güzelliğini unutturacak derece rûhani ve mânevî hazinesi olan büyük bir şehir ararsanız, yani bir Osmanlı şehri görmek isterseniz; Saraybosna’ya gidiniz” der.(6) Tabii bugün bu güzel ve tarihi şehirden eser kalmamış gibidir.

1464 yılında bir Sancakbeyliği (vilâyet) olarak Osmanlı topraklarına katılan Bosna, 1552 yıllarında Rumeli eyâletinden (Beylerbeyliği) ayrılıp, müstakil bir Sancak (Eyalet) hâline getirilir. Sancak Beyi olarak da Gazi Ferhat Paşa, Beylerbeyi unvanını alır. İlk Sancakbeyi de Minnetoğlu Mehmet Bey’dir.

İsa Bey Mevlevîhanesi:

1071 H. 1659 M. yılında bölgeyi gezen Evliya Çelebi, Saray-Bosna’nın tarihi ve çevresi hakkında oldukça faydalı ve geniş bilgiler verir. O yıllarda Saraybosna’da yüz yetmiş yedi cami ve mescid vardır. Bunların yetmiş yedisinde Cuma namazı kılınır. Medreselerle ilgili olarak, rakam vermezse de pek çok müderris ve müfessirinin bulunduğunu kaybeder. Sekiz yerde Dârülkurra, on yerde Darülhadis, seksen yerde de mektep vardır. Yüz on çeşmesi, üç yüz sebili, ye-diyüz su kuyusu, yüz yetmiş altı eğirmeni, üç kervansarayı, yedi adet kuvvetli köprüsü mevcuttur. Beş adet hamamı yanında, her âyân ve ileri gelen Sarayovalı’nın evinde hanedan hamamları vardır. Bugün Sırp vahşeti altında, bölgenin şideddli soğuğunda yok olmama mücadelesi veren Bosnalılar, bundan üç-üçbuçuk asır önce, güçlü vakıfarı sayesinde imaret kazanları kadar, büyük kazanlarda kaynatılıp, bütün musluklarından akıtılan sıcak sularla abdest almaktadır. Dünya böyle bir medeniyete ve insanlara sunulan hizmete, ne şahit olmuştur ve ne de bundan sonra şahit olacaktır.

Yine Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, Saraybosna’da aynı yıllarda kırk yedi de derviş tekkesi vardır. Bu tekkelerden birisi de anlatacağımız İSA BEY TEKKESİ’dir. Evliya Çelebi’ye göre bu tekke: “Malaçka nehri kenarında, cennet bağı gibi bir yerde olup semâhane ve meydanlı yetmiş seksen adet fukara odalı, mıtrıban mahfelli, yemek yeri olan bir Celâleddin Rûmî tekkesidir. Şeyhi, ilim sahibi dervişlerden, duası kabul olunan bir zâttır. Neyzenbaşısı derviş Hattat Mustafa gayet güzel yazı yazar.”(7)

Vakıfar Kuyud-ı Kadimesi’nde de zikredildiği üzere, zâviye ve zaviye çevresinde mevcut sosyal tesislerin vakıfı, Bosna Sancak Bey’i, İshak Bey oğlu İsa Bey’dir. Tekke bünyesinde üç ev, ahır, hamam ve ona lüzumlu olan kısımlar vardır. İsa Bey (1464-1470) sadece bu tekke çevresindeki sosyal tesisleri vakfetmekle kalmamış, bunlara gelir getiren değirmenler, nehir kenarında dükkânlar, bir han, muhtelif mezraa ve yoncalıklar da vakfetmiştir.(8)
Tarihte Zenta Savaşı adı verilen meşhur bozgunu müteakip, cesareti artan Prens EUGEN, dört bin süvarî, ikibin beşyüz piyade ve on dört topla Saraybosna’ya 17 Ekim 1967 tarihinde bir saldırı düzenler. Büyük bir kuvvetle, yeni Bosna Beylerbeyi’nin üzerine gelmekte olduğnu duyması üzerine, süratle geri çekilir. Saraybosna’da ancak yirmi dört saat kalabilen Prens EUGEN, bu süre içerisinde büyük bir vahşet sergiler. Yüz yetmiş yedi camiden yüz yirmisini yaktırır. Şehir büyük ölçüde tahrip edilir, insanlar katledilir. İsa Bey Külliyesi de tamamen yanar, kül olur.

Bugün bütün dünya bir kere daha Saraybosna’nın tahribine ve tarihi eserlerin yok olmasına şahit olmaktadır. Saraybosna’da sadece insanlar ve küçük çocuklar katledilmekle, ırz ve namuslar paşimâl edilmekle kalmıyor, açık bir şekilde tarih de katlediliyor. İşlenen bu cinayetlere bütün Avrupa ortaktır ve onun himayesinde işlenmektedir. Avrupa Hristiyanları, içlerinde Müslüman bir ülke istememektedir. Sırplar ise bu cinayette, cellatlık görevini üstlenmişlerdir.
Mevlevîhâne, tahrip edildiği 1697 tarihinden, 1781 – 1782 yıllarına kadar, seksen küsur yıl, harap vaziyette kalır ve bu tarihde yeniden yapılanır. İkinci bir tamiri ise, kendisi de bir Mevlevî olan Bosna Valisi Vecihi Paşa tarafından bir cami ilâvesiyle temelden yeniden inşa olunur.

Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Zavod’dan alıp çizdiği plân taşlağında Mevlevîhane, aşağıda mutfak ve müştemilat, üstünde 6.120 x 6.120 ebadında bir semâhane ve bunun yarısı ebadında bir meydan odası ve açık bir hayattan ibarettir.
Verilen bu plânla Evliya Çelebi’nin vermiş olduğu bilgi karşılaştırıldığında, Mevlevîhane’nin ana yapı korunmakla beraber, yakınındaki pek çok binanın yıkılmış olduğu açıkça görülür. Yine Ayverdi’nin Mujezinoviç’den verdiği resim, Mevlevîhane’nin 1955 yılındaki durumunu aksettirmektedir.

Muhterem hanımefendiler, beyefendiler! Önceleri, vakfyesinde hiçbir tarikata tahsis edilmeyen, fakat sonradan bir Mevlevîhane olarak teşkilatlanan bu zâviye, son derece önemi haizdir ve özel bir durumu vardır. Yukarıda da belirttiğimiz şekilde Sarayova, Bosna’dan çok önce fethedilmiştir. Bu zaviye de, Sarayova’da inşa edilen ilk zaviyedir. Şehir, bu zaviye ve sosyal tesisler etrafında gelişme göstermeye başlamıştır. O vakitler bir köy durumunda olan Sarayova, yarım asra varmadan bir Osmanlı şehri haline gelmiştir. Zaviyenin haziresinde mevcut kabir taşları tapu senedi mahiyetindedir. İşte zaviyenin önemi buradan gelmektedir. Bunu bir tebliğ konusu olarak almamızın sebebi de budur.(9)

KAYNAKLAR:
Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri, (Yugoslavya) II. c. 3 Kitap, s. 306.
Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.
Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Senemoğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.

(1) Bakara Suresi, 30. ayet.
(2) Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevîhanesi, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yayına Hazırlayan: Yavuz Sene-moğlu) 86. Kitap, s. 28 – 29.
(3) Âstâne: Mevlevî tekkeleri, âstâne ve zaviye olarak iki kısma ayrılmıştır. Âstâne, zaviyeden büyük sayılmıştır. Mutfağı vardır. Çile burada çıkarılır. Dervişler de bu tekkelerde yetişirdi. Bknz. Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1986, s. 334.<br>
(4) Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul 1977 c. 3, s. 24-27.
(5) Evliyâ Çelebi, Seyâhatname (Neşre Hazırlayan, Mümin Çevik) Üç Dal Neşriyat, İst. 1984, c. 5-6, s. 295.
(6) Ayverdi, Ekrem Hakkı, Avrupa’da Osmanlı Mimarî
(7) Evliya Çelebi, a.g,e., s. 298, 299.
(8) Ayverdi, Ekrem H., a.g.e., s. 3120.
(9) Şahin, İlhan, Bosna – Hersek, T.D.A.V. İst. 1992, s, 28.

rumi-motif

Peç Mevlevihânesi
Peç Mevlevihânesi 300 180 Hz. Mevlâna Dergâhı

Peç Mevlevihânesi – Macaristan

Peç şehir hastanesi bitişiğindedir. Günümüze camisi ve semahane kalıntılarının bazıları ulaşabilmiştir.

Arka avlusunda semahanenin sütunları ile birkaç mezar taşı bulunmaktadır.

Giriş kapısındaki tabelada burayı yaptıran Yakovalı Hasan Paşa’nın adı görmek mümkündür. Bu gün Türkler müzesi olarak kullanılan mekanda Mevlevilik ve Konya’ya ait tablolar ve Mevlevihanenin eski bir gravürü ile Osmanlı dönemine ait eşyaların ve savaş aletlerinin sergilendiği camekanlarda bulunmaktadır.

Semahanenin sütunlarının yerlerini belli etmek için temsili demirden sütunlar yapılmış, eski döneme ait kalıntılar bunların üstlerine yerleştirilmiştir.

Uzun bir koridor vasıtası ile ulaşılan camii 1957 yılında Türk ve Macar Hükümetleri tarafından restore edilerek yeniden camii haline getirilmiştir.

Lefkoşa Mevlevihanesi
Lefkoşa Mevlevihanesi 466 310 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kıbrıs Lefkoşa Mevlevihanesi

İbrahim Numan

Lefkoşe’de fetihten kısa bir süre sonra kurulan Mevlevî tekkesi.

Fethin tarihini anlatan Ârif Dede’nin Mevlevî oluşu dikkate alınarak Mevlevîliğin Kıbrıs’a 1571’de fetihle birlikte girdiği söylenebilir. Bazı kaynaklarda, dergâh binalarının Lefkoşe’de tekkede medfun Emine adlı bir hanımın bağışladığı arazi üzerine XVII. yüzyılda yapıldığı belirtilmekte, çeşitli arşiv belgelerinde ise tekke Arap Ahmed Paşa’nın vakıfları arasında zikredilmektedir. Mevlevîhâneden bahseden en eski belgelerden biri olan 1003 (1595) tarihli şer‘iyye sicilinden, Girne Kapısı yakınlarındaki tekkenin Arap Ahmed Paşa vakıfları arasında bulunduğu, burada bir mesnevîhanın görevli olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı belgede vakıf sahibinin tekkenin bahçesini halka mesire yeri olarak vakfettiği kaydedilmektedir. Bu bahçenin bir bölümü 1960’lı yıllarda şehitliğe dönüştürülmüşse de çarpık kentleşmeden burası da payını alarak beton yığını haline gelmiştir. 1016 (1607) tarihli diğer bir belgede ise mevlevîhânenin yerinin şehid Seyyid Ahmed Paşa’nın malı olduğu ve buraya Ferhad Paşa’nın emriyle mevlevîhâne inşa edildiği belirtilmektedir. Bu belgeye göre Ferhad Paşa’nın başvurusu üzerine Konya Âsitânesi seccâdenişini Şeyh Ebûbekir tarafından Derviş Sâdeddin Lefkoşe Mevlevîhânesi’ne şeyh tayin edilmiştir. Bunun yanında mesnevi okuyan şeyhe 3 akçe, imama 2 akçe, müezzine 1 akçe ve diğer fukaraya 8’er akçe günlük vazife verilmesini şart koşan diğer bir vakfiye ile görev dağıtımı merasiminden bahseden bir başka belge de göz önüne alınarak Lefkoşe Mevlevîhânesi’nin XVII. yüzyılın başında teşkilâtını tamamlamış olduğu söylenebilir.

Tekkeye ilk şeyh olarak tayin edilen Sâdeddin Efendi’nin ardından sebebi bilinmeyen bir aradan sonra 1132’de (1720) Şeyh Sadri Dede postnişinliğe getirilmiş ve arkasından sırasıyla Kıbrıslı Şeyh Mustafa Siyâhî Dede, oğlu Ârif Efendi (ö. 1138/1726), Lefkoşeli Hızır Dede (ö. 1140/1727), Konya’dan Ârif Dede (ö. 1179/1765), Kıbrıslı Seyyid Abdullah Dede (bir yıl süre ile), Lefkoşeli Şeyh Mustafa Dede (ö. 1228/1813), Feyzullah Dede (ö. 1267/1851), Derviş Ali Dede ve Mustafa Saffet Dede (ö. 1311/1893-94) postnişin olmuştur. Adanın 1878’de İngilizler’e kiralandığı dönemde mevlevîhâneye yapılan şeyh tayinlerinde usulsüzlükler görülmeye başlanmıştır. 1894’te Saffet Dede’nin oğlu Mehmed Celâleddin Efendi’nin tayininde geleneğe aykırı olarak İstanbul’dan berat çıkarılamamıştır. Mevlevîhâneye büyük hizmetler veren Şeyh Mehmed Celâleddin Efendi 12 Eylül 1931’de vefat ettiğinde Kıbrıs İngiliz idaresine geçmiş, adadaki Türk vakıflarının yönetimi de İngilizler’in denetimine girmişti.

Celâleddin Efendi’nin ölümünden sonra Türkiye’de diş hekimliği öğrenimi gören oğlu Saffet Bey adaya döndü. Saffet Bey, şeyhlik talebinde bulunmayıp sadece babasının idaresindeki vakıfların yönetiminin kendisine verilmesini istedi. Zamanın evkaf murahhası, yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine İngiliz kraliyeti tarafından “sir” unvanı verilen M. Münir Bey, tekke vakıflarının gelirlerini İngiliz valisine bağlı Vakıflar İdaresi’nde tutmak için Saffet Bey’in isteğini reddetti. Bu sırada, Türkiye’de tekke ve zâviyelerin kapatılması üzerine Konya’dan Halep’e nakledilen çelebilik makamında bulunan Muhammed Bakır Çelebi mevlevîhânenin postnişinliğine Selim Dede Efendi’yi tayin etti. Ancak M. Münir Bey dergâhı mühürleterek Selim Dede’nin posta oturmasına engel oldu. Konunun Masum Millet gazetesinde millî mesele haline dönüştürülmeye çalışılması üzerine Selim Dede’nin dergâhtaki görevi maaş karşılığı üstlenmesine izin verildi. Tekkenin vakıflarının yönetimi ise İngiliz idaresinde kaldı. Selim Dede Efendi 1953 yılında vefat edince çelebilik makamı onun yerine oğlu Cemaleddin Efendi’yi tayin etmek istediyse de İngiliz idaresi görevi Kıbrıslı Hâfız Şefik Efendi’ye verdi. Ancak mevlevîhâne esasen dervişlerini kaybetmiş ve Kıbrıs Türk toplumu da Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını benimsemiş bulunduğundan Kıbrıs’ta Mevlevîlik Selim Dede’nin vefatıyla sona ermiş oldu.

Şehrin eski kesiminde Girne Kapısı’nın iç tarafında yer alan mevlevîhâne bugün, semâhâne ve buna bitişik, kuzey-güney istikametinde ilerleyen birbiri yanında altı kubbe altında yer alan türbe kısmından ibarettir. 1960 öncesi derviş odaları, mutfağı ve misafir odalarının ayakta olduğu, meşrutasının 1970’lere kadar kimsesiz çocuklar yurdu olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mevlevîhânenin en eski halini, 1880’li yılların başlarında İngiliz kaptanı Kitchener tarafından çizilen Lefkoşe planından öğrenmek mümkündür. Dergâh, belgelerde müştemilâtı ile birlikte mesire yeri olarak tekkeye vakfedildiği kaydedilen geniş bahçenin kuzey kısmındaki külliye olmalıdır.

1934, 1962, 1967, 2002 yıllarında tamir gören ve günümüzde Lefkoşe Türk Etnografya Müzesi olarak kullanılan mevlevîhâneye Girne caddesine bakan basık kemerli bir taçkapıdan girilmektedir. Süslemesiz kesme taştan iki çerçeve içine alınmış kapının iki yanındaki taşlara birer sütunçe yapacak şekilde profil verilmiştir. Kapının basık kemerinin üst kısmında alçı sıvalı bir çerçeve içerisine celî ta‘lik yazı ile “Yâ Hazret-i Mevlânâ” ibaresiyle iki Mevlevî sikkesi nakşedilmiştir. Giriş, yanındaki sivri kemerli bir niş içerisine yerleştirilmiş çeşme ile âdeta bütünleşmiştir. Çeşmenin ta‘lik kitâbesi çok yıpranmış olduğundan ancak bazı kelimeleri okunabilmektedir.

Taçkapıdan, aslî hali daha geniş olması gereken bir alanın “T” şeklinde bir parçası durumunda bulunan avluya girilmektedir. Mevcut bazı kemer kalıntıları yanında daha önce yapılan çeşitli planlarda avlunun güney tarafında gösterilen kemer duvar izleri burasının daha büyük bir külliye olduğunu düşündürmektedir. Avlunun kuzeybatısındaki basık kemerli bir kapıdan dergâhın harimine girilmektedir. Harim muhibban mekânı, semâhâne ve mescid olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Binanın taşıyıcı sistemi bu bölünmeyle uyuşmaktadır. İki dikdörtgen pâyeyi bağlayan üç kemer, kuzey-güney istikametinde girişi ve aynı zamanda âyin izleyicilerine ait mekânını semâhâneden ayırmaktadır.

Pâyeleri dış duvarla bağlayan iki kemer kuzeydeki yükseltilmiş mutrıp mahfiliyle semâhâneyi, aynı istikamette ilerleyen üçüncü kemer ise güneyde yer alan mescidle semâhâneyi ayırmaktadır. Diğer kısımlardan iki basamak daha aşağıda bulunan dairevî semâ meydanının etrafı diz boyu yüksekliğinde ahşap parmaklıkla çevrilidir. Tamamen ahşaptan inşa edilen kuzeydeki mutrıp mahfiline yine dik ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.

Mescidde basit bir niş teşkil eden mihrabın üzerinde zeytin dalı çelenk motiflerinin oluşturduğu boyalı nakışlar bulunmaktadır. Mescidin kıble duvarındaki bir kapıdan Girne caddesi boyunca kuzey-güney istikametinde bir aks üzerinde uzanan türbelere geçilmektedir. Birbirinden geniş kemerle ayrılan altı kubbe ile bir tonozun örttüğü sekiz gözlü hacim doğu ve batıda pencerelerle dışarıya açılmaktadır. Türbe kısmında on altı kabir bulunmaktadır. Mevlevîhâne şeyhlerinden Siyâhî Dede, Ârif Dede, Mustafa Dede, Feyzullah Dede, Mehmed Celâleddin Efendi ve Selim dedelerin dergâha defnedildikleri bilinmektedir. Diğer kabirlerin kimlere ait olduğu tam olarak bilinmemekteyse de kuzeyden itibaren birinci kabrin Selim Dede’ye, ikinci kabrin Arap Ahmed Paşa’ya, üçüncü kabrin Şeyh Celâleddin Efendi’ye, onuncu kabrin bir şeyhin lalası olduğu bilinen Arap Abdullah Efendi’ye, on altıncı kabrin şeyh hattat Feyzullah Dede’ye ve eşine ait olduğu kabul edilmektedir.

360 derece gezmek isterseniz

http://www.evkaf.org/site/360/Mevlevi_Tekkesi/index.html

 

 

 

Kudüs Mevlevihanesi
Kudüs Mevlevihanesi 155 94 Hz. Mevlâna Dergâhı

Kudüs Mevlevihanesi / İsrail

İslâmın üç kutsal şehrinden bir olan Kudüs’te de bir Mevlevihane tesis edilmiştir. Haremi Şerif’in kuzeyinde, surlarla çevrili eski kent içerisinde, Şam Kapı civarında 1587 yılında kurulmuştur.

Sur içinde, El Mevleviye Sokağı ile İbni Cerrah Sokağı’nın kesiştiği yerde bulunur. Mevlevihane XII. yüzyıl haçlı dönemi kilisesi olan St. Agnes’un etrafında kurulmuştur. Tekke’nin tarihçesi üzerinde Küçük (Küçük; 2003; 321-323), mimarinin üzerinde ise Tanman (Tanman; 2001; 529-530) ile Tütüncü (Tütüncü; 2006; 699-723) araştırma yapmıştır.

Mevlevihaneye ait iki vakfiye Tütüncü tarafından yayımlanmıştır. Bunların birincisi 1587 Emir Hüdaverdi Bey’e, ikincisi ise 1626 tarihli olup Muhammed paşa’ya aittir.

11209 yılında Mevlevihane’yi teftiş eden Ahmet Remzi Dede raporunda ayrıntılı bilgiler verir (Küçük; 2000; 322-323). Tütüncü, Küçük’ten de yararlanarak Mevlevihane’de görev yapan şeyhlerin bir listesini çıkarmıştır (Tütüncü; 2006; 704). Sokaktan girince üzeri tonozla (Kantara) kapalı uzun bir merdivenle birinci avluya çıkılır. Burada doğuda küçük bir bina, batıda Mevlevihane’nin harem bölümüne ait olduğunu sandığımız evler bulunmaktadır.

İkinci avluda ortada havuz, Şeyh Ali mezarı, kuzeyde mescid, güneyde türbe batıda ise derviş hücreleri bulunmaktadır. Zemin kattaki mescid aslında üç nefli bir plan sergiler. XII. yüzyılda yapılmıştır. Neflerin üzeri çapraz tonozlarla örtülmüştür. Güney duvarın ortasına mihrap yerleştirilmiştir.

Mescidin üzerinde semahane yer alır. Doğu girişinde caminin minaresi bulunur. Semahane kapısı üzerinde 1587 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeye göre semahane ve minareyi Kudüs Emiri Hüdavend Bey Ebu Sayfayin yaptırmıştır. İkinci avludaki tek mezar 1854 yılında vefat eden Seyyid hacı ali Dede’ye aittir. Güneydoğu köşede beşik tonozla örtülü türbede üç sanduka vardır. Bu türbede Hasan Dede, Ali Dede, ve Daniş Dedeler medfundur. Veled Çelebi’ye göre bani Daniş Ali Dede; Şeyh Hilmi Dededir.

Günümüzde vakıf idaresince Filistinli göçmenlere kiralık ev olarak verilmiştir.

Trablusşam Mevlevîhânesi
Trablusşam Mevlevîhânesi 300 180 Hz. Mevlâna Dergâhı
Trablusşam Mevlevîhânesi / LÜBNAN

Lübnan’ın kuzeyindeki Trablusşam eskiden hac yolu üzerinde önemli bir Osmanlı şehriydi. Trablusşam Mevlevîhânesi 1620 yılında kalenin kuzey tarafında Ebu Ali Nehri’nin kenarında yeşillikler içinde kurulmuştur. Oldukça harap durumda olan yapının semahane, türbe, haremlik, selâmlık kısımları ve kısmen derviş hücreleri günümüze kadar gelmiştir Mevlevîhane’nin kurucusu olarak Veled Çelebi, Mervî Ahmed Dede’yi gösterir. Tarihi boyunca birçok ünlü seyyah ve ilim adamı burayı ziyaret etmiştir.

İbni Mehâsin 1639 yılında tekkeyi gezmiş, Şeyhi Muhammed Dede ile sohbet etmiş “İki tepe arasında yeşillikler içinde bir mekan” olarak tanımlamıştır (Küçük 2003, 320). Evliya Çelebi ise 1672’de gezdiği Trablusşam’da yedi tekke olduğunu bunların hepsinden havası ve binasının güzel dediği Mevlevîhane’yi “mamur, binası güzel gezilebilir bir mesire, irem bağı gibi içinde limon, turunç ve gül gülistanı…” olan bir yer olarak tanımlar. Şamlı meşhur müellif Nablusi, tekkeyi 17. yüzyılın sonlarında iki defa ziyaret etmiş mimarisi hakkında bilgi vermiş, şiirleriyle Mevlevîhane’yi övmüştür (Küçük 2003, 320).

İbni Mehâsin tekkenin şeyhinin Antepli Fedayi Dede olduğunu, Türkçe divanı bulunduğunu hatta Feridüddin Attar’ın Mantık üt-Tayr’ını Türkçe’ye çevirdiği bilinmektedir. Tekkeyi 19. yüzyılda Jhon Karın, Lewis Lord gibi seyyahlar gezmiş ve gravürlerini yaptırmışlardır.

Sezai Küçük’ün tespit edebildiği şeyhler şunlardır: Celâli Ali Dede 1673, Abdülcelil Dede 1695, Mustafa Dede 1808, Şakir Dede, Ahmed Dede 1910 ve Şefik Dede 1931. Diğer şeyhler gibi Şefik Dede, Osmanlı’ya sadakat ve bağlılığı ile tanınmıştır. Fransız işgalinde Halep Mevlevîhânesi Şeyhi Celâleddin Bâkır Çelebi’nin yerine Arap bir şeyhin atanmasını protesto etmiştir. 1931 yılında tekke şeyhliğine Mehmed Enver Dede atanmıştır. Enver Dede 1964 yılında vefat etmiştir. 1985 Lübnan iç savaşında kaderine terk edilen Mevlevîhâne oldukça harap durumdadır.

Şeyh Enver Dede’nin oğlu ve torunları tekkeye ait eski belge fotoğrafları saklayarak bu mekânların geçmişteki mamûr günlerini özlüyorlar.

2000 yılı başlarında Trablus Tarihi Eserleri Koruma Derneği, bir kampanya başlatarak Mevlevîhane’nin önemli bir Osmanlı kültür mirası olduğunu vurguladı. Bu girişim sonuç vererek 2006 yılında Türkiye’nin katkılarıyla tekkenin onarımı ile ilgili çalışmalara başlandı.

Şam Mevlevîhânesi
Şam Mevlevîhânesi 1024 733 Hz. Mevlâna Dergâhı
Şam Mevlevîhânesi – Suriye

Şehir merkezinde, Nasr Caddesi üzerinde, Şam Tren istasyonunun karşısında yer alır. Avlu kapılarından birisi üzerinde ki kitabeye göre 1585 tarihinde kurulmuştur. Bazı araştırmacılar banisi olarak Lala Mustafa Paşa’nın ismini verseler de Şam Valisi Hasan Paşa tarafından kurulduğu kabul edilmektedir.

Osmanlı devleti için, Hac yolu üzerindeki Şam önemli bir ticaret, kültür ve sanat merkezidir. Ayrıca Şems-i Tebrizi ve Mevlana bir zaman bu şehirde bulundukları için Mevlevîlerin de önem verdiği bir şehirdir.

İlk şeyhi Kartal Dede’den sonra Sabuhî Ahmed Dede 1624’de, Hazma Dede 1639’da postnişin olmuştur. 17. yüzyılda Evliya Çelebi tekkeyi ziyaret etmiş ve büyük bir dergâh olduğunu belirtmiştir. (Küçük, 2003, 316)

19. yüzyılda Saîd Ahmed el Mevlevî ve oğlu Ahmed Saîd, aynı aileden Ataullah Dedeler ilim, ahlâk ve yardımseverlikleriyle tanınmışlardır. Bu ailenin torunları aynı soyadını taşımakta ve Mevlevîhâne ile ilgilenmektedirler.

Şam Mevlevîhâne’si I. Dünya Savaşı sonrasında Filistin cephesine yardıma koşan Gönüllü Mevlevî taburunun da karargahı olmuştur. 1925 yılından sonra bir ara Halep dergâhına Muhammed Bâkır Çelebi’ye bağlanmıştır.

Eğimli bir arazide kurulan Mevlevîhâne doğu batı doğrultusunda dikdörtgen bir arsa üzerine kurulmuştur. Kuzeyinde yüksek istinat duvarları içerisine günümüzde dükkanlar yerleştirilmiştir. Cadde üzerinde en doğuda bir çeşme, çifte kemerli kapısı olan şeyh dairesi, arkasında matbah, sebil ve cami yer almaktadır. Şeyh dairesi bugün polis karakolu olarak kullanılmaktadır. Semahane ve türbesi ikinci sırada doğudadır. Kuzeydeki derviş hücrelerinin yerine üç katlı bir lojman binası yapılmıştır.

Cami, yapılar topluluğunun batısında yer alır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan yapının kuzeyinde tekkenin ilk şeyhi Karaman Kartal Dede’nin sandukası bulunur. Caminin iki bölümlü pencereleri oval/atnalı kemerlere sahiptir. Avlu kapısı üzerinde minare çifte şerefelidir.

Semahane bugün biraz çukurda kalmıştır. Kare planlı, ayaklara oturan bir kubbesi olup mutrip ve kadınlar mahfili bulunur. Semahaneye batıdan yine kubbe ile örtülü türbe açılır. Türbe içerisinde önemli Mevlevîlerin mezarları bulunur. Semahanede, bir merdivenle bir başka Mevlevî dedesinin mezarına inilmektedir.

Humus Mevlevihânesi
Humus Mevlevihânesi 1024 752 Hz. Mevlâna Dergâhı
Humus Mevlevîhânesi (Suriye)

Mevlevîhâne şehir merkezinde, belediye ve maliye binaları arasında yer almaktadır. Sadece mescit ve binaların bir kısmının duvarları günümüze ulaşabilmiştir. Mescitte son şeyhin torunlarından Abdurrahman Şeyh Osman imamlık yapmaktadır. Nur Muhammet Şeyh Osman’ın Humus’taki son şeyh olduğu, bütün Suriye’de tanındığı, Mevlevîhâne’nin bir kısmının 1950’lerde tarihi eser değildir denilerek istimlak edildiği ve yıkıldığı anlatılmaktadır. Abul’uf caddesinde sema yapılan ve bugünkü mescide bitişik semahane ve şeyh evinin de yaklaşık 30 yıl önce yıkılıp yerine iş hanları yapıldığı bilinmektedir.

Mevlevîhâne’nin hatırası halen Halid Bin Velid İslam Eserleri Müzesi’nde yaşatılmaktadır. Müze müdürü, Muhammed Faissal Sheikhany Burada bulunan, zil, ney ve def gibi çalgıların Mevlevîhâne’den buraya getirildiğini ama en önemli eşyanın 1954 yılında Mevlevîlerin önderlik ettiği yürüyüşte kullanılan sikkeli tarihi sancak olduğunu ifade etmiştir.

Humus Mevlevîhânesi’ne ait diğer eşyalar ise Şam’daki Kasr-ul Azam Müzesi’nin Mevlevîlik bölümünde sergilenmektedir. Bu eşyaların en dikkat çekenleri “ya hazreti Mevlana” yazılı bir tablo ve ahşap bir Mevlevi sikkesidir.

 

Humus Mevlevihanesi

Osmanlı arşiv belgelerinde ulaştığımız bilgilere göre XIX. yüzyılın ortalarında Humusta bir Mevlevihanenin olduğu ve muhtelif sıkıntıların yaşanması nedeniyle devlet merkezinden yardım almak için birtakım girişimlerde bulunulduğu ortaya çıkmaktadır. 14 Aralık 1853 tarihli Sadaret Mektûbi Kalemi’nden Mâliye Nezâreti’ne gönderilen bir yazıda belirtildiğine göre, Humus’ta bulunan Mevlevihane postnişini Yusuf Efendi, yiyecek masraflarının karşılanmasına dair görüşmeler yapmak üzere İstanbul’a gelmiş ve geriye dönmek için harcırah olmak üzere bir miktar para verilmesi için Meclis-i Vâlâ’ya müracaat etmiştir. Meclis-i Vâlâ bu talebi Sadaret’e ve Sadaret de gereğinin yapılması talebiyle Mâliye Nezâreti’ne havale etmiştir135. Bundan yaklaşık olarak bir yıl sonra bu defa Konya postnişini Çelebi Efendi, Humus’ta bulunan Mevlevi Zâviyesi’nin şeyh ve dervişlerinin içerisinde bulundukları zaruret ve sıkıntıları tafsilatıyla anlatan ve aynı zamanda yiyecek ve aylık tahsisine dair Meclis-i Vâlâ’ya bir yazı göndermiştir. Veclis-i Vâlâ bu yazıyı Sadaret’e, Sadaret de gereğinin bildirilmesi talebiyle Mâliye Nezâreti’ne havale etmiştir (1854)136.

Humus’taki Halid bin Velid kabrinin bulunduğu makamında da Mevlevi Şeyhi Ahmet Efendi tarafından zikir yapıldığı anlaşılmaktadır. Şeyh Ahmet Efendi’ye Halid bin Velid Vakfı’ndan 1288 (1871-1872) tarihinden Ağustos 1900 senesine kadar kayıtsız bir şekilde verilmekte olan beş şinik buğdayın değeri olan 650 kuruşun gelecek 1319 (1901-1902) senesi bütçesine dahil edilmesi için Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nden Şûrâ-yı Devlet’e gönderilen 15 Temmuz 1902 tarihli yazı Şûrâ-yı Devlet Dâhiliye Dairesi’nde görüşülmüştür. Şeyh Ahmet Efendi’ye buğday verilmesi esasen vâkıfın şartlarında olup olmadığı ve olmadığı halde ne zamandan beri, ne gibi bir emir ve karara dayalı olarak verilegeldiği sorulmuştur. 5 Eylül 1902 tarihli gelen cevapta verilen buğdayın vâkıfın şartında olmadığı, hazinede kaydının bulunmadığı ve aynı zamanda bu hususta bir emrin de olmadığı bildirilmiştir. Vakfın geliri almasından önce, mahallince tahsis olunarak 1288 (1871-1872) tarihinden beri teâmülen verilegeldiği bildirilmiştir. Bunun üzerine teâmülün vâkıfın şartları yerine geçemeyeceği ve Hazîne-i Evkâf-ı Hümâyûn’da da kaydının bulunmaması yönüyle söz konusu buğdayın tahsisi ile değerinin bütçeye dahil edilmesinin söz konusu olamayacağı ve ayrıca vâkıfın şartına dahil olmaması ve Evkâf-ı Hümâyûn Hazinesi’nden de izin bulunmaması dolayısıyla yapılan uygulamanın usulsüz olduğu ifade edilmiştir. Bundan sonra bu türden bir duruma ihtiyaç kalmaması ve uygunsuzluğun ortaya çıkmaması için söz konusu uygulamaya sebep olanların ortaya çıkarılması hakkında gerekli takibatın yapılmasının Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne havale edilmesi kararı alınmıştır (14 Ekim 1902)137. Bu karar bir mazbata halinde Şûrâyı Devlet Mâliye Dâiresi’nden Sadaret’e bildirilmiştir. Sadaret de 18 Ekim 1902 tarihli bir yazı ile durumu Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne bildirerek gereğinin yapılmasını istemiştir138. Gölpınarlı bu Mevlevihane için, “Küçük bir zaviyedir. Şeyhi, Kâdirî Tarikatı’na mensup Humus’lu bir zattır. Zaviye, Mevlevilerin elinden çıkmıştır” şeklinde bilgi vermektedir139

Mustafa KARAZEYBEK

Selanik Mevlevîhanesi
Selanik Mevlevîhanesi 960 665 Hz. Mevlâna Dergâhı

Selanik Mevlevîhanesi

Mevlevihane Selanik şehrini çevreleyen surların dışında Yenikapı (Letaia Kapısı) olarak bilinen mevkide 1615 senesinde inşa edilmiştir. İlk şeyhi Karamanlı Abdülkerim Dedemdir. Abdülkerim Dede vefat edince dergâha defnedilir ve yerine kendisinin yetiştirdiği Manisalı Ramazan Dede geçer. Ancak Ramazan Dede’nin bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple ayrılarak Siroza gittiği ve orada yeni bir mevlevîhane kurduğu görülür.

Evliya Çelebi Seyahatnamede Selanik Mevlevîhanesi üe ilgili olarak “Yenikapı haricinde kale duvarına bitişik inşa edilen Mevlevihane’den bakıldığında bütün Akdeniz’in ayaklar altında olduğu görülür. Hatta bütün fukara hücrelerinin pencereleri dahi denize nazırdır. Demir kapılarla çevrili geniş meydanın ortasında bulunan semahanenin çok güzel oymalı nakışlarla süslü bir kubbesi vardır ki neccarlarm pîri Habib-i Neccar bile bu kadar süslü bir kubbe yapamaz. Mâni ve Haşan ve Bihzâd ve Ağa Rıza ve Şahkulu ve Erjeng isimli meşhur nakkaşlar bile bu kubbenin bir kalemini çekmeden aciz kalır. Semahane etrafında bulunan ahşap sütunlar da başka bir hangâhda yoktur. Mihrap ve kürsüdeki süslemeler ancak Budin serhaddinde Estergon kafasının minber ve mahfilinde ola. Çık kıymetli avizeler ile bezenmiş olan tekkede sıkıntı olmayıp mutfağında bolluk vardır. ıoo kadar dede Kur’an tilavet eder, diğer tekkelerin fukaralarının da katılımıyla ayinler yapılır.” diyerek hayranlığını ifade etmiştir.

Selanik Mevlevîhanesi geniş bir bahçe içerisinde ve yüksek duvarlarla çevrili olup giriş, doğu tarafından ve iki tarafında türbelerin bulunduğu hazireden sağlanmaktadır. Gelenek üzere hazirenin dış tarafa bakan duvarları demir parmaklıklarla çevrilidir. Burada bulunan türbelerin birisi sekizgen diğeri kare planlı olup kare planlı türbenin bir köşesinde de sebil yer almaktadır. Güneye yani denize bakan cephede iki katlı semahane yer almaktadır. Semahanenin mukarnas başlıklı sütunlarla taşman ahşap ve geniş saçaklara sahip zarif bir verandası bulunmaktadır. Verandanın sağ tarafında derviş hücreleri ve bitişiğinde ise imaret yer almaktadır. Bu yapıların arkasında bir avlu ve ortasında sekizgen planlı ve güzel bir kubbesi bulunan bir sebil vardır. Bu avlunun etrafında Mevlevihane’nin haremine ait odalarla, mutfak veya kiler olarak kullanılan yerler ile misafirlerin geceledikleri bölümler bulunur.

Avlunun bir kenarında (doğudaki hazirenin istinat duvarına bitişik olmak üzere) Mevlevihane’nin camisi yer almaktadır. Dikdörtgen planlı iki sıra pencereye sahip olan caminin tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan hayrat ve müberratı gösteren defterde 88. sırada Selanik Mevlevîhanesi’ne ilişkin bilgiler yer almaktadır. Banisi Ekmekçizâde Ahmed Paşa olan Mevlevi dergâhının semahane, cami, kabristan, derviş odaları ve sarı mermerden yapılmış bir şadırvandan oluştuğu bilgisi verilmektedir. 22 bin metre genişliğinde bir araziye konumlanmış dergâhın sınırları ise “Mevlevihane Mahallesinde üç tarafı namazgah isimli dağın etekleri ve bir tarafı cadde ile çınar ve çeşmeli arsa ve bir tarafı Mevlevihane’ye dâhil olan sebze bahçesi” olarak verilmiş ayrıca “küçük evkaf’ kaydı düşülmüştür.

Selanik Mevlevîhanesi’nin tamiratına ilişkin bir belgeden de Mevlevihane’nin bölümlerini ve durumlarını tespit etmek mümkündür. Mevlevihane’nin çok kalabalık ve harap durumda olması dolayısıyla Said Ağa tarafından yapılan keşif sonrası hazırlanan keşifnamede cami, türbe, şeyh dairesi, dedegân hücreleri, misafir odaları ve tuvaletlerin yıkılarak yeniden inşası, ayrıca yeni hazirenin dış tarafa bakan duvarları demir parmaklıklarla çevrilidir. Burada bulunan türbelerin birisi sekizgen diğeri kare planlı olup kare planlı türbenin bir köşesinde de sebil yer almaktadır. Güneye yani denize bakan cephede iki katlı semahane yer almaktadır. Semahanenin mukarnas başlıklı sütunlarla taşman ahşap ve geniş saçaklara sahip zarif bir verandası bulunmaktadır. Verandanın sağ tarafında derviş hücreleri ve bitişiğinde ise imaret yer almaktadır. Bu yapıların arkasında bir avlu ve ortasında sekizgen planlı ve güzel bir kubbesi bulunan bir sebil vardır. Bu avlunun etrafında Mevlevihane’nin haremine ait odalarla, mutfak veya kiler olarak kullanılan yerler ile misafirlerin geceledikleri bölümler bulunur.

Avlunun bir kenarında (doğudaki hazirenin istinat duvarına bitişik olmak üzere) Mevlevihane’nin camisi yer almaktadır. Dikdörtgen planlı iki sıra pencereye sahip olan caminin tek şerefeli bir minaresi bulunmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan hayrat ve müberratı gösteren defterde 88. sırada Selanik Mevlevîhanesi’ne ilişkin bilgiler yer almaktadır. Banisi Ekmekçizâde Ahmed Paşa olan Mevlevi dergâhının semahane, cami, kabristan, derviş odaları ve sarı mermerden yapılmış bir şadırvandan oluştuğu bilgisi verilmektedir. 22 bin metre genişliğinde bir araziye konumlanmış dergâhın sınırları ise “Mevlevihane Mahallesinde üç tarafı namazgah isimli dağın etekleri ve bir tarafı cadde ile çınar ve çeşmeli arsa ve bir tarafı Mevlevihane’ye dâhil olan sebze bahçesi” olarak verilmiş ayrıca “küçük evkaf’ kaydı düşülmüştür.

Selanik Mevlevîhanesi’nin tamiratına ilişkin bir belgeden de Mevlevihane’nin bölümlerini ve durumlarını tespit etmek mümkündür. Mevlevihane’nin çok kalabalık ve harap durumda olması dolayısıyla Said Ağa tarafından yapılan keşif sonrası hazırlanan keşifnamede cami, türbe, şeyh dairesi, dedegân hücreleri, misafir odaları ve tuvaletlerin yıkılarak yeniden inşası, ayrıca yeni bir hane ve taamhane ile yeni bir su mecrası yapılması için 300 bin kuruş masraf çıkarılmıştır. Bu ilk keşiften sonra önem derecesine dikkat edilerek daha ayrıntılı bir keşif yapılması kararlaştırılmıştır. İkinci keşifte minare, şadırvan, misafir odaları, matbah, kilâr, köşk ve bahçe duvarlarının tamiratının yeterli olacağı ancak cami, semahane, türbe, dedegân hücreleri ve şeyh odasının bitişiğindeki misafir odasının ve tuvaletlerin ilk keşifte de belirtildiği gibi yıkılarak tekrar yapılması kararlaştırılmıştır. Bu tespitlerden sonra 199.500 kuruş masraf öngörülmüştür.

Evliya Çelebinin verdiği bilgilerden ve tamirata ilişkin cetvellerden (kapı ve pencere süvelerine pembe foça taşı kullanılması vb.) Mevlevihane’nin işçiliğine önem verilen güzel ve özenli bir bina olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.

Bütün bu zorluklara rağmen işlevine XX. yüzyılda, da devam etmeye çalışan Mevlevihane Selanik’in elden çıkışı ile öksüz kalmıştır. 1917’de evsiz kalan Yahudilere, mübadele döneminde de bir süre Yunanlı göçmenlere ev sahipliği yapmıştır. 1920’li yılların onlarına doğru harap olan bölümleri de tamamen yıkılarak ortadan kaldırılan Mevlevihane’nin yerinde bugün büyük bir park bulunmaktadır.

Galata Mevlevihânesi
Galata Mevlevihânesi 650 488 Hz. Mevlâna Dergâhı

GALATA MEVLEVİHANESİ MÜZESİ

Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nin bir ucunda, Tünel meydanından Galipdede Caddesi’nden aşağıya doğru inmeden hemen solda tarihi Cümle kapısıyla Galata Mevlevihanesi Müzesi sizi karşılar. Yakın zamana kadar pek bilinmeyen ve Divan Edebiyatı Müzesi adıyla anılan müze, 2007 yılından itibaren gerçekleşen restorasyonlarla Galata Mevlevihanesi Müzesi adı ve konspetiyle yenilenerek 21 Kasım 2011 günü yeniden ziyarete açılmıştır.

17. Yüzyılın en önemli Divan Edebiyatı şairlerinden olup aynı zamanda tekkenin şeyhi olan Şeyh Galib (Mehmet Esas Dede)’Nin de türbesi bulunan Müzenin kurulu olduğu külliye, Osmanlı döneminde Galata, Galipdede ve Kulekapısı Mevlevihanesi adlarıyla da anılmakta olup 1481 yılında kurulmuş olan “Galata Sarayı Endurun Mektebi” ile birlikte Beyoğlu’ndaki en önemli Osmanlı eserlerindendir.

Galata Mevlevihanesi II. Bayezid (1447 – 1512) döneminde 1491 de Afyon Mevlevihanesi Şeyhi Divane (Semaî) Mehmed (Çelebi) Dede tarafından İskender Paşa’nın Galata’daki arazisi üzerinde kurulan İstanbul’un ilk Mevlevihanesidir.

“Küçük Kıyamet” adı verilen 1509 İstanbul depreminden etkilenen Mevlevihane yapıları 17.yüzyıl başından itibaren birçok onarım ve yenilemeler geçirerek büyük birkülliye halini almıştır. Bilinen ilk onarım 1649/ 50 tarihinde Tersane ve Matbah Emini İsmail Ağa’nın imar faaliyetleridir.

1765 de Büyük Tophane yangınında hasar gören Mevlevihane aynı yıl Sultan III. Mustafa (1717 – 1774) tarafından Sultan Yenişehirli Osman Efendi bina emini tayin edilerek onarılmıştır.

1791 de Şeyh Galib’in meşihata atanmasıyla Sultan III. Selim’in (1761-1807) gerçekleştirdiği onarımlar sonucunda Mevlevihane yenilenmiştir. 19.yüzyılda Sultan II. Mahmud döneminde (1784 – 1839) 1819 ile 1835 yıllarında, Sultan Abdulmecid (1823 – 1861) döneminde 1851 ile 1859 yıllarındaki imar faaliyetleriyle Mevlevihane son şeklini almıştır.

13 Aralık 1925 ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair kanun gereğince Mevlevihane fonksiyonu sona ermiş, İstanbul Vilayeti Meclisi Umumi’nin kararıyla Semahane binası İlk Mektep olarak kullanılmaya başlanmıştır. 35. İlkokul olarak hizmet verdikten sonra 2 Ekim 1946 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Semahane müze olması için Maarif Vekâleti ‘ne devredilmiştir. Bu arada kullabılmayan Matbah-ı Şerif, Harem Dairesi, Semahane girişindeki iki türbe ve Derviş Odalarının bir kısmının bulunduğu ahşap yapılar kullanılmadığından yıkılmıştır. 1942 yılında zamanın münevverlerinin karşı çıkmasına rağmen İstanbul Belediyesi tarafından Hamuşan’ın (Mevlevi Mezarlığı) bir bölümü üzerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi inşa edilmiştir.

Gelişigüzel vaziyette duran mezar taşları İstanbul Muhipler Derneği Başkanı Reşit Saffet ATABİNEN tarafından düzenlenerek günümüze ulaşması sağlanmıştır. Bu bina bugün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi olarak kullanılmaktadır. Bu arada Semahane ise müze olmasına karar verilip Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanmasına rağmen lojman olarak kullanılmıştır. Kültür Müsteşarı Mehmet ÖNDER’in çabalarıyla 1967-1975 yılları düzenlemelerinden sonra 27 Aralık 1975 günü “Divan Edebiyatı Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.Müzede günümüze ulaşan en eski taşınmaz 1649/ 50 tarihli Hasan Ağa Çeşmesi’dir.

Harem Dairesi, Matbah-ı Şerif ve Derviş Odaları’nın bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.

2005-2009 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Semahane binasının restorasyonu gerçekleştirilmiştir. Müze olarak yeniden işlev görmesi ve çevre düzenlemesi ise İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı katkılarıyla gerçekleşmiştir. İAKB Ajansı çalışmalarına 2009 yılında başlanmış, ilk olarak Halet Said Efendi Türbesi ve Şeyh Galip Türbeleri restore edilmiştir. Semahane binasında gerçekleşen “Müze Teşhir Tanzim ve Çevre Düzenlemesi” çalışmalarıyla projesi ve uygulaması ile çevre düzenlemeleri gerçekleştirildikten sonra Galata Mevlevihanesi 21 Kasım 2011 günü çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden ziyarete açılmıştır.

MÜZENİN BÖLÜMLERİ

Bahçede Şeyh Galip Türbesi ve Halet Efendi Türbeleri ziyarete açılmıştır. Müze sergi makamları Semahane binasında yer almaktadır. Semahane girişinde Sema alanı, alt katta Derviş Odaları ile üst kat mahfiller olmak üzere üç katlı bir plandan oluşmaktadır.

a) Semahane (Giriş);

Galipdede Caddesi üzerindeki Semahane’nin Cümle Kapısı’ndan girilip orta avluya vardığınızda sizi mermer döşemeli yoldan girilen Semahane binası karşılar. Üzerinde Sultan Abdülmecid dönemine ait onarıma işaret eden kapıdan girdiğinizde ceviz ağacından döşemeli Sema alanı sizi karşılar. Divan Edebiyatı Müzesi döneminde bu alanın etrafına yerleştirilen ve mekânın bütünlüğünü bozan vitrinler son restorasyonlardakaldırılarak özgün mimari doku ortaya çıkarılmıştır. Duvar ve tavanda bulunan kalem işlerinin temizliği yapılmış, tavanın ortasında bulunan sonradan getirilip yerleştirilen buraya statik açıdan uygun olmayan Sultan Abdulmecid Türbesi avizesi iade edilmiştir. Sol tarafta Bacılar Dairesi adı verilen Kadınlar Maksuresi, üst katlarda ise mahfiller görülmektedir.

b) Derviş Odaları (Alt kat) Sergilemesi;

Müzenin ana konusu Derviş odalarında anlatılmaktadır. Sufilik ve tarikatlar ile başlanarak bu bölüm Son Mevleviler konusu ile sona ermektedir.

Gezi sırasına göre; Soldan ilk oda buluntular, ikinci oda ikinci oda teber, keşkülü fukara, mutteka, nefir ve tacı şerif gibi tarikat eşyaları, üçüncü oda Matbah-ı Şerif, dördüncü odada Mevlevi kıyafetleri ve Galata Mevlevihanesi tarihçesi, anlatılarak özgün bağdadi duvar dokusu görülmektedir.

Orta holün karşısındaki beşinci oda Mesnevi, orta holün sağ tarafındaki odalarda, oda vitrinler şeklinde Derviş odaları canlandırılmıştır. Altıncı oda Mevlevilik ve Edebiyat, yedinci oda Mevlevilikte İbadet ve zikir, sekizinci oda Mevlevilik ve Tekke Musikisi, dokuzuncu oda Mevlevilik ve Güzel Sanatlar sergilemesinden sonra onuncu odada Mevlevi Dedesi önünde bir semazen figürünün görüleceği hologram gösterisi mevcuttur. Onbirinci ve son oda ise “Son Mevleviler” konuludur.

Derviş odalarının orta meydanında vitrin içinde Gülabdan ve kandil sergilemeleriyle, oturma grupları, Müzenin tarihinin anlatıldığı sinevizyon gösterisi; mekanın duvarlarında hat levhaları, Mevlevihane’nin eski fotoğrafları, Türkiye ve dünya Mevlevihaneleri haritaları mevcuttur.

c) Mahfiller (Üst Kat);

Semahane’nin mihrap hariç üç bir yanını çevreleyen ve Sema alanına bakan mahfillerde Müze koleksiyonundaki diğer eserler sergilenmektedir. Soldan başlayarak üst kat arka oda ve mahfillerde sırasıyla;Mustafa Düzgünman ve Ebru sergisi, Hat Sanatı sergisi, Hilye-i Şerif levhaları sergisi, Mıtrıb Maksuresi’nden geçilerek sağ bölümde Çelebi Mahfili, Hünkar Mahfili be devamında Mehter ve Müzik aletleri sergilemeleri görülebilir.

Osmanlı döneminde yabancıların Mevlevihaneyi ziyaretlerinde Sema törenlerini izlediği bölüm olan Ecnebiler Mahfili duvarları Adolphe Jean-Baptiste Bayot,Emedeo Preziosi’nin Galata Mevlevihanesi’ni resmettikleri gravürleri ve Hans Christian Andersen’in Mevlevihaneyi ziyaretinden sonra izlenimleri bulunmaktadır.

DİĞER MEKÂNLAR:

Müze toplan 6800 m2’lik geniş bir alanda kurulu olup ana Müze binası Semahane haricinde aşağıdaki taşınmaz kültür varlıkları bulunmaktadır.

Halet Efendi, Kudretullah dede Türbesi: Cümle kapısının solundadır. 1819 tarihli, dikdörtgen planlı, çatısı özgün birbirine bindirilmiş mermer plaklarla örtülüdür.Halet Efendi’nin şahide taşı ile birlikte Kudretullah Dede ile eşi Emine Hanım, oğulları Ataullah Dede ve Selanik Mevlevihanesi postnişni Ubeydullah Dede medfundur.

Şeyh Galip (İsmail Rusuhi) Türbesi: Orta avludadır. 1819 tarihli, dikdörtgen planlı, çatısı farklı olarak kurşun örtülüdür. İsmail Ankaravi (ö. 1631), İsa Dede (1771), Selim Dede (ö.1777), Galip Dede (ö.1799), Hüseyin Dede (ö.1782) ve Mehmed Ruhi Dede (ö.1810) medfundur.

Sebilküttab: Cümle kapısının sağındadır. 1819 tarihli, altta sebil ve muvakkithane, üstte kütüphane kompleksinden oluşan özgün yapı kompleksidir. 1925-1946 yıllarında Tepebaşı Polis Karakolu olarak kullanılmıştır.

Hasan Ağa Çeşmesi: Sebilküttab binasına bitişik olup kesme küfeki taşıyla inşa edilmiştir. Su haznesine bir kapı açılarak Sebilküütab’ın karakol olduğu dönemde nezarethane olarak kullanılmıştır. Üzerinde 1649 inşa ve 1851-52 onarım kitabeleri bulunmaktadır.

Adile Sultan Sarnıç ve Şadırvanı: Sultan II. Mahmud’un kızı Adile Sultan tarafından 1847 de yaptırılmıştır. Hemen yanında inşa kitabesi bulunmaktadır.

Çamaşırhane: Adile Sultan tarafından 1847 de Şadırvan ile birlikte inşa ettirilmiştir. Dikdörgen planlıdır.

Cümle Kapısı: Osmanlı ampir üslubundaki kapının dış yüzünde II. Mahmud’un 1835 de inşasına dair onarım kitabesi, iç yüzünde 1791 de III. Selim tarafından Mevlevihane’nin yenilendiğine dair Şeyh Galib Dede’nin yazmış olduğu kaside mevcuttur.

Çilehane/Sarnıç: Muhtemelen Çilehane olarak kullanılmıştır.

Hamuşan: Mevlevi mezarlık haziresidir. 1946 yılında Beyoğlu Evlendirme Dairesi (Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi) yapılarak önemli bir bölümü yok edilmiştir. İbrahim Müteferrika (nakli kubur), Humbaracı Ahmed Paşa, Fasih Dede, Esrar Dede medfun önemli şahsiyetlerdendir.

Ayrıca hafta sonları Bakanlığımız Süreli Kullanım Yönergesi kapsamında Müze Danışma Kurulu onaylı dernek ve kuruluşlar tarafından aslına uygun olarak icra edilen özel Sema programları düzenlemektedir.

Hazırlayan: Yavuz ÖZDEMİR
Müze Müdürü- Arkeolog

İSTANBUL MEVLEVİLİĞİ

17.yüzyılın ilk çeyreğinde Galata Mevlevihanesi postnişini Furuncuzade Sırrı Abdi Dede’nin meşihatının Bostan Çelebi (ö.1630) tarafından kaldırılması ile Galata Mevlevihanesi’nden ayrılan Abdi Dede’nin Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni kurması, kendinden sonra da tekkenin ailesine mensup şeyhler tarafından yönetilmesiyle İstanbul’daki ilk “şeyh aileleri” dönemi başlamıştır.

Kasımpaşa Mevlevihanesi’nde başlayan bu sistem Galata Mevlevihanesi’nde Gavsi Ahmed Dede ailesi, Beşiktaş Mevlevihanesi’nde Eyyubi Mehmed dede ailesi, Üsküdar Mevlevihanesi’nde Abdullah Necip Dede ailesi ve en derin iz bırakan Yenikapı Mevlevihanesi Ebubekir Dede ailesi ile gerçekleşmiştir. 17.yüzyıldan 20.yüzyıl başına kadar geçen dönem içinde şeyh aileleri kendi kültürünü yerleştirmiştir .

Şeyh ailelerinin 17. yüzyıldan itibaren aşamalı olarak nüfuz kazanması ve modernleşme yanlısı bir politika izleyerek Osmanlı Sarayı’nın desteğini arkalarına almaları Konya’daki çelebilik makamını adeta bir tasdik merciine indirgemiştir. Kültürel açıdan ise İstanbul’un gündelik hayatıyla yoğrularak rafine bir Mevlevi estetiğinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şeyh Galip, İsmail Dede Efendi gibi kıymetli şahısların yetişmesinde, bu kültürel zeminin payı büyük olmuştur .

Mevlevilerin devlet içinde aktif olarak görünmeleri kendisi de Mevlevi olan III. Selim’in 1789 da tahta geçmesiyle olmuştur. Bu dönemle Osmanlı içindeki modernleşme ve batılılaşma uygulamalarının yapılanmasında Mevlevileri ön planda görülmektedir. Sultan III. Selim’in dostu olan divan şairi Şeyh Galib’in 17120 da Galata Mevlevihanesi postnişinine atanmasından vefatına 1798 (H.1213) e kadarki döneminde Mevlevihane altın devrini yaşamıştır.

19. yüzyılda Yenikapı Mevlevihanesi’nin özgür fikirlerin tartışıldığı modernleşme yanlısı bir kuruma dönüştüğünü görmekteyiz. Öyle ki Tanzimat’ın iki büyük sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa ve Ali Paşa Yenikapı Mevlevihaneleri muhiplerindendir. I. Meşrutiyet’in ilk tartışıldığı yer yine Yenikapı Mevlevihanesi olmuş, Yeni Osmanlılar hareketi içinde yer alan postnişin Osman Selahaddin Dede, diğer anayasacı aydınlar gibi V. Murad’ı desteklediğinden Yenikapı Mevlevihanesi Sultan II. Abdulhamid tarafından sürekli gözaltında tutulmuştur .

Birinci Dünya Savaşı sırasında çelebilik makamında olan Veled Çelebi’nin önderliğinde kurulan “Mücahidin-i Mevleviyye” alayına Veled Çelebi komutan tayin edilmiş, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Abdulbaki de binbaşı rütbesiyle bu alayın kumandan vekili olmuştur . Veled Çelebi 11208 ile Çelebilik Makamına atandığı 1910 yılına kadar Galata Mevlevihanesi potnişinliğine vekalet etmiş olup Cumhuriyetin kurulmasından sonra da İzbudak soyadını alarak Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında bulunmasının yanı sıra uzun süre milletvekilliğinde bulunarak Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Sonuç olarak 1491 de Galata Mevlevihanesi’nin kurulmasından Cumhuriyet döneminde 1925 de Tekkelerin kapatılmasına kadar geçen süre içinde İstanbul Mevlevihaneleri özellikle şeyh ailelerinin oluşmasıyla devlet ricali içinde etkin olmuş, her ne kadar Konya Çelebilik merkezli görünse de İstanbul Mevleviliği, Mevleviliğin gelişiminde ve devlet içinde söz sahibi olmasıyla ön plana çıkmıştır.

GALATA MEVLEVİHANESİ MÜZESİ TARİHÇESİ

1491
(H.897) Afyon Mevlevihanesi Şeyhi Sultan-ı Divane (Semai) Mehmed (Çelebi) Dede’nin Galata Mevlevihanesi’ni kurması.

1548
Mesnevihan Mahmud Dede’nin 1548 de vafatı ile Halveti zaviyesi ve medresesi olarak kullanılmıştır.

1509
Büyük İstanbul depreminden etkilenmesi muhtemeldir.
1608
Sırrı Abdi Dede’nin meşihatı ile Halveti tekkesinden Mevlevi tekkesine dönüş ve onarım.

1609
Bostan Çelebi tarafından Sırrı Abdi Dede’nin azli ve İsmail Ankaravi (Rusuhi) Dede’nin meşihat makamına atanması. Abdi Dede’nin Kasımpaşa Mevlevihanesi’ni Kurması.

1631
İsmail Rusuhi’nin vefatı ve Hüseyin Adem Dede’nin meşihatı.

1649
Matbah Emini Hasan Ağa’nın Mevlevihane’de kendi adını taşıyan çeşmeyi yaptırması.

1650 (H.1061)
Matbah Emini İsmail Ağa’nın Mevlevihanede imar faaliyetleri.

1667 (H.1077)
Sultan IV Mehmed döneminde Vani Mehmed Efendi tarafından tarikatların faaliyetleri yasaklanmıştır.

1683 (H. 1095)
Tarikatlar yeniden açılıyor. 18 yıl geçiyor.

1673-1697
Gavsi Ahmed Dede’nin meşihatı ile Galata Mevlevihanesi’nden şeyh aileleri dönemi başlıyor.

1745
Hazirede medfun olan Humbaracı Ahmed Paşa’nın vefatı.

1765-1766
İsa Dede Meşihatında (1761-1771) Büyük Tophane yangını ile zarar ören Mevlevihane’de Sultan III. Mustafa tarafından Sultan Yenişehirli Osman Efendi’yi bina emini tayin ederek imar faaliyetleri.

1791-1799
Şeyh Galib’in meşihatı

1791-92 ve 1795-96
Şeyh Galip dönemi imar faaliyetleri.

17 Mayıs 1817
Mahmud Dede Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhliğine atanması

27 Mayıs 1817
Kudretullah Dede’nin meşihatı.

1819
II. Mahmud dönemi, Halet Said Efendi imar faaliyetleri.

1824 – 1835
1824 de yangın geçirerek mescid, matbah ve 9 hücre ortadan kalkmıştır. Kudretullah Dede’nin ricası ile Sultan II. Mahmud’un emriyle imar faaliyetleri.

1847
II. Mahmud’un kızı Adile Sultan tarafından sarnıç, şadırvan ve çamaşırhane inşası.

1851-52
Sultan Abdulmecid, Hasan Ağa Çeşmesini onartıp, Matbah’ı inşa ettiriyor.

1859-60
Sultan Abdulmecid Semahane, Selamlık ve Dedegan Hücrelerinin bulunduğu ana yapıyı bugünkü şekliyle inşa ettiriyor.

1871
Kudretullah Dede’nin vefatı üzerine Halet Efendi’nin baş taşının bulunduğu hazireye gömülüp türbenin üstü kapatılıyor.

1925
13 Aralık 1925 ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair kanun.

1925
İstanbul Vilayeti Meclisi Umumisinin Galata Mevlevihanesi’nin mektep ittihazına dair 25 Kasım 1925 tarihli Kararı.

1932 – 1946
(Ahmet) Cemal ÖZAYDIN’ın (doğ. 1892 – öl. 1970) Polenezköy’den 35. İlkokul’a (Galata Mevlevihanesi) atanarak Okul Müdürlüğü.

1942
İbrahim Müteferrika’da olmak üzere 17 mezarın nakli.

1945-47
TTOK İstanbul Muhibler cemiyetri ve Reşid saffet Atabinen’in çalışmaları. Hazire üzerine Belediye tarafından Beyoğlu Evlendirme Dairesi (Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi) inşası.

2 Ekim 1946
Müze olması için Maarif Vekâleti’ne devir için Bakanlar Kurulu Kararı

1946
Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlanıyor. Ancak lojman olarak kullanılıyor

1966
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8 Şubat 1966 gün ve 730.35 – 682 sayılı emirleriyle kurulan İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü’ne bağlanması.

1967
Galata Mevlevihanesi’nin tamir ve restoresi için 18 Aralık 1967 günlü ihalesi.

27 Aralık 1975
Divan Edebiyatı Müzesi olarak ziyarete açılması.

01 Ocak 2005
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce yürütülen restorasyon faaliyetleri. Müzenin adının Galata Mevlevihanesi Müzesi olarak değiştirilmesi.

01.01.2005 – 09.06.2009
Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Semahane binasındaki restorasyonun bitirilerek, eksik olarak Kültür Bakanlığı’na bırakılması.
Mart-Aralık/2009
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından Türbelerin restorasyonu.

2010 İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından Hamuşan haziresinin onarımı ve Müze Teşhir Tanzim Projesi’nin başlaması.

01 Mart 2011 Galata Mevlevihanesi Müzesi’nin ziyarete açılması.

5 asırlık mihrap restore edildi
5 asırlık mihrap restore edildi 450 225 Hz. Mevlâna Dergâhı

09 Şubat 2013

Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferine giderken verdiği emir üzerine yaptırılan mihrap restore edildi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferine giderken verdiği emir üzerine 16. yüzyılda Mevlana Türbesi’nin mescit bölümüne yaptırılan mihrap, yapılan restorasyon çalışmalarından sonra taşıyıcı sütuna gerek kalmadan kendi ayakları üzerinde duruyor. Altın varaklarla ve çivit mavisiyle süslenen mihrap, orijinal dokusuna uygun hale getirildi.

Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferi sonrasında Ferruh Çelebi ile görüşerek buradaki semahane ve mescit bölümünü yaptırmasıyla birlikte Huzur-u Pir bölümündeki alanın yapılaşmasının aşağı yukarı tamamlandığını ifade etti. 16. yüzyılda yapılmış olan mescit ve semahane bölümüyle birlikte bugün mescidin içerisinde bulunan mihrapta 10 yıl içerisinde bazı deformasyonlar olduğunu gözlemlediklerini kaydeden Benli, “Son yıllarda daha farklı bir gözlem meydana geldi. Bununla birlikte burada gerekli teknik analizler yapıldı. Hocalarımız geldi inceledi. Konya Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan gerekli proje onaylar sunulduktan sonra mihrapta bir restorasyon çalışmasına başlanıldı” dedi.

HER TAŞ NUMARALANDIRILDI

Yapılan çalışmanın uzun bir aşamadan geçtiğini kaydeden Benli, “Mihrabın restorasyon çalışmasında öncelikle bir hasar analiz paftası hazırlandı. Teknik bir ekiple bu çalışma yapıldı. Burada tabandan tavana kadar üst bölümünde bulunan alınlıktan mihrabın oturmuş olduğu yarım daire şeklinde kaidesine kadar tamamı elden geçirildi. Her taş tek tek numaralandırıldı. Daha sonra titiz ve ince bir şekilde her bir taş yerinden söküldü. Bu çıkarma çalışmasından sonra özellikle Mukarnas bölümünde büyük bir patlama olduğu tespit edildi. Bunlar alınarak zemine kadar inildi. Restoratör arkadaşımızın yapmış olduğu bu temizlik esnasında altın varakların kullanıldığı tespit edildi. Daha önce taç bölümünde yağlı boya kullanılmış, bunlar temizlendi. Bütün taşlar tek tek temizlendi. Mukarnas bölümü dört parçaya ayrılmış, o bölüm tekrar elden geçirildi. Fiber karbon çubuklarla birbirine bağlanarak sağlam hale getirildi. Mihrabın ana gövdesiyle birlikte Mukarnası’na kadar tekrar modelleme yapıldı. Taşlar birbirine en ince noktasına oturtuldu, sonra montajına geçildi. Buradaki çalışmada mihrabın hemen hemen taşlarının tamamı kullanıldı. Bazı mücbir sebeplerden dolayı bazı taşlar değiştirildi” diye konuştu.

Montaja geçme esnasında mihrapta niçin bu şekilde patlamalar olduğunu tespit ettiklerini de belirten Benli, “Neden ve niçinler görüldü? KTO Karatay Üniversitesi’nden Abdülkerim Bilgin hocamız bununla ilgili bize gerekli destekleri sağladı. Daha önce mihrap arkadaki payandaya yaslanan bir durumdaydı. Şimdi tek başına ayakta durabilecek şekilde sisteme oturtuldu. Bu çalışma esnasında özellikle taban kısmına üç sıra yatay ve dikey önce parça taşlar bloklar halinde döşendi, en üstüne de tek bir parça blok döşendi, onun üzerine mihrap ayağa kaldırıldı. Daha sonra da üzerinde alınlık kısmında bulunan altın varaklar tamamlandı. Şu anda da küçük rötuşlar yapılarak restorasyon bitmiş olup, halkımızın görseline sunmaya hazır durumda” şeklinde konuştu.

MİHRAP ORİJİNAL HALİNE KAVUŞTU

Mihrabın üzerinde yeşil, zeminde de siyah renk olduğunu ifade eden Restoratör Çiğdem Yıldırım ise, “Mihrap ve taç bölümündeki renkler orijinal değildi. Mekanik temizlik uygulamasıyla altındaki katmanlara inerek orijinalinde kullanılan çivit mavi rengi bulduk. Mekanik temizlik tamamlandıktan sonra ona uygun boya hazırlanarak orijinal rengi kullanıldı. Üzerine de orijinalinde olduğu gibi altın varak uygulaması yaptık. Öncesinde orijinal altın varak kullanılmamıştı. Daha mat bir renk vardı ve birkaç yerinde altın varak kalmıştı. Biz de onlardan yola çıkarak böyle bir şey yapmaya karar verdik” dedi.